Önce
bir temel hususa işaret etmek istiyorum. Sonra konunun ayrıntısına
geçeceğim. Şöyle ki:
İnsan bir doğruyu tatbik edemeyebilir. Yanlışı
yaşıyor olabilir. Burada çok önemli olan nokta, yaşadığı yanlışı
savunmak değil, doğruyu itiraf etmektir.
Böyle olursa durumunu çok daha kötüye gitmekten
kurtarmış olur. Yanlışı savunma yerine doğruyu itiraf etmek gibi bir
faziletin sahibi olur. İnancını kurtarır.
Şayet “ben yanlışı yaşıyorum, Öyle ise yaşadığım
yanlışı savunayım, doğruyu inkâra yöneleyim” derse, bu defa durum çok
kötü olur. Yanlışı yaşayan günahkâr, doğruya inanan mümin olmaktan
çıkar; yanlışı savunan, doğruya karşı çıkan inkarcı sıfatıyla baş başa
kalabilir. İşte tehlike de buradan doğar. Demek ki insan yaşadığı
yanlışı savunmamalı, tatbik edemediği doğruyu da inkar etmemeli.
Aksine, bir gün gelecek, ben de o doğruyu tatbik edeceğim diyerek
doğruyu itiraf ve kabul etmelidir ki, hiç olmazsa günahkâr bir mü’min
olarak kalsın, küfre meyleden bir inkarcı durumuna düşmesin.
Zaten şu anda doğruların tümünü de nefsinde
tatbik edenimizin sayısı çok değildir. Hepimizin eksik ve kusurlarımız
vardır ve biz bunun itirafı içinde Rabb’imizden af niyaz ediyor, bir
gün eksiklerimizi de telafi etme niyet ve azmimizi koruyoruz. Bu
anlayış içinde hanımlar olarak giyim kuşamımıza şöyle bir göz
attığımızda bir hadisin iki kelimesi bizi düşündürmektedir. Efendimiz
İlahi rahmetten mahrum bırakacak giyim kuşamdan haber verirken, bu iki
kelimeyi kullanmıştır: Kâsiyâtün, âriyâtün!.
Giyinmişler; ama çıplaktırlar. Yani, çıplak gibi
tahrik ve teşhirleri söz konusu.
Bu nasıl olabilir?
Ya giyindikleri tümüyle şeffaftır, yani
transparandır, altını aynen göstermektedir. Ya da iyice dardır. Bedene
yapışmış, vücut hatlarını cinselliği çağıştırarak tümüyle
hissettirmektedir.
Bunun doğrusu nasıl olabilir?
Giyilen şey içini göstermez, örttüğü bedenin
hatlarını bakanın dikkat ve tecessüsüne sunar hale gelmez; geniş, yani
bol ve uzun olur.
Ancak uçları yerlerde sürünecek kadar da uzun
olmaz. Çünkü uçları yerlerde sürünecek kadar uzun olan pardösü ve
giyimlerde hem kibir işareti vardır, hem de yerdeki pislikleri silip
süpürüp götürürken bakanların tiksinti ve nefretine de sebep olmak söz
konusudur. Güzel bir giyimi böyle sevimsiz göstermek ise, sevaplı
olmasa gerektir.
Burada biz kimsenin giyim kuşamına karışıyor
değiliz. Ancak soran okuyucularımızın sorularını da cevapsız bırakmaya
hakkımız yoktur. Baştan da ifade ettiğimiz gibi doğruyu bilelim, tatbik
etmesek de taraftar olalım. Bir gün yaşayabiliriz diyerek de hakkı
kabul etme faziletini gösterelim. İnkâr eden durumuna düşmeyelim. Çünkü
yanlışı itirafta bir fazilet vardır. Ama doğruyu inkârda fazilet
yoktur. İnkârda küfür kokusu söz konusudur.
Hiç olmazsa iman kurtulmalı, günahkâr da olsa
kişi inancını korumalıdır.
Bence giyim kuşam konusunda sözü uzatmaya hiç
gerek yoktur. Efendimiz (sav), az ve öz söylemiştir bu konuda:
Kâsiyâtün, âriyâtün! Hanımlar giyindikleri halde
giyinmemiş gibi olmamalıdır. Yani transparan giysiler içinde tahrikçi,
teşhirci görüntüler sergilemekten kaçınmalıdırlar.
Vicdanlara huzur veren giyim, bakanların dikkat
ve tahriklerine sebep olmayacak uzunluk ve bolluktaki giyimdir. Talip
olanlara arz edeceğimiz ölçü budur. Talip olmayanlar ise elbette
dilediklerini tercih edeceklerdir.
Şüphesiz ki, cennet de cehennem de haktır.