Flört, birbiri
ile evlenmeleri câiz
olan, aralarında
evlenme engeli bulunmayan bir kadın ile bir erkeğin evlilik dışı
arkadaşlık
yapmalarına verilen addır. Böyle bir durumun, ne geleneklerimizde, ne
de
dinimizde yeri yoktur.
İslâm,
kendisinden kaynaklansın ya da
kaynaklanmasın, yalnızca ortaya çıkan problemlere çözümler getiren bir
inanç ve
hukuk sistemi değildir. Aksine, getirdiği esas ve kaidelerle öncelikle
problemlerin ortaya çıkmasını önleyen bir dindir. Bu özelliği ile
İslâm,
kadın-erkek münâsebetlerine de birtakım ölçüler getirerek, meseleleri
daha
başlamadan çözmüştür. Bu durumu bir misalle açıklayacak olursak:
Toplumun
çürümesine sebep olan başlıca
âmillerden birisi, kadın-erkek arasındaki gayr-i meşrû ilişkilerdir. Bu
açıdan
İslâm dini, evlilik dışı cinsel ilişkiyi (zina, fuhuş… gibi)
yasaklamış, hatta
yasağın daha da caydırıcı olması için birtakım cezâî müeyyideler
getirmiştir.
Ancak burada asıl önemli nokta, “ İslam dininin, ferdi, bu tür
davranışlara
götürecek olan bütün yolları kapaması ve oluşmasını önleyici tedbirler
alması”dır.
Bu tedbirlerin en başında:
-Kadın ile
erkeğin kendileri için
belirlenen tesettür kurallarına dikkat etmeleri,
-Bakışlarını
kontrol altına almaları ve
“sürekli bakış” gibi yasaklanan davranışlardan sakınmaları (en-Nûr,
30–31),
-Birbirine helâl
olmayan kadın ile erkeğin
yalnız başlarına bir arada bulunmaması gerektiği gibi hususlar gelir.
Ki, bu
hususta bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmuştur: “Bir kadınla
bir
erkek bir yerde baş başa kaldıklarında üçüncüsü şeytandır.” (İbn-i
Hanbel, Müsned, I, 227; III, 339)
Bunlara ilâve
olarak kadınla erkeğin; “dokunma
ve musafaha (el sıkışma)” gibi benzeri fizikî temaslardan
sakınması; “ihtilat”,
yani kadın ile erkeğin karışık bir hâlde bulunduğu ortamlardan da
ayrıca uzak
durması, dikkat edilmesi istenen diğer hususlardır.
Kadın-erkek
ilişkileri hususunda bu kadar
katı sınırlar çizen İslâm’ın asıl hedefi; ferdi, toplumdan soyutlamak
veya onun
kişisel hürriyetlerini kısıtlamak değildir. O, bu prensipleriyle ferdi
ve
toplumu, daha sonra içine sürüklenebileceği çok büyük yanlışlardan
kurtarmayı
ve toplumun çekirdeği demek olan “âile müessesesi”ni her türlü
korumayı
hedeflemiş, âdeta “koruyucu hekimlik” gâyesi gütmüştür.
Zira az önce
yukarıda belirttiğimiz; “Bir
kadınla bir erkek, bir yerde baş başa kaldıklarında üçüncüsü şeytandır.”
hadîs-i şerîfi, bize durumun ciddiyetini açıkça göstermektedir. Şöyle
ki;
birbirine yabancı iki karşı cinsin, yanlarında bir üçüncü kişi olmadan
tenhâ
bir yerde baş başa kalışları, yaratılışta var olan duyguların açığa
çıkmasına
vesîle olabilir. Gözden uzakta olmanın verdiği bu rahatlık ve cesâret,
kişileri
hangi safhalara getirir, nelere sebep olur, bilinmez. Bilinen tek
gerçek şudur
ki, işin içine artık nefis ve şeytan karışmıştır. Ve şeytan, bu duruma
gelen
insanları “doğru yoldan ayırmak için” elinden gelen her kötülüğe
başvuracaktır. Cenâb-ı Hakk bu durumun misâlini, bize Yusuf Sûresi’nde,
Yusuf
ile Züleyhâ bahsinde şöyle anlatır:
“Evinde
bulunduğu kadın, onun nefsinden
murad almak istedi, kapıları iyice kapattı ve “Haydi gel!” dedi. O da «(Hâşâ),
Allah’a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel
davrandı.
Gerçek şu ki, zalimler iflah olmaz!» dedi.
Andolsun ki,
kadın ona meyletti. Eğer
Rabbinin işaret ve ikazını (burhânını)
görmeseydi, o da kadına
meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak
için (delilimizi
gösterdik). Şüphesiz, o, ihlâslı kullarımızdandı. “ (Yûsuf,
23-24)
Âyet-i
kerimelerde açıkça görüldüğü üzere,
karşı cinslerin yalnız kaldığı durumlarda, insanın fıtratından gelen bu
duyguların açığa çıkması ve bir imtihan-ı ilâhî olarak, şeytanın o işi
süslü
göstererek ferdi günaha düşürmesi, neredeyse kaçınılması imkânsız bir
durumdur.
Hatta toplum hayatındaki pişmanlıkların, bazen cinâyetlerin ve
kötülüklerin
büyük çoğunluğunun da; bu îkazlara kulak asmamaktan, aradaki sınırları
aşmaktan
kaynaklandığı bilinen gerçeklerdendir. Böylesi bir durumdan yüz
çevirmek ise,
kâmil bir îmana sahip olmayı gerektirir. Gerçek îmân sahipleri, töhmet
mekânlarından gücü yettiğince uzak durur ve fitneden dâima Allah
Teâlâ’ya
sığınır.
İslâm’ın
kadın-erkek ilişkileri hakkında
getirdiği hüküm ve kurallar açısından bakıldığında flörtün bütünüyle
İslâm
sınırları dışında kaldığı görülür. Çünkü biçimi, şartları ve sonuçları
bakımından İslâm’ın hüküm ve kurallarına ters düşen bir ilişki biçimi
olarak
ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte tabiî ihtiyaçlar ve zarûret
(meselâ;
alış-veriş, tedâvî olma, adres sorma veya evlenme niyetiyle görüşme…)
gibi
durumlarda erkeklerle kadınların verilen ölçülere dikkat etmek şartıyla
konuşmalarında bir sakınca yoktur.
Her ne kadar
verilen hükümler, kadın ve
erkekler için aynı derecede bağlayıcı olsa da şu bir gerçektir ki, bu
konuda
kadının daha dikkatli ve titiz davranması gerekmektedir. Zira toplumu
inşâ
edecek kişiler, öncelikle kadınlardır. Bu sebeple kadının İslâm’ın emir
ve
yasakları hususunda daha hassas, lâubâlilikten uzak, vakarlı ve
şahsiyet sahibi
olması gerekmektedir. Günümüzde pek çok yerde kadın, kolayca elde
edilen,
kolayca terk edilebilen bir eğlence metaı hâline gelmiştir. Bugün
falanın,
yarın filanın yanında olan kadının, ileride kıymetli bir yerde olacağı
düşünülemez. Hatta bu durum, her ne kadar şimdi farkında olmasa da bir
kadını,
hayatı boyunca itibarsızlığa sürükleyecek, tüm kadınlık haysiyetini
ayaklar
altına atacak ve ileride pişmanlıkla hatırlanacak kara bir leke
gibidir.
Âyette;
“Zinâ eden
erkek, zina eden veya müşrik
olan bir kadından başkası ile evlenmez; zinâ eden kadınla da ancak zinâ
eden
veya müşrik olan erkek evlenir. Bu mü’minlere haram kılınmıştır.” buyrulmaktadır.
(en-Nûr, 3)
Açıkça
anlaşıldığı üzere, Cenâb-ı Hakk
temizi temize, günahkârı da günahkâra lâyık görmektedir.
* * *
Bu yazıyı
okuduktan sonra “Madem bu
duygu insanın fıtratında var, böyle bir durum İslâm dininde nasıl
görmezlikten
gelinebilir?” diye düşünülebilir.
Aksine, İslâm,
bu alandaki ihtiyacı
görmezlikten gelmediği gibi - evlilik gibi meşrû bir yönden- hem ferd,
hem de
toplum için faydalı olabilecek biçimde tatminini tavsiye eder. Zira
evlilik
kurumunun en önemli sebeplerinden birisi de insanın cinsel
ihtiyaçlarının böyle
bir müessese ile karşılanmasıdır.
Bu yüzden
İslâm’da evlilik teşvik edilmiş
ve olabildiğince kolaylaştırılmaya çalışılmıştır. Hadîs-i şerifte şöyle
buyrulmaktadır:
“Ey gençler
topluluğu!.. Sizden kimin
evlilik yükümlülüklerine gücü yeterse evlensin. Çünkü evlilik, gözü ve
ırzı,
harama karşı daha fazla koruyucudur…” (Buhâri, Savm)
Sonuç olarak,
ergenlik çağına gelmiş olan kadın ile erkeğin, meşrû
sınırlar dışında uzun süreli arkadaşlık etmeleri câiz değildir.
Kevser Atar
Şebnem Dergisi,
Sayı 48
|