Müslüman bir
erkeğin Ehl-i Kitap olan Yahudi ve Hristiyan bir kadınla evlenmesi
kerahatle
birlikte caiz olup mekruhtur. Çünkü, doğacak çocuk, baba ve annesinin
ayı
ayrı istikamette gelişmiş inançlar arasında sarsıntılara maruz
kalmaktadır.
Müslüman kadınların Kitap ehlinin erkekleriyle evlenmelerinin caiz
olacağına
dair ne âyet, ne hadis hiçbir mübahlık delili gelmemiştir.
Ehl-i kitabın
dışında kalan ve inanç itibariyle küfür içinde bulunan bulunan ve
evlenmesi
caiz olmayan kadınlar şunlardır:
- Budist
veya
Brehmen
gibi isimlerle adlandırılan ve ineğin tenasül uzvuna tapan Mecusi
hindiler
- Puta
tapan
kadınlar
- İsmaili
ve
Karmati
gibi sapık zındıklar
- Din
ve ahlak
bağlarını
kırmış bir görüşün zebunu olan kadınlar
- Dinsiz
ve
ateist kadınlar
Bu konuya
Elmalı Tefsirin de özetle şöyle değinilinmektedir:
"Müşrik
kadınları, iman etmedikçe nikâhlamayın. Bir müşrik kadın, sizin
hoşunuza
gitse bile, iman etmiş olan bir cariye herhalde ondan daha
hayırlıdır.
Müşrik erkeklere de mümin kadınları nikâh ettirmeyin. Bir müşrik, sizin
hoşunuza gitse bile, mümin bir köle elbette ondan daha hayırlıdır.
Onlar
sizi ateşe davet ederler, Allah ise, kendi izniyle cennete ve mağfirete
davet ediyor ve âyetlerini insanlara açıklıyor. Umulur ki onlar hatırda
tutup, öğüt alırlar." (Bakara Suresi / 221)
Müşrik,
Kur'ân dilinde iki anlama gelir ki biri zahirî, diğeri hakikîdir.
Zahirî
müşrik, açıktan açığa Allah'a ortak koşan, birden fazla ilâh olduğu
kanaatinde olanlardır. Bu anlama göre, Kitap ehline müşrik denmez.
Hakikî
müşrik, gerçekten
tevhidi ve İslâm dinini inkar edenler, yani
mümin
olmayan gayr-i müslimlerdir. Ey iman
ehli,
gerek dıştan dışa ve gerekse gerçek müşrik olan yani mümin olmayan
kadınlardan
hiç birini nikâhınıza almayınız. Onlarla evlenmeyiniz. Nihayet iman
etsinler,
o zaman evlenebilirsiniz. İmansız kadınlarla evlenip de aile kurmaya
kalkışmayınız.
Burada müşrik kadından mümin kadın karşılığı söz edilmesi, müşrik
kadınlardan
maksadın iman etmeyen tüm kâfir kadınlar olduğunu ayrıca gösteren bir
delildir.
Gerek zahirî,
ve gerekse hakikî müşrik olsun ve gerek Kitap ehli olsun, gerekse
olmasın
mümin olmayan kâfir erkeklerin hiç birine de nikâh etmeyiniz. Onları
sizden
hiç bir kız ve kadınla evlendirmeyiniz. Nihayet o imansızlar, iman
etsinler
o zaman verebilirsiniz. Ve hiç kuşkusuz mümin olan köle herhangi bir
müşrikten,
imansız kâfirden hayırlıdır. İsterse o kâfir sizi büyülemiş, kendisine
hayran etmiş olsun, hürriyeti, güzelliği veya serveti veya makam, mevki
ve dünya talihi veya öteki halleri ve davranışı ile pek fazla gözünüze
girmiş bulunsun. Böyle bile olsa mümin
olmayan
kimseye hiçbir mümin ve Müslüman kadını nikâhlamayınız.
O imansızlar erkek olsun, kadın olsun çıraları insan ve taş olan o
belalı
ateşe davet ederler, durumları ve sözleriyle ona çağırırlar. Ve mümin
olmayanların
mutlaka müşrik olduklarını ve bunlarla nikâhlanma ve onları
nikâhlamanın
zina ve şirk ile sonuçlanacağını anlasınlar, bu nokta derinden derine
düşünmeye
muhtaç değildir, bunu hatırlayıp zihinde canlandırmak yeterlidir. O
halde
ey iman edenler! Allah'ın emrini, çağrısını bırakıp da o erkek veya
kadın
kâfirlerle evlenmek veya onları evlendirmek suretiyle kendinizi ateşe
atmayınız.
"Sizden önce
kitap verilen ümmetlerin hür ve iffetli kadınları da iffetlerinizi
koruyarak,
zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızın, kendilerine mehirlerini verip
nikâhladığınız takdirde size helâldir"
(Maide,5)
Ancak
Maide Suresinde,
uyarınca bu âyetin birinci fıkrasından Kitap ehlinin kadınları istisna
olunarak, Kitap ehlinden kız almaya mekruh olarak ruhsat verilmiş;
fakat
ikinci fıkra muhkem olarak kalmış ve kız vermeye hiçbir şekilde izin
verilmemiştir.
"Erkekler,
kadınları yönetmeye yetkilidirler." (Nisa, 34)
İlâhi
kânunu gereğince
kadınlar kocalarının yönetimi altında bulunurlar. Dolayısı ile, bir
mümin
kadını, bir kâfir ile evlendirmek onu, o kâfirin yönetimi altına
bırakmak
ve onun davasına mahkûm etmek olacağından, o mümin kadını kesinlikle
ateşe
atmaktır.
Ancak
bu ilâhî
kânunu bilen ve kendini ona göre idare edebilecek olan erkekler
hakkında
bu yönetim altına giriş ve çağrıya mahkûm oluş zorunlu ve kesin
değildir.
Bu şartlar altında, müslüman erkekler için ihtiyaç hâlinde bir ruhsata
imkân vardır. Bunun için bu âyetle yol gösterme ve hatırlatmadan sonra,
"Kitap
verilen
ümmetlerin hür ve iffetli kadınları" (Maide, 5/5) âyetiyle gereğinde
yalnız
Kitap ehlinden kız almaya ruhsat verilmiş ve zururetler kendi
miktarlarınca
takdir olunacağından, bunun dışındakiler yine haramlıkta bırakılmıştır.
Şunu da
hatırlayalım
ki, "O yerde ne varsa hepsini sizin için yaratandır. Sonra semaya
doğrulmuş
iradesini göklere yöneltmiştir." (Bakara, 2/29) âyeti gereğince
mallarda
ve eşyada asıl kural, onların mübah olduğu ve haramlığına dair delil
bulunmadıkça
mübahlık ile amel olunacağı; fakat "sizin için" buyrulduğundan dolayı
bu
mübahlıkta insanların canlarının ve ırzlarının dahil olmadığı ve aksine
mallardaki asıl kural olan mübahlık insanların canlarını, ırzlarını,
haklarını
ve yararlarını korumak için bulunduğudur. Kısacası can ve ırzda
haramlık
asıl kural olunca bir mübahlık ve izin delili bulunmadıkça can gibi
ırzda
da tasarrufta bulunmak haram olacağından nikâh kıyma izni, mutlaka bir
delile dayalı olacaktır. Mübahlığına delil bulunmayan yerlerde nikâh
kıymak
haramdır. Yani o nikâh, nikâh değil zinadır.
Bu nokta
üzerinde
iyi düşünülünce anlaşılır ki bu âyetteki kadın ve erkek müşrikler,
kadın
ve erkek müminlerin karşılığı olmasaydı da, zahirî müşrik anlamında
olabilseydi,
o zaman da müslüman kadınlarının diğer kâfirlere nikâh edilmeleri aslî
haramlıkla haram olacaktı. Çünkü "hür ve iffetli kadınlar" ifadesiyle
müslüman
erkeklerin Kitap ehlinin kadınlarıyla evlenmelerine izin verilmiş
olduğu
halde;
Müslüman
kadınların Kitap ehlinin
erkekleriyle
evlenmelerinin caiz olacağına dair ne âyet, ne hadis hiçbir mübahlık
delili
gelmemiştir. Müslümanların kadınları, İslâm tohumları için şerefli bir
tarladır. Ve müslümanlar genellikle tarlalarından ve ekin ektikleri
yerlerden
hiçbirini yabancılara çiğnetmemek, cinsel birleşmelerine izin
vermemekle
yükümlüdürler. Mal tarlası olan vatan toprağını yabancılara çiğnetmek
büyük
bir felaket olduğu gibi, can ve din tarlası olan İslâm kadınlarını
başkalarına
çiğnetmek de felaketlerin felaketidir.
Yahudiler
ve Hıristiyanlar müşrik midirler?
Bunlar,
dıştan
tevhide inandıklarını ileri sürmelerine rağmen, gerçekte Allah'ın
çocuğu
olduğu kanaatindedirler. Hıristiyanlar,
teslise (Allah'ın baba, oğul ve Rûhu'l-Kudüs olmak üzere üç olduğuna)
inanırlar.
Ve "Mesih, Allah'ın oğludur." derler. Yahudiler
de "Üzeyr
Allah'ın oğludur." demişlerdir. Böyle demekle birlikte onlar tevhide
inandıklarını
da iddia ederler. Her ikisi
de dıştan dışa müşrik değillerse de, gerçekte müşriktirler. Bunun için
mutlak olarak müşrik denildiği ve özellikle iman karşılığında
söylendiği
zaman, mutlak anlamı üzere kullanılmış demektir ve genel olarak
kâfirleri
kapsar.
Son
zamanlarda 'aramızda amentü
ittifakı' bulunduğu
söylense de, Kur'an'ın 'şirk'e nisbet ettiği kitleler arasında Ehl-i
Kitab'ın da bulunduğunu (Tevbe, 31) burada mutlaka dikkate almak
durumundayız. Burada ister istemez 'Ehl-i Kitap'şirk ilişkisi' gündeme
geliyor. 'Kur'an onları kategorik olarak 'müşrikler' arasında
zikretmemiş, hatta pek çok ayetinde onlardan ayrı tutmuştur' denerek
işin içinden sıyrılmak o kadar kolay değil. Kur'an'da 'haşa' çelişki ve
tutarsızlık bulunmayacağına göre evbe ayeti 've daha birçok
benzeri' ile diğerleri arasındaki bu işkâli çözmek durumundayız.
Kur'an
tarafından bir yandan şirke nisbet edilirken, diğer yandan
'müşrikler'den ayrı bir kategori olarak anıldıklarına göre Ehl-i
Kitab'ın şirkinin diğerlerinden farkı nedir?
Ehl-i
Kitab'ın şirkinin, 'Tevhid
iddialı'
bir
şirk olduğu malumdur. Yani diğer müşrikler 'söz
gelimi putperestler, ya da mecusiler' başında da sonunda da doğrudan ve
açık bir şekilde birden fazla 'müstakil ilah'ın mevcudiyetine inanır ve
bunu herhangi bir şekilde tevil de etmez. Ancak Ehl-i Kitap 'elbette
burada söz konusu olan Hıristiyanlar'dır' kendi ilah telakkileri
çerçevesinde ortak koştukları varlıkların, aslında 'haşa' 'Baba'dan
sudur ve zuhur ettiğini söyler. Buna göre mesela İsa Mesih, aslında
tanrının bir parçası, insan boyutuna geçmiş bir yansıması, bir insana
ilka ettiği kelimesidir. Bu çerçevede Ruhulkudüs de 'zatı ile kaim'
değildir. Şu kadar ki, onun sadece 'baba'dan mı, yoksa hem 'baba' hem
de 'oğul'dan mı sudur ettiği konusu Katolikler'le Ortodokslar
arasındaki kadim ihtilaflı meselelerdendir'
Kaynak:
1)
Büyük Kadın
İlmihali, Rauf Pehlivan
2)
Günümüz
Meselelerine Açıklamalı Fetvalar
3)
Hak Dini
Kuran Dili (Elmalı Tefsiri), Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Bakara
Suresi
/221
4)
Gayri
Müslim
Erkekle Nikah, Ebubekir Sifli, Milli Gazete, 27.08.2005
|