Mirac
Gecesi, Recep
ayının 27. gecesidir. Mirac mucizesi, hicretten bir buçuk yıl önce, 621
yılı başlarında vuku bulmuştur. Olayın iki aşaması vardır. Birinci
aşamada
Hz. Peygamber (s.a.v) Mescidül-Haram'dan
Beytü'l-Makdis'e (Kudüs) götürülür. Kur'an'ın andığı bu aşama, gece
yürüyüşü
anlamında isra adını alır.
İkinci aşamayı
ise Hz. Peygamber (s.a.v)'in
Beytü'l-Makdis'ten Allah'a yükselişi oluşturur. Mirac olarak anılan bu
yükselme olayı Kur'an'da anılmaz, ama çok sayıdaki hadis-i şerifde
ayrıntılı
biçimde
anlatılır.
Hadis
kitaplarında rivayet edildiği üzere:
Hz. Peygamber (s.a.v) Burak ile Beytü'l Makdis'e
vardıktan sonra
oradaki büyük ve sert kayadan göğe çıkarıldı. Her bir gökte
peygamberlerden biriyle görüştü, nice nice melekler gördü. Cennet ve
cehennemin durumlarını gördü, Sidre-i Müntehâ'ya geçti, Allah'ın
melekût âleminden bir çok acaib şeyler gördü. Nihayet beş
vakit namazın
farz kılınması emri ile aynı gecede geri döndü.
Sabahleyin Mescid-i Haram'a çıkıp Kureyş'e haber
verdi. Hayret etmek ve
kabul etmemekten kimi el çırpıyor, kimi elini başına koyuyordu. İman
etmiş olanlardan bazıları dönüp dinden çıktı. Birtakım erkekler Ebû
Bekir'e koştular.
Ebu Bekir;
"Eğer o, bunu söylediyse şüphesiz doğrudur" dedi.
Onlar:
"Onu bu konuda da mı tasdik ediyorsun?" dediler.
O da:
"Ben onu bundan
daha ötesinde tasdik ediyorum, sabah akşam gökten
getirdiği haberleri yani peygamberliğini tasdik ediyorum" dedi. Bunun
üzerine kendisine Sıddık unvanı verildi.
Kureyşliler içinde Beytü'l-Makdis'i o zamanki
haliyle bilenler vardı.
Bunlar, onun vasıfları ve durumuyla ilgili sorular sordular,
tanımlamasını istediler. Derhal Hz. Peygambere Beytü'l-Makdis
gösterildi. Bunun üzerine ona bakıp anlatıyordu.
"Gerçi Beytül-Makdis'i tanımlamada isabet etti."
dediler.
Sonra:
"Haydi bakalım bizim kervandan haber ver, o bizce
daha önemlidir,
onlardan bir şeyle karşılaştın mı?" dediler.
Peygamber (s.a.v)
"Evet, falancanın kervanlarıyla karşılaştım,
Revhâ'da idi. Bir deve
kaybetmişler arıyorlardı. Yüklerinde bir su kadehi vardı. Susadım onu
alıp su içtim ve yine eskiden olduğu gibi yerine koydum. Geldiklerinde
sorun bakalım kadehte suyu bulmuşlar mı?" buyurdu.
"Bu da diğer bir alâmettir"
dediler. Sonra
sayıların, yüklerini ve
görünüşlerini sordular.
Bu defa da kervan olduğu gibi Hz. Peygambere
gösterildi ve
sorduklarının hepsine cevap verdi ve buyurdu ki:
"İçlerinde
falan ve falan önde, boz renkte bir deve üzerinde dikilmiş
iki harar olduğu halde falan gün güneşin doğması ile beraber gelirler".
Bunun üzerine:
"Bu da diğer bir âyettir" dediler ve o gün hızla Seniyye'ye doğru
çıktılar. Güneş ne zaman doğacak da onu yalancı çıkaracağız diye
bakıyorlardı. Derken içlerinden birisi:
"Güneş doğdu!" diye haykırdı. Diğer birisi de:
"İşte kervan
geliyor, önünde boz bir deve ve içlerinde falan ve falan
da var, tıpkı (Hz. Muhammed'in) dediği gibi" dedi. Böyle olduğu halde
yine iman etmediler de:
"Bu apaçık bir büyüdür." dediler. Bazıları
göğe yükselmenin de "Burak"
üzerinde meydana geldiğini söylemişler ise de gerçek olan şudur:
Mescid-i Aksâ'ya kadar İsrâ (gece
yolculuğu) Burak ile olmuş. Ondan sonra Mirac, asansör kurulmuştur.
Ebu
Sa'îd-i
Hudrî'den rivayet olunduğu üzere Resulullah buyurmuştur ki:
"Beytü'l-Mak-dis'te
olanları bitirdiğim zaman Mirac getirildi ki, ben
ondan güzel bir şey görmedim. Ve o, odur ki, ölünüz can çekişme
vaktinde gözlerini ona diker. Arkadaşım, beni, onun içinde kapılardan
bir kapıya ulaşıncaya kadar çıkardı ki, ona "Koruyucu melekler kapısı"
denir. Koruyucular kapısı, gök koruyucularının beklediği dünya göğü
kapısıdır.
Nitekim bu
konuda : "
Ve onu, her kovulmuş
şeytandan koruduk" buyurulmuştu.
(Hicr, 15/17)
Ve
Ebu
Sa'îd-i Hüdrî'nin diğer bir rivayetinde şu detaylı açıklama vardır:
"Sonra
Mirac getirildi -ki insanların ruhu onda göğe yükselir. Baktım
ki, gördüğüm şeylerin en güzeli; görmez misin ölmek üzere olan kimse,
ona nasıl gözünü diker? Bunun üzerine dünya göğü kapısına kadar
yükseltildik. Cebrail kapının açılmasını istedi. "O
kimdir?" denildi.
"Cibril"
dedi.
"Yanındaki
kim?" denildi.
"Muhammed"
dedi.
"Öyle
mi?
O
Peygamber olarak gönderildi mi?" denildi.
O,
"evet" dedi.
Hemen kapıyı
açtılar ve beni selamladılar. Bir de ne bakayım görevli bir melek
gördüm ki göğü koruyor ve ona İsmail deniliyor, emrinde yetmişbin melek
ve her birinin emrinde yüzbin melek var.
"Burada
Resulullah
(s.a.v) şu
âyeti okudu:
"Biz o ateşin
koruyucularını meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını
inkar edenler için yalnızca bir fitne (konusu) yaptık ki, kendilerine
kitap verilenler, kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de
imanları artsın; kendilerine kitap verilenler ve iman edenler (böylece)
kuşkuya kapılmasın. Kalplerinde bir hastalık olanlar ile kafirler de
şöyle desin:
"Allah, bu örnekle
neyi anlatmak istedi?" İşte Allah,
dilediğini böyle şaşırtıp-saptırır, dilediğini böyle hidayete erdirir.
Rabbinin ordularını Kendisi'nden başka (hiç kimse) bilmez. Bu ise,
beşer (insan) için yalnızca bir öğüttür."
(Müddessir,
74/31)
ve
buyurdu
ki:
Derken
bir
adam ile beraberim ki, şekli Allah'ın
yarattığı günkü gibi, ondan hiçbir şey değişmemiş, kendisine soyundan
olan insanların ruhu arzediliyor: "Mümin ruhu, hoş ruh, hoş kokuludur.
Bunun kitabını (iyilerin defterin)de kılın" diyor. "Kâfir ruhu ise;
kötü ruh, kötü kokuludur. Bunun kitabını (kötülerin defterin) de kılın"
diyor.
"Ey Cibril! bu kim?"
dedim.
"Baban Âdem" dedi. Ve
o, bana selam
verdi, gönlümü aldı, hayır ile dua etti
"Hoş geldin salih
peygamber ve
salih evlad" dedi.
Sonra baktım bir
toplum gördüm ki, dudakları deve
dudağı gibiydi. Onlara bir takım memurlar görevlendirilmişti,
dudaklarını kesiyorlar ve ağızlarına ateşten bir taş koyuyorlar, bu
taşlar makadlarından çıkıyordu.
Ey Cibril!
Bunlar
kimler?" dedim.
O:
"Yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenlerdir" dedi.
Sonra baktım
bir
toplum vardı ki, derilerinden sırım kesiliyor ve ağızlarına tıkılıyor.
Ve yediğiniz gibi yiyiniz deniliyor. Ve bu onlara en iğrenç bir şey
oluyor.
"Ey Cibril!
Bunlar kimler?" dedim.
"Bunlar o koğucular,
fitnecilerdir ki, insanların etlerini yerler ve sövmek ile ırz ve
namuslarına saldırırlar." dedi. "
Sonra baktım
bir
toplum var ki,
önlerine bir sofra kurulmuş, üzerinde benim gördüğüm etlerin en
güzellerinden kebaplar var, etraflarında da leşler var. Onlar, o güzel
etleri bırakıp bu leşlerden yemeğe başladılar.
"Bunlar kim?
Ey
Cebrail!" dedim.
O:
"Bunlar zinakarlar"
dedi. "Allah'ın helal kıldığını
bırakırlar da haram kıldığını yerler."
Sonra baktım bir
toplum var ki,
karınları evler gibidir. Bunlar Firavun ailesinin yolu üzerinde
bulunuyor. Firavun ailesi sabah ve akşam ateşe atılırken bunlara
uğruyor, uğradı mı bunlar bir fırlıyorlar, fırlayınca her biri karnının
ağır basması ile düşüyor ve bunun üzerine Firavun ailesi bunları
ayaklarıyla çiğniyorlar.
"Ey Cibril! Bunlar kimler?" dedim...
Dedi ki:
"Bunlar, karınlarında faiz yiyenlerdir. "onların misali kendisini
şeytan çarpmış olan kimse gibidir".
Sonra birtakım kadınlar
memelerinden asılmış ve birtakım kadınlar, baş aşağı ayaklarından
asılmış.
"Ey Cibril!
Bunlar
kimler?" dedim. O:
"Bunlar
zina
eden ve
çocuklarını öldüren kadınlardır" dedi.
Sonra ikinci göğe çıktık.
Orada
Yusuf ile buluştum. Ümmetinden
kendine tabi olanlar da etrafında idi. Yüzü, ayın ondördündeki dolunay
gibiydi. Bana selam verdi, hoş geldin dedi.
Sonra
üçüncü göğe geçtik. Orada
iki teyzeoğlu; Yahya ve İsa ile buluştum.
Giyimleri ve saç
sakalları birbirine benziyordu. Bana selam verdiler. Hoş geldin
dediler.
Sonra dördüncü göğe
geçtik. İdris
ile buluştum. Bana selam
verdi, hoşgeldin dedi. Nitekim yüce Allah:
"Biz onu
yüce bir yere
yükselttik" (Meryem, 19/57) buyurmuştur.
Sonra beşinci göğe geçtik.
Orada milletine sevdirilmiş olan Harun ile buluştum. Etrafında
ümmetinden birçok tabileri vardı, uzun sakallı idi. Sakalı hemen hemen
göbeğine değecekti. Beni selamladı, hoşgeldin dedi.
Sonra altıncı
göğe
çıktık, Orada Musa b. İmran
ile buluştum. Çok kıllı idi.
Üzerinde iki
gömlek olsaydı kılları onlardan çıkardı. Musa dedi ki:
"İnsanlar
beni
"Allah katında en şerefli olan yaratık" diye iddia ederler. Bu ise
Allah katında benden yalnız daha şerefli olsaydı aldırış etmezdim.
Fakat her peygamber ümmetinden kendine uyanlarla beraberdir. "
Sonra
yedinci göğe geçtik. Ben, orada İbrahim ile buluştum. Sırtını
Beyt-i
Ma'mur'a dayamıştı. Beni selamladı.
"Salih
Peygamber ve Salih evlad hoş
geldin" dedi. Bunun üzerine bana denildi ki:
"İşte
senin yerin ve
ümmetinin yeri."
Sonra
Resulullah,
"Gerçekten
İbrahim'e insanların en
yakını, zamanında ona tabi olanlarla şu Peygamber (Hz. Muhammed) ve ona
iman edenlerdir. Allah müminlerin yardımcısıdır."
(Al-i İmran, 68)
âyetini tilavet etti ve buyurdu ki:
"Sonra
Beyt-i Ma'mur'a girdim,
içinde namaz kıldım. Ona her gün yetmişbin melek girer, Kıyamete kadar
geri de dönmezler. Sonra baktım bir ağaç var ki bir yaprağı bu ümmeti
bürür. Bunun kökünde bir kaynak akıyor, iki kola ayrılıyordu.
"Ey
Cibril! Bu nedir?" dedim. O:
"Şu
rahmet
nehri, şu da Allah'ın sana
verdiği Kevser'dir" dedi. Bunun üzerine rahmet nehrinde yıkandım,
geçmiş ve gelecek günahlarım bağışlandı. Sonra Kevser'in akış
istikametini tuttum ve nihayet cennete girdim. Bir de ne bakayım orada
hiçbir gözün görmediği, kulağın işitmediği, insan kalbine gelmeyen
şeyler var.
Namaz
Emri
Sonra
yüce Allah
bana emrini emretti ve elli namaz
farz
kıldı. Ondan sonra Musa'ya uğradım.
"Rabbin
ne emretti?" dedi.
"Üzerime
elli namaz farz kıldı" dedim.
O:
"Dön,
azaltması için Rabbine yalvar.
Çünkü ümmetin bunun altından kalkamaz" dedi.
Rabbime
döndüm, azaltması
için yalvardım. O benden on vakit namaz indirdi. Sonra Musa'ya döndüm.
Bu şekilde Musa'ya uğradıkça Rabbime dönüyordum. Sonunda beş vakit
namaz farz kıldı.
Musa,
yine:
"Rabbine
dön, azaltmasını iste" dedi.
Ben:
"Çok
müracaat ettim, artık utandım." dedim.
Bunun
üzerine bana
denildi ki:
"Sana
bu beş vakit namaz, elli namazdır. Bir iyilik on katı
iledir. Her kim iyilik yapmaya gayret eder de onu işlemezse, onu bir
iyilik yazılır, işleyene de on iyilik yazılır. Her kim de bir günah
yapmaya teşebbüs eder de işlemezse bir şey yazılmaz, işlerse bir günah
yazılır."