Ramazan Fıkraları Facebook'ta paylaş


Anladık Ramazan başlamış!

Ramazan hilali görülmeyince oruç tutmanın caiz olmayacağını bilen bir tiryaki, hilali görmemek için evinin pencerelerini kapayıp perdeleri de sımsıkı örter: geceleri mahalle kahvesine giderken de başını önüne eğermiş, nasılsa bir su birikintisi içinde hilalin aksini görünce ürkerek şöyle demiş:

- Hey mübarek! Gözüme mi gireceksin, anladık işte ramazan başlamış!..

Bir gün fazla tutmuş

Adama sormuşlar :

-Kaç gün oruç tuttun?

-Hastalığım nedeniyle, ancak bir gün tutabildim! demiş.

Aynı soru, orada bulunan Bektaşi’ye sorulunca, hiç istifini bozmadan yanıt vermiş :

-Bu arkadaş benden bir gün fazla tutmuş!

Bir eşek bir öküz

İki softa, ramazanda bedava yiyip içeriz diye bir Bektaşi köyüne misafir olurlar. Hoşbeşten sonra, içlerinden biri tuvalete gider. Bektaşi, bu softaları kontrol etmek için odada kalana sorar:

- Senin arkadaşın nasıl bir adam? Bilgisi var mı, yok mu?"

O da kendini üstün göstermek için

-Bırak şunu, eşeğin tekidir", cevabını verir.

Biraz sonra öteki softaya da aynı soruyu sorar:

– Senin arkadaşın nasıl bir adam? Bilgisi var mı, yok mu?

Bu softa da öteki gibi

"Bırak şunu, öküzden farkı yoktur", cevabını verir.

Akşam olunca iftar sofrası kurulur. Fakat tepsinin üzerinde arpa ile samandan başka bir şey göremeyen softalar hayretle sorarlar:

– Bunlar ne erenler?

Bektaşi gülerek cevap verir:

– Biriniz eşek, ötekiniz öküz. Sizin için bunlardan daha iyi azık olur mu?"

Bizi de yedirirsin!

Eskiden toplu ramazan yemeklerinde, iftar ziyaretlerinden artan yemekleri, yemek masasına hizmet eden çocuklar yermiş.. Yani artan yemekler onların hakkı imiş.

Bir iftar yemeğinde çorba içildikten sonra hoca cemaata:

- Çorbayı arttırmayın israf haramdır. Yemeği bitirmek sünnettir, der.

Böylece çorba tamamen biter.

Sıra sebze yemeğine gelir, hoca yine :

-Arttırmayın sünnettir” der yemek biter.

Sıra pilava gelir, tatlıya gelir.

Hoca:

-Sünnettir, diyerek, her şeyi cemaata yedirir ve hizmet yapan çocuklar aç kalırlar.

Yemekten sonra hocanın ellerini yıkaması için su döken çocuklarla hoca şakalaşmak ister:

-Balam sizin adınız ne, der.

Çocuklar:

- Farz hoca efendi, derler.

Hoca:

-Balam hiç farzdan ad olur mu?” der.

Çocuklar da:

-Olur ya, sünnet diyelim de bizi de cemaata yediresin öylemi ?” derler…

Bizim eve de buyursun!

Bir zat Ramazan’da hiç evine gelmez, boyuna davetli davetsiz iftarlara gidermiş. Bir akşam birisi evine gelerek:

-Bu akşam sizin efendiyi filan yerde iftara davet ediyoruz, buyursunlar,deyince,

Evin hanımı:

-Ramazan neredeyse bitecek, efendiyi gören yok. Siz görebilirseniz söyleyin. Bir gece de kendi evinde iftara buyursun!

Borcun var mı?

Bir ramazan günü III. Mustafa'nın veziri Koca Ragıp Paşa'nın konağında yapılan sohbet esnasında Ragıp Paşa Şair Haşmet'e hitaben:

- 'Senin de borcun var mı Haşmet?' diye sorar ve ondan sonra şu cevabı alır:

- Evet efendim, mahalle bakkalına bin kuruş, kasaba beş yüz kuruş...

Ragıp Paşa sorusunun anlaşılmadığını düşünerek şu açıklamayla birlikte tekrarladı sorusunu:

- 'Ben onu sormuyorum, oruç borcun var mı?'

Şair Haşmet bu soruyu şöyle cevaplamış:

- Paşam, oruç borcunu Allah sorar; sizin soracağınız kul borcudur.

Bu mahalleden değiliz de...

Evvel zaman içinde iki şair ve edip ahbap Mehmet Celâl ile Faik Esad, Beylerbeyi’nde bir dostun iftar davetine icabet için yola koyulup karşıya geçiyorlar; fakat vakti iyi hesap edememişlerdir ve iftara daha saatler vardır. Bunun üzerine iki ahbap,

- Camiye gidelim, vaaz dinleriz, vakit geçer, fikriyle Beylerbeyi Camii’ne girip bir tarafa ilişiyorlar.

Vaiz kürsüye çıkmış cehennemden bahsetmekte, diliyle etrafa yıldırımlar savurup şimşekler çaktırmakta, "zebânileer, alevleer, katran kuyularıı” dedikçe cemaat dehşetle tir tir titremektedir.

Bizimkiler vaizin tehditlerine pek kulak asmamaktadır ama ahalinin çoğu kapıldığı haşyetle hüngür hüngür ağlıyor.

Ağlayanlardan biri, gözyaşlarını silerek Faik Esad’ın sırtına dokunuyor, kısık sesle,

- Siz vaizi dinlemiyor musunuz? diye soruyor.

"Dinlenmez olur mu, dinliyoruz elbet” diye cevap veriyor bizimki,

"Peki ne dediğini anlıyor musunuz?” "Anlıyoruz elbette, niçin soruyorsun peki?”

Adam hayretle devam ediyor,

- Yahu bizim ağlamaktan ciğerimiz sökülüyor, gözümüz dışarıya uğruyor sizde ise hiçbir elem işareti yoktur, nasıl oluyor bu?

Şair cevap veriyor:

- Efendim biz bu mahalleden değiliz, yabancıyız, misafirliğe geldik de!.

“Buba Ramazan nedur?”

Temelin küçük kızı Emine, Ramazan ayında babasına:

-Buba Ramazan nedur? diye sorar.

Temel:

- Kiizz Emunem, Üstadum dedu ki: Ramazan İslâmun şartlarunun birunculerindendur. Bülûğ çağuna eren her Müslümana oruç tutmak farzdur.

Emine:

-Buba ver elime, ben de tutayum” der.

Temel:

-Kizum elle değül, bir gün yemek yemeden, içmeden aç kalarak oruç tutacaksun” der.

Emine:

-Anladum buba, der.

Temel:

-Emunem, diluna, gözuna, kulağuna da sahip olacaksun yoksa aç kalman fayda etmez” der.

Emine:

“Vuuyyy, o zaman arkadaşım Hatice’ye de bir daha karuşmuyacağum buba, der.

Bunları Ramazana Verin

Vaktiyle adamın birisi her şeyin en güzelini bir yana ayırır, "Hanım bunu Ramazan'a sakla" dermiş. Gel zaman git zaman Ramazan ayı gelmiş, güzel güzel yemekler pişmeye, iftar sofraları dolup taşmaya başlamış.

Günlerden bir gün kapıya bir dilenci gelmiş ve Allah için bir yardım istemiş.

Kadın:

"Adın ne senin?" demiş.

"Ramazan"

"Ramazan mı? Dur öyle ise..."

Evde ne kadar ayrılmış güzel yiyecek, içecekler varsa kaplara doldurmuş.

"Al git bunları, bizim bey sana saklıyordu" demiş.

Çayımı içim gelirem

Bir gün Erzurum kahvelerinden birinde insanlar iftar vaktinin gelmesini beklerken o anda içeriye biri hızla ve şiddetle girmiş:

-Abi çabuk goşu gelin bi tenesi orucuni basır cigara içirdi gözümün ögünde kahveden biri cevap verir:

-Ola tamam bi dur neye fenikisen ambu çayımi içim gelirem.

Çömlek hesabı

Ramazan günlerini hesaplamak için bir çömleğin içine her gün bir taş atar, Hoca. Bir avuç taş doldurur çömleğin içine Hoca'nın yaramaz oğlu,muziplik olsun diye. Bir zaman sonra arkadaşları:

-Bugün Ramazan'ın kaçı acaba? diye sorarlar Hoca'ya. Hoca'da:

-Şimdi eve gider öğrenirim, der ve evinin yolunu tutar.

Çömleği boşaltır; bir sayar, iki, üç sayar... Taşların yüz yirmi beş tane olduğunu görür. Şaşkın bir halde döner arkadaşlarının yanına Hoca.

- Arkadaşlar, bugün, Ramazan'ın kırkbeşi" der.

Hoca'nın bu cevabına gülüşür ve aralarından biri:

-Aman Hocam, bir ay otuz gündür. Hiç Ramazan'ın kırkbeşi olur mu? diye itiraz eder.

Hoca, biraz şaşkınlık biraz da kızgın bir ifadeyle:

-Ben yine insaflı davrandım. Benim çömlek hesabına bakacak olursak; bugün Ramazan'ın yüz yirmi beşi!"der.

Deniz oruç bozar mı?

Birgün Naim Hoca`ya sormuşlar;

-Denize girersek orucumuz bozulur mu?´ diye.

Naim Hoca şöyle cevap vermiş;

- Ula uşahlar, Remazanda siz denize girersez orucuz bozulmaz. Amma deniz size girerse orucuz bozilir. Ona göre...

Gökte Misafir Edilen Ne Yer?

Nasreddin Hoca, Ramazan ayı boyunca vaazlar etmek, namazları, teravihleri kıldırmak üzere evine uzak bir köyde işe başlamış. Hoca’ya köyde bir oda tahsis etmişler. Görevi kısa süreli olduğundan Hoca ailesini getirmemiş, odasında tek başına kalıyormuş.

Köyde vaaz ederken bir ara Hz. İsa’nın göğe çekildiğinden söz etmiş. Camiden çıkınca yaşlı bir kadın yanına yaklaşıp :

- Hoca efendi, Hz. İsa göğe çekildi dedin, ama orada ne yeyip ne içtiğini anlatmadın!

Hoca:

- Bre kadın, günlerdir bu köyün misafiriyim. Bir gün olsun misafirimiz ne yer ne içer demediniz de, gökte misafir edilen Peygamberin ne yeyip ne içtiğini soruyorsun ! demiş

Halim Mecalim yok

Sohbet sırasında Bektaşi’ye sormuşlar:

-Baba Erenler niçin oruç tutmazsın?

Bektaşi’de mazeret hazırdır:

-Vallahi tutmak isterim ama halim mecalim yok.

Bektaşi’yi zorda bırakmak için bir soru daha sorarlar:

-İftara çağırsalar gider misin?

-Doğrusu ne yapar eder giderim.

Bektaşi’nin bu cevabına itirazlarını bildirirler:

-Bu nasıl olur? Allah’ın emrini dinlemiyorsun da kulların davetini kaçırmıyorsun!

Bektaşi’nin cevabı hazırdır:

-Bunda şaşılacak ne var? Bilirsiniz ki Cenabı Hak merhametlilerin merhametlisidir ve affedicidir. Fakat insanlar böyle midir? Onlar, en küçük bir sebepten güceniverirler. Bunun için kulların davetlerini kaçırmamak gerekir

İtibar

Softanın biri Bektaşinin önüne geçti:

-Ey Erenler; iyisin, hoşsun, ilim irfan sahibisin; bir de oruç tutup, namaz kılsan, bizim nazarımızda da itibarın olur o zaman, dedi.

Bektaşi gülümseyerek:

-Sizin nazarınızda itibar kazanmak için, Tanrı önündeki itibarımı zedeleyemem, dedi.

Nasıl Yetişeceksin

Sultan II.Mahmud Han zamanında bir zât, Ramazanda bazı ahbab ve tanıdıklarını iftara davet etmiş. Meşhur şair İzzet Molla da davetliler arasındaymış.

Yatsı ezanı okunmuş, cemaatle namaza başlamışlar. İmamlık eden zât, namazı neredeyse iki secdeyi bir edecek kadar acele kıldırıyormuş. Çok kısa zamanda sonuncu rekatın tahıyyatına gelmişler. O aralık dışarıdan bir adam gelip namaz kıldıklarını görünce:

-Hazır abdestim varken ben de cemaate yetişeyim, diye düşünüp safa dahil olacağı sırada cemaat selam vermiş.

İzzet Molla dönüp adama şöyle demiş:

-Be adam! Biz içinde iken yetişemiyoruz, sen dışarıdan gelip nasıl yetişeceksin?

Niyet 

Bektaşi'ye, sahurda sorarlar:

– Oruca nasıl niyet etmeli?

Bektaşi, tıka basa yedikten sonra cevap verir:

– Dayanırsam tutarım, dayanamazsam yutarım diye niyet edip ağzını çalkalamalı.

Oruç farz sahur sünnet

Adamın biri hergün hanımını zorlayarak sahura kaldırıyor yemek hazırlatıp sahur yiyormuş sonrada orucu.

Birgün beşgün bu böyle sürerken; kadın artık dayanamamış ve:

-Ula herif sende hiç vicdan yokmu orucu tutmuyorsun bana zorla sahur hazırlatıyorsun, demiş.

Adam:

-Oruç farz.sahur yemek sünnet değilm?i diye sormuş

Kadın:

-Evet demiş

Adam:

-E hanım farzı yapmıyorsak sünneti demi yapmayalım, demiş.

Oruç gitti ama

Oruç tutan Bektaşinin biri pek fena susamış. Vakit geçirmek için kırda giderken bakmış gürül gürül akan bir çeşme... Adeta kendinden geçmisş bir halde ağzını dayayıp lıkır lıkır içmeye baslamış

-Aman erenler ne yaptın? Oruç gitti, diye seslenmiş.

Bektaşi, ağzınıniki yanından süzülen sular bağrına doğru inerken cevap vermiş:

-Oruç gitti, ama fakire de can geldi!

Oruç Tutayım Diye Bozdum

Aylardan Temmuz. Günler oldukça sıcak ve uzun. Aylardan Ramazan. Sabah erkenden başlayıp, gün boyu tırpanla ot biçmiş Tonyalı. Hararetten, dili bir karış dışarıda varmış evine. Kafaya takmış, orucu bozacak ama, arkadaşı bırakmıyor:

– Orucunu bozma, aha şunun şurasında akşama ne kaldı ki?

Bir punduna getirip bozmuş orucunu Tonyalı. Arkadaşı:

–Ne yaptın? Nasıl bozdun orucu? Deyince cevap vermiş Tonyalı:

–Baktum ki, orucu bozmazsam susuzluktan öleceğum. Ölürsem bir daha Allah için oruç tutamayacağum. Dedum, ey Rabbum, yaşayup senin için oruç tutayim diye orucumu kestum.

Oruçluyken Kaç Hamsi Yersin?

Dursun, Temel’e sormuş:

-Oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilursun Temel?

-100 tane yiyebilurum.

-Hadi ordan, yesen yesen 1 tane yiyebilursun, gerisini oruçsuz yemiş olirsun,” demiş.

Bu espri Temel’in çok hoşuna gitmiş. Bir gün yolda giderken Cemal’i görmüş ve hemen sormuş:

-Uşağum oruçlu oruçlu kaç hamsi yiyebilursun?

Cemal:

-50 tane, demiş.

-Ha uşağum 100 tane deseydun sana müthiş bir espri yapacaktum!

Pabuçları yürüteyim derken...

Bir Ramazan gecesi Ayasofya Camiinde teravih namazı kılındıktan sonra dua esnasında açıkgöz yankesicinin biri, yanındaki adamın cebindeki bir enfiye kutusunu el çabukluğu ile aşırır. Bununla da yetinmez, kalkarken adamcağızın kunduralarını da paltosunun altına saklar. Malları çalınan, her iki hırsızlığın da farkındadır. Önce hiç ses çıkarmaz. Fakat tam caminin iç kapısından çıkarlarken, hırsızın hafifçe omzuna vurur ve koluna girer. Hırsız, şaşırarak döner. Efendi, gayet nezaketle:

-Siz, namazdan evvel benden enfiyeniz var mı diye sormuştunuz, fakat kutuda enfiyem tükenmiş, takdim edememiştim. İnanmanız için enfiye kutusunu da size vermiştim, sonra namaza durmuştuk. Şimdi eksik olmayın, kunduralarımı da almış, taşıyorsunuz. Zahmetinize teşekkür ederim. Bu lûtfunuza artık hacet kalmadı.

Pek tabiî olarak, hırsızın yüzü alı al, moru mor! Enfiye kutusunu ve kunduralarını geri alanın bu sözlerini işiten halktan bir kısmını hem güldürür, hem hırsızın yakasına yapışırlar ve onu doğruca karakola götürürler.

Komedinin devamı buradadır. Komiser, hırsıza çıkışır:

- Be herif! Bu kaçıncı rezaletin? Kaçıncı kundura hırsızlığın? Neye yaparsın bu işi?

Hırsız, boynunu bükerek:

- Hakkınız var efendim, der. Kusurum var, kötü bir alışkanlık! Fakat çok şükür bu defa cemaatten dayak yemeden pabuçları geri verdim, enfiye kutusunu da. Şaşkınlığım yeter. Ancak, Allah aşkına siz de halime merhamet buyurun, hiç olmazsa bir kerecik burada dayak yemiyeyim.

Ramazan-ı Şerifi Memnun Etmek

Bir çok Ramazanı birlikte geçirmiş olan bir hanımla beyi konuşuyorlarmış.

Bey, hanımına:

-Hanım, bunca senedir oruç tutuyoruz. Acaba Ramazan-ı Şerif’i hiç memnun edebildik mi? diye sormuş.

Hanım:

-A efendi! Düşündüğün şeye bak, o mübarek hiç memnun olmasaydı, her sene 10 gün önceden gelir miydi? demiş...

Sahuru da öne alsalar

Bektaşi babasına sormuşlar:

- Baba erenler, ramazan hakkında ne düşünüyorsun?

Bektaşi babası:

- Vallahi, demiş; iftara bir şey dediğim yok ama, şu sahuru da öğleye alsalar daha iyi olurdu.

Sen ne işe yaradın?

Bektaşi ile Hacı Osmanlı, zamanında ramazanda içki içerken yakalanırlar. Kadı yaptıklarının cezasının ne olduğunu bilip bilmediklerini sorar bunlara.

Hacı af dileyerek:

-Şeytana uyduk kadı efendi, der ancak Kadı Hacı'ya idam cezası verir.

Bektaşiye sıra gelir ve der ki:

-Kadı efendi ben gayri-müslümüm, bana oruç farz değildir. Kadı Bektaşiyi serbest bırakır.

Bektaşi kadıya sorar

-Kadı efendi ben de şehadet getirsem, müslüman olsam, arkadaşımı da bağışlar mısın?

Kadı efendi düşünür

-Gavuru müslüman yapmanın ona sağlayacağı sevabı hesap eder ve Hacı'yı da affeder.

Kadının huzurundan ayrıldıktan sonra hacı şaşırararak Bektaşiye sorar:

-Sen ne biçim adamsin be, bir dinli oluyon bir dinsiz, sende iman yok mu bire münafık? deyip azarlar.

Bektaşi de:

- Gavur oldum kendimi, müslüman oldum seni kurtardım be. Peki sen ne işe yaradın?

Senede iki kez
 
Bayramın yaklaştığı günlerden birinde, iftar sırasında, misafirlerden biri:

-Keşke, Ramazan, senede iki kez gelse.

Aynı sofrada misafir bulunan Bektaşi, hemen şu cevabı verir:

-Öyleyse Ramazan gider gitmez neden bayram yaparsınız? İnsan, sevdiği gidince bayram mı yapar hiç!...

Sohbet Arkadaşı

Osmanlı’da her devletlünün Allah dostu bir sohbet arkadaşı vardır. Paşa’nın musahibi Haşmet Baba adlı haramdan sakınıp, sözünü sakınan, hikmet ehli bir zattır. Koca Ragıp Paşa “Bu ayda tebasında  bulunanlara kolaylık gösterenler affonulur” müjdesi mucibince Haşmet’i de yanına alarak, tebasındakilerin çarşı-pazar defterlerini kontrole gider. Paşa’nın her ramazan yaptığı bu gizli işini sadece Haşmet Baba bilir.

Ragıp Paşa bir manava girip:

“Selamün-aleyküm. veresiye defteriniz var mı?”,

“Vardır” cevabını alınca, o defterde ne borç varsa öder. Esnaf da Paşa’nın huyunu bilip, gizlilik tembihine uyar. Borcu ödenenler, Allah’a hamdü senâ eder. Nüktedan Ragıp Paşa işi bitince Haşmet’e takılmadan edemez.

- Bre Haşmet ölümü düşünürüm de. Kabir taşıma ne yazdırayım?

- “Dün altımda olanlar, bugün üstümde” yazdır Paşam!

- “Hoş bir cevap verdin. Senin de borcun var mı?”

- “Vardır elbet, bakkal tayfasına 2 altın, manava 3 altın...”

- “Sana kul borcunu değil, orucu sordum yahu!..”

- “Siz sadece kul borcunu sorarsınız, orucu ancak Yüce Allah sorar.”

Su katıyorlar

Bektaşinin birini ramazanda içki içtiği için yaka paça kadıya götürürler.

Çakırkeyif Bektaşi'yi görür görmez kadı:

- Behey kafir! Bu yaşta hala içiyorsun bu zıkkımı. Utanmıyor musun? Bilmiyor musun haram olduğunu? der.

- Sırtınızdaki ipek kaftan da haramdır..." diye karşılık verir Bektaşi.

Kadı:

- Bunun içine pamuk katarlar.

Bektaşi:

- Dünyada doğru adam mı kaldı, şaraba da yarı yarıya su katıyorlar, der.

Temel oruç tutarsa

Temel, Ramazan günü Sultan Ahmet meydanında sabırsızlıkla biran önce iftar vaktinin gelmesini beklemektedir. Güneş tepede,Temelin dilini damağını kurutmaktadır.

Derken bir turist kafilesi gelir içlerinden birkaçı oradaki satıcılardan irice bir karpuz alır ve temelin gözü önünde sapır şupur yemeye başlarlar. Bir süre sonra bizimki yerinden kalkar usulca yanlarina yaklasir ve kulaklarina egilerek:

-Uy,dininizun kiymetini pilesinuz ha!

Teravihi Unuttu

İki kafadar Ramazan’da kadı kıyafetine girerek köy köy dolaşmaya ve birkaç basit soru sorup cevap veremeyen köylüleri falakaya yatırıp para kazanmaya başlamışlar. Kadı Efendinin bu durumdan haberi olunca, bunları yakalatmış ve:

-Bu sabah namazının, bu öğle namazının, bu ikindi namazının, bu akşam namazının, bu yatsı namazının, diyerek kırk sopa attırıp bıraktırmış.

İki kafadar köyden uzaklaşınca birisi:

-Tabanlarım sızlıyor, şurada oturup dinlenelim, deyince diğeri:

-Yürü yürü! Dinlenmenin sırası mı şimdi? Kadı Efendi teravihi unuttu. Hatırlarsa vay halimize!

Tiryakinin Hali

Ramazan hilâli görülmeyince oruç tutmanın caiz olmayacağını bilen bir tiryaki, hilâli görmemek için evinin pencerelerini kapayıp perdeleri de sımsıkı örter, geceleri mahalle kahvesine giderken de başını önüne eğermiş. Nasılsa bir su birikintisi içinde hilâlin aksini görünce ürkerek şöyle demiş:

-Hey mübarek! Gözüme mi gireceksin? Anladık işte Ramazan başlamış!

Yalansa

Abartıcı bir kişi olarak tanınan hattat İzzet Efendi bir dostuna:

- Dün gece sabaha kadar oturdum, bir Kur’an yazıp bitirdim, demiş.

Az sonra dostu söze girmiş :

- Geçen Ramazan’da Kandilli’ye, bir iftar yemeğine gidiyordum. Boğaziçi’nde öyle bir fırtına çıktı ki... Dalgalar bindiğim kayığı sahildeki minarelerin şerefelerine kadar çıkardı. Kayık dalgalar arasında sallanırken iftar oldu, toplar atıldı. Ben de sigaramı kandillerden yakıp orucumu bozdum.

Mustafa İzzet Efendi bağırmış :

-Yalan !..

-Yalansa, senin dün gece yazdığın Kur’an-ı Kerim çarpsın.

Yumuşasın Diye

Adamın biri Ramazan günü erik yiyormuş. Bunu gören adam:

-Yahu, Müslüman olan böyle oruç yer mi? demiş.

Adam:

-Hayır oruçluyum, cevabını verince adam, avurdunun şişliğini işaret ederek:

-Ağzındaki nedir? diye sormuş.

Adam:

-Eriktir, iftara kadar yumuşasın diye ağzımda tutuyorum! demiş.