|
||||||||||||||||||||
Şu
Destanı |
||||||||||||||||||||
Destanda Türk boylarının oluşumu ve Türkler'in kent yaşamına geçmeğe başlamaları da anlatılmaktadır. Ayrıca, ulusunu bir istiladan korumak için çaba gösteren bir kaganın kaygılarının ince bir biçimde işlenmesi, destana ayrı bir özellik katmaktadır.. Şu Destanı, kendisinden sonra oluşacak Türk destanlarının ana çizgilerini ve süslemelerini belirlemiştir. Şu Destanı, kimi bilginlere göre Saka Türkleri'nin destanıdır. Şu destanında müzik ve ezgi önemli bir rol oynar; ama bu müzik insan sesine değil, sazların sesine dayanır. Destanın kahramanı genç kagan Şu, Türk destanlarının yerinde durmayan hareketli ve atak yiğitlerinden daha değişik bir yapıdadır. Kagan Şu, beden ve ruh yapısı ile daha çok, Osmanlı hakanı 3. Selim'i andırır. Şu Kagan, 3. Selim gibi içli, sanatçı, düşünceli ve mantıklı bir kimsedir. Sarayının kapısında günde 365 nöbet çalınır. Şu Destanı'nın özeti aşağıda yer almaktadır: Şu Kalesi'ni, Balasagun yakınlarında genç kagan Şu yaptırmıştı. Kagan Şu'nun sarayı ise Balasagun'da idi. Kalede ve Balasagun'da çok güçlü bir ordu bulunuyordu. Balasagun kenti çok zengindi. Şu Kagan'ın sarayının önünde ordu beğleri için her gün 365 nöbet vurulurdu. Bu sırada, Zülkarneyn (İskender) doğu seferine çıkmış, Ön Asya'dan İran içlerine kadar önüne çıkan tüm orduları yenmiş, ülkeleri işgal etmişti. Zülkarneyn, Semerkand'a değin ilerlemiş, Türk illerine yaklaşmışt Şu Kagan'ın gözcüleri, Zülkarneyn'in Balasagun'a ve Şu Kalesi'ne yaklaştığını bildirdiler. Gözcüler, Şu Kagan'a şöyle dediler:''Zülkarneyn denilen, gün batısından kopup gelen bir kıral ordusuyla bize yaklaşmaktadır. Önüne çıkan orduları dize getirmiş, yerle bir etmiştir. Bize ne buyurursun? Onunla savaşalım mı?'' Genç kagan Şu, habercilerin
sözlerini
dinlemez gibi göründü. Çünkü daha
önceden, en güvendiği yiğitlerden kırk kişiyi seçmiş,
Hucend Irmağı kıyılarına gözcülük etsinler diye
göndermişti. Yiğitler, kimseye görünmeden gizlice
giderek Hucend kıyılarına yerleştikleri için, ordu habercileri
durumu bilmiyorlardı. Getirdikleri kötü haberden Şu Kagan'ın
kaygılanmamasına, kılını bile kıpırdatmamasına şaşırdılar. Şu Kagan
gönlü ise rahattı. Şu Kagan'ın gümüşten bir
havuzu vardı.
Havuzu, işten anlayan ustalara yaptırmıştı. Havuz, istenildiğinde
taşınabiliyordu. Şu Kagan, savaşa bile gitse gümüş havuzunu
yanına alırdı. Konakladığı yerlerde içine su doldurtur, su dolu
bu gümüş havuza kazlar, ördekler salar, onlara bakardı.
Kazların, ördeklerin gümüş havuzda yüzüşlerini
seyretmek kendisini dinledirir, dinlenirken de ulusunun geleceği ile,
sefer ve savaşlar ile ilgili tasarılar hazırlardı. Şu Kagan, haberciler
geldikleri sırada yine gümüş havuzda yüzen kazları,
ördekleri seyrederek dinleniyordu. Habercilerin: ''Ne buyruk verirsin kaganım?
Zülkarneyn ile
savaşa tutuşalım mı?''
Diye sorup buyruk beklemeleri
üzerine onlara
havuzu ve havuzda yüzen kazlar ile ördekleri gösterek
şöyle dedi: ''Bakın. Görüyor
musunuz... Kazlarla
ördekler suda ne güzel yüzüyor, nasıl dalıp dalıp
çıkıyorlar?'' Haberciler, kaganlarının bu biçimde konuşmasını garip karşıladılar. Ona kuşku ile baktılar. ''Herhalde kaganımızın hiç bir hazırlığı yok. Onun için ne yapacağını bilemiyor'' diye düşündüler. O sırada, Zülkarneyn'in ordusu
Hucend
Irmağı'nı geçmişti. vakit gece yarısına geliyordu. Hucend Irmağı
kıyılarında gözcülük yapan, Şu Kagan'ın kırk yiğidi
atlanıp, yıldırım gibi Şu Kalesi'ne geldiler. Şu Kagan'ın katına varıp
Zülkarneyn'in Hucend Suyu'nu geçtiğini, Balasagun yolunda
ilerlediğini bildirdiler. Daha önceki habercilerin sözlerini
dinlerken kılı kıpırdamayan Şu Kagan, kırk yiğidin sözleri
üzerine hemen göç davulunun çalınmasını
buyurdu. Davulun çalınması ile birlikte doğuya doğru hızla yola
koyuldular. Bu durum halkı şaşırttı. Gündüzün hazırlık
yapılmadan, gece vakti göçün başlamasından korktular.
Ellerine ne geçtiyse toplayıp bulabildikleri atlara atlayan
millet, kaganla birlikte yola düştü. Gün doğarken,
kentte kimse kalmamıştı. Yalnızca bomboş ve düz bir ova
görünüyordu. Bütün millet, Şu
Kagan'ın ardından
gitmişti. Ancak, binecek bir şey bulamayan yirmi iki kişi, Şu
Kalesi'nde kalmıştı. Bunlar ne yapacaklarını
düşünürlerken yanlarına iki kişi daha geldi. Bu iki kişi
kap kacaklarını toplayıp sırtlarına vurmuşlardı. Yorgundular. Fakat,
pek duracağa benzemiyorlardı. Önceki yirmi iki kişi, bu yeni
gelenlere bir yere gitmemelerini, kendileri gibi kalede kalıp
beklemelerini söylediler. ''Zülkarneyn denilen her kim
ise, burada uzun
süre kalamaz, geldiği gibi geri dönüp gider. Burası
bizim yurdumuz, yine bize kalır.'' dediler. İşte bu yüzden, bu iki
kişinin adı
Kalaç olarak kaldı. Bu iki kişiden olan çocuklar ile
torunları de Kalacı adıyla anıldılar. Ama bu iki kişi, yirmi iki
kişinin sözlerini dinlemeyerek onları bırakıp gittikleri
için Zülkarneyn'in geldiğini görmediler. Zülkarneyn gelip de kalede
kalan uzun
saçlı yirmi iki kişiyi görünce ''Türk
mânend'' dedi. Bu söz, ''Türk'e benziyorlar'' anlamına
geliyordu. Bu yüzden, yirmi iki kişinin soylarının adı da
Türkman (Türkmen) olarak kaldı. Giden iki kişi, gittikleri
için tam anlamıyla Türkmen sayılmadılar. Böylece
oluşan yirmi dört boydan, yirmi ikisi Türkmen, öteki
ikisi de Kalaç diye bilindi. Bu olaylar olurkan Şu Kagan, ordusu ve yanındakilerle birlikte Çin sınırına değin ilerlemişti. Çin'e yakın Uygur iline vardıklarında Şu Kagan, artık Zülkarneyn'i karşılayabilecek durumda olduğuna, onu asıl merkezinden çok uzaklara çektiğine karar verdi. Çünkü, kendi soydaşları arasında bulunduğu için Zülkarneyn'den daha güçlü durumua gelmişti. Şu Kagan, çerilerinin en gençlerini ayırdı; onları Zülkarneyn'in üzerine yollamayı düşündü. Veziri, gidecek olanların tümünün genç olduğunu, deneyimlerinin bulunmadığını, başaramazlarsa işin kötüye varacağını söyledi. Şu Kagan, vezirine hak verdi. Yaşlı, deneyimli bir subaşını çerileriyle birlikte gönderdi. Şu Kagan'ın çerileri bir zaman
sonra
Zülkarneyn'in öncü birlikleriyle karşılaştılar.
Türk çerileri, Zülkarneyn'in öncü
birliklerine bir gece baskını yaptılar. Baskın çok kanlı oldu.
Bir ölüm kalım savaşı yapıldı. Zülkarneyn'in
öncü birlikleri bozguna uğradılar. Türk erlerinden biri,
Zülkarneyn'in çerilerinden birini tek kılıç
vuruşuyla ikiye böldü. Çerinin kemerine bağladığı
altın torbası parçalandı; içindeki altınlar yere
saçıldı, çerinin kanıyla kızıla bulandı. Ertesi gün,
gün ışıkları bu kanlı altınları parlattı. Bunu gören
Türk erleri birbirlerine bakıp ''Altın kan! Altın kan!'' diye
bağrıştılar. O günden sonra, bu baskının yapıldığı yerin yakınında
bulunan dağa Altın Kan (Altun Han) dendi. Baskından sonra Şu Kagan ile Zülkarneyn daha savaşmadılar, barış yaptılar. Barış, iki taraf içinde iyi sonuçlar doğurdu. Burada bir çok kent kurulmağa başlandı. Uygur Türkleri ile öteki Türk boyları bu kentlere yerleştiler. Şu Kagan da Balasagun'a döndü. Şu Kalesi'ni sağlamlaştırdı. Balasagun kentinin geliştirdi. En sonunda da kaleye bir tılsım koydu. Bu öyle bir tılsımdı ki dörtbir yanda duyuldu. Leylekler kente dek geldiklerinde tılsım yüzünden daha uzağa uçamadılar, kenti aşamadılar. |