|
Elmalı
Tefsiri
1-3- O
apaçık
kitap hakkı için. "Hâ-mîm"de yemin mânâsı bulunduğuna göre (vav) atıf
vavı olmadığına göre yemin içindir, o açık kitap, Allah yolunu apaçık
gösterir bir nur olan o parlak kitap, yani Kur'an. Kur'ân'ın şanını
beyan ederken yine Kur'ân'a "beyan" vasfı ile yemin edilmesi onun
kendini tanıttırmak için başka delile muhtaç olmayıp bizzat "beyyin"
(açıklayıcı) olan bir nur olduğunu ifade içindir. Aynı zamanda ona
yemin edilmesi hakkına tazim emrini gerektirdiğinden meâlde bu lazım
mânâyı gösterdik.
4- Kitabın
aslı,
ana kitap, yani Levh-i mahfuz yahut onun da aslı olan Allah'ın ilmi,
herhalde çok yüksek, indirilmiş olan kitapların hepsinden yüksek, çok
hikmetli veya çok hakim veya çok muhkem (sağlam).
5- ya şimdi
sizden o zikri yana mı atacağız? Müsrif bir kavim olduğunuz için? Yani
inkârda, haksızlıkta ısrarlı, cinayette iler gitmeyi âdet etmiş
müşrikler olduğunuz için Peygamber'e bir zararınız dokunur diye çekinip
de size nasihat ve ihtarda bulunmaktan, bir hatırlatma olan o kitabı
indirmekten vaz geçeceğiz, halinize bırakıvereceğiz mi zannediyorsunuz?
6- Oysa
öncekilerde yani sizden daha müsrif, daha sert olan önceki kavimler
içinde biz ne kadar Peygamberler gönderdik.
7-8-
"Kendilerine (peygamber) geldiğinde..." ifadesi, öncekilerin de
israfını beyandır. Nihayet gönderdik de öyle eğlenerek inkar ettikleri
için netice olarak yumruğu onlardan, yani o müsrif kavimden daha güçlü
olanları helak ettik. Burada "onlardan" zamiri, önceki geçenler yerine
değil, muhatab olan kavim yerine kullanılmıştır. Onun için buna göre
"sizden" denilmesi gerekirdi. Fakat bunda Peygamber'e de bir işaret
ihtimalinden dolayı "hitab"dan (ikinci şahıstan) "gıyab"a, (üçüncü
şahısa) geçilerek ifade, iltifat biçiminde yalnız Peygamber'e
yöneltilmiştir ve bu şekilde ona özel bir değer vermekle teselli
yapılmıştır. Nasıl helak edildi denilirse ve öncekilerin "mesel"i
geçti. Nasıl helak edildiklerine dair "mesel" haline gelmiş, akıllara
hayret verecek kıssaları Kur'ân'da geçti.
9-Yukarılarda
zikrolundu, ey Muhammed! "Onlara gökleri ve yeri kim yarattı? diye
soracak olsan, elbette onları çok güçlü ve her şeyi bilen Allah yarattı
derler." Yani Allah'ın yarattığını itiraf ederler, bu ise O'nun gücünü,
ilmini ve daha zikrolunan diğer niteliklerini gerektirir.
10- "O,
sizin
için yaptı..." Bu nitelemeler Yüce Allah tarafından açıklamadır.
11-Böyle
olduğuna karine olmak üzere "gıyab"dan (üçüncü tekil şahıs) "tekellüm"e
(birinci çoğul şahsa) geçilerek şöyle buyuruluyor: Onunla ölü bir
beldeye yeniden hayat verdik ve işte siz de böyle çıkarılacaksınız. Bir
ruh olan bu Kur'an ile siz de yepyeni bir hayata çıkarılacaksınız. Veya
kabirlerden çıkarılacaksınız. Bunu yapan güç ve kudret bunu da yapar.
12- "Ve O,
bütün
çiftleri yarattı." Burada "ezvac" eşyanın çeşitleri ve sınıfları veya
genel olarak birbirine karşılık olanlarla tefsir edilmiştir. Râzî'nin
naklettiği üzere bazı tahkikçi bilginler demişlerdir ki, Allah'tan
başka ne varsa hep çifttir. Yalnız Hak Teâlâ zıt ve misilden menezzeh
olarak tektir. Şu da hatıra gelir ki, herşey, bir zihnî sureti, bir de
dış dünya sureti olmak itibariyle çifttir. Yalnız yüce Allah zihnî
suret ile sınırlanamaz. Onun kendisini bilmesi de özel biçimle değil,
huzurîdir. O herşey değil "leyse kemislihi şey" (benzeri yok) olarak
birdir.
13-
"Bunları
bizim hizmetimize veren Allah'ı tesbih ederiz, yoksa bizim bunlara
gücümüz yetmezdi" diyesiniz." Rivayet olunur ki, Resul-i Ekrem (s.a.v)
ayağını üzengiye koyduğu zaman "Bismillah" der, hayvanın üzerine
doğrulduğunda "Her halükârda Allah'a hamd olsun. Tenzih ederim o
Allah'ı ki, bunu bize müsahhar kılmış, yoksa biz bunu yanaştıramazdık
ve her halde biz dönüp dolaşıp Rabbımıza varacağız." (Zuhruf 43-14) der
ve üç tekbir alır, üç de tehlil (La ilahe illallah). Yine rivayet
olunmuştur ki, Resulullah (s.a.v) yolculuğa çıkacağı zaman binitine
bindiğinde üç tekbir alır, sonra "Bunu bize musahhar kılanı tesbih
ederim." der sonra da şöyle dua ederdi: "Allah'ım! Ben bu yolculuğumda
senden iyilik, takva ve hoşnut olacağın bir amel istiyorum. Allah'ım!
Bu yolculuğu bize kolay kıl, yerin uzaklığını bize yakın kıl. Allah'ım!
Yolculukta sahip, ailem hakkında vekil sensin. Allah'ım! Yolculuğumuzda
bizimle beraber ol. Ailemiz içinde bizim vekilimiz ol."Sonra da
ailesine döndüğü zaman "Biz, Rabbimize tevbe ve hamd ederek dönüyoruz."
derdi.
14- Ve
herhalde
biz Rabbımıza döneceğiz. Bütün dönüşlerimiz, dönüp dolaşmamız O'na
doğrudur, nihayet O'na varacağız. Bu âyet de mânâsı üzere İslâm'ın en
büyük gayesini, en büyük ruhunu, en büyük tesellisini ifade eder. Bu,
burada şu ince mânâya işaret ediyor ki bir binite binen bir kimse
yolculuğun bir değişim olduğunu düşünmeli, ondan da asıl büyük
yolculuğu Allah'a olan yürümeyi ve gidişi düşünmeli de o düşünceye göre
hareket etmeli. Bundan çıkan sonuç ise binmenin sırf meşru bir iş için
olmasıdır.
15- Öyle
iken
tuttular da O'na kullarından bir parça isnad ettiler. Bu âyet,
yukarıdaki "Celalim hakkı için sorsan onlara o gökleri ve yeri kim
yarattı? Elbette diyecekler: Onları o güçlü ve herşeyi bilen yarattı."
(Zuhruf, 43/9) âyeti ile ilgilidir. Allah'ın bütün göklerin ve
yeryüzünün yaratıcısı olduğunu ikrar ve itiraf ederlerken çelişkiye bak
ki bir de tutarlar Allah'a kullarından bir parça yaparlar. Burada
birkaç mânâ vardır. Önce bu, "Hulûl"ü (Allah'ın kulların cesetlerine
girdiğini) ibtaldir. Çünkü Hulûliyye Allah'ı kullarından bir cüz yapmış
olur. İkincisi "veled" (çocuk) isnad edenleri kınamadır. Çünkü çocuk,
babasının parçasından hasıl olduğu için onun parçasıdır. Üçüncüsü
müşrikler her mabuda bir hisse vermekle Allah'a kullarının bütünü
değil, yalnız bir parçasını tanımış, yalnız bir hisse vermiş oluyorlar.
Diğer hisseler diğer taptıklarının sayılmış olur. Çünkü insan apaçık
çok nankördür, çünkü inkar ve şirk nankörlüğün en açığıdır. Allah'ın
hepsini yaratmış olduğu malum iken sonra dönüp yaratıcıyı yaratılmıştan
veya yaratığı yaratıcıdan parça yapmak veya yaratıcının yaratığını
tamamen kendinin saymayıp şirk koşmak apaçık küfür ve nankörlüktür.
16- Ümmet,
arkasına düşülecek bir topluluk veya tarikat, millet demektir.
17-25-
Ümmet,
arkasına düşülecek bir topluluk veya tarikat, millet demektir.
26-32- Ve
Tevhid
kelimesini İbrahim'in arkasında yani neslinde sürekli kalıcı bir kelime
kıldı. "İbrahim bunu oğullarına da tavsiye etti, Yakub da." (Bakara,
2/132) Veya Allah o kelimeyi onun neslinde kararlı kıldı. Onun için
onun çocukları arasında Allah'ı tevhid eden hiç eksik olmadı ki
dönsünler, yani sapıklığa, şirke düşenler tevhide bağlı olanların
uyarısı ile o kelimeye dönsünler. Fakat dönmediler. Şunlar, Resulullah
(s.a.v)'a çağdaş olanlar, bunların arasında olan Kureyş ne olurdu bu
Kur'an iki şehirden büyük bir adama indirilseydi dediler.
KARYETEYN, Mekke
ile Taif. Demek ki Kur'ân'ın güzelliğini hissediyorlar da onu
Peygamber'e yakıştıramıyorlar, zavallılar büyüklüğü dünya malı, dünya
makamı ile sanıyorlar. Mekke'de Velid b. Muğire, Taifte Urve b. Mes'ud
es-Sakafî gibi, dünyaca zengin gördükleri kimseleri Peygamber'den büyük
sayıyorlar da Kur'ân'ı da onlara layık görüyorlar. Yüce Allah da red ve
azarlama ile buyuruyor ki "Rabbinin rahmetini onlar mı taksim
ediyorlar?"
33- Bütün
insanlar bir ümmet oluverecek olmasaydı, yani insanları hep kâfir
edecek derecede inkâra teşvik eylemek gerekmeseydi, Rahman'ı inkâr eden
kimseler için herhalde yapardık,
34-
evlerine
gümüşten tavanlar ve üzerlerinde çıkacakları miraçlar: asansörler ve
odalarına kapılar, hep gümüşten veya altından ve serirler, kanepe,
koltuk, sandalye, ki üzerlerine kurulurlar.
35- Hem de
zuhruf, yani altın yaldızlı, nakışlar, ziynetler yapardık. Bunlar ise
gerçekte hiçbir şey değil, ancak dünya hayatının aldatıcı metalarıdır,
mallarıdır. Oysa Rabbının katında ahiret hayat ve mutluluğu müttakilere
mahsustur. Bir gün gelip Allah'a gidileceğini sayarak, inkâr ve günah
işlemekten korunup faziletlerle donanmış, bezenmiş olanlarındır. Büyük,
işte korunup da o ahireti kazanandır.
36-44-
"Kim
körlük ederse" AŞÂ, gözde bir çeşit zayıflık ve tavukkarası denilen
görmemezlik, bir çeşit körlüktür. Fakat burada maksat öyle körlük edip
de görmemezlikten gelmektir. Rahmân'ın zikri, Kur'ân, yani her kim
Kur'ân'dan göz yumup görmemezlik eder, onun irşadını dinlemezse ki
Kureyş böyle yapmıştı. "Ne olur da şu Kur'ân (iki memleketten bir büyük
adama) indirilseydi." (Zuhruf, 43/31) demişlerdi.
45-
"Resullerimizden, senden önce gönderdiklerimize sor..." Bundan maksat
peygamberlerin icmaı ile Tevhide delil getirmedir. Ki bununla hem o
icma haber verilmiş, hem desteklenmesi için araştırılması
emredilmiştir. Yani haberin olsun ki peygamberlerin hepsi Allah'tan
başka ilah olmadığı hususunda sözbirliği içindedirler. Hiçbirisi
müşrikliği, putperestliği kabul etmemiştir. İsterse ümmetlerinin mümin
bilginlerinden, eserlerinden ve ruhlarından sor, veya ictihat ile
inceleyip delil getir. İbnü Abbas'tan Ata şöyle rivayet etmiştir ki:
Resulullah Mescid-i Aksa'ya götürüldüğü zaman yüce Allah bütün
peygamberleri diriltti, Cebrail ezan okudu, kamet getirdi. Ya Muhammed,
geç öne bunlara namaz kıldır dedi. Resulullah (s.a.v) namazı
bitirdikten sonra Cebrail Ya Muhammed dedi, "Senden önce
gönderdiklerimize sor, resullerimizden. Biz Rahmân'dan başka ibadet
olunacak ilâhlar yapmış mıyız?" (Zuhruf, 43/45) dedi. Resulullah
(s.a.v.) da sormam, çünkü şüphe etmiyorum, buyurdu.
46-56-
"Biz
Musa'yı âyetlerimizle... göndermiştik." Bu hikâyenin getirilmesinde
konu ile iki yönden ilişki vardır. Kureyş, Peygamber'in dünya serveti
olmadığından dolayı büyüklüğünü takdir etmedikleri gibi Firavun da Hz.
Musa'ya karşı "Mısır mülkü benim (ve hep şu nehirler benim altımdan
akıyor) değil mi?" (Zuhruf, 43/51) diye öyle gururlanmıştı, bu şekilde
bu hikâye Peygamber'i teselli ve destekleme; düşmanlarını ise uyarı
makamındadır. Bir de "Senden önce gönderdiklerimize sor..." (Zuhruf,
43/45) isteği üzerine, bir cevabı da kapsar. Buna göre asıl gaye,
hikâyenin tekrarı değil, bu cevapların verilmesidir. Bununla birlikte
hikâyenin bizzat kendisinde de diğer yerlerde bulunmayan ince mânâlar
eksik değildir.
57-
Meryemin
oğlu bir mesel olarak ortaya atılınca, yani "Senden önce
gönderdiklerimize sor Resullerimizden! Biz Rahmân'dan başka ibadet
olunacak ilahlar yapmış mıyız?" (Zuhruf 43/45) buyurulmasına karşı,
hristiyanların İsa'ya "ilah" ve "Allah'ın oğlu" dedikleri bir itiraz
örneği olarak ileri sürüldüğü zaman birdenbire kavmin, yani Kureyş
ondan keyiflenerek hah hah diye haykırışıyorlardı.
58- Ya,
bizim
ilahlarımız mı daha hayırlı yoksa o mu? dediler. Bunlar sûrenin başında
geçtiği üzere, meleklere "Allah'ın kızları" diyorlar ve onları ilah
kabul edip adlarına putlar dikerek ibadet ediyorlardı. Şimdi
hristiyanların İsa'ya ilâh dedikleri söz konusu olunca keyiflenerek bir
yaygara ile diyorlar ki: Bizim ilah deyip ibadet ettiğimiz melekler
Meryem'in oğlundan daha hayırlı değil mi? O ilâh oluyor da bizimkiler
niye olmasın. Onu sana sırf bir tartışma olarak söylüyorlar, o itirazın
hak olduğuna kani olup da bir hakkı ortaya çıkarmak için tartışma
yapıyorlar değil, güya seni susturacaklarmış gibi sırf münakaşa için
onu ileri sürüyorlardı. Doğrusu onlar, çok husumetçi adamlardır.
Düşmanlıkta şiddetli, çekişmeye düşkün, tartışmada yetenekli kimseler.
59-Onların
itirazlarını ve hallerini böyle anlattıktan sonra gerçeğin beyanı ile
meselenin çözümü ve cevabın verilmesi için buyuruluyor ki o Meryem oğlu
İsa gerçekte başka bir şey değildir, ne ilahtır, ne de Allah'ın
oğludur. Ancak bir kul, katıksız bir kuldur. Ki biz ona nimet vermişiz,
peygamberlik ve risalet vermişiz. Ve onu İsrailoğulları için bir mesel
kılmışızdır. İsrailoğulları için alınacak bir örnek olmak üzere hayret
verici bir delil, bir kudret delili ki dillerinde destan olmuştur.
60-Yoksa
dedikleri gibi ilah ve Allah'ın oğlu değil, dilersek elbet sizlerden de
melekler yapardık. İsa'yı İsrailoğulları için mesel olarak yaratıp
Meryem'den doğurttuğumuz gibi, sizlerden de melekler doğurtarak o sizin
"Allah'ın kızları" dediğiniz melekler, evlatlarınız olur. Yeryüzünde
size halef olurlar, sizin yerinize geçerler veya halifelik yaparlardı.
61-
Muhakkak ki
o saat için bir ilimdir de saatin (kıyametin) geleceğini, ölülerin
dirilip ayağa kalkacağını bildiren bir delil bir alâmettir. Çünkü İsâ
gerek ortaya çıkışı, gerek ölüleri diriltme mucizesi ve gerekse
ölülerin ayağa kalkmasını haber vermesi itibarıyla kıyametin meydana
geleceğine bir delil olduğu gibi, hadiste haber verildiğine göre,
inmesi de Kıyametin alametlerindendir. Onun için sakın onda, yani
Kıyamet'te şüphe etmeyin de bana uyun. Yani benim göstermiş olduğum
doğru yola, şeriatime göre sade bana ibadet ve kulluk edin başka
ilahlar peşinde gitmeyin. İşte bu biricik doğru yoldur. Ki onu tutan
sapıklığa düşmez.
62- Ve
sakın
sizi şeytan çelmesin. Bu doğru yoldan, o hakkın peşinde gitmekten
saptırmasın. Çünkü o size açık bir düşmandır. Kendi gizli olsa da
düşmanlığı açıktır. Çünkü sizi cennetten çıkardı, belalara soktu. Şimdi
asıl söz konusu olan, İsa'nın ilâhlığı meselesinin açık olarak halline
gelelim.
63-İsa'nın
hiçbir zaman öyle bir iddiada bulunmamış olduğunu göstermek için
buyuruluyor ki: İsa o delillerle ve açık mucizelerle geldiği zaman
şöyle dedi: Ben size hikmet ile, yani peygamberlik ve kitap ile geldim.
Hem de hakkında ihtilaf edip durduğunuz şeylerin bazısını beyan edeyim
diye geldim. Onun için Allah'tan korkun ve bana itaat edin, tebliğatımı
dinleyin, tutun.
64-Şöyle
ki
Haberiniz olsun Allah benim Rabbim, sizin de Rabbiniz ancak O'dur. Onun
için hep O'na ibadet edin, ancak O'nu ilah tanıyın. İşte bu biricik
doğru yoldur. İşte İsa böyle dedi. Onun bütün tebliğatının,
açıklamalarının özü budur. (Bakara ve Meryem Sûrelerine bkz.)
65- Sonra
hizibler, her biri bir gaye ile toplanan fırkalar, kendi aralarında
ihtilaf çıkardılar. Yahudiler başka söylediler, hristiyanlar da çeşitli
fırkalara ayrıldılar. "İlâh, Allah'ın oğlu" laflarını da onlar
çıkardılar. Artık vay o zulmedenlere, gerek aşırı gitmek, gerek tamamen
geri durmak suretiyle haksızlık eden gruplara!
66-67-
Elemli
bir günün azabından ki kıyamet günüdür. Hepsi başka değil, yalnız saate
bakıyorlar. Gerek o gruplardan, gerek Kureyş'ten bütün o zalimler hep o
azab saatinin gelmesine bakıyorlar. Ki farkında değillerken ansızın
kendilerini bastırıverecek. "Dostlar o gün bir birine düşmandır."
68-73- "Ey
kullarım! Bugün size korku yoktur..." Allah için sevişen, o müstesna
müttakilere o günkü ilahi seslenişi anlatmaktır ki bu seslenişin
latifliğine doyulmaz. Yüce Allah bizleri de bu kullarından eyleye. Bu
âyet hakkında üç mânâ gösterirler!
1- Eseri
yüzlerinizde ortaya çıkacak biçimde sevindirilip neşelendirileceksiniz.
2- Güzel biçim
mânâsına "Hıbr"dan: süslenip ziynetleneceksiniz.
3- Güzel
vasıflarla vasıflamakta abartma mânâsına "habr"den, son derece ikram
olunacaksınız. "Onların etrafında dolaşılır." Cennete girdikten sonraki
neşelerinden bir nebzeyi anlatmaktır. Onun için girdiklerinde kendileri
müşahede halinde bulunacaklarından burası "üzerinize" diye kendilerine
hitab edilmeyip, onların üzerlerine diye gıyab (üçüncü şahıs) ile
dünyadakilere anlatılmaktadır. Yani o emir üzerine girecekler,
girdiklerinde etraflarında dolaşılacak, cennet hizmetçileri tarafından
üzerlerine dönüp dolaşılacak. Altın safhalar, tepsiler, tabaklar. Ebu
Hayyan nakleder ki Kisaî şöyle demiştir: Kas'aların (kabların) en
büyüğü "cefne"dir sonra "Kas'a" gelir on kişiye yetişir. Sonra "sahfe"
beş kişilik, sonra "Mekile" iki, üç kişilik. Ve küplerle. Küp dilimiz
de ki mânâsından farklıdır. Kulpu ve emziği olmayan ibrik diye tarif
edildiğine göre sürahi ve desti demek olur. Hem onda, o cennette
nefislerin hoşlanacağı ve gözlerin lezzetleneceği herşey var. Ve siz
orada ebedi kalacaksınız. Görülüyor ki arada gıyaba (üçüncü şahıs) bir
iltifat (yönelme) yapıldıktan sonra yine hitaba (ikinci şahıs)
geçilmiştir. Ve işte bu o cennettir ki siz buna yaptığınız ameller
sebebiyle varis kılındınız.
İşte Allah için
sevişip korunan müttakilere böyle denecek. Nitekim A'raf Sûresi'nde de
"Onlara işte yapmakta devam ettiğiniz sayesinde mirasçı edildiğiniz
cennet budur diye nida edilecektir." (A'raf, 7/43) buyurulmuştu.
("Miras" deyimi için oraya bkz.) Sizin için orada çok meyveler,
yemişler var, amellerin semeresi olarak Allah Teâlâ'nın ihsanı ile kat
kat fazlalaştırılmış olan lezzetli meyveler var, onlardan yiyeceksiniz.
Meyve, açlık için değil, zevk ve lezzet için yendiği için Cennet'te
yalnız meyve yeneceği anlatılmıştır.
74-80-
"Mücrimler şüphesiz cehennem azabındadır." Bununla da mücrimlerin hali
anlatılıyor ki âyette geçen "mücrim"lerden maksat, iman ve İslamı
olmayanlardır. Ey Mâlik; mâlik, cehennem muhafızının ismidir. Rabbin
aleyhimizde hüküm buyuruversin, yani işimiz, bitiriversin diye
bağırışmaktadırlar ki öldürüversin de bizi bu azabdan kurtarıversin
demektir. Buna karşı buyurmuştur ki her halde siz duracaksınız,
kalacaksınız, size ölümle vesaire ile kurtuluş yok. İbnü Abbas'tan
rivayet edilmiştir ki, bu cevap da bin sene sonra verilir, bazılarından
yüz, İbnü Ömer Hazretlerinden de kırk diye rivayet olunmuştur, ki üçü
de kinaye yoluyla çokluk ifade etse gerektir. Andolsun ki biz size
Hakk'ı gönderdik. Fakat sizin çoğunuz hakkı sevmeyenlersiniz. Önceki
ahd için, yani Peygamberle gönderilen Hak dini, Tevhid ve Kur'ân,
ikincisi "cins" içindir. Çoğunluğun hoşlanmadığı mutlak olarak hak'tır.
Gönderilen malum hakka göre hepsi de hoşlanmayan kimselerdir. "Yoksa
işi sıkı mı büktüler?" Bu âyet mücrimlerin ahiretteki hallerini
anlatmaktan, Kureyş mücrimlerinin, dünyadaki hallerine intikaldir.
Mukatil'den nakledildiğine göre bu âyet, Mekke müşriklerinin
Daru'n-nedve'de Resulullah'a bir suikast tertibi kararlaştırmaları
sebebiyle nazil olmuştur.
İBRAM, bir ipi
katlayıp sağlam bükmektir. Bu mânâdan her ne şekilde olursa olsun, bir
şeyi sağlamlaştırmak mânâsına da kullanılır. Mübrem muhkem, sağlam
demektir. Yani o tartışmacı hasım kavim yalnız Hakk'tan hoşlanmamakla
kalmayıp sağlam bir iş yaptılar, işi mübremleştirdiler,
sağlamlaştırdılar mı? Peygamber'e karşı bir tuzak kurmağa karar mı
verdiler? Fakat işin sağlamını, mübremini biz yaparız.
Onlarınki hiç
kalır yoksa biz onların sırlarını ve fısıltılarını işitmeyiz mi
sanıyorlar? Hayır hem onların yanlarında bizim Resullerimiz,
elçilerimiz vardır yazarlar. Hafaza melekleri, Kiramen Katibîn vardır.
Burada sûrenin bitişi olarak maksadını gayesini özetlemek üzere
buyuruluyor ki: "Onun ya Rabb demesi..."
81-88- "De
ki:
Eğer Rahmân'ın bir çocuğu olursa.." Bu vav'ın atfolması da muhtemel ise
de kasem (yemin) için olması daha düzgün, daha akıcıdır. Zamir
Resulullah'ın yerine gelmiştir. Böyle sesleniş esnasında gaib (üçüncü
şahıs) zamiri Peygamber'in şanına bir tazim ifade eder. Yani
Peygamber'in ya Rab, ya Rab diye dua etmesi hakkı için söylerim ki
şunlar, şu hileye kalkışan müşrikler imana gelmez kimselerdir.
89-
"Şimdilik
sen onlara aldırma ve: "Size selâm olsun" de. Onlar yakında
bilecekler."
|
|