Rasulullah'ın
İlk
Kızı
Hazret-i Zeyneb
radıyallahu anhâ
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin ilk kızı ve ikinci
çocuğu...
Kızlarının en büyüğü...
Çocuk yaşta İslâm'la şereflenen ilk
genç kız...
İslâm'ın ve imanın kaynağı, sevgi pınarı babacığından aslâ
ayrılmayan çilekeş bir iman eri... Annesinden aldığı üstün bir terbiye
ile evi çekip çeviren, kocasına hizmette kusur etmeyen, becerikli,
nezâketli ve işini bilen asil bir hanımefendi.
O, Mekke'de
dünyaya geldi.
Resûl-i Ekrem
(s.a.) Efendimiz henüz otuz yaşlarında idi. Hazreti Hatice (r.anha)
annemizle evliliği üzerinden beş sene geçmişti. İlk çocukları Kasım'dan
sonra ikinci çocukları dünyayı şereflendirecekti. Doğacak çocuğun ebesi
Selma Hatun'du. Efendimizin evinde büyük bir heyecan vardı. Acaba erkek
mi kız mı olacaktı? Aile efradı merakla beklemekteydi. Çok geçmeden bir
kız çocuğu dünyaya geldi.
Hz.
Hatice annemizin evinde bulunan kadınları bir hüzün aldı. Bu haberi
nasıl duyuracaklardı? Çünkü Cahiliye devri olarak bilinen o dönemde
Araplar kız çocuklarına hiç değer vermezlerdi. Onlardan birine; "Kız
çocuğun oldu" haberi verilince içleri kederle dolar, yüzleri değişirdi.
İşte Zeyneb böyle bir karanlık devirde dünyaya geldi. Fakat onun
doğumunda mâtem olmadı. Kâinâtın Efendisine bu haber ulaşınca aksine
memnûn ve mesrûr oldu. Doğum müjdesi getirene teşekkür etti. Herkesin
beklediği gibi ke-derli bir tavır sergilemedi.
O,
fıtraten pırıl pırıl bir ahlâka sahipti. Cahiliye devrinin
çirkinliklerini hiç benimsememiş, vahşîce yapılan hareketleri hiç
tasvip etmemişti. İçkiden kumardan, kızları diri diri gömmekten nefret
ederdi. Toplumdan bu kötülüklerin kaldırılması için nasıl ve ne tarz
bir mücâdele verilmesi gerektiğini düşünürdü. Bu sebebten kızı Zeyneb
doğunca hiç üzülmedi. Rabbine hamdetti. Hatta "Ben kız babasıyım"
diyerek iftihar etti. Sevinçle, güleryüzle evine gitti. Yeni doğan
kızını kucağına aldı ve Zeyneb adını koydu.
Zeyneb
gün geçtikçe büyüyordu. Evin içine neşe saçıyordu. Kâinât'ın Efendisi
onun şahsında babalık sevgi ve şefkatinin örneklerini veriyordu. Zira
oğlu Kasım vefat etmişti. Yıllar sür'atle geçmekte Zeyneb büyümekte ve
on yaşlarına girmek üzereydi. Evde diğer kardeşlerine ablalık yapıyor,
onların hizmetini görüyor ve anneciğinin yükünü paylaşıyordu.
Hizmetiyle gelin olacak olgunluğa ulaştığını gösteriyordu. Teyzesi
Hale'nin Ebü'l-As adında kendisiyle yaşıt bir oğlu vardı. Evlerine sık
gelip giderdi. Zeyneb'teki nezâkete, güleryüze, işindeki becerikliliğe
ve olgun davranışlarına hayran kalırdı. Hz. Hatice annemiz de yeğenini
çok severdi. Onun Zeyneb'e karşı ilgi ve sevgisi gözünden kaçmazdı.
Evlilikte mutlu olabilmek de bu sevgiye bağlıydı.
Ebü'l-As
İbni Rebî herkesin güvenini kazanmış, kimsenin hakkını üzerine
geçirmeyen, dürüst bir tüccardı. Şam ve Yemen taraflarına ticarete
giderdi. Her dönüşünde teyzesine ve çocuklarına hediyeler getirirdi.
Zeyneb de bu ilgiden ve hediyelerden memnun kalırdı. Ebü'l-Âs bu
şekilde teyzesinin sevgisini kazanmıştı. Birgün teyzesine evlilik
konusunu açtı. Zeyneb'e olan gönül yakınlığını hissettirdi. Hatice
annemizde bu talebi Efendimize arz etti.
Resûl-i
Ekrem (s.a.) bu isteğin Zeyneb'e duyurulmasını söyledi. Kıza danışmadan
bir şey söylemek istemedi. Hatice annemiz bir fırsatını bulup kızına
meseleyi açtı ve: "Zeyneb! Teyzeoğlun Ebû'l-Âs evlilik konusunda senin
adını andı, ne dersin?" dedi. Zeyneb bu konuda sessiz kaldı. Genç kızın
sükûtu ikrardan kabul edildi ve hazırlıklar başladı. Kısa zamanda
düğünleri yapıldı. Develer kesildi. Yemekler verildi. Rasûlullah (s.a.)
ve ailesi gelin Zeyneb'i yeni evine kadar götürdü. Bir süre orada
oturdular. Gelini yeni evine yerleştirip ayrıldılar.
Ebü'l-Âs
sıcak bir yuvaya kavuşmuştu. Zeyneb'i çok seviyordu. Mutluydu ve
mesûddu. Ticaret için sefere çıktığında Zeyneb baba ocağında kalıyor ve
annesine ev işlerinde yardım ediyordu. Kocası yine bir sefere gitmişti.
Annesinin yanında kalırken babacığında büyük değişiklikler meydana
gelmiş ve sevgili babasının Hira mağarasındaki ilk vahyi alıp eve
dönüşüne şahid olmuştu. Hatta hayretle annesine: "Ne oldu anne? Babamın
durumunda bir değişiklik var." demişti. Hz. Hatice annemiz de; babasına
yeni bir vazife verildiğini, melek Cebrâil'in gelip, Allah'tan emirler
getirdiğini anlattı. Son din ve son peygamber olarak babasına iman
ettiğini bildirdi. Zeyneb de; sizin inandığınıza ben de inanırım
anneciğim dedi ve birlikte kelime-i şehadet getirerek ilk
müslümanlardan oldu.
Ebü-l-As
seferden dönüp Mekke'ye girince; yeni dinin geldiğini ve yeni
peygamberin Hz. Muhammed (s.a.) olduğunu duydu. Evine vardığında hanımı
Zeyneb'e ilk olarak: "Baban Peygamber olmuş öyle mi?" diye sordu. O da:
"Evet!.. teyze oğlu, duyduğun doğru. Ben de müslüman oldum." dedi ve
devam etti: "Vallahi sen de biliyorsun ki, babam güvenilir ve dürüst
bir kimsedir. Boş yere konuşmaz. Onun doğruluğunu Mekke'de tasdik
etmeyen var mı? Ebûbekir, Ali, Zeyd de müslüman oldular. Ayrıca senin
akrabalarından Osman ve Zübeyr de müslüman oldu. Ey benim sevgili
efendim, ben inandım, sen de inanır mısın?" dedi.
Ebü'l-As
garib bir tavırla sevgili eşine baktı ve: "Vallahi baban bana göre kötü
bir kimse değil. "Muhammedü'l-Emin"dir. O şaka bile olsa yalan-yanlış
şeyler konuşmaz. Ancak ben, karısını hoşnut etmek için atalarının
dinini terketti dedirtmek istemiyorum", diye cevap verdi. Hanımının
inancına da müdahale etmedi.
Zeyneb
(r.anhâ) bir taraftan yeni gelen vahyi öğreniyor, ezberliyor bir
taraftan da kocasının imana gelmesi için sürekli duâ ediyordu. Fırsat
buldukça yeni gelen dinden bahsediyor ve onun gönlünü kazanmağa
çalışıyordu. Bu duygu ve düşünceler içerisinde ona sevgi ve
hürmetlehizmet ediyordu. Müslümanlar birer birer çoğalmaya başlayınca
müşriklerde babasına ve bütün müslümanlara işkence etmeye karar
verdiler. Bunu duyan Zeyneb çok üzülüyordu. Fakat gün geçtikçe
inananlar çoğalıyordu. Mekke müşrikleri de şiddet kullanmağa
başlamışlardı. Allah Teâlâ müslümanları o zâlimlerin elinden kurtarmak
için hicrette izin verdi. Sevgili babası, annesi, kardeşleri birlikte
hicret ettiler. Zeyneb (r.anhâ) ise Mekke'de yalnız kaldı. Kocası
Medine'ye gitmesine izin vermedi.
Zeyneb
(r.anhâ)'ya bu ayrılık çok dokundu. Müşrik birisiyle evli olmasına çok
üzülüyordu. Fakat sabırdan başka çaresi de yoktu. Zira hayat bir
imtihandı. Bu sıkıntılardan ancak sabırla kurtulacağına inanıyordu.
Allah her şeye kâdirdi. Her şeyi görüyor ve biliyordu. O'na tevekkül
etti. O'na duâ ve niyazda bulundu. Sabretti, sebat etti ve neticeye
erdi.
Hicretten
bir sene sonra idi. Mekkeli müşrikler Medine'de toplanan müslümanlara
savaş ilân etti. Kuvvetli bir ordu ile Bedir'e geldi. Müslümanlar sayı
ve techizat bakımından çok az ve zayıftı. Ama Allah Teâlâ'nın
yardımının kendileriyle olduğuna inanıyorlardı. Bu imanla meydana
atıldılar. Büyük kahramanlıklar sergilediler. Allah Teâlâ görünmeyen
ordularıyla müslümanlara yardım etti ve zaferi elde ettiler.
Müşriklerin kimisi kaçtı, kimisi esir alındı. Rasûlullah (s.a.)
Efendimizin damadı Ebû'l-As da esirler arasında idi.
İki Cihan Güneşi Efendimiz
Savaştan sonra ashabını toplayıp esirler hakkında istişarede bulundu.
Sonra vahiy geldi ve Esirler fidye karşılığı serbest bırakılacaktı.
Ebû'l-As Mekke'de hanımı Zeyneb'e haber gönderdi. O da bir miktar para
ile annesinin hediye ettiği gerdanlığı, kolyeyi gönderdi. Bunlar
Ebû'l-As'ın fidyesi olarak Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz'in eline
verildiğinde çok duygulandı. Mahzun oldu. Ashâbına: "Eğer uygun
görürseniz bunu geri verelim. Bu Hatice'nin hatırasıdır." buyurdu.
Ebû'l-As'a gerdanlık ve para geri
verildi. Yalnız Mekke'ye vardığında Zeyneb'i Medine'ye göndermek üzere
söz alındı. Zira yeni gelen bir vahiyle: "Müslüman hanım, müşrik erkeğe
haram kılınmıştı." (Mümtehime Sûresi: 10) O da söz verdi ve sözünde
durdu. Mekke'ye varınca çok sevdiği Zeyneb'ini Medine'ye uğurladı.
Zeyneb (r.anhâ) eşyalarını
toparlayıp hazırlığını tamamlayınca anneciğinin kabrini ziyaret etti.
Kızı Ümame ile birlikte kabrin başına vardı. Gözyaşları içinde,
hıçkırıklara boğularak Kur'an okuyup dualar ederek can anneciğine veda
etti. Sonra eve döndü. Müslüman olmuş komşu hanımlarıyla da helallaştı.
Gündüz gözüyle teyzeoğlu Kinâne onu Mekke dışına çıkarıp Medine'den
gelen Peygamber (s.a.) Efendimizin evlâdlığı Zeyd (r.a.)'a teslim
edecekti: Eşyaları deveye yüklendi. Önce Zeyneb bindi deveye, sonra da
kızı Ümame'yi aldı yanına. Kinane devenin yularını tuttu ve hareket
ettiler. Zeyneb tekrar kocasına baktı. O da ona bakıyordu. Her ikisi de
ağlıyordu. Gözyaşları iplik iplik akıyordu.
Zeyneb, Medine'ye babası ve
kızkardeşlerinin yanına gidiyordu. Hamile olduğu halde kocasının
yanında kalmamıştı. Biri karnında biri de kucağında olduğu halde
Medine'ye gidiyordu. Kocası da onun bu haline çok üzülmüştü. Hatta
ayrılığına dayanamadığı için kardeşi Kinane ile göndermiş ve: "Babana
söz vermiş olmasaydım göndermezdim Zeyneb'im" diye oturup ağlamıştır.
Kimse bir şey demez zannıyla
güpegündüz çıkmışlardı, yola. Fakat azılı müşrikler haberi duyunca
peşlerine düşmüş ve onlara Zîtuva mevkiinde yetişmişlerdi. Habber ibni
Esved adındaki azgın müşrik bütün kiniyle, öfkesiyle ve var gücüyle
deveye saldırdı. Deveyi ürküttüler. Havdecin bağlarını kesip yere
düşürdüler. Zeyneb (r.anhâ) ve kızı da yere yıkıldılar.Kinane
saldırganlarla çarpışmaya başladı. Zeyneb'i yara bere içerisinde
görünce yüreği dayanamadı ve saldırganlara: "Yaklaşmayın! Kalbinize oku
saplarım." diye tehdit ederek onları korumağa çalıştı..
Kinane keskin nişancı ve usta ok
atıcısıydı. Onlara: "Yaklaşmayın, hiç acımam, kalbinize oku saplarım"
dedi. Onlar da: "Seninle bir alışverişimiz yok Kinâne. Sadece Zeyneb'i
götüremezsin." dediler. Ebû Süfyan araya girdi ve onu ikna etmeye
çalıştı. Ona şunları söyledi:
"Kinane!.. halkın gözü önünde
güpegündüz yola çıkmanız doğru bir hareket değil. Sen Muhammed'in
başımıza getirdiklerini biliyorsun. Onun kızını böyle açıktan alıp
götürmen bizim aczimize delil olacaktır. Bu işi sen geceleyin hallet.
Şimdi Mekke'ye götür. Halkın itirazı kesildikten sonra gizlice al ve
götür" dedi.
Kinâne tamam dedi ve yara-bere
içerisinde kalan Zeyneb (r.anhâ)'yı Mekke'ye götürdü. Atike halanın
titiz bir şekilde bakımıyla birkaç gün içerisinde kendine gelen Zeyneb
(r.anhâ)'yı tekrar geceleyin gizlice Mekke'den çıkarttılar. Kendilerini
bekleyen Zeyd (r.a.) ve arkadaşlarına teslim ettiler.
Zeyneb (r.anhâ)hevdecin içinde
giderken, bir yandan başına gelenleri düşünüyor bir yandan da kocasının
hidayeti için sürekli duâ ediyordu. Ebû'l-Âs ile 16 yıl beraber
yaşamışlardı. Ondan en küçük sert, kaba bir hareket görmemişti.
Kendisine bir defa olsun bağırıp çağırmamıştı. Birbirlerini çok iyi
anlamışlardı. Aralarında sevgi, şefkat ve merhamet hâkimdi. Elbette
onun hidayeti için duâ edecekti.
Bu küçük kafile zor ve yorucu bir
yolculuktan sonra Medine'ye ulaştı. Hz. Zeyneb babasına ve kardeşlerine
kavuşmanın sevinciyle bütün ağrı ve sızılarını unutuverdi. İki Cihan
Güneşi Efendimiz de dâmadının bu davranışını takdirle karşıladı ve:
"Bana doğruyu söyledi. Söz verdi ve sözünü yerine getirdi." buyurarak
onu taltif etti.
Hz. Zeyneb Medine'de huzur ve
seâdete kavuştu. Kocası Ebû'l-Âs ise sıkıntı içerisindeydi. Kendisini
ticârî seyahatlere vermişti. Hicretin 6. yılında ticaret kervanıyla
Şam'dan dönerken Medine civarında Îs Mevkiinde baskına uğradı. Kervanın
etrafı sarıldı. Kervancıbaşı Ebû'l-Âs olduğu görülünce seriyye komutanı
tarafından kimsenin öldürülmemesi istendi. Canlarını emniyette gören
kervandakiler de karşılık vermeden, çarpışmadan teslim oldu. Kervan
Medine'ye götürüldü. Şehre girince Ebû'l-Âs bir yolunu buldu ortadan
kaybolup kaçtı ve Zeyneb'in kapısına vardı. Ondan eman diledi. Sabah
namazı vakti idi. Zeyneb (r.anhâ) hemen mescide koştu ve yüksek sesle
kendini tanıtıp Ebû'l-Âs'ın kendi emanında olduğunu duyurdu. Sevgili
Peygamberimiz de: "Zeyneb'in eman verdiğine biz de eman verdik."
buyurdu.
Hz. Zeyneb, babacığı Fahr-i
Kâinat (s.a.) efendimize geldi. "Ne yapmalıyım?" diye sordu. Efendimiz
de: "Kızım, ona ikramda bulun. Fakat uzak dur. Çünkü birbirinize helâl
değilsiniz." buyurdu. Zeyneb hızla evine vardı. Ebû'l-Âs kapının önünde
hâlâ ayaktaydı. İçeri buyur edip yemek hazırladı ve kızı ile birlikte
yemek üzere önlerine koydu.
İki Cihan Güneşi Efendimiz alınan
ganimet ve esirler konusunda ashabıyla istişare yaptı ve onlara: "Uygun
görürseniz, Ebû'l-Âs'ın bütün mallarını ve arkadaşlarını geri veriniz!"
buyurdu. Zira Ebû'l-Âs'ın gönlü artık İslâm'a açılmıştı. Onun mahcub
bir vaziyette huzura gelişi ve gözlerindeki ifade bunu hissettirmişti.
Bütün malları ve adamları geri verildi. Bu hadise Ebû'l-Âs'a çok tesir
etti. Oracıkta müslüman olmağa karar verdi. Fakat ilân edemedi.
Emanetleri sahiblerine verip öyle ilân etmeliydi. Derhal Mekke'ye doğru
yola koyuldu.Gönlü Medine'de kaldı.
Kervanı karşılamaya gelenleri
toplayan Ebû'l-Âs bütün malları sahiplerine dağıttı. Sonra: "Bende
herhangi bir alacağı olan kaldı mı?" diye üç defa sordu. Her seferinde:
"Hayır, yoktur." cevabını aldı. Daha sonra: "-Beni nasıl bilirsiniz?"
diye sordu. Onlar da: "-Doğru, dürüst ve güvenilir biliriz." diye cevap
verdiler. Tekrar: "-Benden yalan bir söz işittiniz mi?" dedi. Onlar da:
"-Hayır, işitmedik." dediler. Bunun üzerine: "Vallahi yanınıza gelmeden
önce müslüman olmaya karar vermiştim. Ancak "Mallarımıza konmak için
din değiştirdi!" demeyesiniz diye ilân edemedim. Ben şehâdet ederim ki;
Allah'tan başka ilâh yoktur. Hz. Muhammed (s.a) de O'nun kulu ve
Rasûlûdür." diyerek kelime-i şehadet getirdi.
Müşriklerin şaşkın bakışları
arasında evine gidip eşyalarını aldı ve Medine'ye doğru yola çıktı.
Gece gündüz dinlenmeden devesini sürdü. Sevgililere kavuşmak üzere yol
aldı. Nihayet Medine'ye ulaşınca doğru Mescid-i Nebi'ye gitti.
Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin huzuruna vardı ve
kelime-i şehadet getirdi. Oradan Efendimizin izniyle Sevgili Zeyneb'ine
ve kızı Ümâme'ye kavuştu. Efendimiz nikahlarını tazeledi. Böylece
üzüntüler, sıkıntılar tekrar sevince ve mutluluğa dönüştü.
Hz. Zeyneb (r.anhâ) muradına
ermişti. Kocası hidayete gelmişti. Fakat bu sevinç çok kısa sürmüştü.
Aradan bir sene geçmeşti. Zeyneb (r.anhâ) hastalanıp yatağa düştü.
Hicret esnasında bir hayli yıpranmıştı. Bu hastalıktan kurtulamadı. 8
h. senede 30 yaşlarında iken Hakk'ın rahmetine kavuştu.
Sevgili annelerimizden Hz. Sevde
ile Ümmü Seleme ve diğer hanım sahabîlerden Hz. Ümmü Eyman ile Ümmü
Atıyye (r.anhûmâ) Hz. Zeyneb'in evine gittiler. Resûl-i Ekrem (s.a.)
Efendimiz onlara: "Onu yıkamaya sağ tarafından ve abdest âzalarından
başlayınız. Tek sayıda üç-beş-yedi kere, hatta gerekli görürseniz
bundan fazla yıkayınız. ?Sonunda suya kâfur, yahut kâfurdan biraz koku
koyunuz. Yıkama işini bitirince bana bildiriniz." buyurdu.
Yıkama işi tamam olunca Efendimiz
gömleğini gönderdi ve: "Bunu ona iç gömlegi yapınız." buyurdu. Sonra
cenaze namazını kıldırdı. Kabrin başına geldi ve kazılan kabre hüzünle
baktı. Düşünceli ve üzgün bir vaziyette kabre indi. Biraz bekledi ve
duâ etti. Sonra sevinç içerisinde dışarı çıktı. Oradakilere şu müjdeyi
verdi:
"Zeyneb'in zayıflığını düşünüp
Allah Teâlâ'dan onun kabrini genişletip sıkıntısını gidermesini
diledim. Allah duamı kabul buyurdu ve kabrini genişletip, sıkıntısını
giderdi." buyurdu.
Hz. Zeyneb (r.anhâ) dini, imanı
uğruna çok çileler çekti. Sabırla, sebatla bu sıkıntılara direndi.
Müşrik kocasına karşı nezâket, edeb sevgi ve saygıyla hizmet etti. Onun
gönlünü bu şekilde fethetti. İslâm'a kavuşmasına vesile oldu.
Sevgi en büyük bağdı. İnsanları
birbirine yaklaştıran, birbirine hizmet ettiren en kuvvetli nesne
manevî bir güç... Huzura kavuturan, mutluluğa erdiren bir tılsım...
İki Cihan Güneşi Efendimiz torunu
Ümâme'yi çok severdi. Bir keresinde namaz kılıyordu. Ümâme'de
omuzlarında idi. Rûkû'ya vardığında onu yere koyuyor. Secdeden
kalkarken yine omuzlarına alıyordu. Birgün bir gerdanlık hediye olarak
gelmişti. Onu aile halkı içinden bana en sevgili olana vereceğim dedi.
Sonra Ümâme'yi çağırıp boynuna taktı.
Cenâb-ı Hak bizlere o sevgili aile halkının birer
ferdi olabilmeyi
ve şefaatlerine erebilmeyi nasîb eylesin. Amin.