GİRİŞ
Anadolu'nun kuzeydoğusunda, Çoruk
solundaki Balkar sıradağları ile Karadeniz arasındaki çok sarp ve
ormanlık
dereler bölgesinde kurulan Rize ili ve çevresinin, bilinen ilk hâkim
âhalisi, 'yuvarlak başlı, bitişken, dilli' ve Türk ırkıyla akrâbâ
'ASYANİKLER'den
idi. Okul kitaplarında öğretilen Ortaasya Türkistan'dan gelen
Sümerliler,
Elamlılar
ile soydaş sayılan Hurriler, M.Ö.3500 yıllarında Azerbaycan ve
Doğu
Anadolu'ya yerleşerek: Kür, Aras, Çoruk ırmakları ile Yukarı Dicle ve
Fırat
boylarında yurt tutmuşlardır. Hürriler'in Van gölü çevresindeki baş
tanrılarına
göre Khaldili denilen kolu, küçük beylikler halinde yaşıyordu. Güney
komşuları
Asurlular'ın bunlar ile sürekli savaşları vardı. Ülkelerine Asur
dilince Urartu (1)
denilen bu Asyanik ve iyi madenci, çağın en usta su yolu (ark) ustaları
ve koca taşlardan harçsız kaleler yapan kavim bu yüzden Urartular diye
tanınmaktadır.
URARTULAR
Asurlular'ın sürekli savaşları
yüzünden, küçük beyliklerini M.Ö.850 yıllarında güçlü bir Krallık
hâlinde
birleştirdiler ve Tuşpa (2)
şehrini merkez edinince güçlendiler. Tevratı Şerifte 'ararat' (3)
denilen Urartular'ın kudretli kralı Menua (M.Ö.810-786), Yukarı
Aras
boyları ile Malatya doğusunda Fırat'a kadarki yarlari ülkesine kattı.
Oğlu
I.Argişti (786-765), şimdiki Kars ili, Revan ve Gökçegöl çevresini,
Tunceli-Elaziz
bölgesi/Suphani'yi fethetmişti. Bunun oğlu II.Sardur (765-735), şimdiki
Erzurum bölgesini de ülkelerine katarak, Çoruk boyunda ve Rize
bölgesindeki
soydaş Asyanikler'den KULKİ/Kolk
kavmi ile komşu olan hudutlara vardı.
Bir bölgede Tarih Çağı'nın
başlaması,
ilk defa orasının bir yazılı kaynakta anılması ile olur. Bu yüzden,
Çoruh
boyları ve Rize bölgesinin tarihte ilk olarak, Urartulu II.Sardur'un,
M.Ö.765
yılından az sonra Kars kuzeyindeki, Çıldır Gölü güneyinde
Taşköprü
köyü üstündeki kayalıkta kazdırdığı çivi yazılı kitabede, ilk defa
'Kulki/Kulkha'
adı ile, sonraki Yunan kaynaklarında geçen 'Kolk/Koldit'lerden
bahsedilmektedir.(4)
I.
ÖNASYA'DA İLK TÜRK URUGLARI :
KİMMERLER
VE SAKALAR'IN GELİŞLERİ
Kafkas sıradağları ile
Karadeniz
kuzeyinde, M.Ö.2000'lerde Ortaasya'dan gelerek yerleşen atlıgöçebe
yaşayışla,
ölülerini eşya ve atları ile gömdükleri, kabrin üzerine "kurgan"
denilen
toprak yığınından tepecikler yapan "at eti yiyen, kısrak sütü içen"
KİMMERLER
yurt kurmuştu. Şimdiki "Kırım" ülkesi adı, onların hâtırasını taşıyor.
Türkistan'da çoğalıp gelişerek,
Çin
hududundan Hazar Denizi'ne varınca geniş bir imparotorluk kuran ve
soydaşları
Kimmerler gibi yaşayan ve sonraki Oğuzlar/Türkmenler'in ataları olan
SAKALAR,
M.Ö.720 yıllarında Hazar Denizi kuzeyine gelerek Kimmerler'in ülkesini
işgale başladılar. Bu yüzden Kimmerler'in bir kısmı, itaat etmeyerek
Tuna
boylarına, Avrupa içlerine göçtüler, bir takımıda itaat ederek kaynaşma
yolunu tuttular.
Rahmetli hocamız
Ord.Prof.Dr.Ahmed
Zeki Velidi Togan'ın tesbiti ve en eski destani Gürcistan Tarihi
"Kartlis
Çkhovreba" da anıldığı gibi, sonraki KHAZAR/KAZAR ve BULGAR adlı Kıpçak
kolundan gelme Türklerin ulu ataları sayılan Kimmerler'in Azak Denizi
ile
Kafkaslar arasındaki kolu, SAKALAR'ın baskısıyla M.Ö.714 yılında
yurtlarını
bırakarak, Kafkas geçitlerini aştılar. Kür ve aras ile Çoruh boylarına
yayıldılar ve buralardaki URARTULAR, onların yaman okçu olan atlı
savaşçılarına
yenilerek geri çekildiler. Bu yüzden bir Asurlu kaynağı, Urartu kralı
I.Rusa'nın
M.Ö.713 yılında kuzeyde "Gimmiray" (Kimmerler) ile savaşıp yenilince,
kendi
hançeri ile intihar ettiğini belirtir.
Kimmerler'in bu "İLK GÖÇLERİ",
"Kartlis
Çkhovreba" da, "Khazarlar'ın Kartli (Gürcistan) ve komşularını esarete
aldıkları "İLK SEFER" diye anılır. Tevrat-ı Şerif'de: Nuh Nebi'nin,
yeryüzündeki
insanların Tufan'dan sonra ilk ataları gösterdiği üç oğlundan birisi
(5) YASEF
(Yapheth)'in oğlu "Gomer" diye anılan Kimmerler, Asurluları
bunaltmışlar
ve Urmiye Gölü doğusundan sonra Adana/Çukurova'ya Kızılırmak bölgesine
varınca göçüp hakim olmuşlardır. Bunlardan, Trabzon-Bayburt arasındaki
"Kemer Dağı", Sivas-Kayseri arasında ve Kızılırmak boyunda "Gemerek"
ile,
Kars-Arpaçayı solunda (6)
"Gümürü/Gümrü" gibi coğrafya hatıraları günümüze kadar kalmıştır.
Batıda Aşağı Tuna boy ve
Karpatlar'a
varınca Doğu Avrupa'ya hâkim olan Sakalar, M.Ö.680 yılında, itaat
etmayen
"Son Kimmerler"'i kovalayarak, Kafkas Geçitlerini (7)
aşarak: Azerbaycan-Gürcistan ve eski Urartu ülkelerine yayıldılar. Bu
sırada
Başbuğ hükümdarları Partatua (Herodot'taki Protohyase) aynı 680 yılında
Asur'lu Devleti hududunda görülünce, yeni tahta çıkmış bulunan Asurlu
Kralı
Asurhadon (680-669), Sakalar'dan ülkesini korumak için kendi kızını,
Partatus
ile evlendirerek, kız akrabalığı ile dostluk kurma yolunu
seçmişti.
Partatua'nın halefi ve oğlu
Madova (8)
(654-626) çağında: İran, Anadolu, Suriye'ye de hâkim olan Sakalar,
Filistin'i
işgal ederek Sina'da Mısır Firavunu III. Psammetik'ten M.Ö.634 yılında
harac aldıktan sonra, oraların sıcağından hastalanınca, geri
çekilmişlerdir.
İran'ın "Ateşe tapıcılık/Zerdüştmül" kitabı " Zend-avesta"da
(Aban
yaşt"), "Haonalar" (Hunlar/Sakalar) Hükümdarı ve İran'ı dört defa
yenmiş
gösterilen "Fransrasyan/Frâsyâk)" ve sonraki İran destanlarında (mesela
Firdevsi Şehnamesi'nde) "Turan Pâdişahı Afrasyâb (9)
denilen Madova'nın, Türk destanlarında ve kaynaklarında (10)
"ALP ER TONGA" diye anılan ilk Türk
cihangiri olduğunu, rahmetli hocamız A.Z.V.Togan, türlü delillerle
isbat
etmiştir. Onun tuttuğu, "Kartlis Çkhevreba" da ise, Sakalar'ın gelip
hakim
oluşları, "Gürcistan'a gelen 28.000 Türk ailesinin yerleşme ve bu işin,
(11)
Nabukhodonosor'un (M.Ö.587 de) Kudüs'ü yıkarak Yahudileri sürgün
etmesinden
önce olduğu; Makedonyalı İskender'in halefi Selevkoslular gelince; Kür
ve Çoruk boylarındaki kalelerde ve "Sarkınet" (12)
adlı şehirlerini Bunlardan"Bun Türkler" ve Kıpçakların erlikle
koruyarak
baş eğmedikleri anlatılıyor.
Çinliler'in "Su/Se", İranlılar'ın
"Saka", Karadeniz kıyılarındaki koloni Yunanlılardan alınarak Yunan
kaynaklarının
"Sykth" (13),
Tevrat-i Şerif'in "Yasef oğlu Gomer'in oğlu Aşkenaz" dediği Sakalar'ın
M.Ö.626 da Madova'nın Medler'ce hile ile öldürülmesi üzerine,
Heredot'un
andığı "28 yıl süren Asya'daki hâkimiyet" üstünlükleri sona erdi.
Fakat,
Hazar Denizi ile Kızılırmak başları arasında tutunan Sakalar'ın M.Ö.609
yılından az sonra, Urartu Ülkesi'nin hâkimi olduklarını, Babil
Kronikleri"
belirtilmektedir.
SAKALAR'IN
RİZE VE ÇEVRESİ'NDE YERLEŞEN BOY VE OYMAKLARI
1177
yılında, Kıpçaklı Gürcistan
Başkumandanı Kubasar (14)
sayesinde, Orbelyanlı eski Başkumandan Libarit oğlu İvane'nin isyanını
bastırarak tahtını kurtaran Gürcistan Kralı III.Giorgi Orbelyanların
ataları
adlarını kiliselerden kazıtmış ve "Kartlis Çkhovreba"dan da
çıkartmıştı.
Bunun yerine seki Ermenice tercümelerinden ve aile hatıralarından
faydalanan
rahip Orbelyanlı Stepanos, 1295 de tamamladığı "Orbelyanlar Tarihi"nde
şunları belirtiyor:
İranlılar
(doğrusu Uraltullu)
Gürcistan'a
hakim iken, Khazar ve Hunlar'a komşu Çenesdan (Kaşgar) Hükümdarı
ölünce,
oğulları arasında taht kavgaları başladı. Sonunda yenik kolun başı genç
prenses, bütün devlet hazinesi ve taraftarları ile kaçarak, Daryal'ı
geçip,
Gürcistan'a geldi. Düşmanı ülkeden kovsun diye, Çenasdanlılara
beğendikleri
yerler verilerek, şerefle yerleştirildiler. Prensler'i Orbet (15)
(Kartal Yurdu) kalesine yerleşti ve Orbetli/Orbelyan ahalisi de "Çenli"
(16)
"Çin-Çavat" diye anılmağa başladı. Orbelyanlar ülkesinin başkumandanı
olarak
Persler'i ülkeden kovdu.
Sonra,
ilk Gürcistan Kralı Parnovas
(M.Ö.302-267) başa geçince, Orbelyanlar, ülkede kraldan sonra ikinci
şahsiyet
sayılarak çok şereflendi ve ocaklık halinde Başkumandanlığı ellerinde
tuttular
(1177 yılına kadar). Bu hanedanın (17)
"Oret" kalesine "Şam Şolde" (18)
adı verildi. Gürcistan Krallarına taç giydirme imtiyazı, bu
hanedana aitti. Bu hanedandan gelenler, dini adlar dışında hep: Arat,
Elikum, Libarit (19)
gibi soylarına mahsus adlar taşırlar.
Biz,
Sakalar'ın Gogar/Gugar boyuna
göre: Doğu'da Gence Kazak kesiminden batıda Çoruh ağzı'na varınca
yayılan
ve merkezi Orbet/Şemsolde olan Sancaklı Eyelit'in en batıda, Şavşat,
Ardanuç,
Artvin, Borçka ve Gönye'yi içine alan Sancağın "Kalarç" adını
taşıdığını; bunun, M.S.150 yıllarında yazılan PTOLEMOUS'un
coğrafyasında (20)
Kalarzen, Gürcü kaynaklarında Kalarçet (Kalarç Yurdu), 305 yılından
bahseden
Arşaklı kronikinde Kalarç ve sonraları Kalarçlar denildiğini görüyoruz.
Bu ad, (arslan/aslan, kurşak/kuşak, varşak/vaşak adlarında olduğu gibi)
"r" sesinin yutulmasıyla "Kalaç"
adlı
büyük Türk urugunun bir kolu olarak Saka göçleriyle Aşağı Çoruk boyu ve
Rize Batum arasına yerleştiği anlaşılıyor. Ötedn beri buradan
Karadeniz'e
doğru esen sert, kuru ve kayıkları deviren yele de, Batum Rize arasında
hala "Kalaç yeli" denmesi de, 2700 yıllık bir Türk belirtisidir.
Rize'de, gelişi güzel
köy adları resmen değiştirilirken, bir Türk unvanı hatırası olan
Çenesdanlı/Orbelyanların
"Libarit" adlı köyü de,
Cumhuriyet devrimizde "Yalıköy" diye bozuk
Türkçe
bir ad almış. (Yalıköyü denmek doğrudur).
Askur
(Azgur/Yazgur) adlı Oğuz/Türkmen
boyu hatırası : Kaşgarlı Mahmud'un "Yazğır", sonraki kaynakların
"Yazır"
dediği Boz Ok kolundan Ay Alp oğlu sayılan bu boyun bir topluluğu,
Ahıska'nın
altında ve Kür boyundaki bir kale olarak Kartlis Çkhovreba'da "Askuret"
(Askur yurdu) ve Türklerce "Azgur diye anılıyor. Bir adaşı Azgur da
Bitlis'in
Van Gölü güneyindeki Kızan ilçesinde köydür.M.S.131 yılında batıdan
doğuya
Karadeniz kıyılarını görüp dolaşan Abrianos Rhizios (Rize) çayının 4
Roma
mili (1 mil=1480 m) doğusundaki çayın adının, (Yunanca eserinde)
Askuros
ve Latincesinde Askurus adıyla anıldığını belirtir.(21)
Şüphesiz ki,
Yunancadaki sonek "os" ve Latincenin "us" ayırdedilince Sakalar
ile birlikte gelen "Askur/Azgur" adlı Oğuz Boyu'nun Rizemiz'deki
131 yılında tesbit edilen dalı kalabalık idi,
bu çaya adını vermiş oldu. Şunuda düşünmek
gerekirki, Rize Askurlar'ı bu bölgede tek Türkmen/Oğuz topluluğu
değildi;
soydaşları vardı. Çoruk ağzına kadarki Kalarç/Kalaç boyundan başka
Çoruk
başlarında ve Bayburt İspir kesiminde, Sakalar'ın "SESPEİR" (22)
boyu, Sibir/Sinerya'ya da aını veren bir kolunun dalı olarak
buralara
yerleşmişti. Erzurum'un "Ispir" ilçesi adında hatırası yaşamaktadır.
Çok
kalabalık ve bir beğlik kurmuş olan bu kabileyi Herodot, Kolklar ile
Melya
arasına yayılmış gösterir. "Kartlis Çkhovreba"da ise Çoruk'un eski
adının
Siper ırmağı olduğu ve Karadeniz'e de, bunların (Rize, Batum ve Acara
dahil)
kıyılara hakim oluşundan "Siper Denizi" denildiği belirtilir.
Abrianos'tan
sonra Yunanca yazılan bir "Anomim Deniz Kıyıları Seyahati"nde ise,
Arkkhabis
kıyılarından batıda Ophius (Of) çayına kadarki bölgenin
yerlileri
eskiden EKEKEYRİLER idi deniyor.(23)
Biz Çoruk ırmağı
adınında , Kıpçak Türkleri kolundan "Çor" uruğundan kaldığını tesbit
ediyoruz.
Kırgız Elininde "Edige Uruğu"
oymaklarından
birinin adı, bugünde "Çoruk/Çuruk"tur. Mardin Diyarbakır arasındaki 12
oymaklı "Kiki Çukuran" (Çuruklar Kikisi) ve 12 otymaklı "Kiki
Khalancan"
(Khalaçlar Kikiksi) adlı 24 oymaklı Kikiler'in yarısının Kalaç ve
yarısının
"Çuruk" adını taşıması, Çoruk boyundaki Kalaç ve Çoruk'a ad verenlerle
ilgisini belirtiyor. M.S.197 yılından 660 yılına varınca Arşaklı
kronikleri
ve sonraki eserlerde, Dağıstan Demirkapı/Derbennd şehri ve geçidinin
adı
"Çor ve R-L değişimi ile "Çol" idi. Arapçada "ç" sesi
olmadıuğından
bunların Horasandaki koluna "Sol Türkleri" deniyordu. Aslı bir yüksek
rütbe
anlamına gelen "Çor"dur. Bir kolu bugün altaylar'da "Şor" diye anılır.
Macarca'daki gibi, eski Türkçede "k"
soneki çokluk bildirir: Peçen/Peçenek, Kıpıç/Kıpçak,
Soğd/Soğdak...gibi.
Abrianaos Of
suyundan Çoruk'a kadar sıra ile şu çayların adını ve ağızları
arasındaki
mesafeyi (24)
verir :
Ophius
(Of)
Çayı'ndan Psykros Suyu'na 4 mil
Psykros'tan
Kalos(İyidere) suyuna 4 mil
Kalos'tan
Rhizios (Rize) Suyu'na 16 mil
Rhizios'tan
Askur Suyuna 4 mil
Askuros'tan
Adineos Suyuna 8 mil
Adineos'tan
Kordyla Suyuna 13 1/3 mil
Kordyla'dan
Odeinos (Atina=Pazar) Suyuna 10 2/3 mil
Odeinos'tan
Prytanis Suyuna 5 1/3 mil
Prytanis'ten
Pyksites Suyu'na 12 mil
Pyksites'ten
Arhabis (Arhavi) Suyuna 12 mil
Arkhabis'ten
Apsaroh Suyuna (Khopa) 8 mil
Asparos'tan
Akampis (Çoruk) ırmağına 2 mil
III. SAKALAR'IN
HORASAN KOLUNDAN GELEN ARŞAKLILAR VE HRİSTİYAN OLUŞLARI
M.Ö.401-400
yılında, şimdiki Musul
bölgesinden Trabzon'a gelen onbin Helen askeri'nin artçı komutanı olan
Kesenefon, şimdiki Erzurum, Erzincan ve Gümüşhane kesimlerinde,
Skytler/Sakalar'dan
usta madenci ve çelik yapımını Yunanlılar'a öğrettikleri bilinen
Khalybler'in,
Perslere (25)
tabi olmayıp müstakil yaşadıklarını; Çoruh boyundaki Hesperitler
(İspir'de
adları yaşayanlar) ile aynı soydan olup, Phasianlar'ın (26)
bir Satraplık idaresinde bulunduklarını belirtir.
Makedonyalı
İskender'in haleflerini
Kuzey Agganistan'daki Baslkh/Bakteryadan başlayarak Horasan'dan kovan
Sakalr'ın
Daha kolundan Para boyundan çıkan Arşek (Arsakes, 250-247) ve
halefleri,
hep Türkçe "pars ile ayı karması yırtıcı anlamına gelen Arşak ünvanını
kullanıyorlardı. Bu yüzden Yunan ve Roma kaynakları dillerinde "ş"
sesi olmadığından bunları "Arsakid" ve sonraki İran kaynakları
"A(r)şakaniyen"
ve istiklal kazandıkları Horasan kesimindeki Partiya'ya göre de
"Parhian/Partlılar"
diye anılıyorlardı.Bunlar Dede Korkut Oğuznamelerinde
"Bayandur/Bayındur"
diye gösteriliyor. VIII.Arşaklı olan I.Mitridat (174-136), bütün İran
ve
Irak hakimi iken, şimdiki Azerbaycan (Atropatakan) ülkesini de alıp,
başkendi
Hamadan'a bağlamıştır.
X.Arşaklı
II.Mitridat (123-88), doğuda
Afgan ve Hind'in bir kısmını fethederek, 12o yıllarında batıya yöneldi:
Pers soyundan Armenya yukarı ülke kralı ve Romalı tabi
Artaksiyaslılar'ın
Yukarı Aras ve Kür boyları ile Fırat'a kadarki yerleri aldı ve
Kafkasların
kuzeyini bile kendisine tabi kıldı. Bu sırada Süryani Mar Abas
Katina'ya
izafe edilen kronike göre, Hazar Denizi batısında yeni fethedilen
yerlere
Val Arşak adlı kardeşini Uç Beği tayin etti.
Armavir/Artaşat'ı
merkez edinerek (27)
ülkesine düzen veren Val Arşak, Pot ülkesinide itaat ettirdi
Giresun-Rize
arasınıda aldı ve Kafkaslar kuzeyinden asi ahaliden "Vunt (Balang)
Bulgar"
dan bir kolu getirtip, Yukarı Basen'de denilen şimdiki Kars yaylasına
yerleştirdi.
Val Arşak'ın oğlu Arşak'da yendiği Pontluları baskı altında tutmak
için,
Kafkas Geçitleri ötesindeki Bulgarlar'dan kalabalık bir kolu (28)
Balkar'ı ülkesine getirterek, buğdayı bol düzlüklere Bayburt çevresine
ve Çoruk solundaki dağlara yerleştirdi. Bu yüzden Bayburt İŞspir
kuzeyindeki
sıradağlara, günümüze kadar "Balkar" ve hece kayması ile "Barkal" ve
buradan
güneye esen yağmur bulutları getiren rüzgara da "Barkal Yeli"
denilegelmektedir.
Rize'de Hemşinlilerin en güzel dağları, Barkal dağındadır.
İlk
Arşaklılar hakimiyeti çağında
merkezi Tiflis, kuzey yanındaki Metakhanata olan İber (Gürcistan)
ülkesinde,
Birinci Arşaklılar sülalesi (M.Ö.93-33) kurulmuş ve bunlardan II.Kral
Artek
(M.Ö.81-65) 66 Aralık günü Roma serdarı Pompeusun ordusu Orta Kür
boyunda
kışlarken, 60 bin yaya ve 22 atlı ile hücum etmişti (29).
Appianos'ta (30)
"Artokes" denilen Artok'un adı, 9 ay 10 günden artık bir müddette doğan
anlamına, erken doğanlara "Çabuk" denilmesi gibi Türkçe "Artuk"tan
işbaret
oluşu çok değerlidir.
Yirmi
yıllık (M.Ö.77-57) "Fetret
Çağı"nı atlatınca yeniden güçlenen Artuklular I.Orod (57-37) başa
geçince
Romalıları Mayıs 53 de Haran kesiminde yenerek Fırat'a kadarki yerleri
ve Suriyeyi ellerine geçirdiler. Bu sırada 56-63 arasında yeniden
Çoruk boyları ve Rize bölgeside, onların eline geçti. Arşaklı
Romalı
rekabeti, M.S.51 yılına kadar Doğu Anadolu'da süregeldi. Sonunda, XXII.
Arşak unvanlı I.Vologas/Balaş (51-75) Romalıları yenip, Armenya'dan
uzaklaştırınca,
başkenti Kars Iğdır ovasında olan ve Romalılara karşı bir uç beğliği
şeklinde
kurulan Küçük Arşaklılar (52-428) sülalesi kuruldu. Bu arada, Küçük
Arşaklılardan
bir kol, (186-265) tarihleri arasında 80 yıl Gürcistan'a hakim
olup
İkinci Arşaklı Sülalesini kurdular.(31)
Arşaklılar'ın kralı As Pagur (262-265) ile yiğit delikanlı oğlu
Mirian'ın
destanı,
Dede Korkut Kitabı'nda, Bgul
oğlu
Amiran Boyu diye anılmaktadır.
Küçük
Arşaklılar'ın ikinci hükümdarı
Ardaşes/Aksidaros (110-113), kasaba ve ekin yerlerinin hudutlarını
belirterek
çizdirttiği gibi, ülkesinin hudutlarını işaret direkleriyle
belirleyerek;
dağlara, vadilere ve ovalara yerleştireceği birçok yabancıları
getirterek,
ahalisini çoğaltmayı gözetmişti. İlk Partlı hükümdarı Arşak
(M.Ö.250-247)
tarafından getirtilerek, İran'da Hamadan topraklarına koruyucu olarak
yerleştirilerek
gittikçe yükselen "Manua" adlı pehlivan yapılı yiğidin uruğunu 360 yıl
sonra Ardaşes, tatlılık ve taltif ile getirterek onlara köyler ve
araziler
vermişti. Revan kuzeyinde, merkezi Oşağan kalesi olan Alagez dağı ile
Gökçegöl
arasına yerleşen bu uruğa geldikleri Hamadan bölgesine göre "Amad Uni"
(Hamad Hanedanı) denilmeğe başlandı. Ancak, bazı İranlılar, onların ilk
beybeğine göre bugün bile Manuan (Manuanlar) diya anarlar (32). İşte
bu Horasanlı Türkmenler, sonradan ateşe tapan Sasanlı İran
baskısından
kaçarak, Bizans idaresindeki Rize bölgesine (626 yıllarında) gelip,
"Hemşen/Hemşin"
bölgesine yerleşerek, adlarını bölgeye vereceklerdir.
"Yeryüzünde
Hristiyanlığı ilk devlet dini olarak benimseyen" Ateşe
tapan/Zerdüşti
İran baskısına karşı manevi bir güç kazanan, Küçük Arşaklılar idi.
Arşaklıların
tahrta geçmeyen kolundan Horasan'daki "Suren Pahlav" hanedanında Prens
Anak'ın oğlu (Bu ad Türkçe olup, bugün Tarsus'da 20 kadar Türkmen
ailaesinin
"Anakoğlu" diye anıldığı biliniyor) bebk iken Ağrı Dağı yanından
Sütanası-dadısı tarafından Roma toprağı Kayseri'ya 252 yıllarında
götürülerek,
orada gizlice Hristiyan terbiyesi ile büyütülüp, rahip yetiştirilmiş ve
"Grigor" adını almıştır.
Romalılar'ın
yardımıyla ataları Küçük
Arşaklılar ülkesini Sasanlılar'dan kurtaran III.Tiridat (286-330),
kendisini
dönük (33)
hastalığından,
incil okuyarak iyileştiren ve insan kılığına dönüştüren bu Anak oğlu
Aziz
Grigor'un minnettarı olarak, 301 yılı baharında vaftiz edilip,
Hristiyan
oldu. O yaz yapılan onaltı boybeği/satrapın katıldığı dernekte hepsi
çağın
amentüsüne göre hak dini olan Hz. İsa dinini gönülden
benimsediler.
Böylece, o yıl ülke resmen Hristiyan oldu. III.Tiridat'ın Roma'dan
getirdiği
katibi Agathangelos'un yazdığına göre, kısa zamanada Hz. İsa
dini,
herbiri bin ve onbin askere sahip bu beğlerin bölgesine dönmelerine
müteakip,
Torkom (Türkmen/Oğuz) ırkı tarfından benimsendi. Satala (34)
şehrinden Khaldik ülkesine, sonra Kalarçtan (35)
Mesagetler'in hududuna (36),
Alanlar'a, Kaspiler (37)
ve Amid (Diyarbakır) şehrine, Medzpin (Nusaybin)'e varınca yayıldı
(38).
Horasan
Arşaklılar kolundan bir prens
olan Anak oğlu Aziz Gregor'un benimseyerek kurduğu mezhebe
"Grigoryanlık" (39)
denilmekte olup, hep Türklük töresini yansıtmakta ve öteki Hristiyan
Katolik,
Ortodoks ve Suryani mezheplerinden ayrılan şu esaslar bulunmaktadır.
a) Domuz eti haramdır ve domuz
beslenmez
b) Tavşan uğursuzdur, eti de
yenmez
c) Kabirtaşları, at ve koyun
heykeli
konma adetine göre devam ettirilebilir.
d) Papazlar evlenir ve çocuk
sahibi
olur
e) Vaftiz Babası ailesinden
kız
alınıp verilmez (bu da bugün Hazar Denizinden Sıvas ve Adana'ya
varınca,
yerli ve göçebelerde "Kirvelik" adeti olarak yaşaya gelmektedir)
f) Kadınlar, yabancı erkekleri
görünce
yaşmaklanır. (40)
IV. İSLAMLIĞIN
YAYILMASINDAN ÖNCE ÇANARLAR/LAZLAR'IN VE HEMŞENLER'İN RİZE BÖLGESİNE
GELİP
YERLEŞMELERİ
"Lazlar/Çanarlar
üzerine Bir Tarih
araştırması" adlı tebliğimi, Eylül 1970 deki "VII.TÜRK TARİH
KONGRESİ"ne
sunmuştum. 1972 de ankara'da basılan bu Kongrenin Bildiriler kitabının
1.cildinde (s.420-445) 26 sahife halinde basıldı. Bir fotokopisini Rize
Halk Kütüphanesine takdim edeceğim. "Hemşinli/Hemşinliler üzerine, 1952
yılından beri araştırma yazılarımı yayınlamaktayım. Sonucu makalem,
Mart
1986'da basılan "RİZE'NİN SESİ" dergisinde, üç kaynak haberinin
tercümesi
özeti ile ilgili olup yayınlandı. Her iki Türk uruğunun aslı nereden
geldiğini
ve Rize bülgemize gelişlerini özetle arz edeyim.
Türkler'in
"sarı
saçlı, gök gözlü" sarışın ve kumral Kıpçaklar kolundan gelen
Lazlar'ın ataları, ikiz adlı olarak tanınmıştır: ALAZAN=
Alazlar/LAZLAR,
ÇANARLAR M.Ö.V.yüzyılda Karadeniz kuzeyinde Saka/Skyt (İskit) adlı
büyük
bir Türk uruğunun ülkesini gezip görmüş olan Heredot (IV, 17),
Karadenize
kuzeybatısından karışan Hypanis ırmağı ortalarında, İskitler'in
ekincilikle
uğraşan Alazon (Alazlar) bnoyundan bahseder. Kartlis Çkhovreba'da
miladdan
önceler şimdiki Şirvan Doğu Gürcistan arasında öteden beri hudut
sayılan
ve Kür ırmağı soldan karışan Alazan çayı ile onun sağ kolu Yor/Kabur
çayına
da aynı adı vererek, her ikisine "İki Alazan" denmektedir. İslam
kaynakları,
bu ikiz çayın yukarılarındaki savaşçı yerli ahaliyi (Arapça'da "Ç"
sesi omadığından Sanariye ve Ermenice kaynaklarda da Çanar'k (Çanarlar)
diye gösterir. M.S.23-79 yılları arasında yaşayan Romalı Plinius (41),
Karadeniz'in doğu kıyısında Phasis/Faş (42)
ırmağı yukarılarında "Laz'lar" (Laz'oi) adlı bir kavmin yaşadığını
bildirir.
131 yılında Karadeniz kıyılarını gemi ile dolaşıp, konaklıyarak bilgi
verdiğini
az önce gördüğümüz Romalı Arrianos, Phasis ırmağı üzerinde Diyaskurya
(43)
limanına kadar hakim olan "Lazlar" dan ver onların kralı Malasus'dan
bahseder.
Bizanslılar,
Doğu Karadeniz liman
kasabalarına Ortodoks hristiyanlığı benimsetmeye çalışmış ve kısman
başarmışlardır.
Böylece, biri Kradeniz kuzey batısında Bucak kesiminde, biri
Karadeniz'in
doğusunda Abaza-Megrel arasında ve biri de Kuzey Azerbaycan'da Şirvan
batısında
ve İki Alazan boyunda olmak üzere, üç bölgede Alazon/Alazan=Çanar ve
Laz
kollarının dağılarak yaşadığını görüyoruz. Bunların Karadeniz
kuzeyindeki
kolunu, 958 yılında yazılan Khazar Kağanı Yusuf'un ünlü "Mektub"unda,
bir
Khazar uruğu olarak "Çanor" diye anılmaktadır. Rize kesimindeki
bizim
Lazlar, Karadeniz'in doğusundaki koldan buraya gelmişlerdir. Onlara
komşuları
Gürcüler "Çan" ve Faş/Riyon ırmağı kaynaklarındaki "Suvan" denilen Dağ
Gürcüleri ise "Çanar" adının bozulmuşu olarak "Zanar" deyimini, hem
Lazlar,
hemde ön göçerek boşalttığı bölgenin adı olarak kullanmaktadırlar
(44).
Böylece,
Faş/Riyon boyundaki Çanar/Lazlar'ında
ikiz adına işaretten sonra, neden eski "Alaz" adının kısalarak "Laz"
biçiminde söylenmesinin izahına geçelim. Kafkas Sıradağları ve çevresi
yerlilerinin dilinde, yabancı adların başındaki sesleri yutma
alışkanlığı
vardır. 430 yılından beri milli alfabesi bulunan Kartel/Gürcüler, bu
alışkanlık
yüzünden:
Aran'a Ran, Araks ırmağı
(Aras)
için Rakhs, erkek adı Amiran'a miran, Aşot'a Şot/Şota, Arat'a Rat;
Ermenice'de
de Gürcistan'ın eski adı İber'e Ver (Gürcistan yerine Vırasdan),
Aristak'a
Ristak; Dağıstan'da Oğuznameler'de ılak/ilek diye anılan
madenci/kuyumcu
Türk uruğu Lezgilerin atalarına, Yunanca kaynaklarda bile (45) Lak/Leg
denilmesi gibi, bizim Alaz'da ilk sesi yutularak Laz olmuştur.
Öteden beri
Türkiye'yi bölüp parçalamayı gözeten Ruslar ve onlar'da yardımcı olup,
kendilerine pay çıkarmayı gözeten Gürcüler: "Lazlar'ın
Müslüman Gürcü ver Megrel cinsinden olduğu" yalanını,
ansiklopedilere ve mektep kitaplarına yazmışlar; ağızdan
propoganda
edegelmişlerdir.Bunlara verilecek ilmin susturucu cevabı, özetle
şunlardır:
a)
Faş/Riyon boylarından, 562 yılında
Bizans toprağı Çoruk ağzı soluna göçen Lazlar/Çanarlar, eski
yurtlarında
Beğlik kurarak yaşarken, efendileri oldukları Megerel kavminden kelime
alış verişi yapmışlardır. Türkçemizde Ermeni hizmetkarlarından Erzurum
ve Kars'ta sözleri: akhbun, pulul, hagos, Rumcadan: gübre, balık ve
sebze
adları gibi.
b) Bütün Karadeniz
ülkelerinin en ahlaksız-hırsız ve tenbel kavmi olup,-bağışlayınız- 1555
de onların kendi karı ve kızlarını peşkeş çektiklerini, çocuklarını
esircilere
sattıkları, papazlarının bile kilisede hırsızlık ettiğini Avusturya
Elçisi
Busbeck'in "Türk Mektupları" kitabında ve Venedik, Ceneviz
gemicilerinin
raporlarında, Katip Çelebi'nin "Cihannuma" kitabında görmekteyiz.
Tıpkı,
1921 de Batı Gürcistan Müslümanıyız diye göçüp, Artvin'de
gezginci
dolaşan "Karaçadırlılar" gibi.
Namus üzerine,
evladına dokunulması bahsinde adam öldüren ve "kan davası" bile
güden,
çalışkan, doğru ve namuslu Lazlar'ın Sosyoloji ilmi bakımından, tam
tersleri
olan Megrel Gürcüleri soyundan gösterilmesi, bir iftira ve düşman
propogandasıdır.
Bilindiği
gibi LAZLUK, batıda KEMER'den
başlar ve doğuda ÇORUK'ta biter. HEMŞENLİLER'e gelince, az önce
Horasan'dan
M.Ö.250 yıllarında beylerbeği Mauna ile Hamadan bölgesine muhafız
Türkmenler
olarak gelen; oradan Küçük Arşaklı hükümdarı Ardaşes tarafından110
yıllarında
saygı ve özenti ile getirtilip, Gökçegel Akagez dağı arasına
yerleştirilince,
Hamadan'dan gelişlerine göre "Amad Üniler" adıyla anılan kabile,
tabiatıyla,
301 yılında, Türkmen Dedesi Horasanlı Prens soyundan Arşaklı Aziz
Grigor'un
eliyle, çağın "Halk Dini" sayılan Hz.İsa dinine girmişlerdi. Fakat
anadilleriTürkmen/Oğuz
ağzını unutmadıklarından, Rize'nin doğu kesimine göçerken de yeni
adlarının
Türkçe olduğunu görüyoruz. Bu uğurda, elimizde iki rahibin yazdığı
Ermenice
Kronik haberi var:
a)
Muş'daki Çanglı Kilise papazı
Mamikonlu/Hohanes (V.Bab) 628 de biten "Daron Tarihi"nin (46) sonunda
diyor ki: Bizans Kayseri Herakliyus Sasanlı Şehenşahı II.Khovrov'a
savaş
açtığı sırada 626 yılında, Gürcü Beği Vaştyan'ın Çoruk'u geçerek Balkar
Dağları kuzey yamacındaki Dampur denilen şehri yaktığından, onun
kızkardeşinden doğma yeğeni Amadunili uruğu beği "Hamam" bu şehri
yeniden
imar ederek, kendi adını verip Hamamşen (Hamam Abad/Hamam'ın
şenlendirdiği)
dedi.
b) Kronikini
788 yılında bitiren Gevond (Leonce), Divinde bulunduğunda, eserinin
sonunda
(Yukarı ki haberi, 160 yıl sonra imiş gibi göstererek şöyle
diyor:
Yağmalanıp
yoksul düşen çoluklu çocuklu onikibinden çok kimseler, boybeğleri
Amatunili
Hamam'ın öncülüğünden göçüp kaçarak Kol (Göle) üzerinden Tayk (Oltu
Narman)
bölgesine vardılar; oradan da, kuzeybatıdan akarak Egeristan
(Eceristan/Acar)'a
Pont Denizi'ne (Karadeniz'e) karışan Akapsis'i (Çoruk'u) geçtiler. Bunu
haber alan Bizans Kayseri IV.Konstantin (780-797), onları ülkesine
yerleştirerek,
verimli topraklar verdi (bu haber, Hopa'nın koyuncu Hemşenlerine ait
gözüküyor).
V.
SELÇUKLU FETHİ ve ÇEPNİ TÜRKMENLERİ'NİN YERLEŞMESİ (1080)
Bilindiği
gibi, II.Selçuklu Sultanı
Alparslan (1063-1072), 1064 de Bizanslılar'dan Ağrı Dağı çevresi ve
Kars
ili bölgesini fethetmişti. 2.Batı Seferinde ise, Tiflis'i Arap
Caferoğulları
Emirliği'nden Ahıska ve Ardahan ile Ardanuç çevresinide 1068 yılında
almıştı.
3.Batı Seferinde Alparslan 1071 Malazgirt seferiylebütün Doğu
anadolu'yu
bu arada Erzurum, Gümüşhane ve Erzincan bölgelerini fethetmişti.
Sultan
Melikşah (1072-1092) çağında
Selçuklular, Danişmendli Emir Ahmed başbuğundaki ordusu ile, Bizans'ın
müttefiki ve sağkolu sayılan Apkaz Gürcitan kralı ve Bizans Kuropalatı
II.Giorgi'nin kalabalık ordusunu, Posof 'u Güney kısmındaki "Kwel"
(Kolköyü)
savaşında 24 Haziran 1080 günü yenerek, büyük zafer kazandı. Bu
yüzden, bütün Çoruk beyleri ile birlikte, Acara-Rize-Trabzon
bölgeleride
fethedilip, Karadeniz kıyıları elegeçirildi. Batı Gürcistan'da
Kutayis
bölgesi bile alındı. Kartlis Çkhovreba'nı kaydına göre:
Bu "Büyük Türk Zaferi"
üzerine,
Türkistan'dan göçüp gelen Ebu Yakub ve İsa Böri başçılığındaki
yerleşecek
yurt arayan çok kalabalık Türkmenler, develeri, at yıkıları ve koyun
sürüleriyle
birlikte bu yeni fethedilen bölgelere gelip yerleştiler (47).
İşte bu sırada, atalardan gelen bir rivayete göre 80 bin obalı Türkmen
Çepniler de bu sırada Trabzon bölgesi ve çevresine gelip yerleştiği
anlaşılıyor.
Çepniler gibi, Danışmend Eli'ne bağlı Kürtünlüler'in de bu 1080 Kol
Zaferini
müteakip gelerek Harşit çayı boyuna yerleştiklerini sanıyoruz.
Ancak,
türkiye Selçuklularının ilk
başkenti İznik'i alan Birinci Harçlılar Ordusu'nun 1096 yılında
Anmadolu'ya
girmesi sırasında yeniden canlanan Bizanslılar, bundan sonra donanma
ile
gelerek, eski Trabzon Valisi Gabras Teodor idaresindeki kuvvetleri ile,
1098 yıllarında, Türklerin Trabzon Emiri olup, Çoruk ağzı'na
kadarki
yerleri de hükmünde bulunduran Sülü Beğ den, Trabzon şehri ve
çevresinmi
zaptettiler. Bundan sonra, denizden takviye alan Trabzon ve doğu
ile batısındaki iskele kasabalarda bulunan Bizanslılar'ın köylere ve
yaylalara
yerleşmiş bulunan Türkmenleri buralardan uzaklaştıramadıkları,
sonraki
kaynak haberlerinden anlaşılıyor.
VI.
KIPÇAKLI/KUMANLI TÜRKLERİNİN RİZE BÖLGESİNE YERLEŞMESİ ve KOMNİNOSLU
TRABZON
TEKFURLUĞUNUN BUNLARIN YARDIMIYLA KURULMASI (1204)
1084
Kol Zafer'nden sonra, Apaz Kartel/
Gürcistan Krallığı, küçülüp, merkezi Kutayis olmuş ve Selçuklulara
haraç
vererek tabi kılınmıştı. Başta Kiyef'teki olmak üzere, Rus
Knezlikleri/Beğlikleri
önünde yenilerek, Kardeniz kuzeyinden çekilen, "sarı
saçlı, gök gözlü ve insan güzeli" tipindeki sarışın
KUMAN/KIPÇAK
Türkleri, Azak Denizi ile Kafkas sıradağları arasına
çekilmişlerdi.
Yeni Apkaz Kartel Kralı II.Giorgi oğlu IV.David 1096 veya 1098 yılında,
"Kıpçaklar Hükümdarı Şar Khan oğlu Atrak2ın kızı Gurandukht ile
evlenmişti.
Bu yüzden Sultan Melikşah'tan sonra oğullarının (1099-1103) taht
kavgaları
ile Selçuklular'ın sarsılıp zayıflamasını fırsat bilen IV.Davit
kaynatası'nın
milletinden yararlanmayı düşündü. Bu sırada Mart 1118 de İsfahan
tahtına
13 yaşında Sultan Mahmud geçince, Büyük Selçuklu Devleti de ikiye
bölünmüştü.
O,
nüfusları çok yiğit savaşçı ve
cin atları ile çabuk koşan Kıpçak milletinin, hem komşuluk, hem de
yoksullukları
yüzünden, kendi ülkesine getirterek, onlardan kurulacak ordularla
istiklale
kavuşup ve Kür ile Çoruk boylarını zaptetmek üzere, Atrak Han'a elçiler
gönderdi. Böylece, 1118 yılında, Tiflis kuzeyinde ve Kazbek Dağı
doğusundaki
Daryal geçidinden topluca göçüp gelen Kıpçaklar aileleriyle birlikte
iyi
yerlere yerleştirilip, bunlardan 40.000 seçkin savaşçılar aldı; ayrıca
kendisine bağışlanan, çoğu Uz/Torp ve Peçenekler den Karadeniz
kuzeyinde
tutsak alınan genç tutsaklardan oluşan 5.000 seçkin ve yorgunluğa
dayanıklı
kölelerden, kandi hâs ordusunu kurdu. Böylece, 40.000 artı 5.000,
45.000
güçlü Kıpçak ve onların kölesi Türk askerleri sayesinde, 1122 de
Tiflis,
1124 de Arpaçayı boyları ve İspir ile Bayburt dışındaki bütün Çoruk
havzası,
Irak Selçuklularına bağlıTürk Emirliliklerinden alınarak, gönülden
(Ortodoks)
Hristiyan olmayı hızlandıran Kıpçaklar'a yurt olarak verildi.
Apkaz
Kartel/Gürcistan Kralı ile
III.Giorgi (1156-1184) çağında, 1177 yılında eski ocaklı Başkumandanlar
hanedanı Orbelyanlar'dan bu makam alındı ve Kıpçaklardan Kubasar (48)
adlı Beğe verildi. 1184 de Kraliçe Tamara (1184-1212) Başkumandan
Kubasar
ve onun Kıpçaklı askerleri sayesinde, ilk Kraliçe olrak tahta
geçebildi.
Ancak, az sonra Kubasar Beğ, yaşlılıktan uğradığı nüzul yüzünden
ayakları
ve dili tutulunca, Başkumandanlık ve onun malikanesi Loru şehri ile
çevresi
ondan alınarak Koluuzunoğlu ailesinden Sargis'e verildi. 1195 de
Kafkaslar
kuzeyinden "Yeni Kıpçaklar" gelince, onlara da Tamar çağında, Eski 1118
yılında göçüp gelen Kıpçaklar'ın yurtlarından yerleşecek yerler
verildi.
İşte bu yüzden, eski Başkumandan Kıpçaklı
Kubasar'ın
ailesi ve akrabası göçerek, Rize bölgesine geldiler. Bugün bile,
sarışın ve gök gözlü olan ve içlerinden bir de İstanbul Teknik
Üniversitesi
Rektörlüğpü yapan değerli bir Profesör çıkan "Kum-Basar" adlı kalabalık
Rizeli aileler, 1195 yılından az sonra, o zaman Bizans
idaresindeki
Rize kesimine gelen ve 1461 Osmanlı Fethi'nden sonra Müslüman olan
soylu
Kumbasar hanecanına mensupturlar (49).
Apkaz
Gürcistan Kraliçesi Tamar/Tamara,
IV. Haçlılar Ordusu 1204 yılında İstanbul'u işgal ederek Bizans
devletini
yıkıp, yerine Lâtin Devletini kurınca, oradan donanma ile kaçan ve
kendine
sığınan akrabasından Kominoslu I.Aleksis'e, Kıpçaklı ordusu ile yardım
ederek, onun Nisan 1204 de, Trabzon İmparotorluğu adıyla yeni bir
devlet kurmasını temin etti. Bu sırada Rize ve Trabzon bölgesine,
Kıpçaklı
askerlerden bir çok aileler gelip yerleştiler (50).
VII.
TURABOZAN TEKFURLUĞUNUN KOMŞU TÜRKMEN BEĞLİKLERİ İLE İLİŞKİLERİ,
SELÇUKLULARA
ve FETİHTEN ÖNCE OSMANLILARA HARÇ ÖDEMESİ
1214
yılında Sinop şehri ve
limanını Selçuklular'a bırakan yenik Trabzon İmparatorluğu, Derdem
Korkut
Kitabı'nda ve Türk kaynaklarında, ancak komşu Türkler'e harac veren ve
Komninoslu Prensesler ile Türkmen Beğlerini evlendirerek yaşayabilen
bir
"Takfurluk" Beğlik sayılmıştır. Giderek ancak Giresun,Trabzon, Rize
kesiminden
ibaret Karadeniz kıyılarını elinde tutabilen Komninoslu Takfurluğu,
doğu
ve batısı yüksek surlarla çevrili ve kale yıkan Fatih Sultan Mehmed'in
topları icad edilmezden önce, savaşla alınması imkansız Trabzon
şehri'nin
müstahkemliğinden varlığını koruyabiliyordu. Şehre yerleşen ve
İran
üzerinden gelen ticareti ellerine geçiren Venedikli ve Cenevizli
İtalyanlar'da
aldığı gümrük payı ile geçimini sağlıyordu. Kırlık yerlerde ve kaleler
dışında yaylalarda ise Türkmen obaları ve rize dahil daha çok Çepniler
yaşıyor ve hakim durumda idi.
Melik
adlı bir serdar sayesinde Bayburt
üzerinden gelerek Maçka yoluyla Trabzon'a varan bir Selçuklu ordusu
1228
yazında şehrin surları önüne varmıştı. Surlara kapanan takfur
askereleri
dışarı çıkmadıklarından geri dönüldü. Selçukluların 1243 de Cengizliler
ile yaptığı savaşta,Takfurluk ordusuda , tabilik esasına göre yardıma
gelip,
cenge katılmıştı. Ancak, Selçuklular yenilince, Takfurluk 1244 de
Cengizliler'e
haraç vermeğe başladı. Bölgedeki kalabalık ÇEPNİLER, devlete vergi
vermeyip,
savaşta Selçuklu ordusuna asker vermekle yükümlü idiler.
İlhanlılar:'dan
güç alarak 1264 de Sinop üzereine ordusuyla yürüyen Takfur
II.Andronikos'u
Trabzon-Giresun Çepniler'i engelleyecek derecede kalabalık ve
kuvvetliydiler.
Osmanlı
Fethi'ne kadar, Trabzon bölgesi:
Karakoyunlu, Akkoyunlu ve Ordu'daki Bayramlu Türkmenleri'nin akın edip,
haraqc aldıkları bir yer olmuştu.Rize ve Trabzon'daki Kıpçaklı ve
Türkmenler
çoklukta olup, bu yüzden babası Basil ölünce 1340 yılında onun yerine
geçen
kızı Anna'ya Türkçe "Ana Kutlu" deniyordu. Giresun'u 1390 da Hacı Emir
oğlu Süleyman 1404 yılında, İspanyol elçisi, Trabzon şehri çevresinde
yaşayan
Beğ alıp, Bayrameli/Ordu'ya bağlamıştı. 1453 de İstanbul fethedip
Bizans
devletini ortadan kaldıran Fatih'e aynı yılda Trabzon Taffurluğu tabi
olup,
harac ödemeğe başlamıştı.
VIII.
OSMANLI FETHİ ve İDARESİ'NDE RİZE BÖLGESİ : YENİ TÜRK GÖÇLERİNİN
YERLEŞTİRİLMESİ (Karaman/Konyalı,
Akkoyunlu,
Dulkadırlı)
Fatih II.Sultan
Mehmed, Komninoslu bir anadan doğan ve Komninoslardan evli olup,
Turabozan
Takfurluğunun müttefikiki olan Akkoyunlu Padişahı Uzun Hasan'a rağmen,
1461 yazında ordusuyla gelince, son Takvur "eman" ile savaşsız teslim
oldu.
Daha önce şehirdeki Rumların çoğu ve çevredeki Rum köylülerinin bir
takımı,
Kırım'a göçüp, orada yerleştiklerinden, 1475 de Kırım liman şehirleri
Venedik
ve Cenevizlilerden alınıp,ilk tahrir yapılırken, bunlar "Turabuzoniyan"
diye yazıldığı görülüyor. Aynı 1461
yılında,
doğuda Çoruk ağzına kadarki yerler ve arada Rize'de savaşsız
fethedilerek,
bütün buralar, yeni kurulan "Turabozan Sancağı"na bağlandı. Şehir ve
kasabalara
gönüllü ve sürgün olarak Çorum, Amasya, Tokat ve Samsun bölgelerinden
Türkler
getirtilerek vergilerden muaf olarak 1464 yılına kadar yerleştirildi.
İkinci
Fatih çağı iskanı, 1466 da Konya/Karaman Eli fethedildikten sonra,
şehir
ve kasaba halıkını çoğu İstanbul'a, azı Turabozan Sancağındakilere ve
köylülerde,
Rumeli ile Turabozan Rize köylerine yerleştirildi. Bu yüzden, her
iki
iskan sırasında gelen Müslüman Türkler, buralardaki Kıpçaklı ve
yerli
ahaliyi, gönüllü Müslümanlığı kazanırken, Osmanlı vergi defterlerinde,
kimlerin hangi göçmenin irşadiyle Müslüman olduğu işaret
edilmiştir.
1486 yılında
yani Fetih'ten 25 yıl sonra tutulan ilk Turabozan Sancağı TAHRİR
TAPU
DEFTERİ'nde, şimdiki Rize İli bölgemiz:
- RİZE,
- ATİNA
(Hemşin
nahiyeleri dahil),
- LAZLUK
(Ardeşen,
Vitçe/Fındıklı, Arhavi, Khopa dahil) üç kaza halinde Turabzon'a bağlı
bulunduğu
belirtiliyor.
Sultan II.
Bayezid'in oğlu Şehzade Sultan Selim'in 1511 yılına kadarki 20 yıl
süren
"Turabzon Sancakbeğliği" sırasında, 1501-1507 yıllarında aşırı
Şiilik
ile Akkoyunlu Sünni Devletini yıkan Safevi Şah İsmail'in kırgın ve
zulümden
kaçan Akkoyunlu Türkmenleri, en yakın Osmanlı toprağı olan (çünkü,
Fırat'ın
batısında Divriği'ye kadarkiş yerler, Mısır Kölemen Devleti elinde
idi),
Turabzan Sancağına aileleriyle birlikte sığındılar. Şehzade Yavuz
Selim,
bunları bağrına basarak, Trabzon ve Rize bölgelerine iskan ederek,
geçimlerini
kolaylaştırmak için, onlardan kurduğu ordu ile 1508 de Kutay şehrini
alarak,
Batı Gürcistanı yağmalayıp, kendisine tabi kıldı.
Şehzade Sultan
Selim çeğında o kadar kalabalık Akkoyunlu Türkmeni bu iki ilmiz
bölgesine
gelip yerleştiki, onların lehçesiyle bugün bile Rize'de ve Trabzon'da,
"KE"
sesini
"Ç" ve
"GE"'yi
"C"
biçiminde
(Türç/Türk, Çatip/Katip, Coz/Göz, Cemi/Gemi sözlerindeki gibi)
söylenenlerin
lehçesi, Tebriz ve Revan Türkleri ile, yine 1534-1545 de Kanuni Sultan
Süleyman'ın Tebriz şehrinden göçürüp gönüllü iskan ettirdiği
Erzurumlular'ın
konuması gibidir. 67 ilimiz içinde,
Erzurum
şehir içi ve yakın köyleri ile, Trabzon ve Rize halkımızın bu biçimdeki
Akkoyunlu lehçesi yaşatmaları Türk dili Tarihi Profesörü rahmetli
Dr.Ahmet CAFEROĞLU'nun kitabı ile, Atatürk Üniversitesi eski öğretim
mensuplarından
Rizeli rahmetli arkadaşım Dr. Turgut "Rize Ağzı" kitabındaki derleme
metinlerden
anlaşılmaktadır. Trabzon veRize (Hemşin kesiminde)ki "Bornak" adlı köy
va yayla da, Akkoyunlu uruğunun vezirler çıkaran boyundan olup,
buralara
iskan edilen koldan kalmadır.
Rize Tabzon
bölgesine son ve dördüncü iskan, Yavuz Selim'in Padişah olduktan sonra,
Mısır Kölemen Sultanlarına möeylettiği anlaşılan Maraş-Elbistan'daki
Dulkadiroğlu
Türkmen Beğiliğini 1515 de ortadan kaldırınca oradan gönderdiği
Maraşlı
ve Dulkadırlu oymakları ile olmuştur.
- Bu
yüzden, Dulkadırlı
uruğunun KÖROĞLU oymağı kolundan Rize'de, Hemşinliler içinde, birkaç
ailesi
Ankara'da yerleşmiş 18-20 kadar "Köroğlu" soyadını devam ettirenler
vardır.
- Bunun
gibi "Kürdoğulları"
adlı Hemşinli ailelerde, Şah ismail'in zulminden kaçıp, Sancakbeği
Selim'e
sığınanların torunlarıdır.
- Bunlar
gibi, Farkın/Silvandaki
Salahaddini Eyyubi soyundan Beğler aileside 1507 de oradan kaçıp
gelince Maçka'ya yerleştirilmiştir. Bunların neslide 1934'den önce
"Eyyubizade"
ve Soyadı Kanunumuza göre Eyuboğlu diye tanınan Maçkalı ailelerdir ki,
birçok ünlü kişiler yetiştirmiştir.
- Ayrıca
Osmanlılar,
bazı zaim ve sipahileri de, Rumelinden getirerek buralara yerleştirip,
Dirlkik vermiştir. Tirebolulu H.A.Alparslan'ın tesbitine göre,
Tilatorlar
ve daha başka eşraf, Rumelden gelmektedir.
Osmanlı
Defterdarlığının
tutturduğu şu ilk beş Tapu Tahrir Defteri, bütün eski Trabzon Sancağı
kazaları
gibi, Rize İlimiz için de, Fetihten sonraki ilk 120 içindeki ahali
vergi
mükellefleri, din, iktisadi, hayat, vakıflar, vergi kaynakları ve
daha başka içtimai durumları öğrenmek için Dünyadaki eşsiz değerdeki
milli
kaynaklarımızdır.
1)1486
dan
kalma, İstanbul Başbakanlık Arşivindeki 828 sayılı,
2) 1521
tarihli
52 sayılı defter. Bunda:
- Mafavri/Çayeli
ahalisinin Müslüman
- Atina/Pazar
ilçesinde
bazı Hemşenli ve öteki yerlilerin "Kadim/Eski Müslüman"
- Lazluk
kesiminde
de 35 köydekilerden Eski Müslümanların yani Osmanlı Fethinden önce
Müslüman
olagelmişlerin kaydı vardır.
3) 1523
tarihli
387 sayılı,
4) 1554
tarihli
288 sayılı
5) Ankara
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü "Kuyud'i Kadime Arşivi"nde 1583
yılından
kalma 29 sayılı.
Bunlardan
2,3, 4'den faydalanan rahmetli Hocamız Prof.Dr.Tayyib GÖKBİLGİN, 1962
de
yayınladığı, "XVI. Yüzyıl Başlarında Trabzon ... ve Doğu Karadeniz
Bölgesi"
adlı araştırmasında .... bölgesine ait çok değerli bilgiler vermiştir.
IX. RİZE
ADININ ADAŞI ve MİLLİ MÜCADELEMİZ'DE RİZE BÖLGESİ
Tarih metodunda,
bir kavim veya coğrafyanın tanıdığı adların bilinmesi, onun aslını
tanıtır.
Öteden beri Rumların yayın ve propagnadalarına uyularak, 1877 de
basılan
Şâkir Şevket'in "Tırabuzon Tarihi" bizde de Rize" adının Rumcada:
a)
Pirinç/Çeltik
/ekilen yer)
b) Dağ eteği
anlamına geldiği tekrarlanmış; bunun adaşı olup olmadığı
araştırılmamıştır.
Halbuki, ner pirinç yetiştiren, ne de dağ eteği olan Erzincan'ın eski
adı
da, Sakalar'ın Khalyb boyundan kalma olarak, ERİZA/EREZ idi. Küçük
Arşaklılar
bahsinde gördüğüğmüz, Hristiyanlığı resmi devlet dini yapan Arşaklı
III.Tiridat'ın
(287-330), Roma'dan yanında getirdiği katibi Agahthangelosd(V,CIX), 286
yılı vak'alarını anarken, Karasu/Fırat'ın sağ yanıundaki eski Erzincan
için, "Anahit/Tapınağı bulunan Erez Şehri" diyor. 324 de ölen Süryani
Kalaglı
Zeno da "Daron Tarihi"nde (51)
Aziz Grigor'un, Hükümdarın izniyle eskiden tapılan putları yıkmağa ve
ortadan
kaldırmağa başladığı sıralada, Erez'dekileri de temizlediği anlatılır.
Khorenli (II,14), Artaksiyaslı II.Tigran'ın (M.Ö.95-96) tapındığı
putlar
arasında, Eriza'da Artemis (Erzincan'da Anahit) heykelinide sayar.
"Alaz" adının,
baştaki ses yutularak "Laz" biçiminde söylenme sebebini açıklarken,
bunun
Karadeniz Hazar Denizi arasında adet olduğunu misalleriyle arz
etmiştim.
Karadeniz kıyısındaki Rize'nin eski adı, "Eriza" ile adaş olabilir ve
baştaki
ses yutulduğundan, Rize kalmış. ....
|
Giriş
Milli Mücadele yıllarında Rize, Trabzon Vilayeti’ne
bağlı bir sancak
(liva) idi. Vilayet merkezi ile Rize arasında kurulan düzenli bir kara
posta seferi aracılığıyla muhabere sağlanıyordu (19.
Bu dönemde sırasıyla Faik Bey, Eşref Bey, Esat Bey ve Hurşit Bey Rize
Mutasarrıflığında bulunmuşlardır (2).
Milli Mücadele döneminde, Rize üzerinde Rum-Pontus
ve Ermeni talepleri
ortaya atılmıştır. Ermeniler ve Pontuscu Rumlar Rize’yi Türk
hakimiyetinden ayırmak için, 18 Ocak 1919 tarihinde toplanan Paris
Barış Konferansı’na müracaatta bulunmuşlardı. Ancak her iki tarafın
istekleri, Rize sözkonusu olduğu zaman çakışıyordu. Karadeniz
kıyılarında kurulması düşünülen Rum-Pontus devleti sınırlan içinde
gösterilen Rize, aynı zamanda, kurulmaya çalışılan Büyük Ermenistan’ın
yaşayabilmesi için Karadeniz kıyılarında önemli bir çıkış limanı
durumundaydı. Paris’te Rum ve Ermeni heyetleri arasında yapılmakta olan
bu pazarlıkların Türk kamuoyunda duyulması üzerine Rizeliler, alınan bu
kararlara büyük tepki gösterdiler. İşte bu tepki ve Rize Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti’nin çalışmaları yazımızın konusunu oluşturacaktır.
Milli Mücadele
Dönemi
Rizeliler Milli Mücadelenin başlangıcından itibaren,
Mustafa Kemal Paşa
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yanında yer almışlardır. Trabzon
Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin 12 Şubat 1919’da yapılan ilk
kongresinden sonra Mataracızade Mehmet, Mataracızade Hakkı, Lazoğlu
Mustafa, Güvelioğlu Ahmet, Hacıömeroğlu Ahmet, Tuzcuzade Süleyman
Tevfik Beyler Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin Rize
şubesini kurdular. Erzurum Kongresi’ne Rize’den Sada-yı Millet gazetesi
sahibi Hemşinli Hoca Necati (Memişoğlu) Efendi ile Davavekili Abaza
Hakkı Bey katıldılar3.
Sivas Kongresi’nden sonra Rize Müdafaa-i Hukuk
Şubesi Başkanlığına
Mehmet Şükrü getirildi4 ise de, Mayıs 1920’den itibaren Mataracızade
Mehmet Bey yeniden Cemiyet başkanı oldu5.
Rize Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti İdare Heyetinde görev
alanların bir çoğu
Belediye Meclis üyesiydi. Muhtemelen Mart 1921’de yapılan Belediye
Başkanlığına eşraftan Mataracızade Hakkı Efendi seçildi, belediye
Meclisi üyeliğine ise Ali Reiszade Şeyh İlyas, Lazzade Mustafa, Ak
Mehmetzade Mehmet, Seyr ü Sefain İdaresi acentesi Sofizade Rıza ve
Mataracızade Salih Efendiler seçildiler6. Aynı zamanda Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti üyesi de olan Ak Mehmetzade Mehmet Efendi’nin küçük kardeşi
Hacı İbrahim Ak Efendi, İstanbul’dan Anadolu’ya silah ve cephane
kaçıran grupta görev almıştı 7.
Son Osmanlı Mebusan Meclisi ve ardından Birinci
Türkiye Büyük Millet
Meclisi’ne Rize’den katılmış olan İsmailzade Osman Nuri (Özgen) Bey’in
Milli Mücadeleye büyük hizmetleri olmuştur. O, 1919 yılı Mebusan
Meclisi Seçimlerinde, Rize Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyesi iken,
“ahalinin arzusuna ve aynı zamanda liyakatine binaen namzed
gösterilmiş”, Heyet-i Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal Paşa tarafından
da adaylığı onaylanmıştı. Son Mebusan Meclisi’nin kapaması üzerine
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne katılan Osman Nuri Efendi, Mustafa
Kemal’in yakın arkadaşlarındandı ve Sovyet Rusya’dan gelen silah ve
cephanenin Ankara’ya ulaştırılmasında etkin bir görev üstlenmişti8.
Mondros Mütarekesi’nden sonra Türkiye’nin işgali ve
paylaşılmasına
Rizeliler şiddetle karşı çıkmışlardır. Paris Barış Konferansı’nda Rum
ve Ermenilerin Türkiye üzerindeki istekleri, bütün yurtta olduğu gibi,
Rize’de de büyük tepki uyandırdı. Pontuscu Rumları temsilen Paris Barış
Konferansı’na gönderilen heyetin, Rize’yi muhayyel Pontus devleti
sınırları içine katma teşebbüsleri karşısında, Rize Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti, Nisan 1919’da Sadarete bir telgraf gönderdi. Bu telgrafta,
hemen tamamının Müslüman olduğu liva halkının “kısmen misafireten
bulunan 10 ilâ 200 Rum’un hakimiyeti altına girmeleri”nin milletlerin
hürriyet ve adalet kaidelerine uygun olmadığı belirtilerek, Türk
idaresinden başka hiçbir devletin idaresinin kabul edilmeyeceği kesin
bir dille ifade ediliyordu9.
Rize’nin Doğu Anadolu’da kurulmaya çalışılan
Ermenistan’a Karadeniz’de
bir mahreç olarak verileceğine dair haberlerin duyulması üzerine, Paris
barış Konferansı ile Fransız Hükümeti ve kamuoyuna duyurulmak üzere
Trabzon’daki Fransız Siyasi Mümessiline bir protesto metni verildi. Bu
yazıda, Rize’nin Türk vatanından ayrılamayacağı belirtilerek
gazetelerin, “Ermenilerin mikdarlarıyla bir istihza teşkil eden
Ermenistan hudud-ı mevhumesini göstermeğe kadar” işi ileri götürmeleri
karşısında bu uğraşının sonuçsuz kalacağı, özetle, bazı kanıtlara
istinaden savunuluyordu.
Bu muhitte ne Ermenilerin, ne de başka bir milletin
tarihi hakkı
yoktur; tarihin bilinen devirlerinden beri buraların sahibiyiz.
Rize’nin bugünkü nüfusu 225 bin olup, bunun yalnız 54’ü Rum’dur.
Muhitimizde ne biz ne de ecdadımız hiçbir Ermeni’nin yaşadığına şahit
olmamıştır. Bu sebeple Ermenilerin herhangi bir hak iddiasında
bulunmaları mantıksızlık, yalan ve iftira hırsıyla açıklanabilir. Kesin
tarihi hakikatler muvacehesinde, memleketimizin hakiki sahipleri biz
olduğumuzdan, ezelî olan bu tasarruf hakkımıza Ermenilerin iştirak
etmelerine maddî ve manevî imkan yoktur. Barış Konferansında, bunun
aksine bir karar verildiği takdirde, öz anayurdunu müdafaa etmek kesin
kararlılığıyla meydana atılacak bizlerin akacak masum kanlarının,
mazlum bütün milletlerin hürriyetlerini geri almaları için daha büyük
bir insaniyetçi inkılâba fırsat vereceğini bilmekteyiz. Umumî Harp
dolayısıyla değişen dünya düzeninde ve bu yüzyılda artık milletlerin
esareti bir düstur halinde tanınmayacaktır. Şunu da belirtmeliyiz ki,
“Merhamet dilenmiyoruz, hakkımıza tecavüz edilmemesini taleb ediyoruz”.
Gazetelerde yer alan Rize’yle ilgili bu hususlar Barış Konferansı’nın
gündemine alınmış ise, “bu ciheti hakkımıza istinaden protesto” ile
Türk İdaresi ve vatanına sonsuz sadakat, samimiyet ve sarsılmaz
bağlılığımızın ihlali suretiyle tarihi ve milli haklarımıza tecavüz
edilmemesini Barış Konferansı’dan taleb ediyoruz 10.
Yine aynı günlerde günlerde îstikbal’de yayınlanan
bir okuyucu
mektubunda, Paris Barış Konferansı’nda, Of’tan Batum hududuna kadar
olan yerlerin Ermenilere verilmesinin kararlaştırıldığından
bahsedilerek, bunun gerçekleşmesinin mümkün olmadığı ifade ediliyordu.
Rize’nin bugünkü genel nüfusu içinde bir tek Ermeni olmadığı gibi,
geçmişte de buraya Ermeni’ler yerleşmemişlerdi. “Öz Türk havalisi” olan
Rize’nin “adalet” adına Ermenilere peşkeş çekilemeyeceği, aksi takdirde
İzmir’de olduğu gibi burda da bir çok kan akacağı belirtiliyordu. Yine
aynı mektupta birkaç yıl önceki Rus işgali kasdedilerek, “Rize’nin
halkı muhaceretin bıraktığı acı hatıraları nisyan-ı ibzaya gömmeye
uğraşıp dururken yeni baştan bütün bu halkın uçuruma sürüklenmesine,
idam kararının takririne bais olan makul bir sebep acaba nedir?” diye
sorulduktan sonra, İzmir’de Yunanlıların uygulamaktan çekinmedikleri
facialar ve döktükleri Müslüman kanlan “elbette bir zaman gelecek
Yunanlılara zehir olacaksa”, Rize de “Ermenistan nevzadının kalbgâhına
dayanan bir hançer olacaktır” şeklinde kararlı bir ifadeye yer
veriliyordu 11.
Rize’nin Ermenilere bırakılacağına dair şayialar
Artvinlilerin de
tepkisine yolaçtı. Trabzon’da yayınlanan İstikbal gazetesine Artvin’den
gönderilen bir mektupta, Rize’yi Ermenilere mahreç olarak vermek
isteyenlere karşı şu sorular yöneltiliyordu: Rize’de Haçin veya Karabet
isminde bir Ermeni vatandaş ve hemşehrimizin bugün ve geçmişte
mevcudiyetini görüyor ve hatırlıyor musunuz? Rize’nin geçmiş ve yakın
tarihini biliyor musunuz? Bir milletin siyasi ve iktisadi inkişafı için
diğer bir milletin hayati varlığına son vermek düsturlarınıza,
kitabınıza uyuyor mu? Masa üzerinde verilen hükümlerin Rize’nin sahil
ve sarp dağlarında uygulanabileceğine kanii misiniz? Rize’nin
Ermenilere sizin zannettiğiniz kadar kolay teslim edileceğini mi
tasavvur ediyorsunuz? Yazının sonu, “Hak daima hakkındır. Ne büyük
Ermenistan, ne de Pontus hayalleri ve ne de verilen kararlar
dosyalarınız meyanında tarihten gülünç bir kıymeti haiz vesâik-i şer ve
fitneden başka birşey olamaz. Efendiler uğraşmayınız!” sözleriyle
tamamlanmaktaydı 12.
Milli Mücadele döneminde Rize’de bir çok miting
yapılmıştır. Erzurum’da
Onbeşinci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’nın, “İstanbul’un
işgali münasebetiyle her yer gibi Trabzon’da da mitingler yapılması ve
İzmir gibi elim bir akıbete duçar olmaması için halkın tenvir ve irşad
olunması”nı istemesi üzerine, Trabzon’da Üçüncü Fırka Komutanı Rüştü
Bey 24.3.1920 tarihli cevabında, Trabzon Vilayetine bağlı Rize ve
Giresun’da halkın”her türlü fedakârlığı ihtiyara azimkar bulunmakta
olduğu”nu bildirmişti 13. Rize ve çevresinde daha ilk
günlerden itibaren
yapılan mitinglerle, Milli Mücadele heyecanı canlı tutulmaya çalışılmış
ve yurdun haksız işgaline karşı halkın protestosu İtilaf Devletlerine
iletilmişti.
İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalinin yıldönümü
münasebetiyle 15
Mayıs 1920’de, Belediye ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin öncülüğünde bir
miting yapıldı. Miting Heyetinde Belediye Başkanı Hakkı, Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti Başkanı Mehmet, Müftü Mehmet Hulusi, eşraftan Osman,
tüccardan Ahmet ve İdare Meclisi üyesi Ahmet bulunuyordu.
Rize’de “binlerce ahalinin iştirakiyle” düzenlenen
mitingde, herhangi
bir sebep olmadığı halde, Wilson Prensipleri’ne aykırı bir şekilde
“Anayurdumuzun en kıymetdar bir kısmı olan İzmir’in pek vahşiane ve
kanlı bir surette Yunanlılar tarafından işgal edildiği ve Yunanlıların
bu işgal esnasında İzmir ve mülhakatındaki kardeşlerimizin mal, can ve
ırz ve namusları gibi her türlü mukaddesatlarına icra ve temadi
ettirmekte oldukları” İzmir faciası kınanmıştı.
Miting sonunda hazırlanan bildiride, Yunan işgal ve
vahşetinin protesto
edilerek canilerin cezalandırılmaları ve İzmir ve çevresinin tahliyesi
taleb ediliyordu. Sebepsiz yere İzmir’i işgal eden Yunanlıların
yaptıkları cinayet ve barbarlıklar, herkesçe bilinmesine rağmen,
bunların İtilaf Devletlerince cezalandırılmayıp, yapılanlara karşı
kayıtsız kalınması ve hatta Yunanlıların bu devletlerin sorumluları
tarafından himaye görmeleri protesto ediliyordu. Bildirinin dördüncü
maddesinde “Öz anayurdumuz olan İzmir’in bir an evvel tahliyesi için
millet her fedakârlığa hazır bulunduğundan tedabir-i acile ve
kat’iyyenin ittihaz buyrulması” istenerek alınan kararlar Türkiye Büyük
Millet meclisi’ne gönderildi14.
Sevr Antlaşması’nın imzalanması da Rize’de büyük
tepki uyandırdı. 27
Ağustos günü, “pek ağır ve elim şeraitle Türkiye’de hayat ve istiklâl
bırakmayan... muahede-i sulhiyye nâmı verilen paçavranın protestosu
için” onbin kişinin katıldığı bir miting yapıldı. Miting sonunda
hazırlanan protesto bildirisi, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Mehmet,
Miting Heyeti Başkanı Lazzade Mustafa, Belediye Başkanı Hakkı, ulemadan
Nuh, Hasan, Miting Heyeti Başkanı Lazzade Mustafa, Belediye Başkanı
Hakkı, ulemadan Nuh, Hasan, Ali Rıza; Miting tertip heyetinden İsmail,
Mustafa ve İlyas Beyler tarafından imzalanmıştı.
Bildiride, Wilson Prensiplerine, özellikle
Türkiye’yi ilgilendiren
Onikinci maddeye, atıfta bulunulduktan sonra şöyle denilmektedir:
“Muahadeyi Türkler namına imza eden üç serserinin Türklükle ve bu
vatanla alâka ve münasebetleri yoktur. Bunları imzaya sevkeden birkaç
hain-i vatan da millet tarafından verilmiş hiçbir vekalet ve sıfât-ı
resmiyeyi haiz değillerdir. Şu halde mezkûr muahedeyi milletimiz ve
vatanımızla hiçbir münasebeti olmadığı için ke-enlemyekün addediyoruz.
Bu hususa müteallik ve milletin arzusunun tamamiyle kefil olan Büyük
Millet meclisi’nin daha evvelce ilân ettiği karara sadakatle vatan-ı
hamimizi kurtarıncaya kadar vatan ve İslamiyet nâmına dahil olduğumuz
muahedeyi sonuna kadar devam etmeyi azim ve imanımızı bu kere misak-ı
umumî-yi millîyi tevsik ederiz.”
Bildirinin sonunda, yaşamak hakkımız ve milli
bağımsızlığımızın tamamen
teminine kadar bilimum mağdur ve mazlum milletlerle müştereken yağmakâr
ve emperyalist canavarlara karşı mücadeleye devam hususunda Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nin bütün arzu ve kararlarına bağlı oldukları
bildiriliyordu15.
Rize ve çevresinde halk Milli Mücadele’nin başarıya
ulaşması için aynı
heyecanla Türkiye Büyük Millet Meclisi ve ordularını desteklediler;
muhtelif zamanlarda cephelere gönüllü kafileler gönderdiler. İnönü
Savaşlarının başladığı günlerde, Rize’nin teşkil ettiği ikinci gönüllü
kafilesi Ordu ve Samsun üzerinden Ankara’ya uğurlandı16.
Kazanılan her zafer, kurtarılan her vatan toprağı
Rize’de büyük sevinç
ve heyecan uyandırdı. Ardahan’ın anavatana katılması dolayısıyla Rize
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bir
kutlama telgrafı gönderildi17. Aynı
şekilde Artvinliler de, Ermeni ve Rumların Rize’yi kendi
hakimiyetlerine alma teşebbüslerine şiddetle karşı çıkmışlardı.
Rize’deki Milli Mücadele heyecanı kısa sürede
Artvin’de de yayılmıştı.
1921 yılının başlarından itibaren Ardanuç, Şavşat, Murgul ve Borçka’da
“ahalinin şiddetli arzu ve temayülatı üzerine” Müdafaa-i Hukuk
Cemiyetleri kuruldu. Artvin ve ilçelerinde halk “payansız bir sürür ve
neşata müstağrık olunarak Büyük Millet Meclisi’nin temadi-i şevket ve
muvaffakıyatı için camilerde” samimi dualar yapmaktaydılar18
İkinci İnönü Zaferinin yıldönümü münasebetiyle, İnönü Meydanında
yapılan mitinge binlerce kişi katıldı19.
1922’de İzmir’in işgalini telin ve protesto etmek üzere, yine İnönü
Meydanında bir miting düzenlendi. Numune Mektebi Müdürü yaptığı uzun
konuşmasını “İzmir Türktür Türk kalacaktır” sözleriyle bitirmişti.
Artvin Müdafaa-i Hukuk Reisi Hasan Bey’in ifadesiyle mitingde,
“İzmir’in hatırasıyla pek müteehheyyic bulunan halk Misâk-ı Millî
dairesinde şerefli bir sulhe nail oluncaya kadar uğraşacaklarını ve tek
bir nefer kalıncaya kadar gayret edeceklerini ahd ü peyman ederek
Garbın ihtirasatına protestolar yağdırılmış hükümet-i meşruamızın şanlı
ordumuzun muzafferiyetlere ermesine dualar ifa kılınmıştır.”20
Sonuç
Milli Mücadele, Türk milletinin maddi ve manevi
bütün varlığıyla
çalışması sonucu kazanılmıştır. Başlangıçta çalışmalarını yerel
kurtuluş çareleri ve muhtemel tehlikeler çerçevesinde sınırlandıran
Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde
Misâk-ı Millî’deki hedeflerin gerçekleştirilebilmesi için daha kapsamlı
bir çalışma içerisine girmişlerdir. Rize’de de önce yerel tehlikeler,
ardından Türkiye’nin işgal ve paylaşılmasına yönelik her türlü
faaliyetlere karşı protesto ve mitingler düzenlenmiştir. Bu mitingler
“Kuva-yı Milliye Ruhu”nun ve milli birliğin sağlanmasında önemli bir
etken olmuş ve halkın topyekün Milli Mücadeleye katılmasını sağlamıştır.
Milli
Mücadele’nin kazanılmasından sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa
Rizelilerin hemşehriliğini kabul etti:
“Muazzez Rize Sancağı vatandaşlarım arasında bana
bir hemşehrilik
mevki’i ayrılmış olmasını tebliğ eden telgrafnamelerini en samimi bir
his ve haz ile okudum. Milletin kitle-i umuîyesinin iştirak ve hareketi
ile istihsal olunan filhakika pek büyük muvaffakiyetlerin kıymeti
bilhassa muhit-i vatanda onlara müteveccih takdirat ile taayyün ve
teali eylemek emr-i tabii bulunduğundan güzel Rize’nin muvaffakiyat-ı
milliye dolayısıyla hakkımdaki teveccüh ve muhabbetini o vatanperver
halkın tecelliyat-ı hamiyyetine saf ve beliğ bir numune olarak telakki
ettim. Ve bu itibar ile tezahürat-ı vaka’yı büyük bir fahr ve takdir
ile karşılayarak iblâğına tavassut buyurduğunuz arzu-yı umumîyi
memnuniyetle kabul ettim. Muazzez Rizeli hemşehrilerimi derin iştiyak
ile selamlarım efendim.”21. Yenigün, 29 Nisan 1923, 1165-788.
Doç. Dr. Mesut
Çapa
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ
DERGİSİ,
Sayı 39, Cilt: XIII, Kasım
1997
1
Her hafta Pazartesi günleri Trabzon’dan hareket eden posta arabası,
gündüzleri seyretmek şartıyla Trabzon-Sürmene arasını sekiz ve
Sürmene-Of- Rize arası sekiz saat olmak üzere, toplam onaltı saatte
tamamlıyordu. “Posta Telgraf Başmüdüriyetinden” İstikbal, 11 Mart 1921,
247.
2 Bkz., İstikbal, 13 Nisan 1921, 276; 5 Mayıs 1921,
295; 20 Eylül 1922,
715; 4 Eylül 1923, 1003.
3 Mahmut Goloğlu, Milli Mücadelede Trabzon ve
Mustafa Kemal Paşa,
Trabzon 1981, s. 17,29.
4 Goloğlu, a.g.e., s.34
5 Rize’de 27 Nisan 192O’de yapılan miting
bildirisinde Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti Reisi olarak Şükrü imzası bulunurken, İzmir’in işgalinin
yıldönümü münasebetiyle yapılan 15 Mayıs 1920 tarihli mitingde
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi Mehmet imzası vardır. 1921 yılında Rize
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti “Heyet-i Merkeziye Reisi” Mataracızade Mehmet,
üyelerden ikisi ise, Lazzade Mustafa ve Ali Reiszade Şeyh İlyas
Efendiler idi. Bkz., İstikbal, 27 Nisan 1920, 133; 19 Mayıs 1920, 139;
1 Nisan 1921,265.
6 “Rize Beledi İntihabı da Neticelendi”, İstikbal, 7
Mart 1921, 243.
7 İlyas Sami Kalkavanoğlu, Milli mücadele
Hatıralarım, İstanbul, 1957,
s.18. Milli mücadelede İstanbul’dan Anadolu’ya silah ve cephane
nakliyatını temin eden guruptaki Rizelilerin isimleri ve
kahramanlıkları için bkz., s. 11-12, 16-17 vd.
8 Kâzım Karabekir, İstiklal Harbimiz, İstanbul 1988,
s.365; Goloğlu,
a.g.e., s.17, 29, 34-35; Sabahattin Özel, Millî Mücadelede Trabzon,
Ankara 1991, s.210; Kalkavanoğlu, a.g.e., s.28; Yurt Ansiklopedisi,
C.9, s.6361-6362.
9 Özel, a.g.e., s.67, 268-269.
10 Bu protesto yazısını Rize Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti Başkanı Şükrü,
Belediye Başkanı Hakkı, Ticaret Odası Başkanı Osman; ulemadan İsmail
Hakkı, Yusuf Ziya, Mehmet Ali, İbrahim, Muharrem, Hacı Sabit, Ali Rıza
Osman, Hacı Recep; eşraftan Osman, Hafız Sabri, Süleyman, Mehmet
Cevdet, Hüseyin, İbrahim, Emin ve Hakkı imzalamışlardı. İstikbal, 27
Nisan 1920, 133. Trabzon Vilayet Salnamelerindeki bilgiler de Rize’de
çok az sayıda Rum ve Ermeni bulunduğunu göstermektedir: 1313 (1895)
Trabzon Vilayeti Salnamesine göre Rize’de 689 Rum ve 137.738 Müslüman
nüfusa karşılık hiç Ermeni yoktu; 1316 (1900) tarihli Vilayet
Salnamesinde 855 Rum, 44 Ermeni ve 149.264 Müslüman nüfus
görülmektedir; 1319 (1903) tarihli salnameye göre ise, 20 Ermeni ve
918Ruma karşılık 158.295 Müslüman nüfus bulunmaktaydı. Mesut ÇAPA,
Pontus Meselesi, Trabzon ve Giresun’da Milli Mücadele, Ankara 1993, s.
106-108.
11 İstikbal, 1 Mayıs 1920, 134.
12 İstikbal, 16 Mayıs 1920, 138.
13 ATAŞE Arşivi, Kls. 324, Ds. 6-A, Fh.99.
14 “İzmir İşgalinin Sene-i Devriyesi”, İstikbal, 19
Mayıs 1920, 139.
15 “Rize’de Miting”, İstikbal, 1 Eylül 1920,
168.
16 Ocak 1921’de Ordu’ya gelen gönüllü kafilesine,
Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti tarafından yemek ve sigara ikram edildi. Kafile üç saat sonra
Samsun’a hareket etti. “Rize’nin İkinci Gönüllü Kafilesi”, İstikbal, 2
Şubat 1921,215.
17 Rize Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkan Vekili
Mustafa imzalı
telgrafta, “büyük azmimizle mücehhez iken düşman kirli ellerinin bizden
ayırdığı sevgili topraklarımızın da yakında anavatanın bağrında
toplandıklarını görmekle cümleyi dilşad etmesini Cenab-ı Hak’tan
temenni ederiz” deniliyordu. “Rize’den Telgraf, Hakimiyeti Milliye, 27
Şubat 1921, 119.
18 “Artvin’de Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı”, İstikbal,
14 Nisan 1921, 277.
19 Miting Heyeti Reisi Mahmut Mithat Bey idi. Numune
Mektebi Müdürü Ali
Rıza Bey yaptığı vatanperverane konuşmasında “Halk böyle bir mütarekeyi
kendilerine zillet telakki ettiklerini, hükümet-i meşruamızın,
ordumuzun harikaları ile mütenasib şanlı bir sulhu görmek
istediklerini, aksi takdirde tek bir Türk kalıncaya kadar ölmeğe amade
olduklarını ahd ü peymân etmişlerdir.” demiştir. “Artvin’de Büyük
Miting”, İstikbal, 6 Nisan 1922, 578.
20 “Artvin’de Miting”, İstikbal, 31 Mayıs 1922, 616;
Büyük Taarruzun
kazanılması üzerine 13 Eylül 1922 günü Artvin’de Hükümet Konağı önünde
yapılan mitingde heyecanlı bir konuşma yapan Mutasarrıf Talat Bey,
“ordu demek millet demektir. Bugünkü zaferi doğuran başlıca saik
milletin hakimiyetidir.” demiştir. “Zafer Günleri”, Yeşil Yuva, Sayı:
4, 1 Teşrin-i sani 1338, s.2.
21 Yenigün, 29 Nisan 1923, 1165-788. |