|
|
|
Aha Size Bir Yalan |
|
Pilihoz
deresinden Memiş Dede'ye Holo Dede derlerdi. Holo Dede şakayla
karişik çok yalan söylerdi. Şakayla yalani bir tutardi. Bütün köylü
onun
bu huyunu bilirdi. Ona zaman zaman takilirlardi. Böyle bir günde Holo
Dede
baltasi omuzunda dağdan inerken ahaliyle karşilaşir. Selamlaştiktan
sonra ahali
Holo Dede'ye takilirlar:
- Yahu
Holo Dede, bize bi yalan söyle da,
Holo
Dede, üzgün, bir o kadar da kizgin bir tavirla:
- Yahu
ne deyi sunuz? Şimdi yalanun sirasi midur?
Babam elmiştur duymadunuz mi? Birakun de eve gideyim.
Der ve
yoluna hizli adimlarla devam eder. Ahali bu
durum karşisinda çok üzülür. Konu komşuya haber verir ve Holo Dede'nin
evine
giderler. Ahali eve gidince, gördükleri durum karşisinda şaşirilar.
Holo dede,
ateşliğin başinda babasina taze misir (hilça) pişirir bulurlar. Ahali
duruma
çok şaşirir; Holo Dedeye'de çok bozulur:
- Yahu
Holo Dede, hane senun baban elmiş idi, derler.
Holo
Dede, muzip bir şekilde güler ve der ki:
- Siz
benden yalan deme mi istememiş miydunuz? İşte, aha size yalan.
|
Babikli
Hoca |
|
Pazarköy Merkez
Camisine görevlendirilen Babikli Hoca, aradan
haftalar geçmesine rağmen, kürsüye çıkıp cemaate bir şey anlatmadı,
yani vaaz etmedi. Cemaatin ileri gelenleri bu durumu hocaya hatırlatıp
camiye toplandıklarında cemaate vaaz ve nasihatte bulunmasını
istediler; irşatlarınızdan istifade edelim dediler. (1930'lü yıllar.)
Hocanın cevabı şöyle
olur: Ben köyünüze gelince köyünüzde yetişen
hocalardan bu camide İmamlık yapanların kütüphanelerini gezdim. Çok
alim zatlarmış. Onlar size bir şeyleler anlatıp sizin üzerinize etkili
olamamışsa ben size ne söyleyebilirim. Sizi doğrultmakta onların
yanında çok yetersiz kalırım diye durumu özetlemiş ve ricacılara güzel
bir ders vermiş. |
Bu
Askerlik Bōledur |
|
Ben
burdan
ğidēyidum askere, ayladan da onbirinci ay idi. Burdan ĝittuk Samsona.
Oriya bi
çiktuk dişariya arkadaşlalan berābe. Oriya bi dolaştuk, ĝittuk işkili
lokantaya
bi işki iştuk oriya, kafamuzi çektuk. óle arkadaşlalan bile ĝirduk
kolkola,
yattuk taksinun oğnin. Sora ordan ĝittuk anladun mi? ..... Ordan çiktuk
tren
istasyonune, ordan binduk trene, taka tuku, taka tuku, taka tuku, taka
tuku,
çif çif, çif çif, çif çif, çif çif derken ĝidiyruk. Ĝit babam ĝit, ĝit
babam
ĝit, ĝit babam, ĝittuk, ĝittuk, ĝittuk, olmadi yol bitmez.
Boyina
ĝidiyruk, ĝittuk bakaruk ki, bi beyūk işikle boyle ĝene bi parladi.
Ordan ki
arkadaşlardan da işte Şevket var idi. Bi da Halit Köse var idi.
Bunlalān dort
arkadaş iduk. Oyle gidiyduk. bu Şevket arkadaşimuz atlardi tirenden
altina,
ĝiderdi anladunmi? Şarab almağa, soradi oriya anladun mi ki?
"Ağbi
şurdan bi şarap versena" felan.
"Tamam
ağbi" dedi, "Vereyim" dedi felan.
Aludi şişeyi, bi sağa bakardi bi sola, şişeyi basardi cebinei tiren
bağurudi,
atlardi, ne para ne bi şe, giderduk ole, atlarduk tirene. Sora o
şarabi,
bittuğu zamanda gene giderduk bi yere, gene tiren durdi mi gene
atlardi, b,
şarap şişesi daa araklardi geludi. Tabi asker, herşeyden kendumizi
çekiyruk,
paradan tabi, para lazim; asker ocanda anan da para baban da para.
Neyisa
gittuk Sivasa. Sivasa bi aşam kalduk, ordan arkadaşlardan ayriştuk.
Oradan da
gittuk şeye, Malatyaya, Malatyaya da bi gun kalduk. Ordan gittuk
İskenderune,
dort ay kalduk, eyitim gorduk. Ondan sora dağitim yeduk, ordan doğri
dort deniz
piyade eyitim alanina. Orada gittuk, bi tane da teğmen varidi,
Usteğmen, kadun
olarak, bizum beluk kumandanumuz. Bu teğmen beni zevk için doğeyi,
doğmağa
kakti beni, hep vuriyi bağa yani, zevk alemi beni döğeyi bu kadun. Bi
keren
vurdi bi şe demeduk, bi daa vurdi bi şe demeduk, en sonina anladun mi?
"kendumi kurtarmak içun neapmak lazim?" dedum, çiktum tabur
kumandanina, buni oğa, teğmeni, şikat ettum oni.
Dedi bağa:
"Niye şikat?"
"Bağa dort tane vurdi."
O kadun teğmen ki, elleri
da yumuşak bole, dort tane vurdi bağa, elleri
da çok
yumuşak bole. Neysa ben dudum ağlamaya oriya. Geldi yarbay beni gordi.
"Oğlum, niçun ağlayisun?"
"İşte şoyle boyle işte", dedum; "ben burada geçici gorev bi
askerum işte, bu teğmen beni zevk içun doğeyi," dedum.
Neyise soyledi ağa, dedi ki:
"Sen buğa, dedi, vazife vermiyecesun," dedi felan, "bu,"
dedi, "geçici gorev bi asker," dedi, "nebet ta tutmicak inşatlan
meşgul olacak."
Ole bize geldi bi çimento
arabasi ki uçyuz elli torba çimento. Sardum
onda
ustalari, askerleri, ben da başta olmak uzere. Once çuvali ben aldum.
İkden
arkama, sora arkadaşlar, ole derken arabayi boşattuk. Ertesi guni
baktum temel
kazmağa, inşatun temellerini kazduk. Sonra olecene geldi bi mutayit,
kendisi da
yedekolarak, yedek usteğmen. Geldi bize pilanlari goturdi. Biz orada
pilana
gore temellerini kazduk. Sora biz başta, hayatumda ustaluk yaptuğum yoğ
idi,
oriya olduk hep casaret, hep usta. Sivillukde hiç ole bi şeden haberum
yoğ idi,
oriya hayin ustaluk yapayirum, sivil kafala benum yanuma otemez o asker
ocağina. Bambaşka da: dersun bi pirofesor usta. Neyisa oriya otuduk,
geldi
bitun yarbayla, muhendisle, şeyler. Oriya da
bi yuznumara yapasan gelur onda anladun mi ki bin dane muhendis, envayi
çeşit
yarbayından al, usteğmeninden al, assubayindan al, hep kontrol işleri,
hep ole
gene şey, girgir geşmek, dalga geşmek, askerluk bole işte.
Bazi sinemalar
oynardi, teatrolara giderduk, askeriye sinemalari felan. Bi tane
arkadaşum var
idi, yeni geldi askere, kendisi da Muğlali. Hiç memleket gezduğu yok,
kurbet
gezduğu yok. Kendisi Muğlali. E duşundu ki, askerluk babamun evi kibil
da! Bi
çifluk yani, hazir yiycuk, hazir içecük. Daa bilmiyi ki, bunda sopa da
var,
dayak da var, askerluk da var. Ondan sora ne bileyim ben, bi çifluk
gibi geldi,
kapidan bi girdi, bi da o yandan dersun anladun mi, bi mutayit kibil. O
ki yedi
sopayi anladun mi, o ki sopayi yedi bu bi o yana bakti bi bu yana
bakti,
kaşmağa yol bulamadi. Bavuluni da pirakti, elbiselerini da pirakti
geşti gitti,
akadaş geşti gitti. Sora anladun mi, bunu babasi tuttu gotudi askere.
Babasi
bunubunu gotudi askere. Sona bu akadaş orada durdi ağlamağa, oriya.
buğa neyisa
uç aymapusluk yedi, uç ay mapusluk yedi bu çocuk. Ne zaman ki
arkadaşlari teris
oldi, kapti sandaleyi kendi kendine vuruyi kafasina vuruyi kafasina
vuruyi
kafasina; "ben nettum da," diyi "firar ettum." diyi felan.
Sora kendi kendine pişman oldi bu arkadaş. Dedum: "Bu askerluk boledur."
Maksut Köse
anlatıyor
Derepazarı, Erikliman Mahallesi |
Cuma
Namazı İzni |
|
1960'lı yıllar Pazarköy çay Fabrikası.
Fabrika müdürü Cuma namazına gidecek
işçilere bir saat süre ile izin
veriyor. İşçiler kart basmadan çıktıkları için bu bir saatlik sürenin
saat ücretini de alıyorlar. Lakin işçilerden bir kısmı camiye giderken
diğer bir kısmı da kahveye gidiyor. Durumu öğrenen fabrika müdürü,
ertesi hafta Cuma namazına gidecekler kart basıp gidebilir diye talimat
eriyor. Ücretleri kesilme pahasına kart basıp cuma namazına çıkan üç
kişi oluyor diğerleri fabrikada kalıyor. Üçüncü hafta fabrika müdürü
bir talimat daha veriyor. Kart basıp Cuma namazına giden üç kişi her
Cuma basmadan namaza gitmek için izinlidir, diğer işçiler fabrikada
görevbaşında olacaklardır.
|
Çalınan
İnek |
|
1915
yılında
bir gece
Karaalioğullarından Mustafa'nın evinden ineği çalınmıştı. Ev sahibi
Rikap eşi
Firdevs hanım, küçük ve yetim olan oğlU Mustafa'yı yanına alarak
Karadere'ye
inmiş ve Müderris Mahmut Efendi'nin huzuruna çıkarak, kocasının
Erzurum'da
Ruslar'a karşı savaşırken şehit olduğunu, fakr-u zaruret içerisinde
bulunduklarını, iki yetim çocuğunu ahırdaki ineğinden aldığı sütle
beslerken,
bu ineğinin çalındığını, daha fazla mağdur olmamak için bu ineği
bulmasına
yardım etmesini istemişti. Mahmut Efendi kadıncağızı dinledikten sonra
köy
muhtarı olan Karaibrahimoğlu Ahmet Efendi'ye verilmek üzere bir mektup
yazmış
ve küçük Mustafa'ya oturduğu divanın kenarından çıkardığı bir elmayı
vererek
başını okşayıp yolcu etmişti. Mahmut Efendi yazdığı mektupta, çalınan
ineğin
bulunması için uğraşmasını, aksi takdirde olaya kendisinin el
koyacağım
söylemişti. Mektubu alan muhtar, inek bulunmazsa Mahmut Efendi'nin
beddua
edeceğini anlamış ve hemen araştırmaya başlamıştı. Çok geçmeden o gece
köyden
toplam üç inek çalındığını ve ineklerin Of tarafında Süleyman bey adlı
birisinin konağına götürüldüğünü öğrenince, birisini gönderip
baktırmıştı.
Çalınan ineklerden ikisi kesilmiş, yetim Mustafa'nınki ise, gebe
olduğundan
bırakılmıştı.
Muhtar bunun
üzerine, küçük
Mustafa ve Firdevs hanımı yanına alarak ineğini almaya gittiler.
Konağın sahibi
bu ineği çok sevdiğini, onu kendisine bırakmalarını, buna mukabil
ahırdaki
başka bir ineği alabileceklerini söylediyse de, kadıncağız, "Ağam,
Mahmut
Efendi'nin kesin emri var, bunu ben sana versem bile sen alma, bu
yetimin hakkıd ırdiyerek ineğini geri almıştı.
Hacı
Muhammed Efendi'nin
torunlarından Mustafa Akgün’den dinlenmiştir. |
Çayluk
nasi
hazirlanur |
|
Güneysu,
Kıbledağı Köyü
Çayluk nasi hazirlanur,
nasi timarini edersun, hizmetini yaparsun,
yetiştirusun; çayluğun efendum, ben bu, denizçiyidum ben evvelni setini
edersun. Edersun tikersun oni kullan. Ha bu şey kullilan tikersun oni.
Ateş
kulilan. Her yere mi?
Koparirsun bi ocağa uç dórt dane pirakursun, pirakdun mi, buni beyittun
mi,
çíkti bu kada atasun bi piçak duzlersin oni, o bi da eskin verur, eskin
verdukten soran ustini alusun. Etekler onun hizasina geldi mi eteği de
de
alusun. o tami olur. Ocak sonra síhlandi mi, bu eski çayluk oldi mi,
yirilendi
mi bunu kesecesun.
Bunu ha bóle kesecesun; met kibi. Otuz santim yukardan, on santim
ortasini
alçaktan kesecesun ki, ortasi her vakít hebirini gelu geçeyi. Kuvet,
şeyden,
hep bir çíksun, iza. Şini makas edecesun çayluği; bitun bi seviyede
makas
edecesun. Bi da varki eski çayluğun içerisini çay oranlen ayiklarsun, o
çahudiyi
mahudiyi seresun altina, ayíklarsun oni. O kuvveti gidaeyina. Bedenilan
barabar
alacasun on, kuvveti ebirine gideyi. Çay toplamaz, surgi veru ki parmak
kibi, o
kuvvet hebirine gideyi.
Sora bu çayluğa yaprak kosun. Ha bu agaj yapra yok mi ya, seresun oni
içerisine. Bu topra yaş tutayi. Bi da siğir gubresi korsun onda. Oni da
koyisun
onda. Sora da bu gubre yok mi ya, bunu iki keren verurum ben. Şini bi
dónum
çayluğa atmiş kilo gubre verurum ben, bi donum çayluğa. O çok verdun m,
bi
ocağa çok kebre ko, o çay vermeyi, buruşturiyini. Kuvetli. İki keren
gubreyi
Mayis ayina aldun mi, iki keren verdun mi gubreyi o daa çay veriyi.
İşleri
boyledu.
Toplamasi efendum, iki yaprak geri surgi şeydecesun ki, iki yaprak geri
piraktun mi, eyi surgi verur o. Oni desan ki, dibinden alayimini alím
yerine
almazlani. İki yaprak, bunun gerini, geriye piraktun mi, surgiisi, taze
alacasun şey, kestun mi, bi surgi daa fazla alusun, oni da deyiyim
size. Taze
kestun mi çayluği bi surgi daa fazla alusun. Bu iş, kart çaylu kes,
şokali oldi
deyil mi? Oldu şokali; feket o surgi vermeyi, gej vereyi. Bu iş şini
boyledu.
Dert'leri ne anlayim? ben o'ladan anlamam ben. Olari alumyerine
gidcesun olar
anlatur. Alusun havuriya pablikadan bi maa'şuni veresun gübreye. İşte
bu bizum
işimuz boyledu. Anla, çaydan aldümuz parayi hancaka evi idare edeyruk
işte. Bu
işle boy'ledu. Kafi da pek gelmeyi ha. Bu masraflar ağirdu şini. Çoluk
çocuk
fazlalşti efendum şini. Çoluk çocuk ne var biliy misun? Bu çaylik işi
evvelden
rahat idi, deyiyim sağa doğrisini, bu çayluk adi çikdi şini çoluk çocuk
ağirlaşti bu iş. Bi misirlan şeygoruniydi, bi meşul oliydik. Şini
çayluk var,
misir var bir tarafa, fasulyesi var, kaba var; var da var. Bi çayluk
şini elli
tane şey geldi, şey, iş ağirlaşti. sora guneşun karşisina çoluk
çocuk hasta oliyi, efendum, o güneş yağmur havaya islanayi,
tohtorlara elet, bilmem ne elet, aliysun beş kuruş, on kuruş, elli
kuruş masraf
edeysun tohtorlara. İslaniyi çoluk çocuk yav!
Osman
Yılmaz anlatıyor |
Çok Kizlari İsteddum |
|
Benum
zamānuma zate fakurluk var idi. Çok kizlari isteddum, hiş birine muafak
olamadum.
Ondan sona, o zamanun yeğileri fiyatliydi. Yani yeği, yeği, yani para
vermek.
Yani, başluk. O zaman yeği deruk ona biz hah, şindi başluk deyilenda
tabi.
Ondan sona akadaşlalan, sōraki ben evlenduğum tārihlarda arkadaşlardan
yāni
para aldum. Yāni on lirada evlendum, duydun mi? Oyle fakirluklalan. Hē,
şindi
tābi ōle deyil Şindi yāni uç bin, beş bin. Çayciluk vardi, çay
parasi
vardu, millet ilerledi.
Ondan sona, şindi işte bir kiz almak içun efendum en aşşa dórt bin lira
babaya
verecesun, başluk. Ondan sona beş on binde efendum yāni altinina
kivirina
zivirina ĝider; yirmi bin liraya bi ĝelin duydun mi?
Hā, şindi
çecuk tabi sever yāni kizi, gozine seçer. Ondan sora ĝelur evde yāni
annesine soyler.
Anne da tabi baba var isa babaya soyler. Baba da efendum, akadaşlarini
toplar
efendum, kizun babasilan anlaşur.
Ağşam
toplaşur oriya ē ĝiderler ĝiderler. Tabi yāni arada baba konuşmaz tabi,
kizun
babasi konuşmaz. Babanun da bi vekili olur o konuşur.
"Ne
istiyesun, ne alacasun efendum başluk?" derler efendum.
Tabi kizun
adami " Ben on binlira alacağum" der.
Neyise aşşā
yukari buni uç bine, yahut dort bine hallederler. Hā, sofra kurulur,
yemek
yeyilur Yemekden sōra dovā edilur, para o sofraya koyilur.
Ondan sona
efendum, sóz kesilur. Artik silā meselesi çikar meydana, artuk yurudi.
Çocuk da
anlar ki işum kesildi efendum, silā atilmā başlar. İşte kiz boyle
istenilur.
Bizum
buralara nişan pek biz etmeyiz, yāni nişan; çunki nişanli kiz biz pek
kovermezuk
yāni. Onlar çocuk oldukten sona evel yol şeyi da var tabi. Bi hafta
oldi mi
tabi kizun tarafi kizini ister, dugunden sona. Yok, bi hafta sōra
elbise
kesilur, hā ĝelini goturule tabi.
Ondan sōra
işte kiz ki gelu çeçuğun evine, bi hafta sōra, tabi uç gun sora kiz
gider yāni
babasina bi. Çocuğun tarafindan da olu, uşağun tarafindan da olu, kizun
tarafindan da olu, oğlanun tarafindan da olu, yani yemek olu. Sen da
beni,
kizun tarafi da adam çiğirir, uşağun tarafi da adam çiğirir.
Ondan sona
tabi yāni duğun alāyi deruk yāni biz ona. Ekserisi yāni pazar, perşembe
yāni
olur yāni bunla.
Yedi ĝun
doldu mi, ondan sōra kizun tarafi tabi enişteye dağvet eder. Enişte de
yāni
kendine ĝöre arkadaşlarini toplar ĝóturu, giderle orda yerler, içerle.
Kaynana,
kaynatasinlan elini óper.
Ondan
sona
çikarken sila mila atarlar efendum. Bu kada yāni.
Arif Civelek
Kukilikaya Köyü
|
Eşeklerde
Taşiyi |
|
Potamyali
inşaat mühendisi olduktan sonra köyüne döner. Yolda
Potamyali Neneyle karşilaşir:
-Uşağum sen
ne çiktun?
- İnşaat
mühendisi.
İnşaat
mühendislerinin ne yaptiklariyla ilgili pek bilgisi
olmadiğindan Potamyali nene:
- Ne
yaparsun, ne edersun?
Diye tekrar
sorar. Potamyali mühendis de işini uygun bir dille
anlatmaya çalişir:
- Bina
yaparum, kum taşirum çakil taşirum.
Diyince
Nene şaşirir:
-O uşağim,
kumi çakili eşeklerde
taşiyi, onun içun mi bu kadar okudun?
|
Gideyi Geri
Geri |
|
Potamyali
Nene ilk kez arabaya binmiştir. Bir süre sonra başi döner ve
başlar yakinmaya:
-Uuuuu
ağaçlar gideyi geri geri. Uuu Moğmet (Mehmet) gozlerumi tut.
Arabadan
inince de:
- Elduk
eldukta sual vermadan gelduk.
Diye,
kendi kendine yakinir.
|
Gözlerum
Zayifladi |
|
Holo Dede'yi camide namaz kilarken gören ahali
her zamanki gibi takilir:
- Holo
Dede, de bize bi yalan
-Deli
misunus? Camide yalan söylenur mi? Günahtur. Birakun yalani da size
bir şey anlatayum. Geçen dağda çerik (çam kalas) yaparken büyük bir
gürgene
rastladuk. İki gündür balta vuriyiruk oğa, baltanun sesi birbirumuze
gitmedi.
- Nasil
bir şeydur bu?
-
Toplanalum haburiya onbeş adam anca kaplayabiluruk oni.
Gurgeni
merak eden ahali göstermesi için Holo Dede'ye yalvarir. Holo Dede
israrlara dayanamaz, ahaliyi toplar ağacin olduğu yere götürür. Ahali
karşisinda küçük bir gürgen görünce şaşirir:
- Hane
onbeş adamun sarduğu gurgen bu midur?
- İyi
göremedum demek ki, her halde gözlerum zayifladi.
- Yahu
iki gün balta vurdunuiz da sesunuz birburunuze gitmedi.
- İyi
duyamadum demek ki, her halde kulaklarum zayifladi.
- Yahu
Holo Dede yalan olur da bu kadar olir mi?
- Siz
bağa camenun içinde bi yalan de dedunuz. Korktum günahtan diyemedum
yalan. Benda anlattum size buni. Aha gurgen! Yalan demedum hoş! Ama
biraz
abarttum!
Kaynak:
Her Yönüyle Güneysu,
Rize, Hakan Şeker Tavukçuoğlu, 1996
|
Harbun uşde ikisini |
|
Sarikamişda asker idum,
bize doktor geldi. Rayif bey, Tirabizanli,
Araklidan,
yarbay. Yarbay geldi dedi ki:
"Oğlum" Vizetaya çiktuk da.
Dedi ki: "Nerelisun?" dedi. En oğùne ben giderdum.
Dedum ki: "Rizeliyim."
"Rizenun neresindensun?" dedi. "Felan" dedi.
"İçindenim", dedum doktora.
-"Otur" dedi. "Şu koltuğa" dedi. "Biraz
konuşuruk" dedi.
Oturduk koltuğa. Oturdukden sonra, viziteyi yaptuktan sonra.
"Rizenun" dedi. "Karadereden misun, Kuràsiyebeden mi sun?"
dedi bana.
Aynen dedum "Hấyir doktorum, Kale mağlesindenim" dedum.
"Pekẻ" dedi. "Mataraciyi tanir misun?" dedi.
"Baba dosti."
"Şevket efendiyi tanir misun?" dedi.
"Baba dosti.".
"Altikan oğullarindan" dedi. "Kimsấyi tanir misun?" dedi.
Dedum: "Doktorum, Sakarya harbinda" dedum. "İstiklal harbinda
Memed aga var idi, bi da Sami aga var idi. Osman aga var idi. Osman
agấyi
tanirum. İsmấyili tanirum. Ebi Memed agalan da İlyas agấyi tanimam"
dedum.
Dedi: "Oğlum, İpsuz erkấni harb idi" dedi. "Harbun úşde
ikisini" dedi. "Çete kazandi" dedi. "Birisini" dedi,
"ordi kazandi" dedi. "O zamanda, kendi túfelulan, kendi
elbisinilan, kendi yemálnlan" dedi. "Ne yapấyim ki, dedi, vazif
başinấyim"
dedi. "Vazifem olmasa gidip bu adamlari ziyaret etsam" dedi.
Yahya
Kaptanoğlu
Merkez Kale Mahallesi |
Hemdi bağa ne iş
bağuriyidun? |
|
Benum bi emicemin òli var, mal
davasi ğoruliyi. Bokcanlinun uşa geldi
yanaşti
babama, diyi:
"Emice,
ha bu mali nerden pay edelum da?.
E tabi
babam
da éhtiyar adam olduğu içun dedi:
"Ấ
oğlum, sen bu işe karışma, senun baban ğelsun"
E tabi
dedi
ki:
"Ben
babamun vekiliyim."
E bu
sefer
tabi èhtiyar adam, bozuldi tabi. en ńayet babamlan başladi kavgaya
tabi.
Babam
dedi ấ
ki:
"Benum
ōlum sağa karardu, benum ōlumlan bu dấvấyi ĝór."
E
ben
da tabi múdấle ederken dêyirum ki :
"Yav,
Niat sen niçun babamlan múdấle ediysun da"
Bu sefer
bu
tabi gendune bi fors veriyi bokcanlinun uşấ, ordan tabi bağa diyi ki:
"Sağa
kalmadi dấvấsi"
Diyi
bağa
tabi. Bu sefer tabi bizumaltinda çay alum yeri var merkez, yani kóyúń
merkezi
anlicağunuz, tabi ben da indum oriya bunu bekledum. Ĝeldi tabi elleri
arkasina,
selam felan yok. E tabi biz da delikanliyik, selam vermemiş olu mi?
Allahun
selấmidu tabi.
Ĝeştuk kağveye tabi ben pişti oynăyirum. Ĝeldi kafamdan aşşấ sorấyi
bağa ki:
"Hemdi
bağa ne iş bağuriyidun?"
E ben de tabi kafam zati şurum bozuk birlan buğa patlattum tabi.
Patlatince
tabi emicem var. Çerkez emice. nu sefer tabi o atladi, o atladi tabi.
Bunun
ağiz baba din iman kufur birden gitti. Tabi bu sefer en ńấyeti ayirdile
bizi
tabi.
Buluştuğūmuz
zaman babasi sorấyi bağa:
"Niçun kavga ettunuz o uşakla?
Tabi bu dedum ấ ki:
"Durum bundan bundan ibaret."
Babasi da oyle bi adamdu ki, karidan aşşấ af edersunuz. Ốli kavga
ederken kendi
durur ev içine, evun altinda yấni, babasi çikmaz dişariya. Bu sefer
dedum ấ:
"Sen adam deyilsun. Senun ōlun adam imiş, sağ górúşmek duşmedi."
dedum ấ.
Hamdi
Karaaslan
Rize Merkez, Derebaşı köy |
|
Hep Dua mi İsteyi |
|
Potamyali İbrahim, bir bayram
günü kemençesiyle
köyün mezarliğina gider. Yakunlarina duasini okuduktan sonra başlar
kemençe
çalip söylemeye. Kemençe sesini duyan köylüler İbrahim'e kizarlar.
- Ula İbrahim, delirdun mi?
Mezarlukta kemençe
çalunur mi? Günahtur da. Kes kemenceyi.
Diyince, İbrahim kizar ve
karşilik verir:
- Hoş burada yatanlar hep
dua
mi isteyi, dua
mi isteyenler var, kemencemi mida. Dua mi isteyenlere dua ettum,
kemence
mi isteyenlere de kemence çalayirum.
|
Kaderin Cilvesi
|
|
1912 doğumlu
Emine Savaş'tan
dinlenmiştir
Geyve, 10.4.2002
1900 yılı
başlarında Hüseyinhoca köyünden Güvelioğlu Halid'in oğlU Ömer,
memleketinde
bazı olaylara karışıp Istanbul'a kaçar. Daha sonra llyas ve Davut adlı
kardeşleriyle birlıkte iş aramaya başlar. Bu esnada Osmanlı Devleti
ülkeyi bir
baştan diğer başa demiryolu ile birbirine bağlamak için çalışmaktadır.
Demiryolu
inşasında çalışmak için müracaat eden Sivaneli bu üç genç, o esnada ray
döşenen
Sakarya civarına gönderilirler.
Bu gençler
buradaki çalışmalar esnasında, yerli gençlerle arkadaşlık kurunca,
bazı
akşamlar onların evlerine gidip, sabahlan tekrar işlerinin başına
dönerler. Bir
müddet sonra bu gençlerden Güvelioğlu Ömer, yapılan işe çavuş olarak
görevlendirilir. Daha sonra Ömer, arkadaşları ile gittiği Geyve'nin
Yılanda
(Bağlarbaşı) köyünde gördüğü Fadime hatun adlı bir hanımla evlenmeye
karar
verir ve evlenir.
Eşi Fadime
hanımı da yanına alan Ömer Çavuş, kardeşleriyle birlikte Sakarya'nın
Çınardibi
köyünde, halen "üç evler" diye anılan yere, 3 ev inşa ederek
yerleşirler. Ömer'in bu evlilikten ikisi erkek, ikisi kız olmak üzere
4 çocuğu
doğar. 1911 yılında Ömer vefat eder (Bir rivayete göre vurulur.) Bunun
üzerine
Fadime hanım çocuklarını da yanına alarak babasının köyüne gelerek
köyün Geren
adıyla anılan mahallesine yerleşirler.
Daha
sonra
buraya yerleşen aynı akrabadan Güvelioğlu Ali Osman, çocuğuna rağmen,
Fadime
hanımla evlenmeyi kabul eder. Bu evlilikten de Ali Osman'ın Emine ve
Hatice
adlı iki kızı olur. Daha sonra Çanakkale savaşı çıkınca 1914 yılında
seferberliğe gider. Savaşa gittikten 15 gün sonra ise, künyesi
gönderilerek
şehit olduğu haber verilince talihsiz Fadime hanım, ikinci defa ve bu
sefer 6
çocuğuyla dul kalır. Altı çocuğunu büyüten Fadime hatun 1965 yılında
vefat
eder. Bugün aynı yerde yaşayan Ömer'in çocukları ve torunları Aydemir
soyadını
almıştır. Ali Osman'ın kızlarından Emine ise aynı köyden Remzi Savaş
ile,
Hatice de İsmail (Tümer?) adlı şahıslarla evlenmişlerdir.
|
Kazitun
Oni Benden |
|
Potamyali
Dede banyoda düşüp ayağini incitince doktora
gider. Doktor muayene ettikten sonra ağriyan yerlerine sürmesi için
Bengay
verir. Eve gidince merhemden incinen yerlerine sürerler. Merhem iyi
gelir.
Ağrisi kalmaz. Hal böyleyken Potamyali Dede, merhemin diğer vücut
ağrilarina da
iyi geleceğini düşünerek bütün vücuduna sürdürürür.
Bir süre
sonra Potamyali Dede'nin bütün vücudu yanar
ve başlar bağirmaya:
-
Kazitun oni benden! Kazitun oni benden!
|
Kim Kaçar Ali Riza'nin Tufeğunun
Önünden |
|
Rize'nin
Dağbaşi mahallesinde seferberluk öncesi, tüm Rizeliler gibi, Ali
Riza da geçimini sağlamak üzere çoluğunu çocuğunu birakmiş, mesleği
olan
firincilik yapmak üzere Batum'a gelmiştir.
Ali Riza
biraz övünmeyi seven bir Karadenizlidir.
Sabah'a
kadar firinda çalişmiş, bir yorgunluk çayi içmek üzere kahveye
gitmuş, bir köşe de çayini yudumlarken yapilan sohbetlerede kulak
kabartmaktadir. Meğer bir gün önce orada bir vurgun olmuş. Adam'in biri
silahla
çok uzun bir mesafeden tam alninin ortasindan vurulmuştur.
Kahvedekiler, ölen
adam'i unutmuşlar, vuran adami övmekteler, bu adam her kimse gayet iyi
nişanci
olduğunu, böylesinin zor bulunacağindan bahsetmeye başlamişlar.
Ali Riza
bu, boş durur mu hemen seslenmiş:
- Kim
Kaçar Ali Riza'nin Tufeğunun Önünden?
Senmisin
bunu diyen, kahvede hazir bulunan sivil görevliler tarafindan apar
topar tutuklanip hemen mapusa atilmiş. Anam babam derken aradan 2
seneye yakin
bir zaman geçmiş. Geleni gideni yokmuş. Rize'dekilerinde böyle bir
durumdan
haberi olmamiş. Bir ziyaret günü adamin biri yanina yaklaşmiş. Hal
hatirdan
sonra, niye buraya düştüğünü sormuş. Ali Riza da anlatmiş. Suçu
olmadiğini,
yanliş anlaşildiğini söylemiş.
Adam
ertesi hafta bir daha gelmiş, Ali Riza ile epeyi sohbetten sonra,
memlekette çoluğu çocuğu olup olmadiğindan ailesinden
konuşmuşlar. Ali
Riza 11 çocuğu olduğundan onlarinda bu durumdan haberi olmadiğindan
bahsetmiş.
Adam böyle bir kaç kez daha gelmiş, her seferinde Ali Riza'ya hediye
getirmeyi
ihmal etmemiş.
Bir gün
tekrar hakim huzuruna çikarilan Ali Riza tamam şimdi hapi yuttuk
derken,
Hakim:
-
Serbestsin, suçsuz bulundun demiş. Ali Riza sevinçten ne yapacağini
şaşirmiş. Sevincini paylaşacak birini bulmak için sağa sola bakarken,
bir dene
görsün. Kendini ziyaret eden adam orda. O'na sarilmiş.
Hakim:
- O'nu
nerden taniyorsun, katil o, bak o'nun yüzünden bu kadar süre yattin,
demiş.Ali Riza durumu anlatmiş. Meğer adam hasmini vurduktan sonra bir
süre
gözden kaybolmuş. Geri döndüğünde kendi yerine bir başkasinin
tutuklanip hapse
atildiğini duyunca, bir kaç ziyarettten sonra vicdaninin sesini
dinleyip,
suçunu itiraf edip Ali Riza'nin kurtulmasini sağlamiştir.
Ali
Karaali
Dağbaşi Mahallesi
Nisan 2000 |
Kırk
Sene Sen Benum Bobam Ol
|
|
Kalaç Esat adıyla anılan bir Rizeli hemşerimiz İstanbul’a
gidecektir, O zamanlarda vapurdan başka vasıta da yoktur. Vapurda sekiz
on günde İstanbul’u gitmektedir. Kalaç Esat vapura biner, yalnız bileti
yoktur. Üstelikte birinci mevkiye çıkıp oturur. Vapurda bilet kontrolü
başlar Gemiciler birinci mevkide de kontrol yaparken Kalaç Esat’a bilet
sorarlar; “Ben Sefer Reisin babasıyım” cevabını alınca hemen yanından
ayrılırlar? Sefer Reis; geminin 2. Kaptanı Güneysu’lu iri yarı
babayiğit bir denizcidir.
Gemiciler Sefer Reis’e; “Reis madem baban gemide idi niye
bize söylemedin” deyince reis hışımla fırlar ve “Kimdir o Sefer’in
babasıyım” diyen diye başlar aramaya. Birinciye çıkar bakar ki.
Kalaç Esat orda krallar gibi yolculuk ediyor. Etrafa neşe
saçıyor. Gider yanına “Ula ne zaman babam oldun? der. Bunu üzerine
Kalaç Esat “Ula çaktırma Sefer; vapurdan inene kadar baban olayımda
ondan sonra kırk sene sen benim babam ol” der.
Unutmak Olmaz, Fatih
Sultan Kar
|
Kolcuya Oyun |
|
Köye
devamlı kolcular gelir. Köylüye karşı katı davranışlarda bulunur ve her
seferinde eziyet ederlermiş. Yine günün birinde kolcular gelir. Köylüyü
cami
avlusuna toplayarak sık boğaz ederler. Tarladan dönen muhtar Mustafa
Dayı
bunları dinler ve yaklaşarak onları evine davet eder. Davete de icabet
etmezler.
Çalışma kiyafetine bakarak değerlendirip kim olduğunu da sormazlar.
Akşam
vaktine yakın bir zamanda geri dönüşlerinin mümkün olmadığını düşünen
kolcular
muhtarı sorarlar. Köylüler de; muhtar, sizi davet eden kişi idi derler.
Davranışlarından mahcup olur ve sorarak muhtarın evine giderler.
Mustafa Dayı,
davranışlarına ders olması için bir kurnazlık düşünür. Çeşitli yemekler
hazırlatır. Sofraya önce lahana gelir ve düşük bir fiyat söylenir.
Ardından her
yemeğin fiyatı artırılarak sofraya konulur. Kolcular işin ciddi
olduğunu
anlarlar ve ucuz buldukları lahanayı yerler ve susarlar.
Yatmaya
sıra gelince saman yatak, post ve yün yatak gösterilir. Onlara da
farklı fiyat
konur. Misafirler ucuz yatak derler ve onları tercih edip yatarlar.
Sabah
kahvaltısında da fiyatlar verilir ve kahvaltı biter. Kahvaltı sonunda
muhtar
hesapları çıkarır ve parayı ister. Ancak birinin parası yetişmez.
Mustafa Dayı
paranın peşin olduğunu söyler ve taviz vermez. Bunlar yalvarınca
Muhtar:
"Benim
üst başım uygun olmadığı için selamımı almadınız, davetimi bile kabul
etmediniz. Siz bizi kiyafetlerimizle değerlendirmeye kalktınız. Biz
belki
fakiriz ama gönlümüz zengindir. Bizi hakir görmeyin. Bu paralarınızı
alın ve bu
köylüyü de küçük görüp eziyet etmeyin" der ve onları uğurlar.
Kolcular
iyi bir ders aldıklarını düşünerek ayrılırlar.
Kaynak
Kişi: Rahmetli Mustafa Çukur Tunca Köyü Eski Muhtarı
Derleyenler : Hızır Kuyumcu,
A.Paşa Kabaoğlu
|
Nazikan da Nazikan |
|
Uzun
bir sürenin üzerine iki karili Potomyali Denizci gurbetten gelmiştir.
İlk cün
evde hasret giderii. Yemek vakti hanimlarindan büyük olani yemeği
yapar, diğer
küçük olanida sofrayi kurar.
İçtiği
çorbayi biraz tuzlu bulan Potyomyali Denizci hanimlarina takilmak için
söylenir:
- Bu
çorbayi hanciniz yapti? Çok tuzli oldi.
Hanimlarindan
büyük olani küçük olani kastederek.
-
Nazikan'da Nazikan.
Der
ama Potomyali Denizci işin farkindadir.
- Bu
çorba tuzlu oldu ama çok güzel oldu. Hancinuz yaptiysa bu akşam onunla
yatacağum.
Diyince,
büyük hanim hiddetlenir ve kocasina ters bakişlarla:
- Ben
derum oğa benum ben, o der bağa mir mir mir.
Diyerek,
Nazikan demekle aslinda kendisini kast ettiğini anlatmak ister. |
O da Bu Kahvede |
|
1960'lı yıllarda
Pazarköy çay Fabrikasında üç yüze yakın işçi alışıyor ve öğle
paydosunda fabrika dışına çıkıp kahveye gidenler ve burada oyun
oynayanlar oluyordu.
Bir gün yine oyuncu ekibi kahvede yerini almıştı. O saatte fabrikayı
beklemesi gereken bekçi de bekçi kulübesini bırakarak kahveye gelmiş
oyun oynayanları seyrediyordu. Oyun masasında oturanlardan biri bekçiye
takılarak: Hayrola bekçi dayı fabrikayı kime teslim ettin diye sual
edince,
Bekçi dayı şöyle cevap vermiş:
- Fabrikayı çalacak bir kişi var, o da bbu kahve de oyun oynuyor. |
Oyle
bi hava esti oyle
bi hava esti ki |
|
Benum
başumdan furtuna ğeşmişdur yầni, muazzam yầni, bi gúń Tirabizondan
kayiklan
geluken, ayin batmasinda var idi bir saat daa. Bizle olur kipkirmizi
kaptan var
idi bizlan beraber bi tâne daa; hatdâ kaptan beni kada akli kesmezdi.
Dedum ona
ki:
"Hayde
enelum Surmeneye, hava esecek, furtuna yapacak".
Dedumuzi
dinlemedi. Bu sefer dişardan çikan dişarla ruzgari, daha Türkçesini
ararsan,
şey ruzgari derler onda efendum, keşişleme, dişarla rúzgarina keşişleme
derler.
Çıkan rúzgar bizi aşti açiğa efendum, oyle bi hava esti oyle bi hava
esti ki,
denizun üzeri sấfi boyle su, havadan kakdi, biz kalduk boyle ara
yerlerine.
Yấni ben oyle oldu ki, boğulmak gózúmun oğnina. Aldum bi kalon paltom
varidi,
sarildum paltoma.
Dedum:
"Bunlan
baraba rahat enẽyim denizun dibine ki, hiç olmasa efendum, zağmet da
çekmiyeyim."
Umudi hepten
kestum o arada, biz ustinden eşşaya tam gelduk gelduk, tam Ofun üzerine
açiktan
bi deniz yapildi, bi deniz yardi, bizum koskocaman efendum, alti yedi
tonluk
kayiği baturdi. Bizi o arada.
Benum da var
idi, para var idi baş altina kapali yere; hemen o paralari aldum,
çekátlán
baraba, boyle ağuzuma dişledum çekátun ucine, atladum denize. Yuzgeçlan
baraber
dişari çikmakda, tam çikdum dişariya o denizun solağani çekẽyi beni
ğene açiğa,
ileri ğeriye, ileriye ğeriye zorlan çıktım çay ağzina, oyle yatdum áşşã
oriya.
Başladum:
"Boğuliyrum, boğuliyrum."
O gece da efendum
kakti halk evlerinden, deveci
fenerlerilan baraba geldi, oradan aldile beni ğóturdiler beni kağveye.
Bir iki
saat sora, ondan sora aklum ğeldi kafama işte.
***
Bi
záman,
bundan uş dort sene evvelisi, uç yuz tonluk bi motor idi. Gúńduz ovle
mali,
ğeldi uç yuz tonluk bi motor bize bindurdi, bindurduğu zamanda uş
gişiyduk,
dort gişiyduk kayuğun içerisinde, bizum kúçúk motorun içerisinde. Bi
tânesi
kấyinum Sedat, bi tanesi Morgúl Cevat, bi dấnesi da Morgúl Memed.
Bunlar
oyle oldi ki, benum kấyinum biraz daa ustalukliydi.
Kiç
tarafayidi motori boyle ellerinlan baraba kavradi. Ben dá efendum,
denizci
olduğum içun anlar beni kada denizden anlamaz: hemen kúreği takup
motorun kiç
omuzluğuni motora ģońs verdum ki böle vurdu mi bizi atsun deyine. Ebi
soy bizi
çiğnayip geçecekti. Bu sefer pervấnelerine da kapilup hepimiz birden
boğulacaktuk orda.
Şimdi biz
orda, bize motor çarpar çarpmaz, o uç yuz tonluk motor, biri yirmi beş
metre o
yaniya dúşti, biri yirmi beş metre beriye düşti. Biz de battuk o arada.
bunlari
ģúçlukle alabilduk. Pardósi bunlari suyun üzerine tutdi. Yoksa ebi soy
boğulmuş
idiler. Bunlari biz alamicaktuk. Ğelduk sốra, ģúç hal dişariya ğelduk.
Bizi
almakda almadile. Motorciyi şikất ettuk. Tirabizondan yolini kestile ve
bunlari
mapusa attiler.
Mahkemeye
verduk, dấvấyi kazanduk. Uzun uzun işleryani. Bốle deniz vakalari olu.
Her
denize gezduğuni sen adam sanma yấni, denizci sanma. Bazi suvấriler
vardur ki,
en küçük bi miço kada bile bilmez.
Bekir Kutlu,
Merkez Camiönü Mahallesi
|
Paranun
Deduğu |
|
Potamyali
Ağa, her an parasi olan ve paraya sikişanlarin isteklerini
kişiliklerine göre karşilayan biridir. Kendisinden para isteyenlerin
başvurularini hemen karşilamaz, gelenleri önce oturtur, ayran ikram
ederdi.
Biraz sohbetten sonra ayrilir ve paralarin bulunduğu odaya giderdi. Bir
süre
düşündükten donra tekrar gelirdi.
Kendisinden
para isteyen güvenilir biriyse isteğini karşilar ve borç para
verirdi. Ama güvenilir birisi değil ise ona nezaketen:
- Az
önce gittum param ile konuştum.Ona dedum ki, param seni vereyim da mi
koti olayim, vermeyeyim da mi koti olayim dedum. Param da dedi bağa ki
beni
vermesan da koti olsan daha iyi olur. Onun için kusura bakma, paramun
deduğuni
yapacağum.
|
Sen
Yalağuz Ben Yalağuz |
|
Ali İhsan
Köroğlu anlatıyor:
Benum
bi
emicem varidi onun Heset diye bir samimi arkadaşi var idi.
Heset emice
ben çok kuçuk iken emicemun çarşida dükkanina gelur orada muhabbet
ederlerdi.
Heset emicenun başindan geçen olaylari emiceme anlaturdi. Anlattuği
hikayelerden bi tanesini anlatayim çok sevduğum Rizeli hemşerilerume.
Heset
emicenun kizi Adapazarli yine Rizeli bi uşağun peşine kaçmiş Heset
emice kizmiş
ama karisi kadar kizmamiş karisi kizini bir türlü affetmemiş.
Heset emice
kizini çok özlemiş ama karisini bir türlü kanduramamiş. Heset emice
karisina
gel istanbula seni kardaşlarunun yanina götüreyim demiş ve karisini
istanbula
gitmeye ikna etmiş ve İstanbula gitmişler.
Heset emice
karisiyle birkaç gün istanbula kalmişler ama akli Adapazarindaki kizina
kalmiş.
Aklina hemen bir fikir gelmiş Haydarpaşa garina gitmiş ordan iki bilet
alarak
Adapazarina gitmeye karar vermiş ama nasil?
Karisina
“Gel istanbulu şoyle bi dolaşalum” demiş karisini kandurmiş orasi senun
burasi
benum derken trenun kalkma saatina yakin gara gelmişler. Karisina:
“Bi bakalum
bu nasil bir şeydur. içi nasildur” derken trene binmişler o arada
hareket saati
gelen tren kalkmiş karisi hemen anlamiş ki herif bana oyun etti beni
kizima
goturiyi.
Heset
emiceye olmaduği hakareti edeyi kompartumanun bir köşesine çekiliyi ve
oriya
beklemeye başlayi, hoş trenden atlayacak halide yok zaten.
Tren
giderken kompartumana uç tane delikanli gelip oturiyi seyahat için
Heset emice
ordan karisina:
“O kocakari
sende benum gibi yalağuzsun herhalde nereye gideyisun gel beraber
inelum
trenden sen yalağuz ben yalağuz olurmi?” diye laf atmaya başlar.
Karisi ise:
“Hoşt kopek
afkurma” diye karşiluk veriyi karisi, bu laflar birkaç defa tekrar
edilince
ordaki delikanlilar olaya mudahale ederler ve Heset emiceyi hirpalamaya
başlarlar.
Heset emice:
“Yapmayin
o
benum karimdur” derse bile ona inanmazlar karisina sorarlar karisi
kocasina
kizmiş ya
“O benum
bişeyum deyildur” der.
Delikanlilar
hirpalamaya devam ederler. Karisi baktiki herif elden gideyi dayanamaz:
“Uşaklar
etmayun o benum herifumdur ona darilmişim diye barişmak içun bağa oyle
soyledi
bakmayun o deliye pirakun oni Allahindan bulsun" der.
Delikanlilar
da bu işe şaşururlar.
İşte Heset
emiceden bizzat dinleduğum hikaye...
|
Ula
Hasan de bağa bi akil
da! |
|
Mağlum
ya, eskiden Rize'de çay yoktu. Rize halki bitúń kurbet kóşelerindeydi.
Uzun
sene çaluştuktán sora, baktum niayet itiyarlayinca memleketume
ĝelecektum tabi.
Ĝelduk memleketumuze. Ē, arāzemuz iptal tabi, çayluk yōk!
"Ula
Hassan yấrun
bi kaş gişi bulalum da bizum çayluğu yapalum yấv!"
Hasan:
"Ŭla,
sen
eskisine benzetme bu işleri hā! Eskiden bi gişi çağirudun on gişi
ĝelurdi; ŭla
şindi kimse kimselan ĝitmeyi ha eskiine benzetma" deyi.
"E, ne yapmak lāzim arkadaş?"
"Şindi paraylan ĝider herkes, eskisi kibi yardim yoktur."
"Ŭla, ben ĝeldum kurbetten kardaşum, bu kadar param yōk ne yapmak lazim
?
"E" dedi, "Birune kesene verúsun yapturursun.
"Ŭla, kesene nedu kardaşum yāv?
"Eskiden eğratluk derduk yav." dedi. "Şimdi ole deyil, eski
işler ĝeşti. Verúsun birine yuz, iki yúz, úç yúz, beş yúz; neyisa gelu
baka
yapilacak olan çay tarlasini, ona ĝore yapar."
"Ŭla, kimi bulacağuk? Ŭla Hasan de bağa bi akil dā! Ne yapalum
kardaşum?
Buriya gelduk, bu memlekete şimdi bole dayima sefilluk mi çekelum?
"E" dedi. "Ben" dedi. "Bizum bi Osman var" dedi.
Onlan bi konişāyim da sağa haber vereyim."
"E, kardaşumsen bilusun yav! Gozini seveyim, sen bi haber ver bize."
Derken, ertesi ĝún oldi. Bekleduk baktuk ĝelen yok ĝiden yok. Aradum
Hasani
buldum.
"Ŭla Hasan hanè sen bağa bi adam ĝondereceğidun."
"Kardaşum şindi herkesun çay parasi var, kimse tenezzül etmeyi ki
paraya."
"E, ne yapmak lāzim kardaşum?"
Dedi;
"Ĝidersun çarşiya" dedi. "İspirli'leden bulusun bi adam."
"E, bilu mi çayluk yapmasini?
Dedi;
"Onlar uğrenmişler."
Neayet araduk bi İspirli bulduk.
"Arkadaş, biz bi çayluk yapacaksun."
Dedi;
"Yeri ĝórmeden ben bi şe demam, diyemem."
"E, ĝel kardaşum yeri ĝór."
Yere bakti tabi.
"Yāv , bura çok bayir, ....., bura kaş dónum var" dedi.
Dedum;
"Bura aşşā yukari dórt dónum var.
"Sen bi iki bin lira verusan yaparim oni" dedi.
"Kardaşum, biz onsekiz senedúr Zonguldakta çaliştuk. Ben iki bin lirayi
nerden bulāyim şindi? Şóle taksit etsek oni olmaz mi?"
"Taksit nedur?" deyi.
Çunki mağlum ya derken uylaşamaduk.
"Ŭla, Hasan ne yapacāğuk şimdi? Nereden bi adam bulacāğuk?"
Dedi;
"Ben sağa Oftan bi adam bulu ĝeturŭrum"
Bekle ki Hasan Oftan adam ĝeturecek. Neyisa aradan zaman ĝeşti
Ofli
birisini buldi; Memet isminde.
Memet
ĝeldi dedi;
"Aha arkadaşi ĝeturdum." dedi.
"Ē, evun neredu, yerun neredur?" dedi.
Dedum:
"Kardaşum, bin ha bu arabaya da gidelum."
Neyisa arāzeyi gosterduk.
Dedi:
"Yav burasi da" dedi, "çok çetin" dedi, "ağaçla da var
içerisin" dedi. "Bula kesilecek, kútúkleri çikacak, bunda, bu az
paralan olmaz"
"Ē, sen bi şe sóle bakalum" dedum, "kaça yaparsun çayluğu?"
derken neyisa heriflan uylaştuk; bin beşyuz liraya yapturduk.E, şindi
çay
tohumi nerden bulacāz? Hade bakalum çarşiya pazara. Yāv, çuval çuval bi
şeler
var, funduğa benzer ama.
"Ŭla
Hasan, ŭla ya ĝel benlan beraber. "Ŭla bu beki çuruk olur, eski olu,
ben
bundan anlamam, ya gel bak ta bi sağlamini seş ta ver bağa."
"Ula," dedi, "ha ole goriysun," dedi, "bak,"
dedi, "sağlamdu." dedi.
Baktuk birinde guve karişuk, geştuk oteki sergiye, neyisa baktuk o
biraz daa
guvesuz.
"Ula, daa eyisi yok mi acaba?" dedi, "Ha u bizum arkadaşla
var idi ha u otede, bakalum onlarun yanina var mi?"
Vurdu gittuk arkadaşlarun yanina.
"Oğ' ula Omer hoşgeldun, sefa geldun." dedi.
"Yav, benum hoşgelduğum bi şe deyil, ha bu arkadaşun bi zori var, bunun
işini gorelum."
"Ula," dedi, "ne zori var? Heyir ola." dedi.
"Yav, yeni çayluk yapti da çay tohumi dikecek," dedi, "ha ole bi
sağlamtohum var mi sende?" dedi, "nerden gelmiş? var mi sende?
Yaninda var idi eskiden, bulunurdi her zaman. Şini yoksa satmayi misun?"
"Satayrum tabi, satmaz olur miiyim?" derken, yuz lira verduk bi çuval
çay tohumu alduk. E, buni şini arabaya gidecek, mağlum ya ağir. Gittik
bi hamal
bulduk, arabaya geturduk.
"Ula,
Hasan ben buni tikmesini bilmem, nēdeceğum?"
Dedi:
"Yāv, komşiladan uğrenusun."
"Ŭla Hasan, ĝel bi yardim ede bağa dā! Ha buni tikelum. Ne olu
sebabtur."
"Zaten sebab sebab," dedi, "bizde da kalmadi derman." dedi.
"Yāv goriysun işte, biz muhacirik yani, uzun senedu yoğuduk buriya
kardeşum, ĝoriysun işte, bi sebab kazan nōlur. İnsan her zaman hoş
parayla
çalişmaz, bazi da hāyir içun çalişu" derken başladuk. ağajdan kalon bi
çivi yaptuk.
"Ē, buni nasi tikeceğuk şindi?"
Dedi;
"Ē?" dedi, "ha ōle fasulya," dedi, "anan tikerken
ĝormedun mi?"
Kardaşum ben o'lari unut.... Fasulyayi nasi tikeyile"
Dedi:
"Ha bóle" dedi.
"Ufak ufak kuyi yaparsun." dedi.
"Ē? sōra ne yaparsun avujlan" dedi.
"Bi avòç korsun onda." dedi.
"Oyle mi?" dedi.
"Oyle tikēyile, ben óyle ĝórdum" dedi.
Tikmağa, kirk santimda bi, fasulya kuyisi gibi tikmağa başladuk! Derken
çayluğu
biturduk çayluğu.
"Ula Hasan, sindi daa nēde oğuk bunda? daa bi işi esas iş bundan sōra
başlāyi. E, bunun dibine çimen çimen bitmez olu mi? bu toprakta dā!"
"E" dedi.
"Olsum canum" dedi. "Tabi topraktu, bitecek." dedi, "çimen
bitmese çay da bitmez onda.dedi. Neyisa, kadinlara tembettuk, deduk:
"Ha bunda, bunun çimeni
sizin olsun, fakat çimen birakmayin onda ha!
Memleketimuzdu, gelduk buriya seful kalduk, başka bi tutacak yerimuz
yok, dalimuz yok." deduk: "bu çayluklari yetişturene kadar bi yerde
girup çal,şalum." oyle ya, memleketumuzde bu kada çay fabrikalari var.
Kardaşum Ali Riza dedi
bağa ki;
- Sen git, dedi,
sandika başkanini bul.
-Yav, ben tanimayrum
oni, ben bulurum oni, ama nasil bulucam oni? Adi nedur? İsmi nedur? Ne
bileceğum.
-Gel benlan baraber da
gidu bulalum oni, dedi; Kakşi Reşat derler, dedi. Bak, dedi, sandikayi
gosterule sağa.
- Yav sen gel benlan
kardeşum, ben nerde bulucam herifi.
Neyisa, vurduk gittuk sandukaya, sandukaya gittuk. Selam, aleykimselam
falan.
-Buyrun.
Biraderi biraz taniydile,
beni tabi tanimayile. Eğ deduk, ağabey oturduktan sonra deduk:
-Bizum bi zorumuz var.
Dedi:
-Heyrola, ne ne zorunuz
var?
Birader dedi ki:
- Bu benum ağabeyum uzun
sene
Zonduldaktayidi, şindi geldi buriya, dedi, yeni çayluk yapmağa başladi,
dedi, biraz maddiyati zayif, dedi, şindi, dedi, buğa bi iş bulacağuk,
dedi.
- Daa kampanya zamani
gelmedi, geleceğine yakin gelun bağa, dedi.
Geldi kampanya zamanina
yakin gelduk Reşata.
- E, Reşat ağabey, zaman
yanaşti, ne diyesun bize? dedi.
- Git İş Builmadan bi kart
al da gel.
Gittuk İş Bulmaya alduk bi
kart.
- Eğ, deduk. Şindi ne
olacak?
Dedi:
- Eski isci alinacak,
ondan sonrayenisi.
- Acaba bize sira gelecek
mi? deduk.
- E, dedi, ihtiyac var
isegelecek.
Neyisa, eski isci alindi,
sira yeni
isci alinmasina geldi. Vurdu gittuk fabrikaya, gittuk ki, Artvindan,
Erzurumdan, Giresundan, Samsundan; her taraftan, Hopadan, her
taraf
yiğilmiş işci. Var aşşa yukari uş dort bin gişi. Çikti fabrika mudur
muavini, bi konuşm ayapti, kartlarumizi topladi, dedi:
- Arkadaşlar, bizum yeni
isciye ancaka
iki yuz gişi, yuz elli, iki yuz kişi, dedi, itiyacumuz var, dedi. Burda
isa, dedi, dort beş bin gişi adam var, İsterdum ki, hepunuzi bi işe
alabilsem.
Feket bekleduk.
- Kura çekeceiz, dedi,
herkes hakkşna razi olsun. Şindi desak ki, dei. amet sen gel, Memet sen
gel, bole kaad okusk dersunuz ki; "Ula bu bunun dayissinun oğlidu,
yahot taniyi oni arkadaşidu bu, dedi, hal hatir olur, şindi burada kura
çekecoğuk, herkes hakkina razi olsun.
E, kura çekildi, ne
çekildi tabi, biz gormeduk. E, tabi Amet, Memet ismi okunan geşti o
tarafa.
- Geri kalanla hic
beklemesun.
Bekleduk baktuk
fayda yok; ula dedum, Zonguldakta halu hatirimuz sayiliydi, vilayetumuz
deyildi ama, evet Turkiye hudutlari içinde, orda hiç olmazsa hatirumuz
geçeyidi, memleketumuzda uç ayluk bi işe giremeduk.
- Ula Huseyin, nedecoğuk
ula? Ha buriya gelduk memleketumuze bu da başumuza mi geleceği
idi, bu iş? Ula ne yapalum?
- Ula senun, dedi, sanatun
var, dedi. Tutalum sağa bi tukan.
- E, tutalum bi tukan.
Gelduk sağda solda
arayiruk buş tukan bulacağuk; ama Rize'de nerde bulusun boş tukan.
Gittuk Şeytan soka denen bi yer var.
Devam
edecek....
224 -255
İlyas Demircan
Rize Merkez Sütlüce Köyü
|
Yengenuz
Rahmetli Oldi
|
|
Kulaç Esat evinin önüne çıkar başlar
sela okumaya (Rize’de ölüm olayı vukua geldiğinde hemen sela okunur)
Köylü hemen toplu halde eve gelmeye başlar ve sorarlar
- Hayır ola kim vefat
etti?
- Yengemiz rahmetli oldi sizlere ömür,
diyerek üzüntüsünü belirtip ilave etmiş çaylıklarda çok fena geçti.
Toplayacak kimse yok. Cenazeye başlasak çay karta kaçacak. Hazır
geldunuz habu çayı beş dakikada halledelim der. Tüm köylü bir anda
çaylığa dalar ve çayı toplayıp evin önüne yığarlar. Birde bakarlar ki
yenge ayakta onları karşılaşıp ikramda bulunuyor. Şaşırıp kalmışlar.
Birbirilerine bakıyorlar. Kalaç Esat dönmüş millete “Evde kalduk
ikimuz. Bu çayı da ebedi toplayamazduk onun için size bu oyunu oynayıp
işi bitirdik” der.
Unutmak Olmaz, Fatih
Sultan Kar |
Kaynaklar
1) Rize
İli Ağızları, Dr. Turgut Günay, Ankara, 2003
2) Her Yönüyle Güneysu, Rize, Hakan Şeker Tavukçuoğlu, 1996
3) Bir Köy Monografisi Rize Kalkandere Hüseyinhoca Köyü, 2007
4) Rize Pazaköy, Ömer Naci Ak, 2013
|
|
|