GİRİŞ
Çalışmamızın
metnine geçmeden evvel, konumuzla ilgili bazı açıklamalar yapmayı
düşünüyoruz.
Eski Türk inançları ile kastedilen nedir? Rize ve yöresi derken nereyi
kastediyoruz?
Belirlenen bu coğrafyada anılan inancın izlerini halk kültürünün hangi vasatlarında arayacağız?
Eski
Türk İnançları tanımı çok kere de eski Türk Dini olarak geçmektedir. Bu
ifadenin araştırmacıların
gündemine taşınmasında bizim 20-25 yıl kadar evvel yapmış olduğumuz
çalışmanın
da payı olmuştu. (Y.Kalafat, Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının
İzleri, Ankara
2006) Evvela belirtmek gerekir ki, halk inançları tamamen yaşanan din
değildirler. Halk
inançları tamamen din olmadıkları gibi, dinin de tamamen dışında
değillerdir.
Onlar
mevcut
dinlerin halka yansıyış şekilleri veya mevcut dinin halk tarafından
algılanış biçimleridirler.
Şüphesiz mevcut dinlerden sadece birinin değil ve aynı zamanda mevcut
olmayan
dinlerin de izlerini taşırlar. Bu açıklamadan sonra, Türklerin ilk
dinlerinin
tarihi asgari
Türklüğün tarihi kadar eskidir. Zira ilk inanç ilk insanla başlamıştır.
Buradan
hareketle denilebilir
ki, Türklerin tanış oldukları dinlerin hepsi onların şu veya bu şekilde
eski dinleridir.
Türklerin çok büyük çoğunluğu bu gün Müslüman iken, bu dinin
kapsamına girmeyen
dinlere mensup dinler de vardır. Bu dinlerin bir kısmı Müslüman
Türklerin eski yani
bir, iki veya üç evvelki dinleri idi. Veya Müslüman Türkler bu dinlerin
bir
kısmı ile sıralı tanış
olmadan İslamiyet’e girdiler.
Bu
izaha rağmen Türklerin eski dinleri veya inançları tabiri ile
anlatılmak
istenilen ne idi. Bize
göre, Eski Türk inancı tepesinde Tengri/Tanrı’nın bulunduğu bir takım
kültlerden oluşmuş
bir sistemdi. Bu inanca Ulu Tanrı anlamında Gök Tanrı İnancı da
deniliyordu. Büyücülük,
falcılık, ruhçuluk anlamına da gelebilecek olan Şamanizm Türkler
arasında da yayılma
alanı bulmuş olsa ve Türk dini ile çağdaş olsa da Türklerin dini
değildi, zira Şamanizm
anlam kayması olmasına rağmen din değildi. Şaman daha ziyade ruhlarla
ilgilenenbir
inanç görevlisi iken Türklerin dini görevlisi bize göre Kam idi.Din
görevlisinden hareketle isimlendirme
gerekir ise Türklerin o dönemdeki dinine Şamanizm değil belki Kamizm
denilebilirdi.
Hal
bu olunca; Lamaizm, Manihaizm, Budizm, İsevilik ve Museviliğin bir çok
mezhebi
ile Muhammedi
olmadan evvel tanış olmuş Türklerin eski dinlerinden söz ederken, Gök
Tanrı İnanç
sisteminden bahsetmiş olacağız.
İçlerinde
bid’ad, hurafe ve hatta şirkin de bulunabileceği bu tespitleri yapıp
bildiriye dönüştürmenin
amacına gelince, bunlar, geldiğimiz yerlerden getirdiğimiz, gelip
yerleştiğimiz yerlerde
bulduğumuz birlikte yaşadığımız halklarla birlikte ürettiğimiz, eğrisi
ile
doğrusu ile bize
ait olan bizi biz yapan bizim halkımızın kültür ürünleridirler. Bunları
ayıklamak, ilme, dine
ve kültüre uygun hale getirebilmek de bizim işimizdir. Bunlar bize uzak
geçmişimizin hatıralarıdır.
Bunlardan hareketle Türk kültürlü coğrafyayı dolaşabilir ve bunlardan
hareketle mitolojik
dönemimize seyahat edebiliriz. Bunlardır Rizeli ile Mersinliği,
Bitlisli ile
Bursalıyı aynı
kıran değerlerimiz.
Rize
ve çevresi bazında ele alınarak yapılan bu çalışma, bir noktada metot
formatı
daoluşturabilir.
Bu metodu bir Rizeli olan hocam Dursun Yıldırım’a borçluyum. Bu türden
denemeler
sürdürüldükçe, giderek tezimiz Türkiye çapında ve nihayet Türk
kültür coğrafyasında
uygulama alanı bulabilir. Bizim evvelce Doğu Anadolu genelinde
(Y.Kalafat,a.g.e.)
ve Kars örneğinde olduğu gibi iller bazında da çalışmalarımız
olmuştu. (Y.Kalafat,“Eski
Türk İnançlarının Kars Yöresinde İzleri” 4. Milletlerarası Türk Halk
Kültürü
Kongresi Bildirileri,
Ankara, 1992, s.149-169; Eskişehir ve Yöresinde Eski Türk İnançlarının
İzleri, VIII.Uluslararası
Türk Halk Edebiyatı Semineri (7-9 Mayıs 2000, Eskişehir), Eskişehir
2002, 139-145;
Bayburt ve Çevresinde Eski Türk İnançlarının İzleri”,Bayburt’un Sesi,
Şubat
1998, S.12,
s. 22-23; Kuzey Irak’da Eski Türk İnançlarının İzleri” Erciyes
Üniversitesi
Türk Kültür ve
sanat Tarihi İçerisinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu sempozyumu 30 Mayıs
1992 Kayseri))
Bu
türden malzemenin tespit ve değerlendirilmesi, bize halk kültür dilinin
önemini
de göstermiş
olacaktır. Bize göre millet hayatında halk kültürünün dili, halkın
yerel olan anadilinden
ileri bir öneme sahiptir.Zira ortak milli dilin kaynaklarından birisi
halk
kültürü dili
iken, yerel dillerimizin farklılığına rağmen, halk kültürümüzün dili
veya
halkımızın kültür dili
aynıdır. Rize’de veya herhangi bir yerde birçok kimse Lazca
bilmeyebilir, ancak
Alkarısıveya
Yağmur duası inanç kültürü Lazca konuşanlarla konuşamayanlar arasında
farklılık
arz etmez.
Zira bu halkların halk kültürleri dili birdir. Bu gerçek Zazalar ve
Çeçenler
için de aynıdır,
ve bu sonuç doğaldır. Çünkü bu insanlar aynı kültür coğrafyasının
mensubudurlar.
Coğrafi
sınırlama olarak; Rize merkez ilçe, Ardeşen, Çamlıhemşin, Çayeli,
Derepazarı, Güneysu,
Fındıklı, Hemşin, İkizdere, İyidere, Kalkandere, Pazar yöreleri ile
bazen da Sürmene
gibi yakın diğer ilçeleri aldık. Kullandığımız malzemeyi çıkarmış
olduğumuz alandan
derlenilmiş bilgilerin fişleri ve Rize yapılmış yayınlardan
edindik. (Fehmi
Rasim Çelik,
Orhan Naci Ak, Rize Kültür Derlemeleri, Rize Halk Eğitim Müdürlüğü
Yayınları
7, Rize
1999) Karşılaştırmalar ve değerlendirmeler bize aittir.
Ele
alacağımız konular hayatın doğum, evlilik, ölüm gibi safhalarından
olacaktır.
Bu arada bereket,
uğur, tılsım, güneş, ay gibi objelerden yola çıktığımız da olacak.
Bunları
aralarındaki bağlantılar
ve Türk kültürünün içerindeki yerleri üzerinde dumaya çalışacağız.
METİN
Türk
halk inançlarında sayıları tek veya çift olmalarına bazı manalar
verilir.
Cenaze yerine taziyeye
gidene tek tabakta servis yapılır. İkram edilen çay veya kahverinin
yenilenmesi istenilmez
bu yeni bir acıya işaret eder. Düğün evinde ise bunun tersi uygulanır,
böylece
yeni bir
mutluluk temenni edilmiş olunur inancı vardır. Toplu çocuk
sünnetlerinin de tek
olmaması istenir.
Çocuk sayısı çift sayıya tamamlanır. Aday çocuk bulunamaz ise bir horoz
kesilerek dökülen
kanın sayısı çifte tamamlanmak istenir. Rize Merkez ilçede, düğün
alayında 7
çift 1 tek
sayma uygulaması vardı. Alayın önde gelen 15 kişisini 7 çift ve 1 tek
diye
sayılır. Bu yapılmazsa
gelinin ayaklarının dolaşacağına inanılır.(F.R.Çelik, O.N.Ak, Rize
Kültür Derlemeleri,
Rize, 1999, s.13)
Rize
merkez ilçede baba evinden çıkan gelinin koca evine gidişinde yolu
delikanlılartarafından
ip gerilerek veya sırık uzatılarak kesilir, bahşiş alındıktan sonra yol
açılır,
bahşiş, alan
genç havaya ateş eder. (F.R.Çelik-O.N.Ak, a.g.e. s.13) Ardeşen’de yolun
açılması sağlandıktan
sonra yol boyunca “Yol Havası” çalınır. Düğünlerde çeşitli şekillerde
yol kesmek
haktır. Anadolu’nun bazı yörelerinde alınan bu bahşişe “Yol Hakkı”
denir. Bazı yörelerde
de gelin yeni evine giderke başka bir köyden geçmek zorunda kalabilir.
Bu durumda
kesilen yoldan alınan bahşişe ise, “Toprak Bastı Hakkı” denir. Bunlar
aynı
zamanda birer
saçıdırlar. Çeşitli vesileler yaratılarak çok sayıda kişinin hayır
duasını
almak hoşnutluğunu
kazanmak amaçlanmıştır. Nitekim Ardeşen’de gelinin kardeşlerden birisi
“Kardeş
hakkı” ve gelinin dayısı da “dayı Hakkı” isterler. Çayeli’nde gelin
olacak
kızın yakınlarına
verilecek paraya “Hak” denir. “Emice Hakkı”, “Dayı Hakkı”, “Agabey
Hakkı”gibi.
Pazar’da
gelin oğlan evinden, babasının evine bir gece klıp dönmesine ise, “Yol
Açmak” denir.
Anadolu’nun iç ve doğu kesimlerinde bunun ismi “Ayak Açmak” dır.
“Kapılık”
ise gelin yeni evine girmeden kardeşleri tarafından kapının kesilip
gelin için
kayınpeder
veya Kayın valideden ciddi hediye alınmasıdır. (F.R.Çelik-O.N.Ak.a.g.e.
s.14)
Bu uygulama
da kültür coğrafyamızda çok yaygındır. Ancak oğlan evinin kapısının
gelinin kardeşleri
tarafından kesilmesi şeklindeki uygulamaya ilk defa rastlıyoruz. Daha
ziyade,
gelin attan
inerken veya evin eşiğinden girecekken bu talepte bulunulur ve alınır.
Buna
“Kapı Hakkı”
denildiği de olur. Buradaki incelik ileride göstermeğe çalışacağımız
diğer
örneklerde de
olduğu gibi, ilişkiler hak üzerine kurulmuştur. Haklaşmak esastır.
Kaçınılan
husus haksızlıktır.
Rize
yöresindeki gelinin ayağının koca evine girdiği ilk gün eltisi veya
halası
tarafındanyıkanması
uygulamasına biz Anadolu’da pek rastlamadık. Özbekistan’dan yaptığımız
tespitler arasında
böyle bir uygulama vardı ki (Y.Kalafat-C.Türkeroğlu-M Muratoğlu,
Özbekistan-Anadolu
Karşılaştırmalı Türk Halk İnançları, Ankara, 1995) orada yanılmıyorsak
kayın
valide yıkıyordu.
Rize’deki uygulamada gelinin çorabından yıkama esnasında çıkan parayı,
yıkama işlemini
yapan alır ki, bu da bir hoşnutluk vesilesidir. “Kaynana Horonu” nda
kemençecinin “kemençeyi
yıkaması” da bu türden bir zihniyetin sonucudur. Kemençeciye bahşiş
verilir böylece
onun da muhtemel kıskançlığı veya nazarı önlenilmiş olunur. Anadolu ve
Azerbaycan’da
mutlu olaylar ıslatılır. Terfi eden memur, sınıf geçen öğrenciden
kutlama anlamında
ıslatması istenir. Gelin pastasının kesilmesinde garsonlar bıçak
kesmiyor veya damat
tıraşında ustura kesmiyor denilerek para alınması veya verilmesi gibi
bir
uygulamadır.
Ayağı
yıkanan gelini, yıkanması suretiyle uğuru açılmış uğurlu olması
sağlanılmış
olmainancını
bize düşündürüyor. İnsanoğlu’nun ayağının uğuruna veya tersine
inanılır.(Y.
Kalafat, “Türk
Dünyasında Karşılaştırmalı Ayak ve Ayakkabı İle İlgili İnançlar”, Türk
Folkloru, Mart 1999,
S.99, s.15-16) Ardeşen yayla yolundaki halkın öptüğü “Peygamber ayak
izleri”
dediği izler
bu neviden uğuruna hayırına inanılan izlerdir. Topkapı sarayında Hz.
Muhammedin
ayak izlerinde
olduğu gibi, biz İran’da Gademgah denilen mevkide Hz. Hüseyin’e ait
olduğu
ifade edilen
ve kutsal muamelesi gören izler resimlemiştik. Hemşin’de 14 Ocak’da sağ
ayakla başlatılan
hareket berekete sol ayakla başlatılan ise kıtlığa delalet eder.
Rize’deki
erkeklerin ve kadınların isimleri ile çağrılmayıp, kadınları eşlerine “
O adam”
yaşlıise
“ihtiyar”, “uşakların babası” “usta”, “Hacı” ve erkeklerin de eşleri
için
“uşakların anası”, “ev
sahibi” demesi veya nereden gelin gelmiş ise başlangıçta “Sürmeneli”
gibi ve
geriden gelenler
nesillerce de “Sürmeneli Gelin”, “Sürmeneli Nene” diye seslenmesi
ileride değinmeye
çalışacağız gibi bir sakınma şeklidir. İsmin görünmeyen ve zararlı
olabilecek güçlerden
sakınılması içindir. Bu bir nevi iyi saatte olsunların nefsinden
korunmak
içindir. Bir çok
yerde güzel çocuklara isimleri ile hitap edilmez. Çok kere onlara
çirkin
isimler konularak korunmaları
sağlanır. Hatta yeni gelinin uzun süre kayın valide ve kayın pederin
yanında sesini
sakınması da bize göre bu inancın başka bir tezahürüdür. Nitekim
Rize’de “kaçma sakınma”
olarak bilinen uygulamada “Yedi Günü” diye bilinen bir uygulama vardır
ki, buna göre
bu süre zarfında gelin kaynana ve kaynatası ile konuşmaz, süre dolunca
el öper
hediye alıp
daha sonra konuşur.İslami döneme girildikten sonra bu sakınca Allah’a
sığınılarak giderilmiştir.
Mesela kaç çocuğu olduğu sorulan kimse “Allah bağışlarsa 2 oğlum var”
veya “Ellerinizden
öper 2 oğlum var” şekline dönüşmüştür ki iki tespit arasında bize göre
bir bağıntı
olmalıdır. Keza eşi için Köroğlu” diyerek eşinin ismini vermekten adeta
ar eden
erkek esasen
onu aşağılamak için değil çok kere yabancı erkeğe karşı korumuş olur.
Hatta
buradaki Köroğlu
bize göre Ayvazın Köroğlusu değil Koroğlu’dur. Bu ocağın kor’un piri
iyesi anlamında
olmalıdır. Zira hanımları için erkekler evin sahibi derler. Türk kültür
coğrafyasındagelin
bebek yaşındaki kaynına ve aynı yaştaki eltisine ömür boyu bu saygıyı
gösterir. Konunun
ayrıntısına girmek uzamasına sebep olabilir (Y.Kalafat, “Kayseri
Çevresi
Örnekleri ile
halk İnançlarımızda Korunma ve Kurtulma Yöntemler”, Kayseri ve Yöresi
Kültür
Sanat Edebiyat
Bilgi Şölen, 13 Nisan 2001, s. 397-401).
Nazardan
korunmak için Çocukların yüzlerine kömür sürülerek güzellikleri
saklanırken bu uygulama
bazı yerlerde çok güzel genç gelinler için de yapılır. Hatta yeni
sağılmış
ineğin süt kabına
da bir parça kömür atılır. Kömürün hikmeti kara oluşundan ve ocak ile
olan bağlantısından
geliyor olabilir Pazar’da fıtık hastalığı için yumurtanın üzeri kömürle
çizilerek duası
okunur ve bir beze sarılan yumurta yanmakta olan ocağın önüne asılır,
yumurta koruyana
kadar hasta iyi olur.
Nazardan
korunmak ve kurtulmak için nuska/muska yapılır. Nazar mala, canlıya
cansıza her türlü
imrenilen şeye vurabilir. Nuska sadece nazara karşı yapılmaz,
etkilenmek
istenilen her davranış
ve düşünce ve his için nuska/muska yapılır.
“Vereyim
sana nişan
Nuskamın
gümüşünden
Niye
anlamayısun
Bu
sevdalık işinden”
“Bir
nuska yaptıralum
Camedeki
hocaya
Kaldun
baban evinde
Tez
gidesun kocaya”
Yumurta
ile ilgili inançlar da vardır ama bunları eski Türk inançları ile
bağdaştırmak
çok kolay
değildir. Belki Od/Ocak bağlantısı kurulabilir. Yumurtasını yiyen tavuk
için
eleğin içerisine
ateş külü konur, bu kül kümesin üzerine dualar okunarak elenir böylece
tavuğun
yumurtasını
yemekten vazgeçeceğine inanılır. <>
Türk
halk inançlarında geniş yer tutan bağlamak ve bağlanmanın da Rize halk
kültüründe geniş
yeri vardır: Kollar Göğüsün üzerinde bağlanmaz, uğursuzluk getireceği
ve
kısmetin kesilmesine
yol açacağı inancı vardır. Kars tarafındaki Karadenizlilerdeki bir
inanca göre böyle
yapan çocuk yetim kalırmış Rize yöresinde kurban bayramında eve et
gireceği
zaman loğusa
ve bebek ayağa kaldırılır . Kurban etinin loğusayı basacağına
inanılır.Çelik ve
Ak’ın Hemşin’den
yaptıkları bir tespite göre; Hemşin’de cenaze geçerken cenazeden daha
aşağıda kalmanın
özellikle kadın ve çocukları etkilediği onların üzerinde “baskınlık”
denilen
bir halsizliğe
sebep olduğuna inanılır ve korunmak için de cenaze geçerken kadın ve
çocuklar yolun
veya evin üst tarafına çıkarılırdı. İç ve Doğu Anadolu’da kırkı
çıkmamış kadın
ve bebeğin
cenazenin olduğu yerde bulundurulmaları uygun bulunmaz Bu inanç
Özbekistan Türklerinde
de yaşamaktadır. Kırkı çıkmamış bebeğin bulunduğu eve et getirilir ise,
bebek evin
üst salonuna götürülür ve beşiği ile birlikte etin seviyesinden
yukarıda
tutulur. Bize göre buradaki
inanç inceliği ilgili hayvanın kırkı ile bebeğin kırklarının
karışmaları
suretiyle hayvanın
bebeği basacağı inancıdır. Zira Doğu Anadolu’dan yaptığımız bir
tespitte
bebeğin kırkı
çıkarılırken bilinen bir çok hayvanın ismi sayılarak kırklarının
karışmaması
istenilir. Yine
kırkı çıkmamış bir bebeğin rahatsızlığının giderilebilmesi için
sağaltıcı
kadının tedavi süresinde
bir çok hayvanın ismini söyleyip onları adeta sesleri ile taklit ederek
dua
ettiğini annemden
dinlemiştim ki, söz konusu hasta kardeşimdi.
Pazar’da
zamanı geldiği halde ayağını yere basamayan çocuğa “Basılmış” denir.
Basılmış çocukların
tedavisi için bunların ayakları bir iple bağlanır ve namazdan ilk
çıkana bu ip kestirilir
Basılmak- basmak hayatın diğer safhalarında da görülür. (Y.Kalafat,
“Balıkesir
ve Yöresi
Örnekleri ile halk İnançlarımızda Basmak ve Basılmak Kavramları ve
Mahiyetleri” Birinci
Balıkesir Kültür Araştırmaları Sempozyum Bildirileri 01-02 Hairan 1998,
Balıkesir 1999,
s. 418-422))
Güneysu
halk kültüründe “Enişteyi Bağlamak” diye bilinen ve damadın yakınları
tarafından yapılan
bir şaka türü vardır ki mahiyeti tamamen farklı olup, enişteden ziyafet
türü
bir şeyler koparmak
için yapılır. Bu uygulama Pazar’da da vardır.
Eşik
konusuna tekrar dönecek olmamıza rağmen Rize’de tarla işleri çimlerin
kesilmesi, yaprakların
toplanılması, kışlık odunun hazırlanması, gübrelerin taşınması,
kendirlerin taranması
harmanın ayıklanması üzüm ve benzerlerinin toplanılması komşularla
birlikte yapılır
cenazede, düğünde, hastalıkta çevre halkı birlikte hareket eder. Eve
gelmiş
misafir adeta
köyün de misafiridir. Evlerde misafir yatağı, misafir yorganı, misafir
yastığı,
misafir çarşafı
olurdu. Biz bu tespitleri Kars’ta dünyaya gelmiş ve orada yetişmiş
Sürmeneli
bir ailenin
ferdi olarak evimizden de biliyoruz. Bu açıklamanın inanç boyutuna
gelince, ev
gibi, köyünde
adeta eşiği kapısı vardı. Asker ve hacı uğurlamak veya karşılamak.
Gelin
alaylarını uğurlamak
veya karşılamak keza közün eşiğinde oludu. Mesela muhtaç birisi veya
düşmanlık güden
birisi için “geldi kapıya dayandı” denildiği gibi “çıkıp köye kadar
geldi,
geldi köyün eşiğine
dayandı” da denilir. Evin eşiğine dayanıp yardım isteyen suçluya farklı
bir
şefkat gösterilirdi
o adeta sığınmıştır. Eşikten içeriye girilince kötü niyet dışarıda
bırakılır. O
evin, o köyün
bir ferdi gibi samimi davarnılır ve samimiyet görülürdü.Çayeli’nde,
diğer yörelerimizde
de bir şekilde yaşamakta olan “Evin Sırrı” kavramı vardır ki
gerektiğinde sığınan
kimse ile, evin çocuklarından saklanan husus bu şahısla paylaşıldığı
dahi
olmuştur. Aile
veya köy ıçin yapılan bu tanımlama vatan toprağı için de geçerli idi ve
bu
sınırlar kutsaldı,
Halk inançlarımıza göre evi olduğu gibi ve köyü olduğu gibi vatan
topraklarını
da koruyan
görünmeyen güçler vardı, haneyi ve yaşanılan toprağı kutsal kılan aynı
zamanda
bu güçlerdi.
(Y. Kalafat, “Milli Sınır Anlayışımızın Halk İnançlarımızdaki
Kökleri”,Serhat
kültür Fahrettin
Kırzıoğlu Hatıra sayısı, Mayıs-Haziran 2006, s.36-38) Her evde Cuma
akşamları Yasini
Şerif okunmasının veya ölünün kırkına hatimin yetiştirilmesindeki
hikmetlerden
birisi geçmişlerin
ruhu için ise diğer bir sebep de “yüzü suyu hürmetine” felaketlerden
Allah indinde
koruduğuna inanılanlardı. Bunlar sadece savaş zamanı yardıma gelmiyor,
kuraklıktan tutun
da her türlü felaketlerde bu toprakların insanlarına yardımcı
oluyorlardı.
Rize’de
de eşikle ilgili inançlar vardır. Kapının eşiğine oturan kişinin
iftiraya
uğrayacağına inanılır.
Pazar’daki
“Kapılık” uygulamasına göre, gelinin indiği ata gelinin kardeşi yoksa
yakın
akrabalarından biri biner ve atı eşiğe sürerek bahşiş ister. Bu da bir
hak
türüdür ve eşikte
cereyan etmiş olması eşik inancı ile ilgili olmalı. “Sofra Kesme” oğlan
evine
şakacıktan sorun
çıkarmak için yapılan ve olmadık taleplerde bulunmanın Pazar’daki
ismidir.
Rize’de evlerin
eşiklerinin altında evin koruyucusu olduğuna inanılan ve ev halkına
dokunmayan beyaz
bir yılanın varlığına da inanılırdı.
Rize
yağmurlu olduğu için burada yağmur duasına pek ihtiyaç olmaması
doğaldır.
Rize’de ihtiyaç
duyulan yağmur değil güneş olmalı. Bununla beraber, dere kenarından taş
toplayıp dereye
atılması veya yağmur duasında parmakların aşağıya gelecek şekilde
tutulmasının örnekleri
bu bölgede de görülmüştür.Araştırmacı Çelik ve Ak’ın tesbitleri
arasında cenaze namazında
yağmur duasının yapılmış olması da vardır ki, biz bu tespite ilk defa
rastladık.
Parmakların
aşağıya doğru tutulması ters inancı ile ilgilidir. Erbil’de şahit
olduğumuz bir duada
düşmanların kahrolması hoca tarafından istenirken cemaat ellerini
aşağıya doğru
amin duruşunun
tersine bir biçimde tutmuştu. Kara kura basan kimse ondan kurtulması
için git falan
değil, gel gitme gibi ifadeler kullanmalıymış. Bunun çok örnekleri
vardır ve
halk inanç kültürümüze
ters motifi olarak geçmiştir. (Y.Kalafat, “Türk Halk İnançlarında Ters
Motifi”
A.Çaycı’ya
Armağan, Ankara, 1995, s.297-307) Bu çalışmamızda bunun başka
örneklerini de göreceğiz.
Nasreddin Hoca’nın Eşeğine ters binişi de bu kara iye ile izah
edilmektedir.
Rize
halk inançlarında da tersle ilgili inançlar vardır. Mesela giysisini
ters giyen
birisinin işlerinin
ters gideceğine inanılır. Evinden sabahleyin çıkan bir kimsenin
işlerinin ters
gitmesi karşılaşmış
olduğu uğursuz kişi ile de ilişkilendirilir.Çayeli’nde elçiliğe giden
kimsenin
iç çamaşırını
ters giyer ise işinin olacağına inanılır. Bu uygulama Kars yöresinde
kız evinin olumsuz
cevap vermesi ihtimaline binaen yapılır. Yani olumsuzun olumsuzluğu
giderek olumluluğu
doğurabileceği mantığı ile hareket edilmiş olunur. Bir dönem
Fındıklı’da kız istemeye
gidenler ceketlerini ter giyerlerdi. Birçok yerde olduğu gibi
Çayeli’nde de
bıçak makas
ve köpüklü sabun ya yere konularak verilecek kimseye verilmiş olunur
veya elin
tersi ile
uzatılır aksi halde kavga çıkacağına inanılır.Pazar’da kısmeti bağlı
kişinin
kısmetinin açılması
için hocanın namaz kıldığı seccade ters çevrilir. Bu tespitte bağın
açılması
ile ters motifi
bir araya gelmiş ve İslami bir giysiye bürünmüştür. Adeta kısmeti
bağlayan kara
iye aksi
istikamete yönlendirilmiştir. Anadolu’nun bir çok yerinde namazdan
sonra
seccadenin
köşesi
kıvrılır. İfadeye göre bu yapılmaz ise şeytan o seccadede namaz
kılarmış. Bu
konuya uğurluluk
ve uğursuzluk ayrıca kişi oğlu ile ilgili yapacağımız açıklamalar
münasebeti
ile de değinebiliriz.
Anadolu’nun
sair bazı yerlerinde mesela Kars’ta da olduğu gibi uçan kuşun insanın
üzerine pislemesi
uğur alameti olarak algılanır. “Başına devlet kuşu konacak, kondu”
denilir” Akşamdan
sonra kediye bulaşma uğursuzluk sayılır ki, kediye bulaşma onun tekin
olmaması
bilhassa
kara kediden sakınılması gerektiği inancı diğer bölgelerimizde de
yaygındır.
Eski hesap
yılbaşı 14 Ocak’a “koca karı yılbaşısı” denirdi. Bu gün sabahleyin eve
kimseler gelmeden
bir kap su getirilir ve evin içine serpilirdi. İlk gelen kimsenin
ayağının
uğuruna göre
o yılın uğurlu geçip geçmeyeceğine inanılırken, gelen kişi erkek ise
yılın
uğuruna inanılırdı.
Bunu andıran inançlar ve uygulamalar az farklarla Trabzon yöresinde de
yaşamaktadır.
Biz Nahcıvan’da Nevruz günü sabahleyin güneş doğmadan alınıp evin dört
köşesine
serpilecek “ Ham Su” yun bereketlere vesile olacağını tesbit etmiştik.
Yanılmıyorsak bu
suya Trabzon yöresinde “Gün görmemiş Su” denilmektedir. Fındıklı halk
nasihatları arasında,
“yemek ağzında konuşma , kapalı yerde su içme” gibi nasihat var ki,
kapalı
yerde neden
su içilmemesi gerektiğine bir anlam veremedik.
Basmak-
basılmak, uğurlu-uğursuz olmak gibi kara iyeler içerikli bir inanç
şekli de bağlanmak-
bağdan kurtulmaktır. Kolları göğüste bağlanmasına değinmiştik. Rize
merkez ilçe çevresinde
;düğün arifesinde yere çivi çakılması, ipe düğüm atılması anahtarla bir
kilidin kitlenilmesi
damadın bağlanılması anlamına gelir. Çivi çakmak daha ziyade türbelerin
gönderlerine
niyetlenme adına yapıldığı bilinen batı Anadolu ve kuzey Afganistan’da
görülen bir
uygulamadır. Diş ağrısının tedavisi için 7 uyurların mağarasına çivi
çakılır.Derepazarı’nda kapı
üstüne çivi çakılarak korkuluk kaldırılması tedavisi yapılır Düğüm atma
iple
veya parmaklarla
bağlamaya matuf bir büyü şeklidir. Anahtar açmak anahtar kapamak,
anahtarla kısmet
bağlamak ve açmak da keza çok yaygın büğü türleridir. Damadı ve gelini
başlamak, bağlanmalarına
karşı tedbirler almak bağdan kurtulmalarını sağlamak halk kültürümüzde
geniş
uygulama biçimleri bilinen bir büyü türüdür. (Y. Kalafat, “Alanya
Yöresinde
Kilit-Bağ, Kitlenmek-Bağlanmak”
Alanya Tarih ve Kültür Semineri III, Alanya 2004, s.492-496)
Rize
merkezde olmamakla beraber yayla bağıntılı olan kesimde geçmişte “Güneş
Duası” yapılırdı.
Biz Fırat havzasında karın yağması veya durması ile ilgili olarak Ahmet
Buran’ın yaptığı
çalışmaları hatırlıyoruz. Duanın şekli ve bilhassa amacını bağlı olarak
ihtiyacın mahiyeti
belirlemektedir. Yağmur duası için Rize yöresinde “Bubirdak”
düzenlenirdi. Buuygulama
Doğu Anadolu’daki “Godi Godi” veya “Çömçe Gelin” mahiyetli bir
uygulamadır. Biz
bu inancın uzantılarını Kuzey Afganistan deki Hazara Türkleri arasında
da
tespit etmiştik. Bubirdak’da
benzerleri gibi çalı süpürgesinin kız gibi giydirilip çocukların onun
arkasına takılıp
evlerden yenilecek bir şeyler isteyip onları pişirilip yemesi şeklinde
olur. Bu
arada çocuklar
kendi dillerince kafiyeli söylemlerle dileklerini anlatırlar.
Ellerindeki kıl
torbanın ismi
“kıtlaman” ve pişirecekleri küçük kazanın ismi de “cuga” dır. Çocuklar
güneş isterlerken,
“Bu
bir dağım
bur ister
Kaşık
kaşık yağ ister
Kadelden
kaymak ister,
Un
torbasından un ister,
Kintamandan
tuz ister,
Allah’tan
kırmızı güneş ister”
Derler
ki, bu duanın Azerbaycan’daki bitiş şeklinde “Kızıl gün ister şeklinde
ifadeler kullanılır.
Bubirdak, Godi Godi veya Çömçe Gelin bir dönem mutlak olana verilen
isim mi idi,
veya mutlak olanın sıfatlarından birinin mi ismi idi, Beklide mutlak
olanın
yerel dildeki ismi
veya görevli meleğin ismi idi. Bunları bilemiyoruz, konunun dışına
çıkıp inanç etimolojisi
de yapmayı doğru bulmuyoruz.
Bu
birdak
merasimi münasebeti ile asıl üzerinde durulacak husus çocuklar
yemeklerini pişirirlerken,
yemeğe konulacak evlerden toplanılmış yağdan bir miktarcık sağa sola ve
havaya
atarlarken “Allah’ım yarın kırmızı güneş ver” demiş olmalarıdır. Burada
çok
ciddi bir
inanç
fenomeni dini tabakalaşma eski inanca son din olan İslamın giysisinin
giydirildiğini görüyoruz.
Bubirdak Allah inancının içerisine yerleştirilmiştir. Sağa sola
yağlardan birer parça
atılması görünmeyenlere, od, yer ve ev iyelerine yapılan saçıdır. Adeta
Ayetel
Kürsüyü okuyup
yeni cihete üflenilmesinin bir veriyantı mıdır? Biz Hakasya’da Altay’da
piknik yaptığımız
ev sahibi soydaşlarla yiyeceklerimizden çevreye sembolik saçılar
yapmıştık rahmetli
kayınvalidem yağ eritirken veya hamur yoğururken bir parçacık fırlatıp
evin
damına yapıştırırmış,
Rahmetli annem de kayınvalidesinden böyle bir uygulama gördüğünü
hatırlardı. Bubirdak,
Hemşin’de “Ablik-Bublik” olarak bilinir ve duası biraz farklıdır;
“Ablik
Bublik ne istersin?
Bir
kaşık yağ isterim,
Tekneden
kaymak isterim
Verene
bir koç oğlan
Ermeyene
kör, topal kız,
O
da yansın ateşe”
Şeklinde
karşılıklı iki gruba ayrılmış çocukların eğlencesi şeklinde sürer gider.
Rize’de
olduğu gibi kültür coğrafyamızın diğer yörelerinde de süpürge etrafında
hayli
inanç gelişmiştir.
Gidenin arkasından ağlanılmayacağı gibi ev de süpürülmez,
süpürge
yapılmaz. Bazı
yörelerimizde görülen Cuma Salası esnasında evin süpürülmeyeceği inancı
Rize
merkez halkında
yoktur. Ardeşen’de bir kimsenin üzerine doğru süpürülür ise o kimsenin
erkek kardeşine
kötülük geleceğine inanılır. Kars yöresinde üzerine maksatlı olarak
süpürge
vurulan kimsenin
iftiraya uğrayacağına inanılır. İftiradan korunmak için süpürgeye
tükürür gibi
tu tu tu
denilmelidir. Çayeli’nde “fit öteye fit beriye fit kapının dibine”
bilmece
dilinde süpürge demektir.
Hemşin’de evdeki ve konu komşudaki süpürgelerin toplanılıp yakılması
halinde havaların
ısınacağı inancı vardır. Pazar’da nazar almış inek için yapılan nazar
tılsımında biber
ve kömürün yanı sıra süpürge çöpü de vardır. Pazar’daki süpürge ile
ilgili bir
diğer inanca
göre, evden birisi dışarıya çıkmış ise, kaza geçirmemesi için o gün ev
süpürülmez.
Nazar
alan ineğin tedavisi için hazırlanan karışım bir tavada yakılıp inek
tütsüsüne
tutulur. Anadolu’nun
bazı yörelerinde süpürge otu ve tohumu üzerlik gibi kullanılır.
Süpürgeden nazarlık
yapılır. Sürmene dolaylarında gece ev süpürülmez, üzerine süpürülen
şahısın
yavaş yavaş
ölüme gideceğine inanılır. Ev süpürülürken süpürge başkasına dokunursa
o
kişinin büyümeyeceğine
inanılır bu şerrin tesirinden kurtulmak için süpürgeye tükürmesi
gerekir. (M. Bilgin,
Ö.Yıldırım, Sürmene, İstanbul 1990, s.612-613)
Rize’de
her yaşlı ölüm günü için “Kefenlik” diye bilinen kendirden yapılmış bir
kumaş
ve cenazeye
dağıtmak üzere peşkirler ve miktarda definde kullanılmak üzere para
hazırlardı. Bu paraya
“Gömülmelik” denilirdi. Anadolu’da bunun diğer adı “kefen parası” veya
“Defin Parası”
dır. Taraflar arasında ihtilaf çıkar helalık alınamaz ise, haksızlığa
uğradığına inanan kimse
muhatabına “kefen Paran olsun” derken hayırını görme ölürsün inşallah
demiş olmaktadır.
Bunlara hiç el sürülmez bunlar adeta o gün için adanmışlardır. Batı
Anadolu’da tabutun
üzerine örtmek üzere bir halımsı kumaş dokunur. Bu da adanılmış bir
örtüdür. Bu
da kurbanlık
hayvanın adanılıp başka maksat için kullanılmayacağı binit, sütü, yünü
alınmayacağı
gibi bu örtü de kullanılmadan muhafaza edilir.
Rize
yöresinde ölüye yakınları sesli ağlarlar ve buna “sayı kurarar ağlama”
denir.(Çelik-Ak, a.g.e.
s.47) Türk inanç kültüründe yasta sesli ağlamak Gök Türk çağına kadar
uzanmaktadır. İslamiyet
fazla abartılı ağlamayı İslam olarak kabul edip onaylamamıştır. Türk
kültürlü coğrafyada
ağlamak, ağlayarak ağıt yakmak, ağıt-destanlar meydana getirmek, ağlama
merasimine
yuğ ve ağlamayıcı kafiyeli ve coşkulu hale getirmeye sığıtcı
denildiğini
biliyoruz (Abdulkadir
İnan, Eski Türk Dini Tarihi, s.1, 18, 20; Y.Kalafat, Doğu Anadolu’da
eski Türk İnançlarını
İzleri, s.209-210) Ancak Rize’de bu tabire henüz bir anlam veremedik.
Yakınları tarafından
ölünün sesli ağlamasına Pazar’da “Okoresğu” denilmektedir Yerel dillerde
farklılaşma
olsa da halk kültürünün dili belirtildiği gibi değişmemektedir. Nitekim
Pazar’da da
ölünün can verdiği odaya bir bardak su konulur ve 40 gün ışığı
söndürülmez ki,
çok yaygın bir
uygulama biçimidir. Rize yöresindeki ölünün gece defnedilmemesi adet ve
inancı
Türk kültür
coğrafyasında çok yaygındır. Akşam güneş batıp hava kararmaya yüz
tutunca
yerlerin bağlanıldığı
söylenir bu saatte ve ondan sonra bir çok şey yapılmaz. Bizim
yorumumuza göre bu
uygulamanın derinliklerinde güneş kültü ile ilgili inançlar saklıdır.
Mesela
bebek bezi dışarıda
bırakılmaz, eşikten dışarıya sıcak su dökülmez, ağaç dikilmez. Akşamın
hayrı sabahın
şerrine tercih edilir. Rize’de de yaşayan bu hususla ilgili tespitlere
göre
gece tırnak kesilmez,
aynaya bakılmaz, idrar dışarıya dökülmez tarak artığı saçlar dışarı
atılmaz,
bebeğin ve
loğusanın çamaşırı kırkına kadar dışarı asılmaz Bu bize “Karanlığın
getirdiğinden ve götürdüğünden
sana sığınırım” duasını hatırlatıyor. Rize’de mezarın iki başına
dikilen tahta veya
taşlara “Mezar Patiları” denir. Iskat günü fakirlere havlu, peşkir
ıskat olarak
verilirken, çocuklara
simit, fındık kadınlara tülbent dağıtılırdı. Bize göre bu uygulama da
bir nevi
saçı bir
nevi kansın kurbandır. Hayır işlemeğe, helalık almaya varsa küskünlük
giderilmeğe, sevindirerek
hayır dua almaya matuftur.
Konuya
girerken bir takım habis ruhlar ve bunların zararları ile korunma
şekillerinin olduğundan
bahsetmiştik. Bunlara halk inançları çalışmalarımızda kara iyeler
diyoruz..
İslami terminoloji
ile dillendirmek gerekse, bunlar için belki cin, imamsız cin, şeytan
gibi
tabirler uygun
olabilir. Bunlar ile mikropların bir şekilde bağları var mıdır? Hepsi
için aynı
şey söylenilebilir
mi? İnsan muhayyilesi bunları gerçeklerine rağmen ne şekillere
sokmuştur? Bütün
bunlar üzerinde durulması gereken hususlardır. Bizim bildirimizin
öncelikli
alanı kapsamına
girmemektedirler
Kara
iyeler hayatın her safhasında vardırlar. Hamile kalamayan veya erkek
çocuğu
olmayan çocuğu
veya erkek evladı yaşayamayan bazı hanımlar bunun sebebini kara
iyelerde
aralar. Kısmeti
çıkıp evlenemeyen gençler bilhassa kızlarımızdan bir kısmı kara
iyelerde sebebi ararlar.
İnanca göre zifafta başarılı olamayan çiftlere kara iyeler sebep
olmuştur.
Hamilelik ve loğusalık
dönemlerinde anne ve bebeğin uğrayabileceği hastalık ve ölümlerin de
sebebi
olarak kara
iyeler düşünülmüş ve inanılmıştır. Kara iyelerin insanlar üzerindeki
etkileri
insanlar öldükten
sonra da devam ettiği inancı vardır. Ayağı basamayan çocuktan
konuşamayan çocuğa
ve bir çok daha ziyade psikolojik mahiyetli hastalığın kara iyelerden
geldiğine
inanılır. İye
bilindiği gibi sahip demektir. Birçok gücün çeşitli sahipleri varken,
kara
iyeler bazen bir ve
bazen da birden fazla arazın, tersliğin, istenmeyen gelişmelerin
sahipliğini
yaparlar. Bunun için
insanlardan onlardan korunmak ve kurtulmak için inanç içerikli bazı
uygulamalar geliştirmişlerdir.
Onların yaşadıkları yerler etkili oldukları günün saatleri, insan
hayatının dönemleri
halk inançlarında belirlenilmiştir.
Kara
iyeler, sadece insan sağlığından hareketle onların hayatlarında etkili
olmazlar. İnanca göre
onlar berekette, kuraklıkta, fazla yağışta, güneşsiz geçen günlerde,
İnsanların hastalanmalarında,
çocukların ayaklarını basamamalarında, yeni evlilerin ilk gecelerinde
başarılı
olamamalarında hayvanların ve tarlaların verimlerinde de etkili olurlar
Kara
iyelerin kara
tutumları gibi bir de Ak iyeler vardır. Bunlar da adeta aklayıcı
paklayıcılardır. Kara iyelerin
hışmından korunmak ve kurtulmak için yapılan bir takın inanç içerikli
uygulamalar gibi,
Ak iyelerin de hayırlara vesile olan tutumlarını sağlamak veya
sağlanılmış hayırlara vesile
olan tutumları için şükran belirtmek adına yapılan inanç muhtevalı
tatbikatlar
vardır. İslami
terminoloji ile ak iyeler için belki melek benzetmesi yapılabilir.
İslam her
şey Allah’ın iradesindedir.
Mutlak olan O’dur.
“İlidi
düğün etti,
Liçidiyi
çağırmadı,
Liçidi
de dediki beni niçin çağırmadın
Ben
de seni tutar okurum
Üç
gün üç gece içinde kör ederim, harap ederim”
Sabah
erken saatlerde yapılan bu işlemden 5-10 gün sonra koçaların
döküleceğine
inanılır. Rize
de fasulye ve tuza İhlas süresi okunarak da Koça tedavisi yapılır ki,
bu
taktirde de duası Türkçe’dir
ve yardım Allah’tan dilenir.
Cazı/Cazı
Babaanne, Çamlıhemşin’de Geceleri faaliyet gösteren, kılıktan
kılığa
girebilen,
süt bebeklerinin
onlar diri iken ciğerlerini çıkarıp yiyen bir kara iyedir. Örümcek
şekline dönüştüğüne
dair efsane anlatılır. Loğusanın ve bebeğin ciğerini yediği bu işi
değirmenin harkında
yaptığı Alkarısı için de söylenilir. İri yarı olduğu göğüslerinin
yerlere kadar
değdiği tasvir
edilir. Tatar Türk halk inançlarında da çeşitli şekillere giren kara
iyelerden
söz edilir.
Cazı
diye bilinen kara iye Ali Çelik hocanın Trabzon yöresinden yaptığı
tesbitler
arasında da vardır.
Bu arada Güneysu’dan derlenilmiş bir cazı karısı masalının da varlığını
biliyoruz. Hemşin
yöresindeki algılayışa göre tamamen yaşlı kadın görünümünde olan
cazının 1
parmak uzunluğunda
bir kuyruğu vardır. Gece faaliyet gösterir her kılığa girebilir ve daha
ziyade örümcek
görünümündedir. Evlere bacadan girişi ile bilinir. Elindeki büyülü
toprağı
serpmek suretiyle
derin uykuya girmesini sağladığı annenin bebeğinin ciğerini egiş diye
bilinen
ucu eğri
demir ile çıkarıp yediğine inanılır. Bütün kara iyelerde ortak
özelliklerden
birisi de adeta bebek
ciğeri yemektir. Anadolu masallarında “ölü toprağı” diye bilinen
mezardan
alınmış toprağın
üzerine serpildiği insanı uyuttuğu inancı vardır.
Obur/Hortlak;
Rize kötü insanları ölünce hortlağın çıkacağına inanılırdı obur çıktığı
zamanbeyaz
kefeni sırtında olurdu mezarından çıkar evin karşısına gelir gürültü
yapar,
tereklerdeki soğanları
yere dökermiş. Böyle hallerde “obur yerine git, yerine git” denilmesi
halinde
yerine gideceğine
inanılır.” Oburdan kurtulmak için onun mezarına pelit kazığı ile bir
sepet çakılırmış.
Soğanın da sarımsak hatta turp gibi bazı kara iyeler karşısında
koruyucu
niteliğe sahip
olduğuna inanılır.
Obur,
Hemşin’de Ubur olarak bilinir hayatta iken kötülükler yapmış yaşlı
kadınlarıöldüklerinde
toprağın kabul etmeyeceği definlerin kısa bir süre mezarlarından çıkıp
çıkıp
eskimuhitlerinde
çığlıklar atarak dolaştıklarına inanılır Hortlak veya Ubur’un ceza
olması için Allah
tarafından ayaklarının altına ateş konulduğuna inanılır Ubur veya
hortlağa
silah
işlemeği
inancı da vardır Kendisini görenler veya sesi duyanların 3 defa “Urum
eline”
diye
tekrarlamaları
halinde güneş doğmadan mezarına gitmiş olacağı inancı yaygındır. Ubır
Tatar ve
Kıpçak Türk Coğrafyasında Vampir ve Ubırlı Karak da dişi vampir olarak
bilinir.
Bu tür kelimelerin
inanç etimolojileri yapılırken diğer Türk lehçelerinden bu tür
kelimelerin
doğal
olarak
tam tetkiki yapılmadan kelimenin milli kimliğinin bulunması zor olmakta
ve bu zorluğu
inanç sözlüğü çalışmalarının yapılmamış olması da etkilemektedir.
Congoloz,
Hemşin yöresinde varlığı bilinen bir kara iyedir. Kısa ve iri yapılı
her tarafı
kıllarla bir
yaratıktır. Yılın son ayının son haftası ile ilk ayının ilk haftasında
görülür
özellikle yiyeceklere
ve ambarlara musallat oluşu ile bilinir. Karadan nefret ettiği için
onun
çıkacağı zamanlar
ambar kapıları kömürle karartılırdı. Daha ziyade ikindiden sonra ve
gece
insanların karşısına
çıkar ve demir dili yün tarağı/tapul tarağı ile insanlara zarar
verdiğine
inanılır. Korunmak
için onun sorularına içerisinde kara kelimesi geçecek şekilde cevaplar
verilir. Masela
ismim Kara Mürsel, Kara Köyden geliyorum, Kara Dağa gidiyorum gibi.
Erkek ve dişisinin
de olduğuna inanılan congoloz tarafından beğenilip kaçırılmaya karşı
tedbirli
olmak üzere
kişi “adım Musa, boyum kısa, kendim köse” gibi ifadeler kullanılırmış.
Congoloz
sair zamanında
deniz kenarında elekle ile kum edinmeye çalışırmış ve bu ona verilmiş
bir ceza imiş.
Congolozdaki kömür kara, çirkin görünme ve akşamdan sonra etkili olma
motifleri ilginç
olmalı. Diğer taraftan kara Türk halk tefekküründe adeta bir
koddur.(Y.Kalafat,
“Türk Halk
İnançlarında Kara”, Uluslar arası 4. Türk Kültür Kongresi Bildirileri
Ankara,
s.274-282) Türk
Halk İnançlarında Kara) Congoloz’un ismi ile Cınngoloz ismi arasındaki
benzerlik de anlamlı
olmalı.
Behur
Hemşinden yapılmış bir tespittir. Bu tespiti de Çelik ve Ak’ın
çalışmalarına borçluyuz.
Behur bir özneden ziyade yapılan fiilin adıdır. Çürükay/Temmuzun son
haftası
ile ağustos’un
ilk haftası arasında çok kısa bir yaşanır ki, yıldırım çakması gibi çok
kısadır. Bu olay
suyun içerisindeki canlı ve cansız her şeyi etkilemektedir. Kumaş
parçalarını
çürütür insanların
su ile temas halindeki kısımlarında benekler oluşur. Behur’un bu
tesirinden kurtulabilmek
için suya bir demir parçası veya çivi atılmalıdır. Demirin Behur’u
çekeceği ve canlıların
zarar görmesini önleyeceğine inanılır. Demir’in Türk kültürlü halklarda
koruyuculuğuna
inanılan bir kod olduğu bilinmektedir. Nitekim Hemşin yöresindeki
“Çuh Tedavisi”
nde kızgın ateşte ısıtılmış saban demirinin bakır leğen içerisine
konulduğunu
ve üzerine
yavaş yavaş su döküldüğünü nazardan hastalanmış kimselerin bunun
buharına tutularak
tedavi edildiğini biliyoruz.
Bu
bölgede; gözün seğirmesi hayıra alamet sayılmazken bazı yörelerde sağ
gözün
seğirmesi hayıra
sol gözün seğirmesi şere alamettir. Sağ elin içi kaşınır ise paranın
geleceğine
sol elin içi
kaşınır ise paranın gideceğine yorumlanır. Çayeli nde Ocak ayının 14
inde analı
babalı
çocuğun
ocak demirini yukarıya doğu vurması uğur sayılır ayrıca bereketle, ölüm
haberi niteliğinde
olan, gelecekten haber niteliğinde olan inançlar da vardır.
Zifaf
gecesi gençlerin başarısız olmaları için düşmanları tarafından
bağlanılmaları,
muhtemel bir
bağlamaya kaşı korunma ve bağdan kurtulma inancı Türk kültür
coğrafyasında
yaygın iken,
(Y. Kalafat, a.g.m.) bu inancın bu bölgede de yaşadığını görüyoruz.
Güneysu
bölgesinde çeşitli
bağlama şekilleri vardır. Bunlar “İple bağlama”, bıçakla bağlama” ve
“Silahla bağlama”
dır. İple bağlamada, damadın geçeceği yolun üzerine bir ip konur, damat
bu ipin üzerinden
geçince ip düğümlenir ve böylece bağlanılan damat düğüm çözülünceye
kadar bağlı kalır.
Bıçakla bağlamada damadın geçeceği yolun bir tarafına bıçak diğer
tarafına kını
konur, damat
ikisinin arasından geçince bağlanır kınından çıkarılıncaya kadar bağlı
kalır.
Silahla bağlamaya
gelince silah yolun bir tarafına kurşun karşı tarafına konur, damat
ikisinin arasından
geçince kurşun silaha konulup ateşlenir. Bu usulle bağlanan erkek
sürekli bağlı kalır.
Bağdan korunmak için damat geline elbise kesilmeğe gidileceği gün damat
bir
çarşafın üzerinden
7 defa geçirilir, her defasında çarşafa düğüm atılır. Bu çarşaf damada
çok
yakın birisi
tarafından saklanır ve gerdek gecesi bu düğümler çözülür. Bunu
yaptıracak erkek
zifaf gecesine
kadar çivi çakmaz ve düğüm atmaz. Böylece onu bağlayanların
bağlanacağına inanılır.
Çelik
ve Ak’ın bu konudaki tespitleri bizim yapmış olduğumuz tespitleri
zenginleştirmiştir. Her
üç uygulama da bizim için büyük ölçüde yenidirler Düğüm atılarak
yapılan
bağlama şeklinin
biz evvelce farklı varyantlarını belirlemiştik. Bıçak ile yapılan
uygulama daha
ziyade “Kurt
Ağzı Bağlama” uygulamasını andırıyor.(Y.Kalafat, “Türk Halk
İnançlarında Kurt
Ağzı Bağlamak”
Prof .Dr. Tuncer Gülensoy Armağan Kitabı, Kayseri 2006 baskıda ) Çivi
çakılmasını
biz, ağrı dindirme ve yatır gönderlerine adak bazı bağlanmasından
hatırlıyoruz. Bağlanmadan
korunmak için alınan tedbirler bizim için yöntemin mahiyeti olarak
yabancı değildi.
Aslının Kerem’e olan aşkına mani olamayan Kara Keşiş, onu büğü yoluyla
kendisine nikahlar/bağlar.
Asrı çok istemesine rağmen daha evvel sahiplenildiği için büyüğü yaparak
sahiplenen
izin vermediği için kerem’e kavuşamaz. Böylece bir büyülenmeğe karşı
daha evvel
yapılmış büyü ile engel olunmak istenmiştir.
Hayvanlarla
ilgili inançlara gelince;
Ardeşen’de
çok geniş bir atmaca kültürü vardır. İkizdere’de
ayı tarafından kaçırılan ve bu kaçırılmadan şikayetçi olmayan aile
kuran genç
kız ve
kadın hikayeleri anlatılır.
Pazar’da
Kuku mevsiminde kuku sesi duyulunca eğer yemek yemiş isen, hasta
olunmazmış yememiş
isen kuku kuşu kişiyi yenmiş , basmış olacağı için yıl hastalıklı
geçirilir.
Pazar’da
siyah karga evin etrafında bağırır ise yas alameti olarak algılanır. Bu
inanç
Çayeli nde
de vardır.
Baykuş
kimin evinin önünde öterse o eve felaket getirirmiş Sürmene yöresinde
Baykuş
vikvik diye
öterse hamile hanımın bebeği kız olurmuş, hu-hu diye öter ise hamile
hanım
erkek doğururmuş
(M. Bilgin-Ö.Yıldırım, a.g.e. s.613)
Kedi,
bilhassa kara kedinin ursuzluğu inancı Rize ve dolaylarında da vardır.
Sürmene’deki bir inanca
göre kedi saç ayağının altından geçirilir ise artık yavrulayamaz imiş.
Sabahleyin Kara kedi
görmek o günün uğursuz geçeceği şeklinde yorumlanır (M.
Bilgin-Ö.Yıldırım
a.g.e. a.g.y.).
İyidere’deki
bir deyişe göre “Kurdun adı çıktı çakallar baş koparayı”
Bölgede
Şubat ayı Küçük ay olarak da bilinirken bu aydan 9 gün sonra kurtların
kızan mevsimi
başlar ki “Kurt Kızana Durdu” denir. “Kurt Kızanı” Mart ayının 9 una
kadar
devam eder.
Sürmene limanının barınmaya çok uygun olduğundan bahseden tarihi
kaynaklar
burada “kurt”
diye bilenen bir balık türünün kayıklara zarar verdiklerinden kayıklar
burada barınamazlardı.
(M. Bilgin- Ö.Yıldırım, a.g.y.)
İyidere’deki
bir başka deyişe göre “el elinlan yılana tutma yılana yazıktır”
Çayeli’nde Üzerinde
yılan resmi/turası bulunan ve yılanlı kuruş olarak bilinen paradan kolye
yapanın
boğaz ağrılarının geçeceğine inanılır..Rize’deki yılan duasına göre,
“Yılan
yılan afiye,
Yılan
gider kafiye
Kerpetilen
kel dişi
Bağladım
yılan dışı”
Bu
dua okununca yılan hareket edemezmiş
Bazı
yörelerimizde canlı yılan yakalamak yılan bağlanır ve bunun da kafiyeli
sözleri
vardır;
“Yılan
yılan ağıdım
Yılan
benim tanığım
Yılan
gördüm ağladım
Dört
bir yandan bağladım”
(Prof.
Dr. Zeki
Başar, Halk Hekimliğinde ve Tıp Tarihinde Yılan,Ankara,
1978, s.15)
Bazı
yılan türlerinin insanın gözünün içine bakarak onu büyülemek suretiyle
hareketsiz hale getirdiğine
inanılır Evin
iyesi olarak kabul edilen beyaz yılan evin eşiğinin altında yaşarmış
Loğusaların
göğsünde süt birikmesi olarak bilinen “yılancık” hastalığı okunup
üflenilerek
tedavi
edilir. Bu isimle bilinen ve kemiğe kadar işleyen tedavisi zor bir
iltihabı
hastalık da vardır.
Rize
yöresindeki yılana duyulan güvensizlik anlatılırken “Elun elinlan
yılanı tutma
yazıktır” denir.
Çakalın
çıkardığı gaz ağacın dalında tünemiş olan tavuğu bayıltıp aşağıya
düşürürmüş.
Çakalın
kuduz olup olmadığını test etmek için ısırılan kimse 40 gün uyutulmamak
için
Çakal Düğünü
yapılırdı.
Erkek
çakal uluduğu kapıya uğursuzluk getirir. Keza en köpeğinin uluması da
ölüm
haberi sayılır.
Pardi/Dişi
Çakal bağırdığı zaman yas beklenirmiş
Cazı,
örümcek şekline girerek ocağın bacasından eve girermiş
Ninnilerde
ve çocuk nazlatmalarında Kurt/börü’ye de yer verilir.
Diğer
bazı inançlar, Yumurcak sevimli anlamına geldiği gibi Azrail anlamına da
gelir.(Y.Kalafat,
“Van Gölü Havzası Örnekleri ile Halk İnançlarında Ölüm Meleği” II.Van
Gölü
Havzası Sempozyumu, Bitlis, 04-7 Eylül 2006) Doğu Karadeniz’de ailemden
bildiğim bet
duada “çor vursun o muncurlara” denirdi. Çor Rusça’da kara anlamına
gelirken,
bu dile Kıpçakça’dan
geçtiği de ifade edilmektedir. Yine “Daun/Davun vura o yüzü” denirdi. Daun/Taun
hastalığı bağlantılı mı? Kars yöresinde “Baba çıka sıfatına/suratına
denir. Buradaki
baba, türbedeki aziz anlamına da gelen baba mı, yani babanın hışmına
gelesin manasında
mı? (Y.Kalafat, “Türk Halk İnançlarında Baba İyesinin Mitolojik Boyutu”
VII. Milletlerarası
Türkoloji Kongresi,8-12 Kasım 1999, İstanbul) “Yumurcak vursun o
muncurlara”
tarzındaki Rize bedduasındaki yumurcağın inanç etimolojisi nasıl
yapılmalı? Keza
ander ve kaybana kelimelerini ailemden biliyorum “ander kalasun veya
ander
kaybana kalasın”
ölüm temenni edilince söylenirdi. Bunlardan ander, Kars’ta andır olarak
bilinir
ve “andıra
galasan” şeklinde söylenir. Bu ifadelere çağırım yapan bir de Kada
kelimesi vardır.Doğu
Karadenizde “Gadanı alsın” Kars ve çevresinde “Gadanı belanı savsın
alsın” denir.
Bu ifadelerden “Gada” nın iyi bir şey olmadığını anlayabiliyoruz. Bize
göre
gada da bir kara
iye ve kedi ile ilgili olmalı. Zira, Sürmene halk Türkçesinde bazı
kelimelerin
arasında Kada
kelimesi de var ve bu kelime kedi anlamında kullanılmaktadır ki,
kedinin tekin
olmadığı inancı
yaygındır.
İyidere’de
Hurma Hastalığı olarak bilinen hastalığın tedavisinde bıçakla 100 daire
çizilerek 3 kere
dönülür, “Kaf Dağının ardına” denilerek bıçak üflenir ters istikamete
arkaya
doğru atılır. Bu
esnada; “Oğurma oğumra..” diye başlayan bir manzum okur. Bu okumayı
yapacak
kadın ise
uygulamayı erkekten, erkekse kadından öğrenmeli.
“Gelin
Kaynana Efsanesi” ndeki taş kesilme motifi kültür coğrafyamızın sık
rastlanılan
bir motifidir.
Ancak aynı adla bilinen diğerlerinde çok kere iyi olmayan kaynanasından
kurtulmak
için taş edilmesi için gelin Allah’a dua ederken bu tespitte, Kaynana
kötü
gelin gibi
taş olmak üzere dua etmektedir (S.Sakaoğlu Anaolu Türk Efsanelerinde
Taş
Kesilme Motifi
ve Bu Efsanelerin Tip Katalogu, Ankara, 1980) Hemşin’in
Üskürt Dağı tepesinde yayla yolu yayla yolu üzerindeki Gürgen ağacının
dibine geçenler
tarafından ufak taşların atılması ile yorgunluğun gidereceği inancı
vardı Biz
benzer bir
tespite de Petekli-Sürmene yayla yolu üzerinde şahit olmuştuk. Burada
da
yaylaya çıkanlar yolun
kenarındaki çukurumsu yere “iyi derler” inancından yola çıkarak ufak
taşlar
atarlardı.
Obo’lar
bilindiği gibi, Altay Türkleri tarafından yola çıkanlarca adak
taşlarını yol
iyesi için attıkları
taş yığınlarıdır. Buralardaki çalılara adak çaputu bağlandığı da olur.
Biz bu uygulamalara
Hakasya incelemelerimiz münasebeti ile şahit olduk. (Y.Kalafat,
Altaylardan Anadolu’ya
Kamizm Şamanizm, Yeditepe, İstanbul 2004)
Hemşin’de
Cuma günleri cami minberinin altından geçmenin hastalıklara iyi
geleceği inancıvardır.
Altından geçme kara iyeleri aldatma için yapılan bir alem değiştirme
olayıdır.
Bu maksatla,
gökkuşağının, atın, gelinler kaynananın, yenilen pehlivan yenenin
koltuğunun altından
geçer. Kaya deliğinden, delikli taştan, ağaç kovuğundan geçildiği olur.
Cami etrafında
geliştirilmiş eski dinlerden İslam’a sokulmuş bu tür yüzlerce inanç
vardır. (Y.Kalafat,
İslamiyet ve Türk Halk İnançları, Kültür bakanlığı, Ankara, 1996)
İkizdere’de
“Dağ Tutması” inancı vardır. Yaylaların çakıllı dik yollarında aniden
durup yürüyemeyen
hayvanlar için bu tabir kullanılır. Çözümü dağ tutan hayvanın sol arka
ayağından
alınmış toprağın ağzına sürülmesidir. Bize göre bu inanç ve uygulama
tamamen dağ
Kültü ile ilgilidir. Dağ iyesi ceza verebilir çare de olabilir.
Pazar’da
şifa aranılacak yerlerden birisini de şehitlikler olduğuna inanılır.
Çeşitli
ruhi sorunları
olanlar bu arada basamayan çocuklar mezarlara bastırılır, taştan taşa
atlatılır, mezarların
etrafında gezdirilir. Şehitliklerin sahipli olduğuna inanılır.
Sahiplilik halk inançlarımızda
bir koddur. (Y.Kalafat, “Kocaeli ve Çevresi Örnekleri ile Türk
Halk İnançlarında
Adanmışlık/Sahiplilik” I. Uluslar arası Kocaeli ve Çevresi Kültür
Sempozyumu, (Kocaeli,
20-22 Nisan 2006) Pazar’da 14 ocak’ın ismi “Çalagani” dir. Bu gün
sabahleyin
daha eve
kimse gelmeden evin erkeği sağ kapıdan dışarı çıkar, üç kez evin
etrafında
dolaşır soldan içeri
girer. Halk inançlarımızda tavaf da bir kültür kotudur. (Y. Kalafat,
“Diyarbakır ve Çevresi
Örnekleri İle türk Halk İnançlarında Tavaf/Dönme” II.Uluslararası
Diyarbakır Sempozyumu,
(Diyarbakır 15-18 Kasım 2006)
SONUÇ:
Bu
kadar kapsamlı bir konuyu Rize gibi kültürel katmanlaşmış bir
coğrafyada
eksiksiz yorumlamak,
karşılaştırmalar yapmak, kaynak göstermek hakikaten bizi zorlamıştır.
Böylesi araştırmayı
bildiri kapsamına almak da kolay olmamıştır. Bununla beraber evvelce
derlenilip tasnifi
büyük ölçüde Çelik ve Ak tarafından yapılmış olan bu bilgiler hakikaten
bizi
heyecanlandırmıştır.
Bu sahadaki çalışmalarımıza ilmek kattığı kanaatindeyiz. Bu bilgileri
de katarak
yapacağımız yani çalışmaların halk inançları araştırmaları itibariyle
yararlı
olacağına inanıyoruz.
Bildirimizde
vesileler yaratarak ilgili kaynaklara atıf yapmaya çalıştık. Bununla
amacımız halk
kültürü-milli kültürel kimlik arasındaki paradigmanın oluşturulmasını
sağlamaktır. Elimizden
geldiğinde mitolojik dönem ile bağlantı kurmaya çalıştık. Kültür
coğrayamızın gelişim
ve oluşum sürecine ışık tutalım istedik. Bu alanda yapılacak yeni
çalışmaların
kolaylaşmasını
amaçladık.
|