Rize'den Masal Efsane ve Hikayeler
Ayi idi Mayı idi Bir Masal Cazi Babaanne Cazi Karisi Evlenmeyeceğum dedum ama Hala Deresi Efsanesi Horon Hikayesi
Pilav Dağı Efsanesi





Ayi idi Mayı idi


Evvel zaman içinde, köyün kadınları ormana oduna gitmişler. Beraberlerinde de genç bir kız varmış. Kızın yükü ağır geldiğinden oturup biraz dinlenmek istemiş. Diğer köylüler önden gitmişler. Dinlenen kız, kalkıp yürümeya başladıysa da bir müddet sonra her tarafı sis kapladığından, kız yolunu kaybetmiş, bir ayıya rastlamış. Ayı kızı zorla kaçırarak mağarasına götürmüş. Kendisini bal ile meyve ile beslemiş. Üç ay sonra kız ayıya alışmış evlenmişler. Aradan 15 yıl geçmiş. Çocukları olmuş. Ayı kızı ailesinin evine götürmüş. Eve vardıklarında kız eve girmiş. Ayı'yı gören köylüler onu öldürmüşler. Kadın bunu görünce ağlamış ve şu ağıtı yakmış:

Ayı idi mayı idi
Gene benum kocamidi
İyi di kötü idi
Evine çok bağlı idi
Yağı balı çok idi
Askerluği yok idi
Bu bili, bu bili...


Cazi Babaanne

Vakti zamanında evin birinde bir gelin, beyi ve kaynanası ile mutlu bir şekilde yaşarlarmış. Bir gün gelinin bir nur topu gibi bir çocuğu dünyaya gelmiş. Zavallı anne ve baba daha sevinçleri kursağında iken iki gün dolmadan bebek, ağzı kan revan içinde ölmüş. "Allah'ın emri ne yapalım" diyerek anne-baba çocuğu mezara koymuşlar. Yıllar sonra ikinci çocukları olmuş, o çocuk da aynı şekilde ölmüş. Artık anne baba ne yapacaklarını şaşırmışlar. Gel zaman git zaman üçüncü çocukları dünyaya gelmiş. Ancak çocuğun annesi lohusa halinde yatağında uyur iken bir ara bir örümceğin hızla bebeğin üzerine gittiğini görmüş. Eliyle onu öldürmek istemiş. Ne varki örümcek düşmüş bir ayağı kırılmış. Uyku halindeki anne artık ölür diye örümceği bırakmış. Kadın her zamanki gibi sabah aynı saatte kalkmış, ahırdaki hayvanları bakmaya gitmiş, döndüğünde bakmışki, kaynanası hala kalkmamış, kaynanası ondan çok daha önce kalkar ve ateşi yakarmış. Vakit epeyi geçince gelin kaynanasının odasına girmiş.

Kaynana:

- Hastayım gelinim, kalkamıyorum, demiş.

Gelin:

- İlaç getireyim de iç, diyerek ilacı getirip içirmiş. Kaynana bir müddet sonra ayağa kalkmak için doğrulunca, ah bacağım feryadı ile tekrara yatağa düşmüş. Gelin durumu anlamış, beyinede anlatmış.

İşin sonunda o nur topu gibi bebeklerin ciğerini kazıyıp kanını içenin bu kaynana olduğu, kaynanın gerçekte örümcek şekline bürünen bir cazı olduğu apaçık ortaya çıkmış.


Cazi Karisi

Anan yoğ idi. Nenen hiç yoğu idi. Dedenun dedesi daha girmemuşti beşiğe.Var idi, yoğ udi bir Hasanika. Hasanika gezer iken gördü bir armut ağacı. Çıktı armuda başladı yemeğe. Keldi bi Cazi Karisi. Niyeti idi bozuk..Armud'un altından seslendi tatlı bir sesle bağurdu Hasanika'ya :

- Uuuy anan kurban olsun saha. Hasanika oraya ne yapayisun. 

-Armut  yiyirum.

- At bağa bi armut.

Atar oğa bi armut. Cazi karisi onu mahsustan tutmaz.

- O kitti bayışağa. Kızlar kesulsun saha. İn bi dal aşağa, at bağa bi daha. 

Atar oha bi daha.

- O da gitti bayışağa, in bi dal daha aşağa, at bağa bi dağa

Hasanika armut ata ata geler aşağa son dal idur çuruk birden duşer başaşağa. Geçirur baygunluk Cazi  karısı tutar Hasanika'yı, kor torbasına, alur keturur evine. Kitler oni bir odaya.Cazi karisi evden ayrılurken kızı Fadime'ye:

- At kazani ustune,hazır uyuyi at  Hasanika'yı da içine .Pişir ko dolaba. Geldummi yeruk.

Hasanika uyanmış duymuştur bunu. Lakin kelir duymamazliktan. Fadime atar kazani ustune içine doldurur suyu. Yakar da eteşu. Çağurur Hasanika'yı.

- Hasanika git da bak. Kazanun içine boncuklarım ordamidur? 

Hasanika bili ya işi uzaktan bakar kazana.Der Fadime'ye:

- Ben gormedum, sen bi bak onlara. Tam bakar iken Fadime. Vurur oğa bi tekme. Atar oni kazanın içine. Pişirur oni eder kavurma, koyar sahanlara yerleşturur tereklere. 

Kelir Cazi Karisi bakar etler tereğe, başlar onlari yemeğe. Yerken da:

- Hasanika'nun etleri cimi cimi butleri. Hasanika'nun etleri cimi cimi butleri.

Hasanika meğer çıkmuş idur çatıya der ordan oğa:

- Fadimenun etleri cimi cimi butleri.

Cazi Karisi duyar oni, tükürur yediklerini. Kurar hemencecuk bi plan. Uğraşur çatıdan aşağı indirmeyi oni.

- Uuuy Hasanika oraya nasil çiktun?

- Eskemileri koydum birbiri ustune oyle çiktum.

Oda koyar iskemileri ust uste. Çıkar ustlerine.Çıkar ustlerine da beceremez duşer altına, incitur dizini. Gene seslenur:

- Uuuy Hasanika oraya nasil çiktun?

- Yiğne yine ustune koydum da öyle çiktum.

Kodi yğne yiğne ustune çıkamadi. Geçti yiğneler oğa.

- Uuuy Hasanika oraya nasil çiktun?

- Kizdurdum bi şiş soktum oni kendume, attı beni buraya.

Cazi Karisi kizdurur bi şi, sokar oni kendine; ceberur kider. Hasanika iner aşağa. Araştirur bulur Cazi'nun hazinelerini.Olur zencun.


Evlenmeyeceğum dedum ama

Emicemden bir hikaye daha anlatayim sizlere….

Bu dünyada hiç derdi kasaveti sikintisi olmiyan beni adem varmi ki Allah yaratmişmi ki işte adamun biri Mehmet efendi buni merak etmiş araşturmaya başladi.

Sormiş soruşturmiş olsa olsa derdi sikintisi olmiyan olsa olsa alan yerde bir ağa var yediği oninde yemeduği arkasinde  ancak onun derdi sikintisi olmaz dediler ve adresi eline verdiler.

Mehmet efendi yola koyildi adamun evini yani konağini buldi. İçinden da ha bu adamun dedukleri gibi bi derdi sikintisi olmaz herhalde dedukleri gibi olsa gerek. Kapiyi çalmiş.

"Tanri musafiryim" demiş, yani kendini tanitmiş ismini demiş bi da  yolcu olduğuni demiş.

Neyisa kendisini musafir odasina almişler. Akşam olmiş yemişler içmişler muhabbete koyilmişler.

Mehmet ağa:

"Asil amacüm ha bu dünyaya derdi sikintisi olmayan acep varmi diye araştürmaktur. Araşturirken seni tarif ettiler onin içun buriya geldum” demiş.

Ağada:

"Çok şukur aha goriyisun da benum bi derdum sikintim yokidur işte yaşantim bu” demiş. 

Yatmak zamani gelmiş o ara kapi çalinmiş  zebelle gibi bir adam içeri girmiş ağadan musade iştemiş ve hanumini almiş goturmiş.

Mehmet efendi:

“Bu da neyin nesi ağa” demiş .

Ağa da demiş ki;

"Ha o mi.. Bi şey değil da. Vaktun birinde benum hanum çok ağir bir hastaluğa yakalandi elum doşeğinde eldi elecek bana dediki?:   

"Herif ben eliyirum sen arkadan ben eldukten sonra evleneceksun buna dayanamayirum" demiş.

"Yapma hanum yemin ederum evlenmeyeceğu" dedum. Ama bir türli inanmadi ve hanum dedi ki:

"Bi şartla inanurum" dedi "hadim olursan" dedi.

"O zaman inanurum ki evlenmeyeceksun mecbu kalduk deduğuni ettuk. Hanum bu ara iyilendi sağluğuna kavuşti ama bir şey eksuk kaldi bu ara mecbur kaldum o adami kiraladum. Akşam oldimi vazifesin yapayi gördüğün gibi bu derten sayilmaz herhalde  benum hiç derdum ve sikintim yoktur çok şukur. Her şeyum mevcuttur."

Anlatan: Ali İhsan Köroğlu
Hala Deresi Efsanesi

Zamanın birinde kendisine yurt tutup oturacak yer arayan bir aale. Ayder yolu üzerinde boş bir yer bulur. Oraya yerleşir. Aradan yıllar geçer. Bir gece derenin karşısında sönük bir ışık görürler. Uzun zamandır, yalnız yaşadıkları bu yerde bir komşu sahibi olmak onları sevindirmiş, tanışmışlar. Kendilerinin Hala isimli bir kızları varmış. Komşunun da bir oğlu. Zamanla birbirlerine aşık olup, nişanlanmışlar. Oğlan evlenme parası kazanmak için gurbete gitmiş. Gidiş o gidiş oğlan'dan üç dört sene ses seda çıkmayınca uımut kesilmiş, kz bir başkasına nişanlanmış. Düğün dernek kurulmuş. Tam düğün gününde düğün evine oğlanın gurbetten döndüğü haberi ulaşmış. Kız bunu duyunca eski sevgisi depreşmiş. Gelinliği ile düğün evinden koşa koşa çıkmış. Dere geçilecek gibi değilmiş. Ama o heycanla kendini dereye atmış. Dere o kadar azgınmışki, karşıya geçmeyi başaramamış. Dere almış götürmüş Hala Gelini. O gün bugündür derenin adı Hala Deresi, Köyün adı da Hala Köyü olmuş.

Horon Hikayesi

Karadenizde düğünlerde horonun farklı bir yeri vardır. Sabah başlayan oyunlar akşama, hatta ertesi günü akşamına kadar devam ettiği çok olurdu. Oyuna bir girildi mi bırakılmaz, ancak yoruldu mu şöyle bir nefeslenmek için oyundan çıkılır, yerini hemen sıradaki alırdı. İşte böyle bir düğünde..

Fadime yorulmuş, horondan çıkmıştı, o anda evi hatırına gelir. Eve gider. Bakar evde yemek kalmamış, yiyecek bir şeyde yok. Anbarın anahtarı da kocası Temel de. Ehh.. Temel de düğünde. Hemen düğün evine gider. Temel horon da. Fadime kocasına durumu anlatmaya çalışır. Temel oralıklı olmaz. Oyuna devam eder. Fadime yavaş yavaş kızmaya başlar. Temel'e çıkışır:

- Adam, anahtarı ver da; eve yiyecek bi şey kalmadı, çocuklar açlıktan geberiyi.

Temel horon'dan çıkmadan, horon havasın da uyar biçimde, türkü ile şu karşılığı verir:

- Al belumden belumden
  Al gerumden gerumden.

Fadime anahtarı kocasının belinden alır, eve gelir, ambarı açar, çocukları yedirir. Ancak, tarlaya gitmesi gerktiğinden anahtarıda Temel'e vermek gerekir. Gene bi koşu düğün evine gelir. Temel hala oyundadır. Fadimeyi gören Temel istifini bozmadan, türkü ile:

- Koy belume belume
  Gene eski yerune...

Fadime, anahtarı oyunu bırakmayan kocasının beline bağlıyarak, tarlaya gider. Akşam ezanıyla eve geldiğinde Temel de düğün evinden yeni dönmektedir.


Pilav Dağı Efsanesi

Haremtepe Köyü'nün Madenli'ye bakan tarafında yüksek bir dağ vardır: Pilav Dağı.

Efsaneye göre Istanbul Boğazı açılmadan önce çevre deniz­le kaplı imiş. Sular Büyükdere yönünden Haremtepe eteklerine kadar gider, yerden 150 metre kadar yükseklerde bulunan kaya­lara çıkarmış. O zamanlarda gemiler buralara gelir, Palamar adı verilen kayalıklardaki demir halkalara bağlanırmış. Istanbul Boğazı açılınca sular çekilmiş, demir halkalar da görünmez olmuş. Bu halkaların bulunduğu yerde Kataraklı ya da Katarahlı Deresi'nin yatağı varmış. (1) 

Palamar Kayası'nda demir halka bulunup bulunmadığı hususunda çeşitli rivayetler anlatılır. Bu konuda Rıdvan Bay­raktar şöyle diyordu:

- Pilav Dağı'na çıkardım, atmaca tutardım, denizi, her taraftan seyrederdim. Palamar Kayası'na indim, öyle bir demir görmedim. Bir taş var, ama, kayanın kenarında demir görmedim. Gemi bağlandığına kanaat getirdim, demirin başına gidemedim. Bir şey gördüm, ama, taş mı, demir mi, ayırdedemedim. Bu kaya dağın öbür yüzündedir. Oradan Madenköyü'ne inilir.

Pilav Dağı'nın Madenköyü tarafında dirsek gibi görünen demir halkalar bulunduğunu, eskiden gemilerin buraya bağlandığını söyliyenlere raslanır. Bu kayalara, yukarıdan inileme­diği, aşağıdan da çıkılamadığı için, arı kovanı bağlanamaz. Pilav Dağı eskidenberi fundalıktır.

16.5.1989 günü Sabri Bayraktar'la birlikte Madenli'de, yukarıda değinilen kayaların karşısında oturuyorduk. Yanımıza gelen yaşlı bir yurttaş, 50 yıl kadar önce 90 yaşlarında ölen bir kişinin karşı kayalarda demir halkalar gördüğünü anlattığını nakletti. Sabri Bayraktar da aynı kayalarda demir halkalar görmüştü.

Yeşillikler arasındaki çıplak kayaların yerden yüksek­liğinin 150 metre kadar olduğu tahmin edilebilir. Yanımızda bu­lunanlardan 30-40 yaşlanndaki bir yurttaş ise, atmaca beklerken buralarda dolaştığını, ancak demir halka görmediğni söyledi. Dağda, demir halkaların bulunduğu rivayet edilen yerde cam parçalarına raslandığını anlatanlar olmuştur.

Pilav Dağı adının dikkate değer bir hikayesi vardır. Çayeli'nin Yenipazar Mahallesi'nde, Pazarbaşı'ndan yukarıya doğru dik olarak çıkan yolun üzerindeki tepeye (Dan­cim'in Tepesi) denir. Burada oturan Dancim, Cinanoğlu Ali Efen­di'nin kardeşi ya da amcasının oğlu imiş. Dancim'in şeyh ya da erenlerden olduğu söylenir.

Dancim, Pilav Dağı'na çıkar, pilav pişirirmiş. Dağın adı oradan kalmış.

Dancim hakkında başka hikayeler de anlatılır.

Dancim'in büyük bir değeneği varmış. Daneim bu değenekle açık havada daire çizer, sonra ortasına geçer:

- Allah .... Hu ...

diye .. Hu .... çeker, arkasından değenekle çizdiği dairenin ortasında otururmuş. Yağmur yağdığı zaman onun çizdiği dairenin içine su düşmezmiş.

Dancim "kırk dul karı ..... diye gezermiş.

Cafer Paşa değirmeni civarında inceleme yaparken Pilav Dağı efsanesinin benzerine rasladım.

Anlatıldığına göre karayolları yapılırken kazılan yerler­den mapolar, deniz çakıl taşları çıktı. Mapo, demire benziyen kalın, çürümüş madde anlamına gelir. Eskiden gemilerin bu ma­polara bağlandığı söylenir; Pilav Dağı'nda olduğu gibi. Yine Pilav Dağı'na benzer şekilde, Karadeniz Boğazı açıldğı zaman sular buralardan da çekilmiş. Her iki efsaneden anlaşılacağı üzere Karadeniz Boğazı sonradan açılmış. O zamana kadar' yörede, şimdi çok içerlerde ve yükseklerde kalan yerlere kadar gemiler işliyormuş.

Süleyman Kazmaz,
Çayeli, Geçmişl Günler ve Halk Kültürü, Ankara,
Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma Vakfı Yaınları No:41994
Derleme tarihi: 9.7.1989

(1) Rize'nin Kale Mahallesi'nin batı tarafına düşen vadideki bir yerin adı (Ka­tarahtı)dır.


Bir Masal

Hey! arkadaşlar, bir varlar, bir yoklar. Ula dinleyin b.. oli b..lar. Eski zaman içinde pire padişah iken, o zaman ben vezir idum ha, unutma! Gittum bi eve, buldum iki tufek; biri kırık mırık, birinun hiş çakma yok. Çakmaksuz tufel aldum; ayran ile doldurdum, yoğurt ile basturdum omuzuma asdum.

Geldum bi eve buldum iki tencere; biri kırık mırık birinin hiş dibi yoğ idi gavur oğlu gavurinun. O kirik tencereyi aldum ayran ile doldurdum yoğurt ile basturdu; ola arkamdaki hámenceye asdum. Hámence demek torba demktur. Hámenceye kodum, geldum bi yere ki, bakdum bi ova, ortasinda bóyúk bi ĝól, içinde iki órdek; biri canli manli, birinun hiş cani yok. Cansuz órdeğe atdum vurdum; ayran ile doldurdum, yoğurt ile basturdum. Geturdum o kirik tencereye pişidum, yedum karnumi doyurdum. Endum şehere, górdúm bi minare; zannettum oni kama, ula soktim oni belúme. bu delidu diye kulaûmdan tuttile attile beni timarāneye.
Bi varmiş bi yokmuşi bi padişağun kapisinda bi nar varmiş. Bu nari, her ģúń gelu bi div boğarmiş. bu ģúńi dedi bóyúk oğli:

- Baba, nol, kurban olayim sağa, ha buni ben bekleyeyim; eger gelduğu zaman ben oni vuramasam benum kellemu kes!

O da guvendi bóyúk oğlina; zannetti ki hesetten bu  bóyúk oğlum cessur bi adamdu, ne bilú ki yüreği selāńíktu. Verdi eline túfel múfel, gitti efendi bekliyecek. Bu dev geldi.

Efendi  bekleyecek. Bu dev geldi. Selāńík; yāni korkak. Ne bilu ki yurek bunun selāńík; korkican. Nerdi túfel múfel eline. Endi bağçeye bekleyi div geldi; efendi, o nara bi vurdi, bu kuyis ede ede babasinun yanina. Dedi ağa babasi:

"Noldi oğul?"

"Baba" dedi. "Sorma, oyle bi şeki" dedi. "Ağzindan púskúrten ateş beni yaksi, korktum ondan geldum buriya."

"Ben sağa demedum mi oğlum" dedi. "Sen bu işi beceremezsun."

Oldi irtesi sene, ortance eğli dedi;

"Ben" dedi. "Bekliycuğum oni, eger" dedi. "Baba ben bunivuramasam o zaman sen bağa isteduğuni..." gideyi. Birinci ogli yaptuğu gibi o da ayni yapayi; korkidan o da geliyi baba'sinun ya'nina.

Uç'unci sene oliyi, en ufak uşaklari, "babac'uğum," dedi, "no'u sağa kurban olayim, ha bunii" dedi, "ben bi bekliyeyim de eger buni vuramasam," dedi, "sen beni" dedi, evlatluktan da reddet." "peki." dedi.

Bu kuç'uk oğli, kuçuk oğli, kuçuk oğli gideyi bekleyi. Bekleduğu zaman dev geleyi. Dev gelduğundan, "bismil'ah ya Allah" "deyi, buğa bi, koveriyi, devi yariya elduriyi; fakat nari da alamayi, uşak, dev geçu gideyi. Nari alu geliyi babasina.

"ola," dedi, "ikinuz da" dedi, "abdal, ha bu ufak uşağumun," dedi, "yaptuğuni," dedi, "siz yapmadunuz," dedi, "meger," dedi, " benum yedurduğum yemek," dedi, "buğa helal olsun," size yok." dedi.

Oldi irtesi gun, kaktiler, dedi ki kardaşlarina;

"ola, bu divi," dedi, "ben yariya eldurdum, şimdi buni tam manasiyle eldumemiz lazimdu, hayde, bunun kaninun izinden gideceğuk," dedi.

"Biz, buni buluruk" "peki" dediler.

İrtesi guni atlara bindiler uç'i birden yola revan oldi gittiler. Gittiler ki efend, git gidersun, git gidersun, git gidersun , bu kan izini tağkib ettiler, bi kuyunun başina geldile. Baktile ki bi kuyidan içeri girmiş.

Dedi ki boyuk kardaşina,

"Ağbi," dedi "sen bu kuyiya enecesun, buni; bu divi," dedi, "sen eldurecesun."

"Peki" dedi.

Neyisa bi ip bağladile, endurmağa ki başladiler mi, oyle bi kuyus etti ki, kuyinun içinden; sanki bu canavar sesi geldi. Çekdi aldile oni.

"Ula, noldi sağa?" dedi.

Dedi: "Nolacak," dedi. "o altindan, yukari," dedi. "hangi ateş, sicakluk, dedi,""beni" dedi, "sardi," dedi, "zannettum," dedi, "yanayirum; onun içun" dedi, "kuyis ettum"

İkinci kardaşuni da gene endurdiler, gene ayni; fakat bu uçuncisi dedi ki, ufai,

"Ne kuyis da etsem endurun beni, bağirsam da endurun beni. Ben illa gidu bu divi eldureceğum." dedi.

Endurdiler onu kuyinun dibine, endurdikleri kibi gitti bakdı ki, bi odaya bi kiz, bi kiz, yaninda bir gergef, tokur; fakatbu gergefun uzerinde da bi tafuşan var, kendi kendine doner.

Dedi ağa o kiz ki, "Sen buriya nasi geldun? Seni dev duyarsa, yer seni."

Dedi: "Ben zate o dev içun geldum." 

İkinci bi odayi açayı ki, bi tabla, tablanun uzerine bi şey; e, geyik, peşin da efendi, yavrilari, buni boyle doneyi. Gitti uçuncisine, uçuncisine da baktiki efendi, bir funduk, funduğun içine da bi elbise bu funduğu kirar, o elbisyi girer, tekrar elbiseyi çikartu kor funduğun içine.

Kıza dedi ki: "Dev neredu"

Dedi ki: "Ha buriyadu."

Gitti oriya efendi, dev bakti ki hor hor uyuyi.

Dedi ağa kız ki: "Gozleri açığ isa git yanina; eger gozleri kapaliysa," dedi, uyumayi," dedi, "yer seni".

Bakti ki gozleri açik, demek uyuyi. "Yallah!" dedi buğa bi kilik vurdi dev eldi.

Geldi şindi kapinun dibine, kuyinun dibine, dedi ki:

"Ey!" aga ha bu birinci kizsenun al." kizi verdi yukari. Geldi ikinci kiza,

"Ey' aga, ha bu kiz da senun."

Geldi uçuncisine. Tabi ufak kendi, uçuncisine sira gelduğunlan dedi ağa ki;

"Ol, bi şey diyiyim mi sağa, şindi ben bunlarun ikisinden de daa guzelim; şindi beni yukari çikardun mi diycek ki kardaşlarun, guzeli aldi kendi da kotileri verdi bize, bunla ebedi razi olmazla, seni keser pirakurle kuyinun içine, ilk defa sen çik da sora ben."

"Yok canum," dedi, "benum agam," dedi, "oyle," dedi, "tehlikeli iş yapmaz," dedi, "ya, sen çik uzerine." çikdi uzerine, kizi verduğu kibi buni gordiler, gordukleri gibi dedi ki: "

"Ola, demek iti oğli it he, sen bize edersun kurnazluk; eyisini sen alusun da kotileri bize."

Tam o sirada ipi endurdiler, endurdikleri kibi o  da taktini beline, çikayi şeyden yukari, krap' kestiler oni, kestukleri kibi ufak kiz buğa iki kil verdi;

"Bu killeri birbirine çattun mi ," dedi, "bi koyin gelur, iki, koyin gelur," dedi, "biri siyah," dedii "biri beyaz; beyazun uzerine duşersen çikarsun yer yuzine," dedi, "eger siyahun uzerine duşersan gidersun dibine."

Tam o sirada killeri çatti, bu beyazun üzerine duşeceğine, duşti siyahun uzerine. Bu git git yedi kat yerin dibine gitti gitti efendi, bi yedi kat yerin dibine, giti bi eve, orda bi memleket, yerun altinde bi memleket, gitti bi kocakarinun evine misafir oldi. Kocakaridan istedi bi su, kocakari geturdi ağa bi kurtli murtli bi, o solicanla var ya, bizum o hangi taşlarun altina, çiçili; o çiçililerden efendi, oyle çiçililer içine geturdi. Geturduğunlan dedi ağa ki:

"O, nene," dedi, "bula, nedule, bu" dedi, "içulu mi? ded,, "bunda çiçili var."

"E, oğul," dedi, "bizum burda bi ajdahar vardu, her sene," dedi, "geldi," dedi, "her gun bi kiz ve yahot bi adam yer, bize su veru," dedi, "ebi soy," dedi, "sularumuz akmaz," dedi, "o da," dedi, "bağa sira ya duşer ya duşmez, e bugun" dedi, "gelecek," dedi,  "o ajdağar," dedi, "padişağun kizunundu sira, yiyecek oni. dedi.

"Peki," dedi.

Bu, oldi o zaman, bu aldi okini yayini gitti oriya. Bu ajdağar geldi.

"Ov," dedi, "ola benum kismetum bi daneyidi, bu ne kadar susandi bu millet ki," dedi, "iki oldu kismetum."

Bu ajdağar ne kada yakina geldisa el attuğu gibi bu çekdi kilicini, "bismillah ya Allah!" dedi.

Bu ajdağar ne kada yakina geldisa el attuğu gibi bu çekdi kilicini, "bismillah ya Allah!" dedi.  Kesdi bi kolini, ebi elini uzatti, oni da kesti.  En nayeti kafasini da uçurdi, sular akdi, akduğunlan şimdi bu kiz, beni kultardi diye bu uşak, elini ajdağarun kanina baturdi da yapişudi arkasina. Ertesi guni oldi efendi, dediler ki, "herkes sarayun oğunden gelu geçecek", gelu geçecek; kiz babasi sorar ağa:

" Bu midu?"

" Yok"

" Ha bu midu?"

" Yok, yok, yok, yok."

Padişah bi emir daa verdi: "Herkes sarayimin oğunden gelu geçecek; eger her kim evine bulunusa katliam olacak, kesilecek kafasi."

Kocakari bunu duyar duymaz  geldi, dedi o uşaki.

- Ola ogul padişah ilan etti, eger sen dde bugun gitmesan, o sarayin oğunden geşmesan tutar keserler seni, sende geç.

- Peki, dedi.

Geştuği gibi kiz daldi ağa, dalduğu kibi dedi ağa çairdile beni huzura, çıktı, dedi:

"Baba, budu beni kultaran."

"Eh, oğlum, dedi, kizi mi ki kultardun, dedi, Allahun emrinlan," dedi, ben buni sağa veriyrum."

"Baba," dedi, "ben senun kizini mizini istemem, sağluğuni isterum."

115


Devam edecek....

Anlatan: Niyazi Sekban, Merkez Çarşı Mahallesi, Rize İli Ağızları, Dr. Turgut Günay, Ankara, 1978