Rize Tarihi

MİLLİ TARİHİMİZ'DE RİZE BÖLGESİ
Prof. Dr. Fahrettin KIRZIOĞLU

GİRİŞ

Anadolu'nun kuzeydoğusunda, Çoruk solundaki Balkar sıradağları ile Karadeniz arasındaki çok sarp ve ormanlık dereler bölgesinde kurulan Rize ili ve çevresinin, bilinen ilk hâkim âhalisi, 'yuvarlak başlı, bitişken, dilli' ve Türk ırkıyla akrâbâ 'ASYANİKLER'den idi. Okul kitaplarında öğretilen Ortaasya Türkistan'dan gelen Sümerliler, Elamlılar ile soydaş sayılan Hurriler, M.Ö.3500 yıllarında Azerbaycan ve Doğu Anadolu'ya yerleşerek: Kür, Aras, Çoruk ırmakları ile Yukarı Dicle ve Fırat boylarında yurt tutmuşlardır. Hürriler'in Van gölü çevresindeki baş tanrılarına göre Khaldili denilen kolu, küçük beylikler halinde yaşıyordu. Güney komşuları Asurlular'ın bunlar ile sürekli savaşları vardı. Ülkelerine Asur dilince Urartu (1)  denilen bu Asyanik ve iyi madenci, çağın en usta su yolu (ark) ustaları ve koca taşlardan harçsız kaleler yapan kavim bu yüzden Urartular diye tanınmaktadır.

URARTULAR

Asurlular'ın sürekli savaşları yüzünden, küçük beyliklerini M.Ö.850 yıllarında güçlü bir Krallık hâlinde birleştirdiler ve Tuşpa (2)  şehrini merkez edinince güçlendiler. Tevratı Şerifte 'ararat' (3) denilen Urartular'ın kudretli  kralı Menua (M.Ö.810-786), Yukarı Aras boyları ile Malatya doğusunda Fırat'a kadarki yarlari ülkesine kattı. Oğlu I.Argişti (786-765), şimdiki Kars ili, Revan ve Gökçegöl çevresini, Tunceli-Elaziz bölgesi/Suphani'yi fethetmişti. Bunun oğlu II.Sardur (765-735), şimdiki Erzurum bölgesini de ülkelerine katarak, Çoruk boyunda ve Rize bölgesindeki soydaş Asyanikler'den KULKİ/Kolk kavmi ile komşu olan hudutlara vardı.

Bir bölgede Tarih Çağı'nın başlaması, ilk defa orasının bir yazılı kaynakta anılması ile olur. Bu yüzden, Çoruh boyları ve Rize bölgesinin tarihte ilk olarak, Urartulu II.Sardur'un, M.Ö.765  yılından az sonra Kars kuzeyindeki, Çıldır Gölü  güneyinde Taşköprü köyü üstündeki kayalıkta kazdırdığı çivi yazılı kitabede, ilk defa 'Kulki/Kulkha' adı ile, sonraki Yunan kaynaklarında geçen 'Kolk/Koldit'lerden bahsedilmektedir.(4)

 I. ÖNASYA'DA İLK TÜRK URUGLARI : KİMMERLER VE SAKALAR'IN GELİŞLERİ

Kafkas  sıradağları ile Karadeniz kuzeyinde, M.Ö.2000'lerde Ortaasya'dan gelerek yerleşen atlıgöçebe yaşayışla, ölülerini eşya ve atları ile gömdükleri, kabrin üzerine "kurgan" denilen toprak yığınından tepecikler yapan "at eti yiyen, kısrak sütü içen" KİMMERLER yurt kurmuştu. Şimdiki "Kırım" ülkesi adı, onların hâtırasını taşıyor.

Türkistan'da çoğalıp gelişerek, Çin hududundan Hazar Denizi'ne varınca geniş bir imparotorluk kuran ve soydaşları Kimmerler gibi yaşayan ve sonraki Oğuzlar/Türkmenler'in ataları olan SAKALAR, M.Ö.720 yıllarında Hazar Denizi kuzeyine gelerek Kimmerler'in ülkesini işgale başladılar. Bu yüzden Kimmerler'in bir kısmı, itaat etmeyerek Tuna boylarına, Avrupa içlerine göçtüler, bir takımıda itaat ederek kaynaşma yolunu tuttular.

Rahmetli hocamız Ord.Prof.Dr.Ahmed Zeki Velidi Togan'ın tesbiti ve en eski destani Gürcistan Tarihi "Kartlis Çkhovreba" da anıldığı gibi, sonraki KHAZAR/KAZAR ve BULGAR adlı Kıpçak kolundan gelme Türklerin ulu ataları sayılan Kimmerler'in Azak Denizi ile Kafkaslar arasındaki kolu, SAKALAR'ın baskısıyla M.Ö.714 yılında yurtlarını bırakarak, Kafkas geçitlerini aştılar. Kür ve aras ile Çoruh boylarına yayıldılar ve buralardaki URARTULAR, onların yaman okçu olan atlı savaşçılarına yenilerek geri çekildiler. Bu yüzden bir Asurlu kaynağı, Urartu kralı I.Rusa'nın M.Ö.713 yılında kuzeyde "Gimmiray" (Kimmerler) ile savaşıp yenilince, kendi hançeri ile intihar ettiğini belirtir.

Kimmerler'in bu "İLK GÖÇLERİ", "Kartlis Çkhovreba" da, "Khazarlar'ın Kartli (Gürcistan) ve komşularını esarete aldıkları "İLK SEFER" diye anılır. Tevrat-ı Şerif'de: Nuh Nebi'nin, yeryüzündeki insanların Tufan'dan sonra ilk ataları gösterdiği üç oğlundan birisi (5) YASEF (Yapheth)'in oğlu "Gomer" diye anılan Kimmerler, Asurluları bunaltmışlar ve Urmiye Gölü doğusundan sonra Adana/Çukurova'ya Kızılırmak bölgesine varınca göçüp hakim olmuşlardır. Bunlardan, Trabzon-Bayburt arasındaki "Kemer Dağı", Sivas-Kayseri arasında ve Kızılırmak boyunda "Gemerek" ile, Kars-Arpaçayı solunda (6) "Gümürü/Gümrü" gibi coğrafya hatıraları günümüze kadar kalmıştır.

Batıda Aşağı Tuna boy ve Karpatlar'a varınca Doğu Avrupa'ya hâkim olan Sakalar, M.Ö.680 yılında, itaat etmayen "Son Kimmerler"'i kovalayarak, Kafkas Geçitlerini (7) aşarak: Azerbaycan-Gürcistan ve eski Urartu ülkelerine yayıldılar. Bu sırada Başbuğ hükümdarları Partatua (Herodot'taki Protohyase) aynı 680 yılında Asur'lu Devleti hududunda görülünce, yeni tahta çıkmış bulunan Asurlu Kralı Asurhadon (680-669), Sakalar'dan ülkesini korumak için kendi kızını, Partatus ile evlendirerek, kız akrabalığı ile dostluk kurma yolunu seçmişti. 

Partatua'nın halefi ve oğlu Madova (8) (654-626) çağında: İran, Anadolu, Suriye'ye de hâkim olan Sakalar, Filistin'i işgal ederek Sina'da Mısır Firavunu III. Psammetik'ten M.Ö.634 yılında harac aldıktan sonra, oraların sıcağından hastalanınca, geri çekilmişlerdir. İran'ın "Ateşe tapıcılık/Zerdüştmül" kitabı " Zend-avesta"da  (Aban yaşt"), "Haonalar" (Hunlar/Sakalar) Hükümdarı ve İran'ı dört defa yenmiş gösterilen "Fransrasyan/Frâsyâk)" ve sonraki İran destanlarında (mesela Firdevsi Şehnamesi'nde) "Turan Pâdişahı Afrasyâb (9) denilen Madova'nın, Türk destanlarında ve kaynaklarında (10)  "ALP ER TONGA" diye anılan ilk Türk cihangiri olduğunu, rahmetli hocamız A.Z.V.Togan, türlü delillerle isbat etmiştir. Onun tuttuğu, "Kartlis Çkhevreba" da ise, Sakalar'ın gelip hakim oluşları, "Gürcistan'a gelen 28.000 Türk ailesinin yerleşme ve bu işin, (11) Nabukhodonosor'un (M.Ö.587 de) Kudüs'ü yıkarak Yahudileri sürgün etmesinden önce olduğu; Makedonyalı İskender'in halefi Selevkoslular gelince; Kür ve Çoruk boylarındaki kalelerde ve "Sarkınet" (12) adlı şehirlerini Bunlardan"Bun Türkler"  ve Kıpçakların erlikle koruyarak baş eğmedikleri anlatılıyor. 

Çinliler'in "Su/Se", İranlılar'ın "Saka", Karadeniz kıyılarındaki koloni Yunanlılardan alınarak Yunan kaynaklarının "Sykth" (13), Tevrat-i Şerif'in "Yasef oğlu Gomer'in oğlu Aşkenaz" dediği Sakalar'ın M.Ö.626 da Madova'nın Medler'ce hile ile öldürülmesi üzerine, Heredot'un andığı "28 yıl süren Asya'daki hâkimiyet" üstünlükleri sona erdi. Fakat, Hazar Denizi ile Kızılırmak başları arasında tutunan Sakalar'ın M.Ö.609 yılından az sonra, Urartu Ülkesi'nin hâkimi  olduklarını, Babil Kronikleri" belirtilmektedir.

SAKALAR'IN RİZE VE ÇEVRESİ'NDE YERLEŞEN BOY VE OYMAKLARI

1177 yılında, Kıpçaklı Gürcistan Başkumandanı Kubasar (14) sayesinde, Orbelyanlı eski Başkumandan Libarit oğlu İvane'nin isyanını bastırarak tahtını kurtaran Gürcistan Kralı III.Giorgi Orbelyanların ataları adlarını kiliselerden kazıtmış ve "Kartlis Çkhovreba"dan da çıkartmıştı. Bunun yerine seki Ermenice tercümelerinden ve aile hatıralarından faydalanan rahip Orbelyanlı Stepanos, 1295 de tamamladığı "Orbelyanlar Tarihi"nde şunları belirtiyor:

İranlılar (doğrusu Uraltullu) Gürcistan'a hakim iken, Khazar ve Hunlar'a komşu Çenesdan (Kaşgar) Hükümdarı ölünce, oğulları arasında taht kavgaları başladı. Sonunda yenik kolun başı genç prenses, bütün devlet hazinesi ve taraftarları ile kaçarak, Daryal'ı geçip, Gürcistan'a geldi. Düşmanı ülkeden kovsun diye, Çenasdanlılara beğendikleri yerler verilerek, şerefle yerleştirildiler. Prensler'i Orbet (15)  (Kartal Yurdu) kalesine yerleşti ve Orbetli/Orbelyan ahalisi de "Çenli" (16)  "Çin-Çavat" diye anılmağa başladı. Orbelyanlar ülkesinin başkumandanı olarak Persler'i ülkeden kovdu. 

Sonra, ilk Gürcistan Kralı Parnovas (M.Ö.302-267) başa geçince, Orbelyanlar, ülkede kraldan sonra ikinci şahsiyet sayılarak çok şereflendi ve ocaklık halinde Başkumandanlığı ellerinde tuttular (1177 yılına kadar). Bu hanedanın (17)  "Oret" kalesine  "Şam Şolde" (18) adı verildi. Gürcistan Krallarına  taç giydirme  imtiyazı, bu hanedana aitti. Bu hanedandan gelenler, dini adlar dışında hep: Arat, Elikum, Libarit (19) gibi soylarına mahsus adlar taşırlar.

Biz, Sakalar'ın Gogar/Gugar boyuna göre: Doğu'da Gence Kazak kesiminden batıda Çoruh ağzı'na varınca yayılan ve merkezi Orbet/Şemsolde olan Sancaklı Eyelit'in en batıda, Şavşat, Ardanuç, Artvin, Borçka ve Gönye'yi içine alan Sancağın "Kalarç" adını taşıdığını; bunun, M.S.150 yıllarında yazılan PTOLEMOUS'un coğrafyasında (20) Kalarzen, Gürcü kaynaklarında Kalarçet (Kalarç Yurdu), 305 yılından bahseden Arşaklı kronikinde Kalarç ve sonraları Kalarçlar denildiğini görüyoruz. Bu ad, (arslan/aslan, kurşak/kuşak, varşak/vaşak adlarında olduğu gibi) "r" sesinin yutulmasıyla "Kalaç" adlı büyük Türk urugunun bir kolu olarak Saka göçleriyle Aşağı Çoruk boyu ve Rize Batum arasına yerleştiği anlaşılıyor. Ötedn beri buradan Karadeniz'e doğru esen sert, kuru ve kayıkları deviren yele de, Batum Rize arasında hala "Kalaç yeli" denmesi de, 2700 yıllık bir Türk belirtisidir.

Rize'de, gelişi güzel köy adları resmen değiştirilirken, bir Türk unvanı hatırası olan Çenesdanlı/Orbelyanların "Libarit" adlı köyü de, Cumhuriyet devrimizde "Yalıköy" diye bozuk Türkçe bir ad almış. (Yalıköyü denmek doğrudur). 

Askur (Azgur/Yazgur) adlı Oğuz/Türkmen  boyu hatırası : Kaşgarlı Mahmud'un "Yazğır", sonraki kaynakların "Yazır" dediği Boz Ok kolundan Ay Alp oğlu sayılan bu boyun bir topluluğu, Ahıska'nın altında ve Kür boyundaki bir kale olarak Kartlis Çkhovreba'da "Askuret" (Askur yurdu) ve Türklerce "Azgur diye anılıyor. Bir adaşı Azgur da Bitlis'in Van Gölü güneyindeki Kızan ilçesinde köydür.M.S.131 yılında batıdan doğuya Karadeniz kıyılarını görüp dolaşan Abrianos Rhizios (Rize) çayının 4 Roma mili (1 mil=1480 m) doğusundaki çayın adının, (Yunanca eserinde) Askuros ve Latincesinde Askurus adıyla anıldığını belirtir.(21)

Şüphesiz ki, Yunancadaki sonek "os" ve Latincenin "us" ayırdedilince Sakalar ile birlikte gelen "Askur/Azgur" adlı Oğuz Boyu'nun Rizemiz'deki 131 yılında tesbit edilen dalı kalabalık idi, bu çaya adını vermiş oldu. Şunuda düşünmek gerekirki, Rize Askurlar'ı bu bölgede tek Türkmen/Oğuz topluluğu değildi; soydaşları vardı. Çoruk ağzına kadarki Kalarç/Kalaç boyundan başka Çoruk başlarında ve Bayburt İspir kesiminde, Sakalar'ın "SESPEİR" (22) boyu,  Sibir/Sinerya'ya da aını veren bir kolunun dalı olarak buralara yerleşmişti. Erzurum'un "Ispir" ilçesi adında hatırası yaşamaktadır. Çok kalabalık ve bir beğlik kurmuş olan bu kabileyi Herodot, Kolklar ile Melya arasına yayılmış gösterir. "Kartlis Çkhovreba"da ise Çoruk'un eski adının Siper ırmağı olduğu ve Karadeniz'e de, bunların (Rize, Batum ve Acara dahil) kıyılara hakim oluşundan "Siper Denizi" denildiği belirtilir.

Abrianos'tan sonra Yunanca yazılan bir "Anomim Deniz Kıyıları Seyahati"nde ise, Arkkhabis kıyılarından batıda Ophius (Of) çayına kadarki  bölgenin yerlileri eskiden EKEKEYRİLER idi deniyor.(23)

Biz Çoruk ırmağı adınında , Kıpçak Türkleri kolundan "Çor" uruğundan kaldığını tesbit ediyoruz. Kırgız Elininde "Edige Uruğu" oymaklarından birinin adı, bugünde "Çoruk/Çuruk"tur. Mardin Diyarbakır arasındaki 12 oymaklı "Kiki Çukuran" (Çuruklar Kikisi) ve 12 otymaklı "Kiki Khalancan" (Khalaçlar Kikiksi) adlı 24 oymaklı Kikiler'in yarısının Kalaç ve yarısının "Çuruk" adını taşıması, Çoruk boyundaki Kalaç ve Çoruk'a ad verenlerle ilgisini belirtiyor. M.S.197 yılından 660 yılına varınca Arşaklı kronikleri ve sonraki eserlerde, Dağıstan Demirkapı/Derbennd şehri ve geçidinin adı "Çor ve R-L değişimi ile "Çol" idi. Arapçada "ç" sesi olmadıuğından bunların Horasandaki koluna "Sol Türkleri" deniyordu. Aslı bir yüksek rütbe anlamına gelen "Çor"dur. Bir kolu bugün altaylar'da "Şor" diye anılır. Macarca'daki gibi, eski Türkçede "k" soneki çokluk bildirir: Peçen/Peçenek, Kıpıç/Kıpçak, Soğd/Soğdak...gibi.

Abrianaos Of suyundan Çoruk'a kadar sıra ile şu çayların adını ve ağızları arasındaki mesafeyi (24) verir :
Ophius (Of) Çayı'ndan Psykros Suyu'na 4 mil
Psykros'tan Kalos(İyidere) suyuna 4 mil
Kalos'tan Rhizios (Rize) Suyu'na 16 mil
Rhizios'tan Askur Suyuna 4 mil
Askuros'tan Adineos Suyuna 8 mil
Adineos'tan Kordyla Suyuna 13 1/3 mil
Kordyla'dan Odeinos (Atina=Pazar) Suyuna 10 2/3 mil
Odeinos'tan Prytanis Suyuna  5 1/3 mil
Prytanis'ten Pyksites Suyu'na 12 mil
Pyksites'ten Arhabis (Arhavi) Suyuna 12 mil
Arkhabis'ten  Apsaroh Suyuna (Khopa) 8 mil
Asparos'tan Akampis (Çoruk) ırmağına 2 mil

III. SAKALAR'IN HORASAN KOLUNDAN GELEN ARŞAKLILAR VE HRİSTİYAN OLUŞLARI

M.Ö.401-400 yılında, şimdiki Musul bölgesinden Trabzon'a gelen onbin Helen askeri'nin artçı komutanı olan Kesenefon, şimdiki Erzurum, Erzincan ve Gümüşhane kesimlerinde, Skytler/Sakalar'dan usta madenci ve çelik yapımını Yunanlılar'a öğrettikleri bilinen Khalybler'in, Perslere (25) tabi olmayıp müstakil yaşadıklarını; Çoruh boyundaki Hesperitler (İspir'de adları yaşayanlar) ile aynı soydan olup, Phasianlar'ın (26) bir Satraplık idaresinde bulunduklarını belirtir.

Makedonyalı İskender'in haleflerini Kuzey Agganistan'daki Baslkh/Bakteryadan başlayarak Horasan'dan kovan Sakalr'ın Daha kolundan Para boyundan çıkan Arşek (Arsakes, 250-247) ve halefleri, hep Türkçe "pars ile ayı karması yırtıcı anlamına gelen Arşak ünvanını kullanıyorlardı. Bu yüzden Yunan ve Roma kaynakları dillerinde "ş" sesi olmadığından bunları "Arsakid" ve sonraki İran kaynakları "A(r)şakaniyen" ve istiklal kazandıkları Horasan kesimindeki Partiya'ya göre de "Parhian/Partlılar" diye anılıyorlardı.Bunlar Dede Korkut Oğuznamelerinde "Bayandur/Bayındur" diye gösteriliyor. VIII.Arşaklı olan I.Mitridat (174-136), bütün İran ve Irak hakimi iken, şimdiki Azerbaycan (Atropatakan) ülkesini de alıp, başkendi Hamadan'a bağlamıştır.

X.Arşaklı II.Mitridat (123-88), doğuda Afgan ve Hind'in bir kısmını fethederek, 12o yıllarında batıya yöneldi: Pers soyundan Armenya yukarı ülke kralı ve Romalı tabi Artaksiyaslılar'ın Yukarı Aras ve Kür boyları ile Fırat'a kadarki yerleri aldı ve Kafkasların kuzeyini bile kendisine tabi kıldı. Bu sırada Süryani Mar Abas Katina'ya izafe edilen kronike göre, Hazar Denizi batısında yeni fethedilen yerlere Val Arşak adlı kardeşini Uç Beği tayin etti. 

Armavir/Artaşat'ı merkez edinerek (27) ülkesine düzen veren Val Arşak, Pot ülkesinide itaat ettirdi Giresun-Rize arasınıda aldı ve Kafkaslar kuzeyinden asi ahaliden "Vunt (Balang) Bulgar" dan bir kolu getirtip, Yukarı Basen'de denilen şimdiki Kars yaylasına yerleştirdi. Val Arşak'ın oğlu Arşak'da yendiği Pontluları baskı altında tutmak için, Kafkas Geçitleri ötesindeki Bulgarlar'dan kalabalık bir kolu (28) Balkar'ı ülkesine getirterek, buğdayı bol düzlüklere Bayburt çevresine ve Çoruk solundaki dağlara yerleştirdi. Bu yüzden Bayburt İŞspir kuzeyindeki sıradağlara, günümüze kadar "Balkar" ve hece kayması ile "Barkal" ve buradan güneye esen yağmur bulutları getiren rüzgara da "Barkal Yeli" denilegelmektedir. Rize'de Hemşinlilerin en güzel dağları, Barkal dağındadır.

İlk Arşaklılar hakimiyeti çağında merkezi Tiflis, kuzey yanındaki Metakhanata olan İber (Gürcistan) ülkesinde, Birinci Arşaklılar sülalesi (M.Ö.93-33) kurulmuş ve bunlardan II.Kral Artek (M.Ö.81-65) 66 Aralık günü Roma serdarı Pompeusun ordusu Orta Kür boyunda kışlarken, 60 bin yaya ve 22 atlı ile hücum etmişti (29). Appianos'ta (30)  "Artokes" denilen Artok'un adı, 9 ay 10 günden artık bir müddette doğan anlamına, erken doğanlara "Çabuk" denilmesi gibi Türkçe "Artuk"tan işbaret oluşu çok değerlidir.

Yirmi yıllık (M.Ö.77-57) "Fetret Çağı"nı atlatınca yeniden güçlenen Artuklular I.Orod (57-37) başa geçince Romalıları Mayıs 53 de Haran kesiminde yenerek Fırat'a kadarki yerleri ve Suriyeyi ellerine geçirdiler. Bu sırada 56-63 arasında yeniden Çoruk boyları ve Rize bölgeside, onların eline geçti. Arşaklı Romalı rekabeti, M.S.51 yılına kadar Doğu Anadolu'da süregeldi. Sonunda, XXII. Arşak unvanlı I.Vologas/Balaş (51-75) Romalıları yenip, Armenya'dan uzaklaştırınca, başkenti Kars Iğdır ovasında olan ve Romalılara karşı bir uç beğliği şeklinde kurulan Küçük Arşaklılar (52-428) sülalesi kuruldu. Bu arada, Küçük Arşaklılardan bir kol, (186-265) tarihleri  arasında 80 yıl Gürcistan'a hakim olup İkinci Arşaklı Sülalesini kurdular.(31) Arşaklılar'ın kralı As Pagur (262-265) ile yiğit delikanlı oğlu Mirian'ın destanı, 
Dede Korkut Kitabı'nda, Bgul oğlu Amiran Boyu diye anılmaktadır.

Küçük Arşaklılar'ın ikinci hükümdarı Ardaşes/Aksidaros (110-113), kasaba ve ekin yerlerinin hudutlarını belirterek çizdirttiği gibi, ülkesinin hudutlarını işaret direkleriyle belirleyerek; dağlara, vadilere ve ovalara yerleştireceği birçok yabancıları getirterek, ahalisini çoğaltmayı gözetmişti. İlk Partlı hükümdarı Arşak (M.Ö.250-247) tarafından getirtilerek, İran'da Hamadan topraklarına koruyucu olarak yerleştirilerek gittikçe yükselen "Manua" adlı pehlivan yapılı yiğidin uruğunu 360 yıl sonra Ardaşes, tatlılık ve taltif ile getirterek onlara köyler ve araziler vermişti. Revan kuzeyinde, merkezi Oşağan kalesi olan Alagez dağı ile Gökçegöl arasına yerleşen bu uruğa geldikleri Hamadan bölgesine göre "Amad Uni" (Hamad Hanedanı) denilmeğe başlandı. Ancak, bazı İranlılar, onların ilk beybeğine göre bugün bile Manuan (Manuanlar) diya anarlar (32). İşte bu Horasanlı  Türkmenler, sonradan ateşe tapan Sasanlı İran baskısından kaçarak, Bizans idaresindeki Rize bölgesine (626 yıllarında) gelip, "Hemşen/Hemşin" bölgesine yerleşerek, adlarını bölgeye vereceklerdir.

"Yeryüzünde Hristiyanlığı ilk devlet dini olarak benimseyen" Ateşe tapan/Zerdüşti İran baskısına karşı manevi bir güç kazanan, Küçük Arşaklılar idi. Arşaklıların tahrta geçmeyen kolundan Horasan'daki "Suren Pahlav" hanedanında Prens Anak'ın oğlu (Bu ad Türkçe olup, bugün Tarsus'da 20 kadar Türkmen ailaesinin "Anakoğlu" diye anıldığı biliniyor) bebk iken Ağrı Dağı yanından Sütanası-dadısı tarafından Roma toprağı Kayseri'ya 252 yıllarında götürülerek, orada gizlice Hristiyan terbiyesi ile büyütülüp, rahip yetiştirilmiş ve "Grigor" adını almıştır.

Romalılar'ın yardımıyla ataları Küçük Arşaklılar ülkesini Sasanlılar'dan kurtaran III.Tiridat (286-330), kendisini  dönük (33) hastalığından, incil okuyarak iyileştiren ve insan kılığına dönüştüren bu Anak oğlu Aziz Grigor'un minnettarı olarak, 301 yılı baharında vaftiz edilip, Hristiyan oldu. O yaz yapılan onaltı boybeği/satrapın katıldığı dernekte hepsi çağın amentüsüne göre hak dini olan Hz. İsa dinini  gönülden benimsediler. Böylece, o yıl ülke resmen Hristiyan oldu. III.Tiridat'ın Roma'dan getirdiği katibi  Agathangelos'un yazdığına göre, kısa zamanada Hz. İsa dini, herbiri bin ve onbin askere sahip bu beğlerin bölgesine dönmelerine müteakip, Torkom (Türkmen/Oğuz) ırkı tarfından benimsendi.  Satala (34) şehrinden Khaldik ülkesine, sonra Kalarçtan (35) Mesagetler'in hududuna (36), Alanlar'a, Kaspiler (37) ve Amid (Diyarbakır) şehrine, Medzpin (Nusaybin)'e varınca yayıldı (38).

Horasan Arşaklılar kolundan bir prens olan Anak oğlu Aziz Gregor'un benimseyerek kurduğu mezhebe "Grigoryanlık" (39) denilmekte olup, hep Türklük töresini yansıtmakta ve öteki Hristiyan Katolik, Ortodoks ve Suryani mezheplerinden ayrılan şu esaslar bulunmaktadır.
a) Domuz eti haramdır ve domuz beslenmez
b) Tavşan uğursuzdur, eti de yenmez
c) Kabirtaşları, at ve koyun heykeli  konma adetine göre devam ettirilebilir.
d) Papazlar evlenir ve çocuk sahibi olur
e) Vaftiz Babası ailesinden kız alınıp verilmez (bu da bugün Hazar Denizinden Sıvas ve Adana'ya varınca, yerli ve göçebelerde "Kirvelik" adeti olarak yaşaya gelmektedir)
f) Kadınlar, yabancı erkekleri görünce yaşmaklanır. (40)

IV. İSLAMLIĞIN YAYILMASINDAN ÖNCE ÇANARLAR/LAZLAR'IN VE HEMŞENLER'İN RİZE BÖLGESİNE GELİP YERLEŞMELERİ

"Lazlar/Çanarlar üzerine Bir Tarih araştırması" adlı tebliğimi, Eylül 1970 deki "VII.TÜRK TARİH KONGRESİ"ne sunmuştum. 1972 de ankara'da basılan bu Kongrenin Bildiriler kitabının 1.cildinde (s.420-445) 26 sahife halinde basıldı. Bir fotokopisini Rize Halk Kütüphanesine takdim edeceğim. "Hemşinli/Hemşinliler üzerine, 1952 yılından beri araştırma yazılarımı yayınlamaktayım. Sonucu makalem, Mart 1986'da basılan "RİZE'NİN SESİ" dergisinde, üç kaynak haberinin tercümesi özeti ile ilgili olup yayınlandı. Her iki Türk uruğunun aslı nereden geldiğini ve Rize bülgemize gelişlerini özetle arz edeyim.

Türkler'in "sarı saçlı, gök gözlü" sarışın ve kumral Kıpçaklar kolundan gelen Lazlar'ın ataları, ikiz adlı olarak tanınmıştır: ALAZAN= Alazlar/LAZLAR, ÇANARLAR M.Ö.V.yüzyılda Karadeniz kuzeyinde Saka/Skyt (İskit) adlı büyük bir Türk uruğunun ülkesini gezip görmüş olan Heredot (IV, 17), Karadenize kuzeybatısından karışan Hypanis ırmağı ortalarında, İskitler'in ekincilikle uğraşan Alazon (Alazlar) bnoyundan bahseder. Kartlis Çkhovreba'da miladdan önceler şimdiki Şirvan Doğu Gürcistan arasında öteden beri hudut sayılan ve Kür ırmağı soldan karışan Alazan çayı ile onun sağ kolu Yor/Kabur çayına da aynı adı vererek, her ikisine "İki Alazan" denmektedir. İslam kaynakları, bu ikiz çayın yukarılarındaki savaşçı yerli ahaliyi (Arapça'da "Ç" sesi omadığından Sanariye ve Ermenice kaynaklarda da Çanar'k (Çanarlar) diye gösterir. M.S.23-79 yılları arasında yaşayan Romalı Plinius (41), Karadeniz'in doğu kıyısında Phasis/Faş (42) ırmağı yukarılarında "Laz'lar" (Laz'oi) adlı bir kavmin yaşadığını bildirir. 131 yılında Karadeniz kıyılarını gemi ile dolaşıp, konaklıyarak bilgi verdiğini  az önce gördüğümüz Romalı Arrianos, Phasis ırmağı üzerinde Diyaskurya (43) limanına kadar hakim olan "Lazlar" dan ver onların kralı Malasus'dan bahseder.

Bizanslılar, Doğu Karadeniz liman kasabalarına Ortodoks hristiyanlığı benimsetmeye çalışmış ve kısman başarmışlardır. Böylece, biri Kradeniz kuzey batısında Bucak kesiminde, biri Karadeniz'in doğusunda Abaza-Megrel arasında ve biri de Kuzey Azerbaycan'da Şirvan batısında ve İki Alazan boyunda olmak üzere, üç bölgede Alazon/Alazan=Çanar ve Laz kollarının dağılarak yaşadığını görüyoruz. Bunların Karadeniz kuzeyindeki  kolunu, 958 yılında yazılan Khazar Kağanı Yusuf'un ünlü "Mektub"unda, bir Khazar uruğu olarak "Çanor" diye anılmaktadır. Rize kesimindeki  bizim Lazlar, Karadeniz'in doğusundaki koldan buraya gelmişlerdir. Onlara komşuları Gürcüler "Çan" ve Faş/Riyon ırmağı kaynaklarındaki "Suvan" denilen Dağ Gürcüleri ise "Çanar" adının bozulmuşu olarak "Zanar" deyimini, hem Lazlar, hemde ön göçerek boşalttığı bölgenin adı olarak kullanmaktadırlar (44). 

Böylece, Faş/Riyon boyundaki Çanar/Lazlar'ında ikiz adına işaretten sonra, neden eski "Alaz" adının kısalarak "Laz" biçiminde söylenmesinin izahına geçelim. Kafkas Sıradağları ve çevresi yerlilerinin dilinde, yabancı adların başındaki sesleri yutma alışkanlığı vardır. 430 yılından beri milli alfabesi bulunan Kartel/Gürcüler, bu alışkanlık yüzünden:
Aran'a Ran, Araks ırmağı (Aras) için Rakhs, erkek adı Amiran'a miran, Aşot'a Şot/Şota, Arat'a Rat; Ermenice'de de Gürcistan'ın eski adı İber'e Ver (Gürcistan yerine Vırasdan), Aristak'a Ristak; Dağıstan'da Oğuznameler'de ılak/ilek diye anılan madenci/kuyumcu Türk uruğu Lezgilerin atalarına, Yunanca kaynaklarda bile (45) Lak/Leg denilmesi gibi, bizim Alaz'da ilk sesi yutularak Laz olmuştur.

Öteden beri Türkiye'yi bölüp parçalamayı gözeten Ruslar ve onlar'da yardımcı olup, kendilerine pay çıkarmayı gözeten Gürcüler: "Lazlar'ın Müslüman Gürcü ver Megrel cinsinden olduğu" yalanını, ansiklopedilere ve mektep kitaplarına yazmışlar; ağızdan  propoganda edegelmişlerdir.Bunlara verilecek ilmin susturucu cevabı, özetle şunlardır:

a) Faş/Riyon boylarından, 562 yılında Bizans toprağı Çoruk ağzı soluna göçen Lazlar/Çanarlar, eski yurtlarında Beğlik kurarak yaşarken, efendileri oldukları Megerel kavminden kelime alış verişi yapmışlardır. Türkçemizde Ermeni hizmetkarlarından Erzurum ve Kars'ta sözleri: akhbun, pulul, hagos, Rumcadan: gübre, balık ve sebze adları gibi.

b) Bütün Karadeniz ülkelerinin en ahlaksız-hırsız ve tenbel kavmi olup,-bağışlayınız- 1555 de onların kendi karı ve kızlarını peşkeş çektiklerini, çocuklarını esircilere sattıkları, papazlarının bile kilisede hırsızlık ettiğini Avusturya Elçisi Busbeck'in  "Türk Mektupları" kitabında ve Venedik, Ceneviz gemicilerinin raporlarında, Katip Çelebi'nin "Cihannuma" kitabında görmekteyiz. Tıpkı, 1921 de Batı Gürcistan Müslümanıyız diye göçüp, Artvin'de gezginci dolaşan "Karaçadırlılar" gibi.

Namus üzerine, evladına dokunulması bahsinde adam öldüren ve "kan davası" bile  güden, çalışkan, doğru ve namuslu Lazlar'ın Sosyoloji ilmi bakımından, tam tersleri olan Megrel Gürcüleri soyundan gösterilmesi, bir iftira ve düşman propogandasıdır.

Bilindiği gibi LAZLUK, batıda KEMER'den başlar ve doğuda ÇORUK'ta biter. HEMŞENLİLER'e gelince, az önce Horasan'dan M.Ö.250 yıllarında beylerbeği Mauna ile Hamadan bölgesine muhafız Türkmenler olarak gelen; oradan Küçük Arşaklı hükümdarı Ardaşes tarafından110 yıllarında saygı ve özenti ile getirtilip, Gökçegel Akagez dağı arasına yerleştirilince, Hamadan'dan gelişlerine göre "Amad Üniler" adıyla anılan kabile, tabiatıyla, 301 yılında, Türkmen Dedesi Horasanlı Prens soyundan Arşaklı Aziz Grigor'un eliyle, çağın "Halk Dini" sayılan Hz.İsa dinine girmişlerdi. Fakat anadilleriTürkmen/Oğuz ağzını unutmadıklarından, Rize'nin doğu kesimine göçerken de yeni adlarının Türkçe olduğunu görüyoruz. Bu uğurda, elimizde iki rahibin yazdığı Ermenice Kronik haberi var:

a) Muş'daki Çanglı Kilise papazı Mamikonlu/Hohanes (V.Bab) 628 de biten "Daron Tarihi"nin (46) sonunda diyor ki: Bizans Kayseri Herakliyus Sasanlı Şehenşahı II.Khovrov'a savaş açtığı sırada 626 yılında, Gürcü Beği Vaştyan'ın Çoruk'u geçerek Balkar Dağları  kuzey yamacındaki Dampur denilen şehri yaktığından, onun kızkardeşinden doğma yeğeni Amadunili uruğu beği "Hamam" bu şehri yeniden imar ederek, kendi adını verip Hamamşen (Hamam Abad/Hamam'ın şenlendirdiği) dedi. 

b) Kronikini 788 yılında bitiren Gevond (Leonce), Divinde bulunduğunda, eserinin sonunda (Yukarı ki haberi, 160 yıl sonra imiş gibi göstererek şöyle diyor: 
Yağmalanıp yoksul düşen çoluklu çocuklu onikibinden çok kimseler, boybeğleri Amatunili Hamam'ın öncülüğünden göçüp kaçarak Kol (Göle) üzerinden Tayk (Oltu Narman) bölgesine vardılar; oradan da, kuzeybatıdan akarak Egeristan (Eceristan/Acar)'a Pont Denizi'ne (Karadeniz'e) karışan Akapsis'i (Çoruk'u) geçtiler. Bunu haber alan Bizans Kayseri IV.Konstantin (780-797), onları ülkesine yerleştirerek, verimli topraklar verdi (bu haber, Hopa'nın koyuncu Hemşenlerine ait gözüküyor).

V. SELÇUKLU FETHİ ve ÇEPNİ TÜRKMENLERİ'NİN YERLEŞMESİ (1080)

Bilindiği gibi, II.Selçuklu Sultanı Alparslan (1063-1072), 1064 de Bizanslılar'dan Ağrı Dağı çevresi ve Kars ili bölgesini fethetmişti. 2.Batı Seferinde ise, Tiflis'i Arap Caferoğulları Emirliği'nden Ahıska ve Ardahan ile Ardanuç çevresinide 1068 yılında almıştı. 3.Batı Seferinde Alparslan 1071 Malazgirt seferiylebütün Doğu anadolu'yu bu arada Erzurum, Gümüşhane ve Erzincan bölgelerini fethetmişti.

Sultan Melikşah (1072-1092) çağında Selçuklular, Danişmendli Emir Ahmed başbuğundaki ordusu ile, Bizans'ın müttefiki ve sağkolu sayılan Apkaz Gürcitan kralı ve Bizans Kuropalatı II.Giorgi'nin kalabalık ordusunu, Posof 'u Güney kısmındaki "Kwel" (Kolköyü) savaşında 24 Haziran 1080 günü yenerek, büyük zafer kazandı. Bu yüzden, bütün Çoruk beyleri ile birlikte, Acara-Rize-Trabzon bölgeleride fethedilip, Karadeniz kıyıları elegeçirildi. Batı Gürcistan'da Kutayis bölgesi bile alındı. Kartlis Çkhovreba'nı kaydına göre: 
Bu "Büyük Türk Zaferi" üzerine, Türkistan'dan göçüp gelen Ebu Yakub ve İsa Böri başçılığındaki yerleşecek yurt arayan çok kalabalık Türkmenler, develeri, at yıkıları ve koyun sürüleriyle birlikte bu yeni fethedilen bölgelere gelip yerleştiler (47). İşte bu sırada, atalardan gelen bir rivayete göre 80 bin obalı Türkmen Çepniler de bu sırada Trabzon bölgesi ve çevresine gelip yerleştiği anlaşılıyor. Çepniler gibi, Danışmend Eli'ne bağlı Kürtünlüler'in de bu 1080 Kol Zaferini müteakip gelerek Harşit çayı boyuna yerleştiklerini sanıyoruz.

Ancak, türkiye Selçuklularının ilk başkenti İznik'i alan Birinci Harçlılar Ordusu'nun 1096 yılında Anmadolu'ya girmesi sırasında yeniden canlanan Bizanslılar, bundan sonra donanma ile gelerek, eski Trabzon Valisi Gabras Teodor idaresindeki kuvvetleri ile, 1098 yıllarında, Türklerin Trabzon Emiri olup, Çoruk ağzı'na kadarki  yerleri de hükmünde bulunduran Sülü Beğ den, Trabzon şehri ve çevresinmi zaptettiler. Bundan sonra, denizden takviye alan  Trabzon ve doğu ile batısındaki iskele kasabalarda bulunan Bizanslılar'ın köylere ve yaylalara yerleşmiş bulunan Türkmenleri buralardan uzaklaştıramadıkları, sonraki  kaynak haberlerinden anlaşılıyor.

VI. KIPÇAKLI/KUMANLI TÜRKLERİNİN RİZE BÖLGESİNE YERLEŞMESİ ve KOMNİNOSLU TRABZON TEKFURLUĞUNUN BUNLARIN YARDIMIYLA KURULMASI (1204)

1084 Kol Zafer'nden sonra, Apaz Kartel/ Gürcistan Krallığı, küçülüp, merkezi Kutayis olmuş ve Selçuklulara haraç vererek tabi kılınmıştı. Başta Kiyef'teki olmak üzere, Rus Knezlikleri/Beğlikleri önünde yenilerek, Kardeniz kuzeyinden çekilen, "sarı saçlı, gök gözlü ve insan güzeli" tipindeki sarışın KUMAN/KIPÇAK Türkleri, Azak Denizi ile Kafkas  sıradağları arasına çekilmişlerdi. Yeni Apkaz Kartel Kralı II.Giorgi oğlu IV.David 1096 veya 1098 yılında, "Kıpçaklar Hükümdarı Şar Khan oğlu Atrak2ın kızı Gurandukht ile evlenmişti. Bu yüzden Sultan Melikşah'tan sonra oğullarının (1099-1103) taht kavgaları ile Selçuklular'ın sarsılıp zayıflamasını fırsat bilen IV.Davit kaynatası'nın milletinden yararlanmayı düşündü. Bu sırada Mart 1118 de İsfahan tahtına 13 yaşında Sultan Mahmud geçince, Büyük Selçuklu Devleti de ikiye bölünmüştü.

O, nüfusları çok yiğit savaşçı ve cin atları ile çabuk koşan Kıpçak milletinin, hem komşuluk, hem de yoksullukları yüzünden, kendi ülkesine getirterek, onlardan kurulacak ordularla istiklale kavuşup ve Kür ile Çoruk boylarını zaptetmek üzere, Atrak Han'a elçiler gönderdi. Böylece, 1118 yılında, Tiflis kuzeyinde ve Kazbek Dağı doğusundaki Daryal geçidinden topluca göçüp gelen Kıpçaklar aileleriyle birlikte iyi yerlere yerleştirilip, bunlardan 40.000 seçkin savaşçılar aldı; ayrıca kendisine bağışlanan, çoğu Uz/Torp ve Peçenekler den Karadeniz kuzeyinde tutsak alınan genç tutsaklardan oluşan 5.000 seçkin ve yorgunluğa dayanıklı kölelerden, kandi hâs ordusunu kurdu. Böylece, 40.000 artı 5.000, 45.000 güçlü Kıpçak ve onların kölesi Türk askerleri sayesinde, 1122 de Tiflis, 1124 de Arpaçayı boyları ve İspir ile Bayburt dışındaki bütün Çoruk havzası, Irak Selçuklularına bağlıTürk Emirliliklerinden alınarak, gönülden (Ortodoks) Hristiyan olmayı hızlandıran Kıpçaklar'a yurt olarak verildi.

Apkaz Kartel/Gürcistan Kralı ile III.Giorgi (1156-1184) çağında, 1177 yılında eski ocaklı Başkumandanlar hanedanı Orbelyanlar'dan bu makam alındı ve Kıpçaklardan Kubasar (48) adlı Beğe verildi. 1184 de Kraliçe Tamara (1184-1212) Başkumandan Kubasar ve onun Kıpçaklı askerleri sayesinde, ilk Kraliçe olrak tahta geçebildi. Ancak, az sonra Kubasar Beğ, yaşlılıktan uğradığı nüzul yüzünden ayakları ve dili tutulunca, Başkumandanlık ve onun malikanesi Loru şehri ile çevresi ondan alınarak Koluuzunoğlu ailesinden Sargis'e verildi. 1195 de Kafkaslar kuzeyinden "Yeni Kıpçaklar" gelince, onlara da Tamar çağında, Eski 1118 yılında göçüp gelen Kıpçaklar'ın yurtlarından yerleşecek yerler verildi. İşte bu yüzden, eski Başkumandan Kıpçaklı Kubasar'ın ailesi ve akrabası göçerek, Rize bölgesine geldiler. Bugün bile, sarışın ve gök gözlü olan ve içlerinden bir de  İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörlüğpü yapan değerli bir Profesör çıkan "Kum-Basar" adlı kalabalık Rizeli aileler, 1195 yılından az sonra, o zaman Bizans idaresindeki Rize kesimine gelen ve 1461 Osmanlı Fethi'nden sonra Müslüman olan soylu Kumbasar hanecanına mensupturlar (49).

Apkaz Gürcistan Kraliçesi Tamar/Tamara, IV. Haçlılar Ordusu 1204 yılında İstanbul'u işgal ederek Bizans devletini yıkıp, yerine Lâtin Devletini kurınca, oradan donanma ile kaçan ve kendine sığınan akrabasından Kominoslu I.Aleksis'e, Kıpçaklı ordusu ile yardım ederek, onun Nisan 1204 de, Trabzon İmparotorluğu adıyla yeni  bir devlet kurmasını temin etti. Bu sırada Rize ve Trabzon bölgesine, Kıpçaklı askerlerden  bir çok aileler gelip yerleştiler (50).

VII. TURABOZAN TEKFURLUĞUNUN KOMŞU TÜRKMEN BEĞLİKLERİ İLE İLİŞKİLERİ, SELÇUKLULARA ve FETİHTEN ÖNCE OSMANLILARA HARÇ ÖDEMESİ

1214 yılında Sinop şehri ve  limanını Selçuklular'a bırakan yenik Trabzon İmparatorluğu, Derdem Korkut Kitabı'nda ve Türk kaynaklarında, ancak komşu Türkler'e harac veren ve Komninoslu Prensesler ile Türkmen Beğlerini evlendirerek yaşayabilen bir "Takfurluk" Beğlik sayılmıştır. Giderek ancak Giresun,Trabzon, Rize kesiminden ibaret Karadeniz kıyılarını elinde tutabilen Komninoslu Takfurluğu, doğu ve batısı yüksek surlarla çevrili ve kale yıkan Fatih Sultan Mehmed'in topları icad edilmezden önce, savaşla alınması imkansız Trabzon şehri'nin müstahkemliğinden  varlığını koruyabiliyordu. Şehre yerleşen ve İran üzerinden gelen ticareti ellerine geçiren Venedikli ve Cenevizli İtalyanlar'da aldığı gümrük payı ile geçimini sağlıyordu. Kırlık yerlerde ve kaleler dışında yaylalarda ise Türkmen obaları ve rize dahil daha çok Çepniler yaşıyor ve hakim durumda idi.

Melik adlı bir serdar sayesinde Bayburt üzerinden gelerek Maçka yoluyla Trabzon'a varan bir Selçuklu ordusu 1228 yazında şehrin surları önüne varmıştı. Surlara kapanan takfur askereleri dışarı çıkmadıklarından geri dönüldü. Selçukluların 1243 de Cengizliler ile yaptığı savaşta,Takfurluk ordusuda , tabilik esasına göre yardıma gelip, cenge katılmıştı. Ancak, Selçuklular yenilince, Takfurluk 1244 de Cengizliler'e haraç vermeğe başladı. Bölgedeki kalabalık ÇEPNİLER, devlete vergi vermeyip, savaşta Selçuklu ordusuna asker vermekle yükümlü idiler. İlhanlılar:'dan güç alarak 1264 de Sinop üzereine ordusuyla yürüyen Takfur II.Andronikos'u Trabzon-Giresun Çepniler'i engelleyecek derecede kalabalık ve kuvvetliydiler.

Osmanlı Fethi'ne kadar, Trabzon bölgesi: Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Ordu'daki Bayramlu Türkmenleri'nin akın edip, haraqc aldıkları bir yer olmuştu.Rize ve Trabzon'daki Kıpçaklı ve Türkmenler çoklukta olup, bu yüzden babası Basil ölünce 1340 yılında onun yerine geçen kızı Anna'ya Türkçe "Ana Kutlu" deniyordu. Giresun'u 1390 da Hacı Emir oğlu Süleyman 1404 yılında, İspanyol elçisi, Trabzon şehri çevresinde yaşayan Beğ alıp, Bayrameli/Ordu'ya bağlamıştı. 1453 de İstanbul fethedip Bizans devletini ortadan kaldıran Fatih'e aynı yılda Trabzon Taffurluğu tabi olup, harac ödemeğe başlamıştı.

VIII. OSMANLI FETHİ ve İDARESİ'NDE RİZE BÖLGESİ : YENİ TÜRK GÖÇLERİNİN YERLEŞTİRİLMESİ (Karaman/Konyalı, Akkoyunlu, Dulkadırlı)

Fatih II.Sultan Mehmed, Komninoslu bir anadan doğan ve Komninoslardan evli olup, Turabozan Takfurluğunun müttefikiki olan Akkoyunlu Padişahı Uzun Hasan'a rağmen, 1461 yazında ordusuyla gelince, son Takvur "eman" ile savaşsız teslim oldu. Daha önce şehirdeki Rumların çoğu ve çevredeki Rum köylülerinin bir takımı, Kırım'a göçüp, orada yerleştiklerinden, 1475 de Kırım liman şehirleri Venedik ve Cenevizlilerden alınıp,ilk tahrir yapılırken, bunlar "Turabuzoniyan" diye yazıldığı görülüyor. Aynı 1461 yılında, doğuda Çoruk ağzına kadarki yerler ve arada Rize'de savaşsız fethedilerek, bütün buralar, yeni kurulan "Turabozan Sancağı"na bağlandı. Şehir ve kasabalara gönüllü ve sürgün olarak Çorum, Amasya, Tokat ve Samsun bölgelerinden Türkler getirtilerek vergilerden muaf olarak 1464 yılına kadar yerleştirildi. İkinci Fatih çağı iskanı, 1466 da Konya/Karaman Eli fethedildikten sonra, şehir ve kasaba halıkını çoğu İstanbul'a, azı Turabozan Sancağındakilere ve köylülerde, Rumeli ile Turabozan Rize köylerine yerleştirildi. Bu yüzden, her iki iskan sırasında gelen  Müslüman Türkler, buralardaki Kıpçaklı ve yerli ahaliyi, gönüllü Müslümanlığı kazanırken, Osmanlı vergi defterlerinde, kimlerin hangi  göçmenin irşadiyle Müslüman olduğu işaret edilmiştir.

1486 yılında yani Fetih'ten 25 yıl sonra tutulan ilk Turabozan Sancağı TAHRİR TAPU  DEFTERİ'nde, şimdiki Rize İli bölgemiz: 

  • RİZE, 
  • ATİNA (Hemşin nahiyeleri dahil), 
  • LAZLUK (Ardeşen, Vitçe/Fındıklı, Arhavi, Khopa dahil) üç kaza halinde Turabzon'a bağlı bulunduğu belirtiliyor. 

Sultan II. Bayezid'in oğlu Şehzade Sultan Selim'in 1511 yılına kadarki 20 yıl süren "Turabzon Sancakbeğliği"  sırasında, 1501-1507 yıllarında aşırı Şiilik ile Akkoyunlu Sünni Devletini yıkan Safevi Şah İsmail'in kırgın ve zulümden kaçan Akkoyunlu Türkmenleri, en yakın Osmanlı toprağı olan (çünkü, Fırat'ın batısında Divriği'ye kadarkiş yerler, Mısır Kölemen Devleti elinde idi), Turabzan Sancağına aileleriyle birlikte sığındılar. Şehzade Yavuz Selim, bunları bağrına basarak, Trabzon ve Rize bölgelerine iskan ederek, geçimlerini kolaylaştırmak için, onlardan kurduğu ordu ile 1508 de Kutay şehrini alarak, Batı Gürcistanı yağmalayıp, kendisine tabi kıldı. 

Şehzade Sultan Selim çeğında o kadar kalabalık Akkoyunlu Türkmeni bu iki ilmiz bölgesine gelip yerleştiki, onların lehçesiyle bugün bile Rize'de ve Trabzon'da, "KE" sesini "Ç" ve "GE"'yi "C" biçiminde (Türç/Türk, Çatip/Katip, Coz/Göz, Cemi/Gemi sözlerindeki gibi) söylenenlerin lehçesi, Tebriz ve Revan Türkleri ile, yine 1534-1545 de Kanuni Sultan Süleyman'ın Tebriz şehrinden göçürüp gönüllü iskan ettirdiği Erzurumlular'ın konuması gibidir. 67 ilimiz içinde, Erzurum şehir içi ve yakın köyleri ile, Trabzon ve Rize halkımızın bu biçimdeki Akkoyunlu lehçesi yaşatmaları Türk dili Tarihi Profesörü  rahmetli Dr.Ahmet CAFEROĞLU'nun kitabı ile, Atatürk Üniversitesi eski öğretim mensuplarından Rizeli rahmetli arkadaşım Dr. Turgut "Rize Ağzı" kitabındaki derleme metinlerden anlaşılmaktadır. Trabzon veRize (Hemşin kesiminde)ki "Bornak" adlı köy va yayla da, Akkoyunlu uruğunun vezirler çıkaran boyundan olup, buralara iskan edilen koldan kalmadır.

Rize Tabzon bölgesine son ve dördüncü iskan, Yavuz Selim'in Padişah olduktan sonra, Mısır Kölemen Sultanlarına möeylettiği anlaşılan Maraş-Elbistan'daki Dulkadiroğlu Türkmen Beğiliğini 1515 de ortadan kaldırınca oradan  gönderdiği Maraşlı ve Dulkadırlu oymakları ile olmuştur.

  • Bu yüzden, Dulkadırlı uruğunun KÖROĞLU oymağı kolundan Rize'de, Hemşinliler içinde, birkaç ailesi Ankara'da yerleşmiş 18-20 kadar "Köroğlu" soyadını devam ettirenler vardır. 
  • Bunun gibi "Kürdoğulları" adlı Hemşinli ailelerde, Şah ismail'in zulminden kaçıp, Sancakbeği Selim'e sığınanların torunlarıdır. 
  • Bunlar gibi, Farkın/Silvandaki Salahaddini Eyyubi  soyundan Beğler aileside 1507 de oradan kaçıp gelince Maçka'ya yerleştirilmiştir. Bunların neslide 1934'den önce "Eyyubizade" ve Soyadı Kanunumuza göre Eyuboğlu diye tanınan Maçkalı ailelerdir ki, birçok ünlü kişiler yetiştirmiştir. 
  • Ayrıca Osmanlılar, bazı zaim ve sipahileri de, Rumelinden getirerek buralara yerleştirip, Dirlkik vermiştir. Tirebolulu H.A.Alparslan'ın tesbitine göre, Tilatorlar ve daha başka eşraf, Rumelden  gelmektedir.
Osmanlı Defterdarlığının tutturduğu şu ilk beş Tapu Tahrir Defteri, bütün eski Trabzon Sancağı kazaları gibi, Rize İlimiz için de, Fetihten sonraki ilk 120 içindeki ahali vergi mükellefleri, din, iktisadi, hayat, vakıflar, vergi  kaynakları ve daha başka içtimai durumları öğrenmek için Dünyadaki eşsiz değerdeki milli kaynaklarımızdır. 

1)1486 dan kalma, İstanbul Başbakanlık Arşivindeki  828 sayılı, 
2) 1521 tarihli 52 sayılı defter. Bunda:
  • Mafavri/Çayeli  ahalisinin Müslüman
  • Atina/Pazar ilçesinde bazı Hemşenli ve öteki yerlilerin "Kadim/Eski Müslüman" 
  • Lazluk kesiminde de 35 köydekilerden Eski Müslümanların yani Osmanlı Fethinden önce Müslüman olagelmişlerin kaydı vardır.
3) 1523 tarihli 387 sayılı,
4) 1554 tarihli 288 sayılı 
5) Ankara Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü "Kuyud'i Kadime Arşivi"nde 1583 yılından kalma 29 sayılı.
Bunlardan 2,3, 4'den faydalanan rahmetli Hocamız Prof.Dr.Tayyib GÖKBİLGİN, 1962 de yayınladığı, "XVI. Yüzyıl Başlarında Trabzon ... ve Doğu Karadeniz Bölgesi" adlı araştırmasında .... bölgesine ait çok değerli bilgiler vermiştir.

IX. RİZE ADININ ADAŞI ve MİLLİ MÜCADELEMİZ'DE RİZE BÖLGESİ

Tarih metodunda, bir kavim veya coğrafyanın tanıdığı adların bilinmesi, onun aslını tanıtır. Öteden beri Rumların yayın ve propagnadalarına uyularak, 1877 de basılan Şâkir Şevket'in "Tırabuzon Tarihi" bizde de Rize" adının Rumcada:
a) Pirinç/Çeltik /ekilen yer)
b) Dağ eteği anlamına geldiği tekrarlanmış; bunun adaşı olup olmadığı araştırılmamıştır. Halbuki, ner pirinç yetiştiren, ne de dağ eteği olan Erzincan'ın eski adı da, Sakalar'ın Khalyb boyundan kalma olarak, ERİZA/EREZ idi. Küçük Arşaklılar bahsinde gördüğüğmüz, Hristiyanlığı resmi devlet dini yapan Arşaklı III.Tiridat'ın (287-330), Roma'dan yanında getirdiği katibi Agahthangelosd(V,CIX), 286 yılı vak'alarını anarken, Karasu/Fırat'ın sağ yanıundaki eski Erzincan için, "Anahit/Tapınağı bulunan Erez Şehri" diyor. 324 de ölen Süryani Kalaglı Zeno da "Daron Tarihi"nde (51) Aziz Grigor'un, Hükümdarın izniyle eskiden tapılan putları yıkmağa ve ortadan kaldırmağa başladığı sıralada, Erez'dekileri de temizlediği anlatılır. Khorenli (II,14), Artaksiyaslı II.Tigran'ın (M.Ö.95-96) tapındığı putlar arasında, Eriza'da Artemis (Erzincan'da Anahit) heykelinide sayar.

"Alaz" adının, baştaki ses yutularak "Laz" biçiminde söylenme sebebini açıklarken, bunun Karadeniz Hazar Denizi arasında adet olduğunu misalleriyle arz etmiştim. Karadeniz kıyısındaki Rize'nin eski adı, "Eriza" ile adaş olabilir ve baştaki ses yutulduğundan, Rize kalmış. ....

Kaynaklar
 1) Yukarı el, Yüksek Ülke
 2) Eski Van Kalesi
 3) Nuh'un gemisi'nin Tufandan sonra oturuğu dağ/Ağrı'nın Avrupalılarca adı
 4) Benim, Kars Tarihi, İstanbul,1953, Prof.Dr.Afif ERZEN, Doğu Anadolu ve Urartular, ankara,1984)
 5) Türklerin de Oğuznameler'de uluatası sayılan
 6) 1834 de Rusların Alekabdropol, 1924 den beri Bolşeviklerin "Leninakan" adını takdıkları
 7) Dağıstan güneyinde "Demirkapı-Derbenmd" ve Tiflis kuzeyinde "Daryal"
 8) Heredot'ta "Protothyas oğlu Madyas
 9) Savaş tanrısı anlamında lakab
10) 714 Göktürk yazıtı, 1069 "Kutadgu Bilik", 1072-1074 "Divânu Lûgati't Türk" 
11) II.Babil Kralı Bukhtunnasır da denilen
12) Sarıkın/Sarıklar yurdu
13) İskit, doğrusu: "Çikit, Çikil uruğu ataları ve Çerkesler içinde "Zyg, Sikh", Gürcülerin onların Ubuk kesimindeki yurduna verdikleri "cik et / Çik et" Çık yurdu deyimi de bununla ilgili
14) Kır basar/ ordu safını basar/yener
15) Tiflis Çıldır Gölü arasında çok sarp
16) Kâtip Çelebi'de ve bugün bile halk arasında
17) Türk töresince, boylarına göre
18) Oğuzlar'ın Üç Ok kolundan  üç ok anlamında. Dede korkut Oğuznamelerinde: "Gualet Koca oğlu Şor Şamsoldin" Gugar yurdu Şor kolundan Üç Ok/Şamı Şolde.
19) El Teberli deyiminden bozma
20) Yunancada "ç" sesi olmadığından onun yerine "z" ile.
21) Alexandre Bashmakoff, "La Synthes des Periples Pontiques", Paris 1948, s.10, 85,87  Latincesi A.G.ROOS "Flavii Arriani Qavee Exstant Ommia", Paris 1968, Tabula III. Ponti Euxini Periplus Secundum Arrianum
22) Heredotta Sespeir, Ksenofon'da Hesperit (Hesperler), Strabon'da Hysiratid/Syspiritid
23) A.BASSHOMAKOFF, anılan eserinde, syf..30
24) Stad'dan Roma miline Başmakof çevirmiştir
25) Akameneşli II.Artakhşatra, 404-358 
26) Erzurum Kars arasında ve Yukarı Aras boylarına Pasenler adını veren
27) Ağrıdağı Aras arasında ve Aras'ın sağında
28) Karaçay Balkar'ın ataları
29) Strabon, XI, ıv,5: Kartlis Çkhovreba, M.BROSSET tercümesi, "HİSTORİE DE LA GEORGİE" I. cil, 1849 S.Petesburg, s.48-49)
30) Roma Tarihi, 117/579
31) M.BROSSET tercümesi, aynı eser, I. 77-83
32) KHORENLİ,11,5,6,57; Rene GROUSSED, "Histoire de I'Armenie des Origines a 1071" 1947, Paris, s.293
33) Hayvan biçiminde görüp, etlerini isırma koparma hastalığı
34) Gümüşhane'deki Sadak
35) Aşağı Çoruk bölgesinde/Ardanuç, Şavşat, Artvin, Borçka, Gönye ve  Rize yanındaki
36) Kafkaslar kuzeyinde/ Dağıstandaki
37) Şirvan/Hazar Denizi kıyılarına
38) Agathangelos,XII,CXX
39) Halk dilinde "Düz Ermenilik"
40) Dede Korkut Oğuznameleri Hazar Denizi'nden Kızılırmak başlarına varınca yerleşip hakim olan Sakalar/Aşkenaz ile onların soyundan Arşak Partlı/Torkomyan Türkmenler'in Tarih Destanlarıdır. Bu uğurda, 40 yıldan çok zamandır yayın yapmaktayım. TTK'nın yakında çıkacak "BELLETEN"inde bu hususta bir konferans metnimiz yer almaktadır
41) Tabiat Tarihi, IV,4
42) Kutayıs'dan geçen Riyon
43) Abaza ülkesindeki Sokum
44) W.E.D.ALLEN, A History of the Georgian People", 1932 London, s.28,428)
45) Strabon ve sonrakilerde
46) Muş Ahlat bölgesi
47) M.BROSSET tercümesi, anılan eser, 1, 340-342)
48) Türkçe Kur Basar, ordu safını bozar anlamında
49) Türk Dilbilgisi bakımından, Kubasar'ın KUMBASAR biçimine dönüşmesi, dilimizdeki türeme "m" sesine göre çok tabidir.
50) M.BROSSED tercümesi, 1. 464 , W.D.ALLEN, "History of the Georgian People", s.108
51) V.Langlois, Colectionm, 1.344

Prof. Dr. Fahrettin KIRZIOĞLU

1917’de Kars’ta doğan Prof. Dr. Kırzıoğlu, 1946 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun oldu. 1967’de doktor, 1975’te doçent, 1982’de profesör unvanını alan Prof. Dr. Kırzıoğlu, Türk Tarih Kurumu üyeliği yaptı.  Özellikle Kars, Doğu Anadolu ve Kafkasya tarihi ile ilgili çalışmaları ve kitapları bulunan Prof. Dr. Kırzıoğlu, Fransızca, İngilizce ve Farsça biliyordu.

10 Şubat 2005 tarihinde Ankara'da vefat eden Kırzıoğlu'nun mezarı Cebeci Asri Mezarlığındaki aile kabristanlığındadır.

Merhum Prof. Dr. Fahrettin KIRZIOĞLU'NUN  19 Aralık 1986'da Rize Kültür Sitesinde vermiş olduğu konferans  metnidir.  Sayın Yaşar Kar'dan temin edilmiştir. Teşekkür ederiz.

Milli Mücadele Döneminde Rize


Giriş

Milli Mücadele yıllarında Rize, Trabzon Vilayeti’ne bağlı bir sancak (liva) idi. Vilayet merkezi ile Rize arasında kurulan düzenli bir kara posta seferi aracılığıyla muhabere sağlanıyordu (19. Bu dönemde sırasıyla Faik Bey, Eşref Bey, Esat Bey ve Hurşit Bey Rize Mutasarrıflığında bulunmuşlardır (2).

Milli Mücadele döneminde, Rize üzerinde Rum-Pontus ve Ermeni talepleri ortaya atılmıştır. Ermeniler ve Pontuscu Rumlar Rize’yi Türk hakimiyetinden ayırmak için, 18 Ocak 1919 tarihinde toplanan Paris Barış Konferansı’na müracaatta bulunmuşlardı. Ancak her iki tarafın istekleri, Rize sözkonusu olduğu zaman çakışıyordu. Karadeniz kıyılarında kurulması düşünülen Rum-Pontus devleti sınırlan içinde gösterilen Rize, aynı zamanda, kurulmaya çalışılan Büyük Ermenistan’ın yaşayabilmesi için Karadeniz kıyılarında önemli bir çıkış limanı durumundaydı. Paris’te Rum ve Ermeni heyetleri arasında yapılmakta olan bu pazarlıkların Türk kamuoyunda duyulması üzerine Rizeliler, alınan bu kararlara büyük tepki gösterdiler. İşte bu tepki ve Rize Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin çalışmaları yazımızın konusunu oluşturacaktır.

Milli Mücadele Dönemi

Rizeliler Milli Mücadelenin başlangıcından itibaren, Mustafa Kemal Paşa ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yanında yer almışlardır. Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin 12 Şubat 1919’da yapılan ilk kongresinden sonra Mataracızade Mehmet, Mataracızade Hakkı, Lazoğlu Mustafa, Güvelioğlu Ahmet, Hacıömeroğlu Ahmet, Tuzcuzade Süleyman Tevfik Beyler Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin Rize şubesini kurdular. Erzurum Kongresi’ne Rize’den Sada-yı Millet gazetesi sahibi Hemşinli Hoca Necati (Memişoğlu) Efendi ile Davavekili Abaza Hakkı Bey katıldılar3.

Sivas Kongresi’nden sonra Rize Müdafaa-i Hukuk Şubesi Başkanlığına Mehmet Şükrü getirildi4 ise de, Mayıs 1920’den itibaren Mataracızade Mehmet Bey yeniden Cemiyet başkanı oldu5.

Rize Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti İdare Heyetinde görev alanların bir çoğu Belediye Meclis üyesiydi. Muhtemelen Mart 1921’de yapılan Belediye Başkanlığına eşraftan Mataracızade Hakkı Efendi seçildi, belediye Meclisi üyeliğine ise Ali Reiszade Şeyh İlyas, Lazzade Mustafa, Ak Mehmetzade Mehmet, Seyr ü Sefain İdaresi acentesi Sofizade Rıza ve Mataracızade Salih Efendiler seçildiler6. Aynı zamanda Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyesi de olan Ak Mehmetzade Mehmet Efendi’nin küçük kardeşi Hacı İbrahim Ak Efendi, İstanbul’dan Anadolu’ya silah ve cephane kaçıran grupta görev almıştı 7.

Son Osmanlı Mebusan Meclisi ve ardından Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Rize’den katılmış olan İsmailzade Osman Nuri (Özgen) Bey’in Milli Mücadeleye büyük hizmetleri olmuştur. O, 1919 yılı Mebusan Meclisi Seçimlerinde, Rize Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyesi iken, “ahalinin arzusuna ve aynı zamanda liyakatine binaen namzed gösterilmiş”, Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal Paşa tarafından da adaylığı onaylanmıştı. Son Mebusan Meclisi’nin kapaması üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne katılan Osman Nuri Efendi, Mustafa Kemal’in yakın arkadaşlarındandı ve Sovyet Rusya’dan gelen silah ve cephanenin Ankara’ya ulaştırılmasında etkin bir görev üstlenmişti8.

Mondros Mütarekesi’nden sonra Türkiye’nin işgali ve paylaşılmasına Rizeliler şiddetle karşı çıkmışlardır. Paris Barış Konferansı’nda Rum ve Ermenilerin Türkiye üzerindeki istekleri, bütün yurtta olduğu gibi, Rize’de de büyük tepki uyandırdı. Pontuscu Rumları temsilen Paris Barış Konferansı’na gönderilen heyetin, Rize’yi muhayyel Pontus devleti sınırları içine katma teşebbüsleri karşısında, Rize Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Nisan 1919’da Sadarete bir telgraf gönderdi. Bu telgrafta, hemen tamamının Müslüman olduğu liva halkının “kısmen misafireten bulunan 10 ilâ 200 Rum’un hakimiyeti altına girmeleri”nin milletlerin hürriyet ve adalet kaidelerine uygun olmadığı belirtilerek, Türk idaresinden başka hiçbir devletin idaresinin kabul edilmeyeceği kesin bir dille ifade ediliyordu9.

Rize’nin Doğu Anadolu’da kurulmaya çalışılan Ermenistan’a Karadeniz’de bir mahreç olarak verileceğine dair haberlerin duyulması üzerine, Paris barış Konferansı ile Fransız Hükümeti ve kamuoyuna duyurulmak üzere Trabzon’daki Fransız Siyasi Mümessiline bir protesto metni verildi. Bu yazıda, Rize’nin Türk vatanından ayrılamayacağı belirtilerek gazetelerin, “Ermenilerin mikdarlarıyla bir istihza teşkil eden Ermenistan hudud-ı mevhumesini göstermeğe kadar” işi ileri götürmeleri karşısında bu uğraşının sonuçsuz kalacağı, özetle, bazı kanıtlara istinaden savunuluyordu.

Bu muhitte ne Ermenilerin, ne de başka bir milletin tarihi hakkı yoktur; tarihin bilinen devirlerinden beri buraların sahibiyiz. Rize’nin bugünkü nüfusu 225 bin olup, bunun yalnız 54’ü Rum’dur. Muhitimizde ne biz ne de ecdadımız hiçbir Ermeni’nin yaşadığına şahit olmamıştır. Bu sebeple Ermenilerin herhangi bir hak iddiasında bulunmaları mantıksızlık, yalan ve iftira hırsıyla açıklanabilir. Kesin tarihi hakikatler muvacehesinde, memleketimizin hakiki sahipleri biz olduğumuzdan, ezelî olan bu tasarruf hakkımıza Ermenilerin iştirak etmelerine maddî ve manevî imkan yoktur. Barış Konferansında, bunun aksine bir karar verildiği takdirde, öz anayurdunu müdafaa etmek kesin kararlılığıyla meydana atılacak bizlerin akacak masum kanlarının, mazlum bütün milletlerin hürriyetlerini geri almaları için daha büyük bir insaniyetçi inkılâba fırsat vereceğini bilmekteyiz. Umumî Harp dolayısıyla değişen dünya düzeninde ve bu yüzyılda artık milletlerin esareti bir düstur halinde tanınmayacaktır. Şunu da belirtmeliyiz ki, “Merhamet dilenmiyoruz, hakkımıza tecavüz edilmemesini taleb ediyoruz”. Gazetelerde yer alan Rize’yle ilgili bu hususlar Barış Konferansı’nın gündemine alınmış ise, “bu ciheti hakkımıza istinaden protesto” ile Türk İdaresi ve vatanına sonsuz sadakat, samimiyet ve sarsılmaz bağlılığımızın ihlali suretiyle tarihi ve milli haklarımıza tecavüz edilmemesini Barış Konferansı’dan taleb ediyoruz 10.

Yine aynı günlerde günlerde îstikbal’de yayınlanan bir okuyucu mektubunda, Paris Barış Konferansı’nda, Of’tan Batum hududuna kadar olan yerlerin Ermenilere verilmesinin kararlaştırıldığından bahsedilerek, bunun gerçekleşmesinin mümkün olmadığı ifade ediliyordu. Rize’nin bugünkü genel nüfusu içinde bir tek Ermeni olmadığı gibi, geçmişte de buraya Ermeni’ler yerleşmemişlerdi. “Öz Türk havalisi” olan Rize’nin “adalet” adına Ermenilere peşkeş çekilemeyeceği, aksi takdirde İzmir’de olduğu gibi burda da bir çok kan akacağı belirtiliyordu. Yine aynı mektupta birkaç yıl önceki Rus işgali kasdedilerek, “Rize’nin halkı muhaceretin bıraktığı acı hatıraları nisyan-ı ibzaya gömmeye uğraşıp dururken yeni baştan bütün bu halkın uçuruma sürüklenmesine, idam kararının takririne bais olan makul bir sebep acaba nedir?” diye sorulduktan sonra, İzmir’de Yunanlıların uygulamaktan çekinmedikleri facialar ve döktükleri Müslüman kanlan “elbette bir zaman gelecek Yunanlılara zehir olacaksa”, Rize de “Ermenistan nevzadının kalbgâhına dayanan bir hançer olacaktır” şeklinde kararlı bir ifadeye yer veriliyordu 11.

Rize’nin Ermenilere bırakılacağına dair şayialar Artvinlilerin de tepkisine yolaçtı. Trabzon’da yayınlanan İstikbal gazetesine Artvin’den gönderilen bir mektupta, Rize’yi Ermenilere mahreç olarak vermek isteyenlere karşı şu sorular yöneltiliyordu: Rize’de Haçin veya Karabet isminde bir Ermeni vatandaş ve hemşehrimizin bugün ve geçmişte mevcudiyetini görüyor ve hatırlıyor musunuz? Rize’nin geçmiş ve yakın tarihini biliyor musunuz? Bir milletin siyasi ve iktisadi inkişafı için diğer bir milletin hayati varlığına son vermek düsturlarınıza, kitabınıza uyuyor mu? Masa üzerinde verilen hükümlerin Rize’nin sahil ve sarp dağlarında uygulanabileceğine kanii misiniz? Rize’nin Ermenilere sizin zannettiğiniz kadar kolay teslim edileceğini mi tasavvur ediyorsunuz? Yazının sonu, “Hak daima hakkındır. Ne büyük Ermenistan, ne de Pontus hayalleri ve ne de verilen kararlar dosyalarınız meyanında tarihten gülünç bir kıymeti haiz vesâik-i şer ve fitneden başka birşey olamaz. Efendiler uğraşmayınız!” sözleriyle tamamlanmaktaydı 12.

Milli Mücadele döneminde Rize’de bir çok miting yapılmıştır. Erzurum’da Onbeşinci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’nın, “İstanbul’un işgali münasebetiyle her yer gibi Trabzon’da da mitingler yapılması ve İzmir gibi elim bir akıbete duçar olmaması için halkın tenvir ve irşad olunması”nı istemesi üzerine, Trabzon’da Üçüncü Fırka Komutanı Rüştü Bey 24.3.1920 tarihli cevabında, Trabzon Vilayetine bağlı Rize ve Giresun’da halkın”her türlü fedakârlığı ihtiyara azimkar bulunmakta olduğu”nu bildirmişti 13. Rize ve çevresinde daha ilk günlerden itibaren yapılan mitinglerle, Milli Mücadele heyecanı canlı tutulmaya çalışılmış ve yurdun haksız işgaline karşı halkın protestosu İtilaf Devletlerine iletilmişti.

İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinin yıldönümü münasebetiyle 15 Mayıs 1920’de, Belediye ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin öncülüğünde bir miting yapıldı. Miting Heyetinde Belediye Başkanı Hakkı, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Mehmet, Müftü Mehmet Hulusi, eşraftan Osman, tüccardan Ahmet ve İdare Meclisi üyesi Ahmet bulunuyordu.

Rize’de “binlerce ahalinin iştirakiyle” düzenlenen mitingde, herhangi bir sebep olmadığı halde, Wilson Prensipleri’ne aykırı bir şekilde “Anayurdumuzun en kıymetdar bir kısmı olan İzmir’in pek vahşiane ve kanlı bir surette Yunanlılar tarafından işgal edildiği ve Yunanlıların bu işgal esnasında İzmir ve mülhakatındaki kardeşlerimizin mal, can ve ırz ve namusları gibi her türlü mukaddesatlarına icra ve temadi ettirmekte oldukları” İzmir faciası kınanmıştı.

Miting sonunda hazırlanan bildiride, Yunan işgal ve vahşetinin protesto edilerek canilerin cezalandırılmaları ve İzmir ve çevresinin tahliyesi taleb ediliyordu. Sebepsiz yere İzmir’i işgal eden Yunanlıların yaptıkları cinayet ve barbarlıklar, herkesçe bilinmesine rağmen, bunların İtilaf Devletlerince cezalandırılmayıp, yapılanlara karşı kayıtsız kalınması ve hatta Yunanlıların bu devletlerin sorumluları tarafından himaye görmeleri protesto ediliyordu. Bildirinin dördüncü maddesinde “Öz anayurdumuz olan İzmir’in bir an evvel tahliyesi için millet her fedakârlığa hazır bulunduğundan tedabir-i acile ve kat’iyyenin ittihaz buyrulması” istenerek alınan kararlar Türkiye Büyük Millet meclisi’ne gönderildi14.

Sevr Antlaşması’nın imzalanması da Rize’de büyük tepki uyandırdı. 27 Ağustos günü, “pek ağır ve elim şeraitle Türkiye’de hayat ve istiklâl bırakmayan... muahede-i sulhiyye nâmı verilen paçavranın protestosu için” onbin kişinin katıldığı bir miting yapıldı. Miting sonunda hazırlanan protesto bildirisi, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Mehmet, Miting Heyeti Başkanı Lazzade Mustafa, Belediye Başkanı Hakkı, ulemadan Nuh, Hasan, Miting Heyeti Başkanı Lazzade Mustafa, Belediye Başkanı Hakkı, ulemadan Nuh, Hasan, Ali Rıza; Miting tertip heyetinden İsmail, Mustafa ve İlyas Beyler tarafından imzalanmıştı.

Bildiride, Wilson Prensiplerine, özellikle Türkiye’yi ilgilendiren Onikinci maddeye, atıfta bulunulduktan sonra şöyle denilmektedir: “Muahadeyi Türkler namına imza eden üç serserinin Türklükle ve bu vatanla alâka ve münasebetleri yoktur. Bunları imzaya sevkeden birkaç hain-i vatan da millet tarafından verilmiş hiçbir vekalet ve sıfât-ı resmiyeyi haiz değillerdir. Şu halde mezkûr muahedeyi milletimiz ve vatanımızla hiçbir münasebeti olmadığı için ke-enlemyekün addediyoruz. Bu hususa müteallik ve milletin arzusunun tamamiyle kefil olan Büyük Millet meclisi’nin daha evvelce ilân ettiği karara sadakatle vatan-ı hamimizi kurtarıncaya kadar vatan ve İslamiyet nâmına dahil olduğumuz muahedeyi sonuna kadar devam etmeyi azim ve imanımızı bu kere misak-ı umumî-yi millîyi tevsik ederiz.”

Bildirinin sonunda, yaşamak hakkımız ve milli bağımsızlığımızın tamamen teminine kadar bilimum mağdur ve mazlum milletlerle müştereken yağmakâr ve emperyalist canavarlara karşı mücadeleye devam hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bütün arzu ve kararlarına bağlı oldukları bildiriliyordu15.

Rize ve çevresinde halk Milli Mücadele’nin başarıya ulaşması için aynı heyecanla Türkiye Büyük Millet Meclisi ve ordularını desteklediler; muhtelif zamanlarda cephelere gönüllü kafileler gönderdiler. İnönü Savaşlarının başladığı günlerde, Rize’nin teşkil ettiği ikinci gönüllü kafilesi Ordu ve Samsun üzerinden Ankara’ya uğurlandı16.

Kazanılan her zafer, kurtarılan her vatan toprağı Rize’de büyük sevinç ve heyecan uyandırdı. Ardahan’ın anavatana katılması dolayısıyla Rize Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bir kutlama telgrafı gönderildi17. Aynı şekilde Artvinliler de, Ermeni ve Rumların Rize’yi kendi hakimiyetlerine alma teşebbüslerine şiddetle karşı çıkmışlardı.

Rize’deki Milli Mücadele heyecanı kısa sürede Artvin’de de yayılmıştı. 1921 yılının başlarından itibaren Ardanuç, Şavşat, Murgul ve Borçka’da “ahalinin şiddetli arzu ve temayülatı üzerine” Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kuruldu. Artvin ve ilçelerinde halk “payansız bir sürür ve neşata müstağrık olunarak Büyük Millet Meclisi’nin temadi-i şevket ve muvaffakıyatı için camilerde” samimi dualar yapmaktaydılar18 İkinci İnönü Zaferinin yıldönümü münasebetiyle, İnönü Meydanında yapılan mitinge binlerce kişi katıldı19. 1922’de İzmir’in işgalini telin ve protesto etmek üzere, yine İnönü Meydanında bir miting düzenlendi. Numune Mektebi Müdürü yaptığı uzun konuşmasını “İzmir Türktür Türk kalacaktır” sözleriyle bitirmişti. Artvin Müdafaa-i Hukuk Reisi Hasan Bey’in ifadesiyle mitingde, “İzmir’in hatırasıyla pek müteehheyyic bulunan halk Misâk-ı Millî dairesinde şerefli bir sulhe nail oluncaya kadar uğraşacaklarını ve tek bir nefer kalıncaya kadar gayret edeceklerini ahd ü peyman ederek Garbın ihtirasatına protestolar yağdırılmış hükümet-i meşruamızın şanlı ordumuzun muzafferiyetlere ermesine dualar ifa kılınmıştır.”20

Sonuç

Milli Mücadele, Türk milletinin maddi ve manevi bütün varlığıyla çalışması sonucu kazanılmıştır. Başlangıçta çalışmalarını yerel kurtuluş çareleri ve muhtemel tehlikeler çerçevesinde sınırlandıran Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Misâk-ı Millî’deki hedeflerin gerçekleştirilebilmesi için daha kapsamlı bir çalışma içerisine girmişlerdir. Rize’de de önce yerel tehlikeler, ardından Türkiye’nin işgal ve paylaşılmasına yönelik her türlü faaliyetlere karşı protesto ve mitingler düzenlenmiştir. Bu mitingler “Kuva-yı Milliye Ruhu”nun ve milli birliğin sağlanmasında önemli bir etken olmuş ve halkın topyekün Milli Mücadeleye katılmasını sağlamıştır.

Milli Mücadele’nin kazanılmasından sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa Rizelilerin hemşehriliğini kabul etti:

“Muazzez Rize Sancağı vatandaşlarım arasında bana bir hemşehrilik mevki’i ayrılmış olmasını tebliğ eden telgrafnamelerini en samimi bir his ve haz ile okudum. Milletin kitle-i umuîyesinin iştirak ve hareketi ile istihsal olunan filhakika pek büyük muvaffakiyetlerin kıymeti bilhassa muhit-i vatanda onlara müteveccih takdirat ile taayyün ve teali eylemek emr-i tabii bulunduğundan güzel Rize’nin muvaffakiyat-ı milliye dolayısıyla hakkımdaki teveccüh ve muhabbetini o vatanperver halkın tecelliyat-ı hamiyyetine saf ve beliğ bir numune olarak telakki ettim. Ve bu itibar ile tezahürat-ı vaka’yı büyük bir fahr ve takdir ile karşılayarak iblâğına tavassut buyurduğunuz arzu-yı umumîyi memnuniyetle kabul ettim. Muazzez Rizeli hemşehrilerimi derin iştiyak ile selamlarım efendim.”21. Yenigün, 29 Nisan 1923, 1165-788.

Doç. Dr. Mesut Çapa
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ,
Sayı 39, Cilt: XIII, Kasım 1997

1 Her hafta Pazartesi günleri Trabzon’dan hareket eden posta arabası, gündüzleri seyretmek şartıyla Trabzon-Sürmene arasını sekiz ve Sürmene-Of- Rize arası sekiz saat olmak üzere, toplam onaltı saatte tamamlıyordu. “Posta Telgraf Başmüdüriyetinden” İstikbal, 11 Mart 1921, 247.
2 Bkz., İstikbal, 13 Nisan 1921, 276; 5 Mayıs 1921, 295; 20 Eylül 1922, 715; 4 Eylül 1923, 1003.
3 Mahmut Goloğlu, Milli Mücadelede Trabzon ve Mustafa Kemal Paşa, Trabzon 1981, s. 17,29.
4 Goloğlu, a.g.e., s.34
5 Rize’de 27 Nisan 192O’de yapılan miting bildirisinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi olarak Şükrü imzası bulunurken, İzmir’in işgalinin yıldönümü münasebetiyle yapılan 15 Mayıs 1920 tarihli mitingde Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi Mehmet imzası vardır. 1921 yılında Rize Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti “Heyet-i Merkeziye Reisi” Mataracızade Mehmet, üyelerden ikisi ise, Lazzade Mustafa ve Ali Reiszade Şeyh İlyas Efendiler idi. Bkz., İstikbal, 27 Nisan 1920, 133; 19 Mayıs 1920, 139; 1 Nisan 1921,265.
6 “Rize Beledi İntihabı da Neticelendi”, İstikbal, 7 Mart 1921, 243.
7 İlyas Sami Kalkavanoğlu, Milli mücadele Hatıralarım, İstanbul, 1957, s.18. Milli mücadelede İstanbul’dan Anadolu’ya silah ve cephane nakliyatını temin eden guruptaki Rizelilerin isimleri ve kahramanlıkları için bkz., s. 11-12, 16-17 vd.
8 Kâzım Karabekir, İstiklal Harbimiz, İstanbul 1988, s.365; Goloğlu, a.g.e., s.17, 29, 34-35; Sabahattin Özel, Millî Mücadelede Trabzon, Ankara 1991, s.210; Kalkavanoğlu, a.g.e., s.28; Yurt Ansiklopedisi, C.9, s.6361-6362.
9 Özel, a.g.e., s.67, 268-269.
10 Bu protesto yazısını Rize Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Şükrü, Belediye Başkanı Hakkı, Ticaret Odası Başkanı Osman; ulemadan İsmail Hakkı, Yusuf Ziya, Mehmet Ali, İbrahim, Muharrem, Hacı Sabit, Ali Rıza Osman, Hacı Recep; eşraftan Osman, Hafız Sabri, Süleyman, Mehmet Cevdet, Hüseyin, İbrahim, Emin ve Hakkı imzalamışlardı. İstikbal, 27 Nisan 1920, 133. Trabzon Vilayet Salnamelerindeki bilgiler de Rize’de çok az sayıda Rum ve Ermeni bulunduğunu göstermektedir: 1313 (1895) Trabzon Vilayeti Salnamesine göre Rize’de 689 Rum ve 137.738 Müslüman nüfusa karşılık hiç Ermeni yoktu; 1316 (1900) tarihli Vilayet Salnamesinde 855 Rum, 44 Ermeni ve 149.264 Müslüman nüfus görülmektedir; 1319 (1903) tarihli salnameye göre ise, 20 Ermeni ve 918Ruma karşılık 158.295 Müslüman nüfus bulunmaktaydı. Mesut ÇAPA, Pontus Meselesi, Trabzon ve Giresun’da Milli Mücadele, Ankara 1993, s. 106-108.
11 İstikbal, 1 Mayıs 1920, 134.
12 İstikbal, 16 Mayıs 1920, 138.
13 ATAŞE Arşivi, Kls. 324, Ds. 6-A, Fh.99.
14 “İzmir İşgalinin Sene-i Devriyesi”, İstikbal, 19 Mayıs 1920, 139.
15  “Rize’de Miting”, İstikbal, 1 Eylül 1920, 168.
16 Ocak 1921’de Ordu’ya gelen gönüllü kafilesine, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tarafından yemek ve sigara ikram edildi. Kafile üç saat sonra Samsun’a hareket etti. “Rize’nin İkinci Gönüllü Kafilesi”, İstikbal, 2 Şubat 1921,215.
17 Rize Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkan Vekili Mustafa imzalı telgrafta, “büyük azmimizle mücehhez iken düşman kirli ellerinin bizden ayırdığı sevgili topraklarımızın da yakında anavatanın bağrında toplandıklarını görmekle cümleyi dilşad etmesini Cenab-ı Hak’tan temenni ederiz” deniliyordu. “Rize’den Telgraf, Hakimiyeti Milliye, 27 Şubat 1921, 119.
18 “Artvin’de Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı”, İstikbal, 14 Nisan 1921, 277.
19 Miting Heyeti Reisi Mahmut Mithat Bey idi. Numune Mektebi Müdürü Ali Rıza Bey yaptığı vatanperverane konuşmasında “Halk böyle bir mütarekeyi kendilerine zillet telakki ettiklerini, hükümet-i meşruamızın, ordumuzun harikaları ile mütenasib şanlı bir sulhu görmek istediklerini, aksi takdirde tek bir Türk kalıncaya kadar ölmeğe amade olduklarını ahd ü peymân etmişlerdir.” demiştir. “Artvin’de Büyük Miting”, İstikbal, 6 Nisan 1922, 578.
20 “Artvin’de Miting”, İstikbal, 31 Mayıs 1922, 616; Büyük Taarruzun kazanılması üzerine 13 Eylül 1922 günü Artvin’de Hükümet Konağı önünde yapılan mitingde heyecanlı bir konuşma yapan Mutasarrıf Talat Bey, “ordu demek millet demektir. Bugünkü zaferi doğuran başlıca saik milletin hakimiyetidir.” demiştir. “Zafer Günleri”, Yeşil Yuva, Sayı: 4, 1 Teşrin-i sani 1338, s.2.
21 Yenigün, 29 Nisan 1923, 1165-788.