|
Elmalı
Tefsiri
1-3- Bu
sûrenin
ismi, mânâsını Allah bilir. , den, , den, , dan diye Muhammed b.
Kâ'b'dan bir rivayet de vardır. Şiddet harflerinin en şiddetlisi,
kalkale harflerinin en serti, isti'lâ harflerinin en kalını olduğundan,
ilk seste bu sûrenin şiddetli bir korkutma ifade ettiğini hissettirir.
"Ta"nın Tûr Dağına, "sîn"in Musa'ya, "mîm" in Muhammed'e işaret olduğu
da zihne çarpar.
Bunlar,
sûrede
böyle basit harflerden oluşarak okunacak âyetler, işte o mübin (apaçık)
kitabın âyetleridir.
MÜBÎN:
"Bâne"
mânâsına "ebâne"den "beyyin" gayet açık, parlak demek olduğundan;
kitab-ı mübîn, i'cazı açık olan kitap demek olur ki, kastedilen
Kur'ân'dır. Hakkı açıklayan demek dahi olabilirse de buraya uygun olan
öncekidir.
4-7- Gökten bir
âyet, iman etmeye mecbur edecek bir âyet, tepeden inme kesin bir bela.
Halbuki Peygamber ve kitap göndermekten ilâhî kasıt zorla değil,
hoşnutlukla olgunluğa erdirmektir.
Boyunları,
huzu'
boyun eğmek mânâsına geldiğinden, buradaki "a'nâk"ın topluluk mânâsına
olan "unuk" un çoğulu olması da uygun görülmüştür. Yani bütün
topluluklarıyla ona boyun eğerler. Rahmândan zikir; öğüt ve hatırlatma
veya Kur'ân'dır. "Biz orada her güzel çiftten nice bitkiler
yetiştirmişizdir."
KERÎM,
her şeyin
iyisi, a'lâsı, faydalısı.
ZEVC,
burada
sınıf, cins nevî.
İNBAT,
görünüşte
sadece bitkilere has gibi görünürse de hayvanlara ve insana işaret
eder. Zira hepsinde artma gücü vardır. Bununla beraber yalnız bitkileri
düşünmek de yeterlidir. Yani o yeryüzünde sınıf sınıf her türlüsünden
ne kadar güzel ve faydalı bitkiler bitirmişiz ve bitirmekteyiz?
Baksalar ya! Gerçekten yeryüzündeki o çeşit çeşit bitkileri güzel bir
sınıflandırma ile gözden geçirmeli de bir bakmalı; o ne kadar hoş, ne
kadar çeşitli, ne kadar faydalı çiftler? Aynı çevre içinde o türlü
renkler, o türlü şekiller, türlü çiçekler ve meyveler türlü
özellikleriyle o kadar değişik sınıflar, cinsler, neviler, çeşitler, o
güzel çiftler nasıl tertip ve tanzim olunup çıkıyor? Hem ölüp
kuruduktan sonra yeniden yeniye kaç kereler bitirilip bitirilip
duruyor. Hiç bu mükemmel sanat ,kör bir doğanın kendi kendine gelişmesi
olur mu?
8- Şüphesiz ki
bunda; bu bitkilerin meydana gelmesinde veya biten her güzel çiftte
mutlak bir âyet var. Allah'ın birliğine rahmetinin genişliğine,
kudretinin büyüklüğüne, ahiretin varlığına delalet eden, imanı
gerektiren bir delil var. Bununla beraber çoğu mümin olmadı (iman
etmedi); hatta bitkiler ve hayvanlar dünyası ile meşgul olan ve
tasniflerini yapanların birçoğu bile Allah'a iman edecek yerde inkâra
gittiler.
9- Ve şüphe yok
ki Rabbin, O öyle aziz, öyle Rahîmdir. Aziz, dilediğini yapar. Bu
sebepten dilediği anda kâfirlerden intikamını alır, intikamı
geciktiriyorsa Rahîm olduğu için geciktiriyordur. Şüphesiz, iman
edenleri rahmetiyle sevindirecektir. Şimdi bunu hemen aşağıda yedi
kıssa ile açıklayacaktır:
10-23- Onlara
üzerimde bir günah var. Kasas Sûresi'nde (28/15) geleceği üzere kazara
kıptiyi öldürmüştü. Zenb (günah) tabiri onların zannettiklerine
göredir. Onun için hemen beni öldürüvermelerinden korkarım.
Peygamberlik görevini yerine getirmeden önce öldürülmekten korkuyor.
Âlemlerin Rabbinin elçisiyiz, denildiği için Firavun; hem o
Rabbülâlemin nedir? diyor. edatı ile soru, mahiyeti sormaktır. Mahiyet
kelimesi edatına nisbettendir. Yani sorusuna verilecek cevaptır. Demek
ki Firavun, bu soru ile Âlemlerin Rabbının mahiyetini sormuş oluyor.
Bir şeyin mahiyeti ise benzerleri ile beraber ortak oldukları genel
gerçektir. Filanın mahiyeti nedir? denildiği zaman ona ortaklarıyla
beraber ne denir? Nevi veya cinsi nedir? denilmiş olur. Halbuki Allah
Teâlâ'nın ortağı, örneği, benzeri imkansız olduğundan ona nitelik diye
bir şey düşünülemez.
24-26-Onun
için
Hz. Musa, cevabda uslüb u hakim denilen tarzı seçip yalnız Rabbülâlemin
ismini kavram mânâsıyla düşündürmek üzere "âlemin"i tefsir ederek
Göklerin ve yerin ve bütün aralarındakilerin Rabbı, eğer düşünüp
anlamaya ehil iseniz, dedi. Yani düşünüp anlamaya ehil değilseniz,
anlamazsınız. Fakat eşyanın hakikatini araştırmış, sebepsiz bir hadise
olmayacağına tam bir bilginiz var ise, bilirsiniz ki, bu üstünüzdeki
gökler ve altınızda ki yer ile aralarındaki bütün bu varlıklar, meydana
gelişleri, adetleri, şekillenmeleri, değişikliklere uğramaları ve bütün
bu değişme kanunları ile bir Rabbın hükmü ve terbiyesi altında
bulunduğuna ve bütün mümkünatının (olabilecek her şeyin) üstünde bir
vâcibülvücûd'un (varlığı zorunlu olan bir zatın) ortağı, benzeri
olamayacağından zatı, niteliği ile tarif edilmeyip ancak görünen
eserleriyle bilinebileceğine tam bir bilgi edinirsiniz. Bu cevaba karşı
Firavun etrafındakilere dinlemez misiniz? dedi. Bakın bakın, ben ne
soruyorum o nasıl cevap veriyor, demek istiyor ve ihtimal ki, doğanın
Rabbe ihtiyacını kabul etmiyordu. Onun için Musa sizin Rabbiniz ve
evvelki atalarınızın Rabbi, dedi. Doğa üzerinde tasarrufu olan, bununla
birlikte bir hükümete ihtiyaçları açıkça bilinen akıl sahiplerinin açık
olan delillerini ileri sürdü ki, âlemler anlamının aslı bulunuyordu.
Bunu, sizin ve atalarınızın, diye hitap ve tamlama ile ifade etmesi de,
daha çok tesirli ve açık olması içindir. Çünkü, sizin Rabbiniz demekle,
kendi ihtiyaçlarını göstermiş oluyor. Ve evvelki atalarınızın demekle
de, insanlığın faniliğini anlatarak gururlarını kırmış oluyor. Bununla
beraber onları akıl sahipleri tarafından göstermekle kendilerine bir
şeref de vermiş oluyordu.
27-Buna karşılık
Firavun yine etrafındakilere hitaben herhalde size gönderilmiş olan
elçiniz mutlaka deli, dedi. Bu suretle Resulünüz (elçiniz) demesi belli
ki, bir alay oluyordu. İşte Firavunluk taslayanların hepsi de böyle
Allah yolunun adamlarına deli derler, alay ederler.
28-33-Başlangıçta
yumuşaklıkla, hikmet sahibi olarak söz söyleyen Musa, bu inad ve
tecavüze karşı yine önceki sözünü tefsir edip açıklayarak aynıyla
karşılık verdi. O, doğunun ve batının ve bütün aralarındakilerin
Rabbı'dır, eğer siz akıllılarsanız, dedi. Yani her gün görüldüğü üzere
güneşi doğdurup batıran O, doğuyu ve batıyı tayin eden ve değiştiren ve
bu şekilde cansız cisimleri hareket ettirerek bütün evreni yöneten,
hepsinin üzerinde hüküm süren, hepsinin sahip ve maliki O. Eğer siz
akıllı olsanız bunu anlardınız; O doğu ve batının Rabbinin, bizi
parlatıp sizi dulundurmağa (batırmaya) kadir, ortaktan uzak olduğunu
anlardınız da, O nedir? diye sormazdınız. Bu defa da Firavun
münakaşadan tehdide geçerek Yemin ederim ki, dedi, eğer benden başka
bir ilâh edinirsen seni mutlak ve muhakkak o zindandakilerden ederim.
Zindana atarım, yerinde bu ifadeyi kullanması, o zindandakilerin acıklı
halini özellikle hatırlatmak içindir.
****
69-104-
"Sonra
gelecekler içinde beni doğrulukla anılanlardan eyle."
LİSÂN-I
SIDK:
Dünyada kıyamete kadar eseri baki kalacak güzel bir nam, yani güzel bir
şöhret, dosdoğru güzel bir hatıra, şaşmaz güzel bir anı. Bunun için her
ümmet Hz. İbrahim'i sevegelmiştir. Veya zürriyetim içinde benim asıl
dinimi yenileyecek, benim gibi doğruluk ve tevhide insanları davet
edecek doğru bir dil ki, Muhammed (s.a.v) dir. Şüphesiz bunda, yani
okunan İbrahim kıssasında mutlak bir âyet var, yani ibret ve öğüt
alınacak, ders edinilecek bir hüccet ve delil vardır.
105-122-
Kardeşleri Nuh, yani, ayni kavimden olan Nuh, demektir.
123-140- Her
yüksek mevki, tepe alâmet. Burada büyük saray ve yüksek köşk gibi aşırı
(gösterişli) bina mânâsınadır. Oynuyorsunuz. Abes; hakikî veya hükmî
bir faydası olmayan oyun ve eğlence gibi boş şeyler, yani ciddî, uygun
bir maksadı olmaksızın yalnız, yapısı ile eğlenmek, öğünmek için
yapıyorsunuz veya oyun yerleri yapıyorsunuz. Mısna'ın çoğulu veya
masnu'un çoğulu, yani sanat evleri veya yapılan sanatlar. Bundan
anlaşılıyor ki, o zaman sanayinin bir aşırılığı varmış, toplumun gerçek
faydasına olan şeyleri, maneviyatı, ahlâkı gözetilmeyerek, maddî
yapılar ve gösterilerle zulüm ve baskı yapılıyormuş.
141-159-
Haydi
bir âyet getir, yani peygamber olduğuna işaret olacak bir mucize içme
hakkı. Fıkıhta içmek, hayvan ve tarla sulamak ve kullanmak için su alma
hakkı, yalnız içmek için olana şefe hakkı (dudak hakkı) denilir. Bir su
arkından böyle nöbetle yararlanmaya (Muhâyee, yani bölüşülmesi mümkün
olmayan bir şeyi sıra ile kullanma) denilir. Salih (a.s) deve ile kavmi
arasında suyu nöbetleşe istifadeye koymuştu.
160-175-
Münzerin yağmuru, uyarıldıkları halde yola gelmeyenlerin başına
yağdırılan taş yağmuru.
176-188-
Eyke
halkı, Eykeliler, -Leyke kırâetlerine göre, Leykeliler- Eyke yumuşak
ağaç bitiren bataklık demek olup Medyen'e doğru deniz sahilinde bir
yerin adıdır. Burda yaşayan birtakım insanlar vardı Şuayb (a.s) bunlara
da gönderilmişti. Fakat onların kavminden değil, yabancı idi. Onun için
"Ehûhüm" (Onların kardeşi) denilmeyerek sadece Şuayb, denilmiştir.
Leyke, 'nün nakl ile okunuşu olabilirse de merkezleri olan kasabanın
ismi de (olabilir) deniliyor. Yani Leyke, taş yağmuruna tutulanların
merkez şehirleri imiş. Şu halde Eshabüleyke (Leyke halkı),
Eshabü'l-Hicr (Taş yağmuruna tutulanlar) demek olur. Bunların ticaretle
meşgul oldukları, zalim ve hilekar oldukları anlaşılıyor.
189-191-
KISTAS:
Mizan, terazi, kantar, çeki gibi ölçü birimi demektir ki, aslı
Rumcadır, denilmiştir. Zulle günü (gölge günü), rivayet olunduğuna göre
yüce Allah bunlara yedi gün, yedi gece şiddetli bir hararet musallat
kılmış, nefesleri tıkanmış. Evlerinin içerisine sokulmuşlar
duramamışlar, ovaya fırlamışlar. Bir bulut güneşe gölge olmuş, bir
serinlik bir rahat duyar gibi olmuşlar; birbirlerine seslenerek altına
toplanmışlar. O zulle, o gölgelik Allah tarafından bir ateş halinde
üzerlerine inmiş, hepsini yemiş bitirivermiş. Bu şekilde üzerlerine
istedikleri gibi gökten bir parça düşürülmüş, demektir. Bu olay burada
kısaca anlatılan yedi olayın sonuncusudur. Peygamberi yalan sayanlara
azab indirilişinin değişmez bir kaide olduğu bu yedi olay ile
anlatılarak inkârcılara tehdit ve peygamberlere teselli yapıldıktan
sonra buyuruluyor ki:
192-193- Ve
hakikaten o; bahsi geçen âyetleri ihtiva eden Kur'ân şüphesiz âlemlerin
Rabbının bir indirmesidir. Aslında O'nun sözü, O'nun sıfatı olup Arapça
harflerle bu lafızları giydirip indirten O'dur. O'nun tarafından
indirilmedir. Rabbül-âlemin (Âlemlerin Rabbi) ne tamlama yapılması; bu
indirme, yüce Allah'ın bütün âlemleri içine alan bir terbiyesi ve
acıması hükmünde bulunduğunu anlatmak "Biz seni ancak âlemlere rahmet
olarak gönderdik" (Enbiya, 21/107) mânâsını hatırlatmak içindir.
Âlemlerin Rabbinden onu o Ruh-ı Emin (Emin Ruh) indirdi (veya onunla o
Emin Ruh indi).
194-RUH-I EMİN,
O EMİN RUH, yani yüce Allah'ın emanetini yüklenmiş olan tam bir
güvenlikle vahyini peygamberlerine ulaştıran Ruh, Cibril-i Emin
(a.s)dir. Senin kalbin üzerine, yani yalnız üzerine indirmedi, kalbine,
vicdan ve şuurun kaynağı olan varlığının bütün zerrelerine işletti,
tamamen hafızana verdi ve bütün bundaki ahlâkı, bilgiyi ve irfanı sana
meleke (alışkanlık) kıldı.
Necmeddin-i
Kübra tefsirinde der ki, "Tevrat da Hz. Musa (a.s)a levhalar halinde
indirilmeyip de böyle kalbine indirilmiş olsaydı, kızgınlık halinde
onları elinden bırakıvermezdi ve gizli ilimleri öğrenmek için Hızır'ı
aramaya gitmezdi. Âlemlerin Rabbı bunu böyle bütün kalbini kavramak
üzere Emin Ruh ile indirdi ki, tam mânâsıyla güven sağlayıp O
uyarıcılardan olasın. Yani uyarı ile peygamberlikleri meşhur olan
yukarda adı geçen peygamberler gibi emin bir peygamber olup uyarasın.
195- Mübin,
yani
anlattığını açık ve güzel bir ifade ile anlatır bir Arapça lisan ile.
Arapça aslında her mânâyı iyi anlatabilen bir dil olmakla beraber
Kur'ân onu, en yüksek bir şekilde süsleyip açıklık getirerek
parlatmıştır.
196-Bu sebepten
yukarda anlatılan olaylarda yapılan uyarıların mânâsını anlamamakta
Arapların hiçbir özrü yoktur. Bununla beraber o şüphesiz öncekilerin
kitaplarında da vardır. Yani önceki kitaplarda da bu Kur'ân'ın adı
geçmiştir.
197-Böyle
olduğunu inkâr ediyorlarsa. İsrail oğulları bilginlerinin onu bilmesi
bile onu inkâr edenlere bir delil değil midir? İsrail oğulları
bilginlerinden bir kısmı, Tevrat ve İncil de Peygamber (s.a.v) 'in
sıfat ve özelliklerinin anlatıldığını söylüyorlardı.
Kureyş
de gidip
onlardan bu haberi öğreniyorlardı.
198-199-
Eğer
biz onu Arapça bilmeyenlerin birine indirseydik, böyle bir mucize
yapsaydık da onlara onu, o okusaydı -ki bu şekilde okunan Kur'ân
aslında bir mucize olduğu gibi, okuyuş da başka bir mucize olurdu- yine
ona inanmazlardı. Yabancı değil, pekala Arapça biliyormuş, derlerdi.
200-210-
İşte bu
Kur'ân'ın Allah'tan inme bir mucize olduğuna inanmayanlar böyle inatçı
kâfirlerdir. Biz onu günahkarların kalplerine böylece sokmuşuzdur.
Mânâsını anlarlar, fesahat ve belagatının (kusursuz ve fevkalade açık
ifadelerinin) güzelliğini tanırlar, gerek tertibi ve gerek mânâsındaki
gizli haberleri yönünden yapılması mümkün olmadığını ve bir benzerinin
yapılamayacağını bilirler ve önceki kitaplarda bahsi geçtiğini de
duyarlar, fakat ona iman etmezler, günahkar oldukları için inanmak
işlerine gelmez, o uyarmalar hoşlarına gitmez, ta ki, o acıklı azabı
görsünler, yani azabı görecekleri ana kadar inanmazlar, görmek için
inanmazlar. Şimdi azabımızın hemen gelmesini mi istiyorlar? Yani azab
gelince "Bize mühlet verilir mi?" (Şuarâ, 26/203) diyeceklerken şimdi
"Bizi tehdit ettiğin (azabı) getir" (A'râf, 7/70), "Başımıza gökten
(taş) yağdır" (Enfal, 8/82) diye acele mi ediyorlar? "Gördün ya artık
onlara senelerce zevk ettirsek kendilerine hiçbir faydası
olmayacaktır."
Bunu
şeytanlar
alıp indirmedi, bir kısım inkârcılar peygamberliği, bir kahinlik gibi
kabul ederek Kur'ân'ı, kahinlere yapılan cin ve şeytan aşılaması
şeklinde göstermek istemişlerdi. Bununla onlar reddediliyor. Yani bunda
hiçbir şeytan işi yoktur. Âlemlerin Rabbinden onu Emin Ruh indirdi,
şeytanlar değil.
211- O hem
onlara yaraşmaz, şeytana yakışır bir şey değildir, şeytanlığa terstir.
Hem de güçleri yetmez, isteseler de yapamazlar.
212- Çünkü
onlar
işitmekten katî şekilde uzaktırlar. Mele-i alâ (büyük meleklerin
toplandığı yer) yı dinlemek onlara yasaktır. "Onlar artık mele-i alâ da
olup bitenleri dinleyemezler. Dinlemeye kalkışsalar her taraftan
taşlanırlar" (Sâffat, 37/8), (Sâffât, 37/8 ve Cin, 72/9-8. âyetlerin
tefsirine bkz.)
213- Böylece
sakın Allah ile beraber diğer bir ilâha çağırma ki, azab edileceklerden
olmayasın. Madem ki hakikat böyledir, sen o uyarıcı peygamberlerden
olasın diye, bu Kur'ân sana Allah tarafından Emin Ruh ile indirilmiş ve
şeytanlar işitmekten men olunmuştur. O halde sen de Allah'tan başkasına
ne dua et, ne davet et! Peygambere bu hitabın böyle şirkten nehiy
şeklinde gelmesi tevhid inancına davette ihlası (samimiyeti) artırmak
için bir coşturma ve diğer mükellefleri korkutmada örnek olmak için bir
inceliktir.
214- Hem en
yakın hısımlarını uyar, yani önce içinde yaşadığın kendi hısımlarının
en yakınlarından uyarmaya başla.
Rivayet
edildiğine göre bu âyet indirildiği zaman Peygamber (s.a.v) Safa
tepesine çıktı, oymak oymak bütün akrabasını çağırdı, hepsi yanında
toplandılar "Ben size, şu dağın arkasında düşman atlıları var, desem
bana inanır mısınız?" buyurdu, "evet" dediler. "O halde ben size
haberci geldim, ileride şiddetli bir azab var" buyurdu.
215- "Kanadını
indir." Kanad indirmek alçak gönüllülükle merhamet ve şefkat mânâsına
istiaredir. Müminlerden sana tabi olanlara ki, gerek yakınlarından
olsun, gerek olmasın.
216- Yok sana
karşı gelirler, yani tabi olmazlarsa ben sizin amellerinizden uzağım,
sorumluluğunu kabul etmem de.
217- Sen o Aziz
ve Rahim'e; yani düşmanlarını yok etmeye ve dostlarına yardıma güç ve
kuvveti yeterli olan yüce Allah'a güven. O onların kötülüklerinden seni
korur.
218- O ki
kalktığın zaman görür, yani namaza, özellikle teheccüde veya iyiliği
emretmeye, Allah'ın dinini yükseltmeye kalkarken seni ve secde edenler
arasında dönüp dolaştığını, namaz kılanlara imam olarak hareket tarzını
veya müminleri kontrol için aralarında dolaştığını veya Allah'ın dinini
yükseltmekte müminler arasında gayretini veya peygamberlik görevini
yerine getirmek için peygamberler arasındaki hizmetlerini. Bir de
"dünyaya gelinceye kadar müminden mümine atalarının sulbünden gelişini"
diye bir mânâ verilmiş ise de, bu intikal geçmişte olup âyetin ifade
şekli şimdiki ve gelecekteki hali belirttiğinden, bu mânânın burada
dolaylı kullanılması uzak görünmektedir.
219- O ki
kalktığın zaman görür, yani namaza, özellikle teheccüde veya iyiliği
emretmeye, Allah'ın dinini yükseltmeye kalkarken seni ve secde edenler
arasında dönüp dolaştığını, namaz kılanlara imam olarak hareket tarzını
veya müminleri kontrol için aralarında dolaştığını veya Allah'ın dinini
yükseltmekte müminler arasında gayretini veya peygamberlik görevini
yerine getirmek için peygamberler arasındaki hizmetlerini. Bir de
"dünyaya gelinceye kadar müminden mümine atalarının sulbünden gelişini"
diye bir mânâ verilmiş ise de, bu intikal geçmişte olup âyetin ifade
şekli şimdiki ve gelecekteki hali belirttiğinden, bu mânânın burada
dolaylı kullanılması uzak görünmektedir.
220- Her halde
O, herşeyi işiten her şeyi bilendir. Bütün söylediklerinizi işitir,
niyetlerinizi bilir, ona göre mükafatını verir. Bu sebepten her yönden
güven ve emniyete, dua ve ibadete layıktır.
221- Şeytanlar
kimin üzerine iner, size haber vereyim mi? Yukarda Kur'ân'ın şeytan
telkini olamayacağı anlatılmıştı. Şimdi de şeytanların kimler üzerine
ineceği anlatılarak Hz. Peygamber'in yüce şahsiyetine şeytanların
yanaşamayacağı ifade ediliyor.
222-Bakınız
şeytanlar kimin üzerine inerler: Her bir effâk-i esim üzerine inerler,
nerede bir effâk, çok yalancı, yalan uydurucu, iftiracı sahtekar; esim,
günahtan korkmaz, vebal yüklenen, kötülük işleyen kimse varsa onlara
inerler. Şeytan inmek için önce böyle günahtan, yükten çekinmez,
sahteci, kötülükçü, kötü nefisleri arar. Bu şekilde birleşmeleri
arasındaki ilgi ve yakınlığına göre olur. Bu ise Hz. Muhammed (s.a.v)in
ahlâkına tamamen zıddır.
223- İkinci
olarak ki onlara kulak verirler. Yani günahtan korkmaz sahtekârlar, o
şeytanların telkinlerine kulak verir, dinlemek için hazırlanırlar çoğu
yalancıdırlar. Yani söylediklerinin çoğunu yalan söylerler, Şeytanlar
onlara bir kuruntu ve zan aşılarlar, onlar da kendi hayallerine göre
uydurur uydurur söylerler. Onun için kahin sözlerinin bazısı rastgelse
bile çoğu yalan çıkar. Muhammed Aleyhisselam'ın davranışları ve sözleri
hâşâ böyle değildir. O birçok gizli şeylerden haber vermiş ve hepsi
doğru çıkmıştır. Hiç yalanı işitilmemiş ve görülmemiştir. Bütün
özelliği doğruluktur.
Kur'ân'ın
icazı
hem mânâ, hem de söz yönüyle olduğundan, inkârcılar mânâdaki Allah
bilgisi ve gizli sırları, şeytan ve falcılığa dayamak istedikleri gibi,
tertipteki güzelliği de şiir türünden göstermek istedikleri için, her
ikisini de reddetmek üzere buyruluyor ki;
224- Şairler
ise
onları çapkınlar ve sapkınlar takip ederler. Hak ve gerçek peşinde
değil, sade bir istek, arzu ve hevesleri peşinde giden, hep zevk ve
eğlence arayan şaşkınlar ve azgınlar onların ardına düşerler.
225- Görmez
misin onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını? Şiir de esas
hüküm değil, yalnız nefsin duygularını, zevkini veya iğrenmesini
gıcıklayacak duygulardır. Onun için şairler, eğri doğru, iyi kötü her
konuya dalar, her vadide otlar ve ifadede ne kadar şaşkınlık ve
şiddetli arzuya dalarsa o kadar etkili olacağından her telden çalmak
için, iyi ve kötü her vadide sarhoş bir şekilde dolaşırlar. Hem de
onlar yapmayacakları şeyleri söylerler. Sözleri işlerini tutmaz ve işte
bu iki özelliklerinden dolayı da arkalarına çapkınlar ve sapkınlar
düşerler. Bu sebepten bu şairlerde Hz. Muhammed'e ve o Peygambere tabi
olan Muhammed ümmetine benzemezler.
226- Görmez
misin onların her vadide şaşkın şaşkın dolaştıklarını? Şiir de esas
hüküm değil, yalnız nefsin duygularını, zevkini veya iğrenmesini
gıcıklayacak duygulardır. Onun için şairler, eğri doğru, iyi kötü her
konuya dalar, her vadide otlar ve ifadede ne kadar şaşkınlık ve
şiddetli arzuya dalarsa o kadar etkili olacağından her telden çalmak
için, iyi ve kötü her vadide sarhoş bir şekilde dolaşırlar. Hem de
onlar yapmayacakları şeyleri söylerler. Sözleri işlerini tutmaz ve işte
bu iki özelliklerinden dolayı da arkalarına çapkınlar ve sapkınlar
düşerler. Bu sebepten bu şairlerde Hz. Muhammed'e ve o Peygambere tabi
olan Muhammed ümmetine benzemezler.
227-
Şeytanîdirler Ancak iman edip iyi ameller işleyenler, sözleri işlerine
uygun olarak iyilik isteyenler ve Allah'ı çok ananlar, şiirlerinin çoğu
Allah'ı birleme, O'na hamd ve şükretme ve O'nun yüceliğini ifade ile
Allah'ı anma ve yarattığı şeylerden O'nun kudretini hatırlama, ile O'na
kulluk yapmayla ilgili olanlar ve kendilerine zulmedildikten sonra
öclerini alanlar müstesna. Yani hiciv yaparlarsa kendilerine, yani
müminlere yapılan zulmün öcünü almak, söylenen hicvi reddetmek için
söylerler. İşte böyle; mümin, iyi, Allah'ı zikreden ve müminlere
yapılan zulüm ve haksızlığın öcünü alan, hakkın savunucusu Abdullah b.
Revaha ve Hassan b. Sabit ve Ka'b b. Malik ve Ka'b b. Züheyr gibi
müslüman şairleri o kötü hallerden müstesnadırlar. Bunlar sadıktırlar,
bunlara tabi olanlar sapkın değildirler.
O
zulmedenler
ise hangi dönüşe (akıbete) döndürüleceklerini yakında bilecekler. Yahut
hangi dönüş meydanında yuvarlanacaklar. Bu cümlenin zalimlere ne kadar
şiddetli bir tehdit ifade ettiği açıktır. Yani bugün müslümanlara
zulmeden o zalimler, bugünkü yaptıkları zulum ile nasıl bir uçuruma
yuvarlanmakta olduklarını öldükleri zaman anlayacaklar. Aynı zamanda bu
cümle, İslâm dininin dünyada zalimlere karşı yapacağı hak ve adalet
inkılabının önemini hatırlatmaktadır ki, geleceğe ait bu gizli haberin
önemi çok açıktır. Bunun için geçmişten bunu açıklayacak bir misal,
gelen sûredeki harika (mucize) larla ortaya konularak gelecek
müjdelenecektir.
|
|