Her Uygarlığın Bir Eceli Vardır | |
Rabbimiz Kur'an'da "Biz, bu tarihi dönemleri, insanlar arasında
ondan ona devreder dururuz." (3.140) buyurur. Bu ilahi bir yasa.
Azgın Firavunlar Mısırı’na bakın. Allah'a meydan okuyan Eski Yunan'a
bakın. Görkemli kisralar imparatorluğuna bakın. Doğu'nun ve Batı’nın
fatihi İskender'in Makedon Uygarlığı'na bakın. Roma'ya, Bizans'a,
Emeviler'e, Abbasiler'e, Cengiz'in Moğol hakimiyetine, Babürşahlar'a ve
Osmanlılar'a bakın ... Dünün pek kudretli (!) Sovyet imparatorluğu’na bakın. Hepsinin yerinde yeller esiyor. Yıkılmaz sandıkları surlarının harabeleri aleme ibret vesikası oldu. Bu uygarlıklar ve cihan devletleri de herhalde "Ben yıkılmam" derlerdi. Nutuklarında "ilelebed yaşayacağı" söylenirdi. Hatta, Hitler ve emsalleri gibi hızını alamayanlar "bin yıl yaşamaktan" söz ederlerdi. Kimisi üç sıfırda
yanıldı. Kimisi iki sıfırda. Kimisi tek sıfırda. Ama hiç yanılmayanı
olmadı. Allah’ın yasası galip geldi, bu yasaya karşı efelenenlerin tümü
mağlup oldu. Avrupa’sıyla ve
ABD'siyle, Batı Uygarlığı da bu yasanın dışında değil. Batı Uygarlığı,
yeryüzünde kurulmuş ne ilk uygarlıktır ne de son uygarlık olacaktir.
Bir gün gelecek Batı da batacaktır. Onun da eceli gelecek ve Kur'an’ın
dile getirdiği yasa onun da defterini dürecektir: "Her toplumsal
yapının bir eceli vardır.
Eceli geldiğinde ne bir an geri kalır, ne de (onu atlatarak) ileri
gider." (7.34) Ayetin bu son
ibaresi Kur'an'da ecel hakkında yer alan en kesin ve keskin ifadedir.
Üç yerde geçer. İlginçtir ki; üçünde de "kişi ecelinden" değil, "uygarlık-toplum-devlet-ideoloji (=ümmet)
ecelinden" söz eder. Kur'an yalnızca,uygarlıkların bir eceli olduğundan söz etmez. Ayni zamanda bu ecelin ne zaman geleceğinden, onun işaretlerinden de söz eder. Biz bu işaretleri okuyarak bir uygarlığın ecelinin yakın olup olmadığını anlarız. Bu işaretlerden birincisi zulümdür: Kendine,
insana ve eşyaya ..... İkincisi, servetle şımarmış varsılların (mütref}
ahlaksızlığı, yani fisku fücurudur. Üçüncüsü, sorumsuzluktur; insanın kendisine, Allah'a, insana ve eşyaya karsı sorumsuzluğudur. Bunlar ve daha sayabileceğimiz her kötülük, döner dolaşır, sonunda gelip insanı vurur. Beyaz, siyah, sarı dinlemez. Türk, Kürt, Arap,
İngiliz dinlemez. Müslim, gayrimüslim dinlemez. Zengin, yoksul, alim,
cahil dinlemez. İnsanın içini boşaltır. İnsanı insan eden taraflarını yıkar. İnsanı dik sürüngen haline getirir. İnsani "değerinden” eder, "fiyat" koyar ve pazarlar. İnsanının içi boşalmış uygarlıklar, hala ayakta duruşlarını "kurumlarına" borçlu olurlar. İçteki onca kokuşmaya rağmen her şey dışardan muhteşem görünür. Tüm sermaye vitrine yatırılmıştır. Ve vitrinlerle, sadece çocuklar ve akli çocuk kalmışlar avunur. Akıllı olanlar,
ağaçların gövde çapına değil, gövde ve köklerinin çürüyüp çürümediğine
bakarlar. Kökleri çürümüş ağaçlar ne kadar kalın olurlarsa
olsunlar, onları yıkacak bir fırtına mutlaka bulunur. Bir sosyal yapı,
insanı insan eden değerleri
üretemiyorsa, insanı, insanını tüketiyor demektir. İnsanını tüketen bir
yapı, o yapıdan beslenen
hormonlu beslemeler koro halinde “sonsuza
dek yaşayacak” şarkısını dillendirse de, tükenir. Arif Çevikel |