Hayatın
İçinden
İMECELER (EĞRATLIK)
Eğratluk genelde; tarla
kazmak, mısır
fidelerini (fitra) seyreklemek, mısır tarlasındaki yabancı otları
temizlemek (çağan etmek), ve harman zamanlarında yapılır. Akşamdan
eğratluğa gelecek olanlara haber verilir. Sabah namazdan sonra hemen
tarlaya gidilir. Tarlada kadın erkek birlikte çalışır. Çalışırken
türküler, maniler ve kırşaberi atma türküler söylenur.
Haçan yayladan
celdum benum atum toy idi
Aradum buldum oni suyun altına idi.
Güneş baş üzerine
geldiğinde yemekler yenirdi. Tarla uzakta ise yemek tarlaya getirilir
ve buraya getirilen lahana mancası, minci, yoğurt ve mısır ekmeği
birlikte yenirdi. Yoğurt ğopeçıye konur. Ğopeçin ağzı kutuni ile
kapatılırdı.
Bir yıl boyunca
kendilerine yetecek mısın olanlara ağa denirdi. Ağalar hasat zamanı
harmanı atla taşırlardı. Harman çuvallanıp hayvanlara yüklenir,
çuvallara peşenk (zil) takılırdı. Atı olmayanlar harmanı sırtında
taşırdı.
Harman
temizlendikten sonra geriye kalan otlar harmanlanır yığınlar yapıhrdı.
Bu yığınlara yörede "TOMONİ" denir. Bu tomonların sabah erkenden
toplanarak ıplentp yapılması gerekirdi. Çünkü otlar erkenden nemli olur
ve nem dağılmalarını önlerdi.
MISIR AYIKLAMA
Mısırlan kabuğundan soymaya
mısır
ayıklama denir. Mısır ayıklama
akşamları yapı1ırdı. Mısır ayıklamak için komşular bir araya gelirdi.
Eskilerin anlattığına göre. Bazan harmanın içinden kırmızı mısırlar
çıkardı. Bunlara "BEY" denirdi. Mısır ayıklayanlar iki taraf olurdu. En
çok bey bulan taraf diğer tarafı alt ederdi. Galip gelen taraf hep
birlikte "KODUK SİZİ AĞIRA" diye bağırarak galibiyetlerini kutlarlardı.
İşin sonunda pişirilen kolivalar ve kabaklar zevkle yenirdi. Ayıklama
sırasında çıkan taze mısırlar paylaşılıp evlere götürülürdü.
KARA KONCULA
Kara koncula yörede karakış
anlamında
kullanılır. Kışın en soğuk ve en eok kar yağan dönemidir. Bu mevsimde
dışarda gezmenin tehlikesini telKİN edebilmek için çocuklara şöyle bir
öykü anlatılır:
Kara koncula
korkunç bir canavardır. Yolda karşılaştığı insanları İnce bir sınavdan
geçirir. Sınavı kazananları serbest bırakır. sınavı kaybeDenleri
öldürür. Sınavı kazanmak için bütün sorularına "Kara" ile Başlayan
cevaplar vermek gerekir. Karşılaştığı insana şöyle sorar:
- Benim adum Kara
Koncula. Senun adun nedur?
- Benum da adum
Kara Ahmet
- Nereden
celursun?
- Karayerden
- Nereye
gıdersun?
- Kara yere
- Ne yemeği
yersun?
- Kara lahana
- Ne yemiş
yersun?
- Karayemiş.
Sınav bu
sorularla devam edermış. Sınavı kazanırsan kurtulursun ve sana:
- Haydi cule cule
der ve seni uğurlarmış.
EKMEK
Halim Mete
Tam altmış
sekiz yıl önce doğdum, Rize İyidere Fethiye
Mahallesindeki BABA evimde..
O günler
İkinci Dünya
Harbinden yeni çıkmıştı dünya..
Türkiye
savaşa
girmemişti ama sıkıntılarını yaşamıştı.
O günler
çoğunlukla mısır ekmeği yerdik. Çünkü çay tarım tam
anlamıyla yayılmamıştı.. O yamaçlardaki bahçelerde mısır yetiştirilir,
o
mısırlar kurutulur, sonra da su değirmenlerinde öğütülürdü. O
değirmenlerin bir
çoğu bakım yapılırsa çalışacak durumda olmasına rağmen öğütecek tahıl
ve köylü
olmadığı için nostaljik bir şekilde bırakılmış durumdalar şimdi..
Mısırlar
değirmenlerde sırayla öğütülür. Değirmenlerin sahibi aileler
değirmenlerin
bakımını temizliğini yapar ve her öğüttükleri mısır ve buğdaydan bir
öğütme
payı alırlardı. Buna yerel dilde ÇEBİÇ denirdi. Çebiç bir öğütme
ölçüsüydü.
Değirmenlerde öğütülen mısır unundan yoğurulan ekmek PİLEKİ taşında
pişirilirdi. Önce pileki taşı saatlerce ısıtılır, sonra ekmek hamuru
güzelce
pilekinin içine yayılır, ondan sonra pilekinin üstüne bir saç kapak
konur,
sonrada pilekinin etrafı ve saçın üstü közle kapatılırdı. Bu sıcaklığın
içinde
pişen ekmeğintadına doyulmazdı.. Hele sıcak ekmeğin içine tereyağını
koyup
eritince çok lezzetli olurdu. Bazen sütlü mısırı saçta kavurup
fırınlayarak
öğütür ondan ekmek yaparlardı, bu bazı yörelerde hala yapılır. Buna da
FURNİKO
unu veya FIRINLI UN denirdi.
Mısırı
öğütürken tad
versin ve yumuşak olsun diye içine kurutulmuş SOYA FASULYASI, yerel
adıyla
BALLİ LOBİYA koyarlardı..
1956'lı
yıllarda Rize'ye Amerikan yardımı çuvallarla buğday
geldi. Hiç unutmam bizim eve 6 çuval parasız buğday verilmişti. Bu
sefer
buğdayları öğütüp buğday unundan yapılıp pilekide beya tepsiye konup
çarşıdaki
fırında pişirdiğimiz ve adına MAYALI dediğimiz ekmeği yemeğe başladık.
Ama
aklımız. Hep
KÖSENİN FIRININDA veye FIRINCI AHMET'İN FıRININDA çiçek mayasıyla
yapılıp
satılan FRANCA ekmeğindeydi. Ekmek 25 kuruş ama, para nerde?
8
ablasının küçüğü
çocukluk arkadaşım MEMİŞ her gün anne ve babasından para aldığı için
her gün
francala yer ve bizler ona bakarak yutkunurduk.
O
günlerde köyümüzde
bir başka adet vardı. Birileri öldüğünde cenaze sahipleri mezarlıkta
buğday
ekmeğini dörde böler dağıtırlardı. Bizde o ekmeklerden yiyebilmek için
neredeyse her gün cenaze olmasını beklerdik..
Bu gün
keşke köy
ekmeği (Mayalı) bulsak diye aranırken, o günkü francalar bize çok
farklı
görünürdü..
Allahıma
çok şükür
Demokrat Parti dönemi (1950/ 60 arası) yokluktan varlığa geçişin
başlangıcıydı.
Derken o
günler çok geride kaldı. Bu gün ise ekmeğin onlarca
çeşiti var. Ancaaaak ekmeğin kıymetini maalesef bilmiyoruz, bir başka
deyişle
tadını kaçırdık...!
Ekmeği
yiyeceğimizden
çok alıyor tüketemeyince bayatladı diye atıyoruz. Halbuki dünyada
milyonlarca
insan hala aç ve gıdaya muhtaç..
Büyüklerime
sormuştum, "Doğu Karadeniz'deki kıtlık döneminin yaşandığı
Seferberlikte
açlıkla nasıl mücadele etmiştiniz" diye.. Bana " mısırı koçanıyla
(Kutunusiyle beraber öğütüyorduk, yerken bir şey anlamıyorduk ama dışkı
çıkarırken çok zorluk çekiyorduk" demişlerdi.
Niye mi anlattım..!
Allah korusun biz bir daha böyle bir yoksullukla karşılaşmayız ama
DÜNYADA HALA
ÇOK AÇ İNSAN VAR.. Bizim döküp israf ettiklerimizde onların hakkı var.
Bunu
böyle düşünüp ona göre hareket edelim.
|