|
Elmalı
Tefsiri
1. Muhakkak biz
indirdik onu. Yani oku da ancak
bize secde ve ibadet et. Çünkü yüce şanımızla biz indirdik onu, o
okunan
Kur'ân'ı. İlâhî kudret her kuvvetin üstünde, her kemâli içine almış
olduğuna
uyarmak için "azamet nûnu"yla "Biz indirdik onu." buyurulması indirenin
büyüklüğünü ifade ederken, indirilenin şanını yüceltmeyi de ifade eder.
İndirilenin ismi açıklanmıyarak (hu) zamiriyle işaret olunması da onun
açıklanmasına lüzum olmayacak şekilde zihinlerde bilinmiş olduğuna
işaret
olması itibarıyla şânının yüksekliğine ikinci bir uyarı; sonra Kadir
gecesinde
indirildiğini beyan ile Kadir gecesinin kadir ve faziletinin
anlatılması
da yine onun kıymet ve şerefini açıklamaktır. 'nın aslı 'dır. hükmü
tahkik
ile kuvvetlendirir. Onun ismi olarak müsnedün ileyh, fiil ve fâil bir
fiil
cümlesi olarak haberi olduğundan, isim ve haber toplamı olan bir fiil
cümlesini
içeren bir isim cümlesidir ki müsnedün ileyh olan mütekellim (birinci
şahıs)
zamiri bir mübtedâ, bir de fâil olarak tekrar etmiş olmakla içiçe iki
hükmü
içine alan kuvvetlendiren bir ifadedir. Meânî İlmi'nde malum olduğu
üzere
bu çeşit cümleler kasr (tahsis) veya hükmü kuvvetlendirme ifade
ederler.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sâkıt olma ifade ettiğinden bu
ve benzeri cümleler, (inne) ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi
sebebiyle
üç katlı bir tekit ve yerine göre de tahsis ifade eden çok sağlam
cümlelerdir.
(hû) zamirinin merciine gelince, tefsircilerin çoğunluğu Kur'ân'a
râcidir
demişlerdir. Buhârî'de zikredilmiş olan da Kur'ân'dan kinayedir. Râzî,
bunda tefsircilerin ittifakını söylemiş. Cibrîl'e veya diğerine ait
olduğunu
söyleyenler yok değilse de, onları yalan saymamıştır. Şihâb,
"zayıflığından
dolayı" demişse de, mânâ itibarıyla hakiki bir ihtilaf saymadığı için
olması
gerektir. Zira Kur'ân'a dönmesi ile Cibril'e dönmesi birbirini
gerektiriyor
demektir. Diğer vecihlerde, Kur'ân: Kur'ân'ın tümüne de bir kısmına da
söylenmesi doğru olduğu için "o Kur'ân" mefhumuna girer. Alûsî'nin
naklettiği
üzere Hattâbî zamiri Allah Teâlâ'nın "oku" sözüne işaret olduğunu ve
ondan
dolayı bu sûrenin ondan sonraya konulduğunu söylemiştir. Kâdî Ebû Bekir
İbnü'l-Arabî de bunu beğenmiş: "Bu gerçekten güzeldir." demiştir.
"Oku",
Kur'ân'ın ilk inen âyeti olduğundan dolayı, onun inişi Kur'ân'ın
indirilmeye
başlaması demek olacağı için zamirin ona gönderilmesi de hakikatte
çoğunluğun
görüşüne aykırı olmaz. Ancak zamirin mercii önceki sûrede geçmiş olması
itibarıyla "o Kur'ân'ı" demek gibi lafız itibarıyla da sarih (açık)
olmuş
olur. Ve inzali, inzale başlamakla yorumlamaya ihtiyaç kalmaz. Çünkü
Kur'ân'a
râcidir, diyenlerin bir kısmı, Şâbî'den rivayet edildiği üzere
indirilmeye
başlanmakla tefsir etmişler ve demişlerdir ki, bütün Kur'ân'ın tamamı
bir
gecede değil, yirmi üç senede peyderpey nazil olduğu bilindiğinden
"Ramazan
ayı ki, onda Kur'ân indirildi." (Bakara 2/185) âyetinde olduğu gibi
burada
da maksadın, yirmi üç sene devam eden indirilişin başlangıcı olması
gerekir.
Onun için zamirin ilk nazil olan "oku" emrine nisbeti aynı mânâyı daha
çok açıklık ile ifade etmiş olmakla beraber indirilişi, ilk indiriliş
ile
yoruma ihtiyaç bırakmayan güzel bir mânâ olur. Ve sûrenin Mekkî ve
Medenî
olması rivayetlerinin ikisine de uygun düşer.
Bundan başka
sûrenin Medenî olması rivayetine
göre acizâne anlayışıma daha yakın görünen bir ihtimal vardır ki, o da
bu zamirin sûresinin sonundaki "Eğer bundan vazgeçmezse, onu
perçeminden
yakalarız."
(Alâk, 96/15)
âyetindeki "sef' " kelimesine
râci olarak o vaadin Bedir harbinde yerine getirilmesine işaret
olmasıdır.
Bu şekilde Ebu Cehil'in o yalancı, cani kafasının kesilip cehenneme
doğru
sürüklendiği Bedir başarısının nüzulü (inmesi)ne işaret olarak "Eğer
Allah'a
ve (hak ile batılın) ayrıldığı gün, iki topluluğun karşılaştığı (Bedir)
günü kulumuza indirdiğimize iman etmişseniz." (Enfal, 8/41) âyetinin
mânâsında
olmuş olur. "Yevm" (gün), geceyi de içine aldığı için, bundan Bedir
vakası
Kadir gecesinin sabahında olduğu ve bu yüksek vaadin yerine getirilmesi
yevme'l-fürkân (hak ile batılın ayrıldığı gün) olan o günün gecesinden
başladığı da anlaşılır. "Ramazan ayı ki insanlara yol gösterici,
hidayeti,
doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırd edip açıklayıcı olarak Kur'an o
ayda
indirilmiştir." (Bakara, 2/ 185) âyeti de bu mânâ ile tefsir
olunabilir.
Çünkü Bedir vakası da Ramazan ayının onyedinci günü olmuştur. Alûsî'nin
kaydettiği üzere Kadir gecesi Ramazan'ın onyedinci gecesi olduğu, çünkü
Bedir vakası onun sabahında vuku bulduğu Hasen'den de rivayet
edilmiştir.
Şu kadar ki bu ancak sûrenin Medine'de indiği rivayetine göre sahih
olabilir
ve çoğunluğun tercihine göre Kadir gecesinin Ramazan'da olmasına zıt
olmaz.
Fakat bir hayli hadislerin delaletine göre Ramazan'ın son on gününde
aranması
ve en çok yirmi yedinci gece olması hakkındaki rivayetlere uygun olmaz.
Mekkî olması rivayetine de uymaz. Medenî olmasını tercih edenlerin asıl
yönü de bu olması gerektir. Bununla beraber Cuma gününde duanın kabul
edildiği
saatin gizlendiği gibi Kadir gecesinin de bütün sene içinde gizlenmiş
olduğu,
bilhassa Ramazan'da ve özellikle son on gününde teklerde veya
çiftlerde,
özellikle yirmi yedisinde olması da en galip ihtimal bulunduğu
hakkındaki
en sağlam rivayet düşünülünce Kadir gecesi Bedir gecesinden ibaret
demek
değil, fakat Bedir gecesi Kadir gecelerinden biri idi. O sene Kadir,
Ramazanın
onyedisine rastlamıştı, diye anlamak daha doğru olur. Şu halde bütün
görüşlere
ihtilafsız şâmil olacak şekilde en kesin ve ittifak edilmiş olan mânâ,
zamirin tüm veya kısmî mutlak Kur'ân'a döndürülmesidir. veya Bedir de
bu
mânâ dahilinde birer yakın ihtimâldirler.
İnzalin
mânâsına gelince: İbnü Cerir ve diğerlerinde
zikredilmiş olduğu üzere çoğunluk rivayet tefsirleri İbnü Abbas'tan şu
ifadeleri nakletmişlerdir:
1-
İkrime'den: Kur'ân hepsi birden olarak
Ramazan'da, Kadir gecesinde dünya semasına indi. Sonra Allah yerde bir
şey yapmak, vahyetmek istedikçe ondan indirdi, ta ki topladı.
2- Hakîm b.
Cübeyr'den: Kur'ân bir gecede
yüksek semadan, dünya semasına tamamı olarak indi. Sonraki senelerde
ayrıldı
ve İbnü Abbas "Yıldızların mevkilerine yemin ederim." (Vâkıa, 56/75)
âyetini
okudu, ayrı ayrı, parça parça nazil oldu, dedi.
3- Said b.
Cübeyr'den: Kur'ân, tamamı birden
olarak Kadir gecesinde dünya semasına indi de yıldızların mevkiinde
oldu,
Allah onu Resulüne bir kısmı, bir kısmının ardınca indiriyordu deyip
sonra:
"İnkâr edenler: 'Kur'ân ona bir defada indirilmeli değil miydi?'
dediler.
Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırmak için onu böyle (parça parça
indirdik)
ve onu ağır ağır okuduk." (Furkan, 25/32)
4- Kur'ân'ın,
tamamı bir defada indi, dünya
semasında Beyt-i İzzet'e kondu ve onu Cebrail (a.s.) Muhammed
(s.a.v.)'e
kulların kelâmının ve amellerinin cevabıyla indirdi. Aynî'nin "Buharî
Şerhi"nde
ifadesine göre tamamı olarak Kadir gecesinde Levh-i Mahfuz'dan dünya
semasına
indirildi de Beyt-i İzzet'e kondu, Cebrail (a.s.) onu sefere (kâtip
melekler)ye
yazdırdı, sonra da Cebrail onu Peygamber'e parça parça indiriyordu.
Başı
ile sonu arası yirmi üç sene oldu.
İbnü Cerir'de
Şâbî'den de iki rivayet vardır:
1- Bize
ulaştı ki, Kur'ân tamamen birden olarak
dünya semasına indi.
2- Kur'ân'ın
ilki Kadir gecesinde indi. Onun
için tefsirler de başlıca bu iki vecih üzere yürümüşlerdir.
Birincisinde
zamir Kur'ân'ın tamamına râci ve inzal (indirme), bilindiği üzere bir
defada
indirmek mânâsında; ikincisinde ise indirmenin başlangıcı mânâsına
olmuş
oluyor. Zamirin "oku" emrine gönderilmesi de bu ikinci mânâyı daha açık
ve hiç yorumsuz olarak ifade etmiş oluyor. Üçüncü olarak arzettiğimiz
üzere
"sef' " kelimesine gönderilerek Bedir'e işaret olması da, Medenî olması
rivayetine göre, en yakın ve en uygun bir mânâ görünüyor. Kur'ân'a
nisbet
olunan inzalin mânâsı, Bakara Sûresi'nin başında da geçtiği üzere gayb
âleminden, şehadet (görünen) âlemin açıklamak demek olduğu için,
Kur'ân'da
gelecekle ilgili olarak bildirilen bir vaad ve tehdidin yerine
getirilmesi,
haber verilen bir hadisenin fiile çıkarılması mânâsında da doğrudur.
Kadir
gecesinde, yani Kadir gecesi indirdik,
yahut Kadir gecesi hakkında indirdik. Çünkü bazıları zamiri bu sûre
mânâsına
Kur'ân'a döndürerek bu sûreyi Kadir gecesi hakkında, yani Kadir
gecesinin
şeref ve faziletini açıklamak için indirdik meâlinde tefsir etmişlerdir
ki, muzafın hazfine veya harf-i cerrini sebebliğe yormuşlardır demek
olur.
Gerçi bundan sonraki âyetler Kadir gecesinin hayır ve faziletini beyan
etmek için sevkedildiği için bu sûrede bu mânâ da yok değildir. Fakat
bu
âyeti buna yormak eksiktir. Zira doğrudan doğru zarflık mümkün iken
sebebliğe
veya muzafın hazfine gitmek zahirin tersi olduğuyu gibi, sûrenin asıl
sevki
doğrudan doğruya gecenin kadrinden önce onda indirilmiş olan
indirilenin,
yani zamirin merciinin kadr ve şerefini açıklamak için olması
gerekirdi.
Yoksa o Kur'ân'ın Kadir gecesinde indirildiği söylenmeden doğrudan
doğruya
Kadir gecesinin faziletini açıklamaya geçildiği şekilde Kadir gecesinin
en büyük feyzinden sükut edilmiş olacağı gibi sûrenin endinden
öncesiyle
olan ilgisi gözetilmemiş, tertipte buraya konulmasının hikmetine işaret
edilmemiş olur. Önceki mânâda ise sûrenin zevki yukarda kırâeti
emredilen
Kur'ân'ın kadrini beyan için olup, gecenin fazileti onun içinde bundan
sonraki âyetlerin mâsîka lehi (kendisi için sevkedileni) olduğundan
gerek
öncesine, gerek sonrasına ilgisi tamdır. Onun için rivayet bakımından
da,
dirâyet bakımından da güvenilen taraf birincisidir.
Kadir,
fiilinin masdarı olarak esası, güç
yetirmek demek olup, hüküm, haya, takdir, şeref ve azamet, baskı yapmak
mânâlarına gelir. Râzî der ki, kadr ve kader birdir. Ancak sükun ile
masdar,
üstün ile isimdir. Kadir gecesi denilmesinde de tefsirciler bu
mânâlardan
her birine göre birkaç vecih beyan etmişlerdir:
BİRİNCİSİ:
İbnü Cerir'in Mücahid'den naklettiği
vechile hüküm gecesi demektir ki Dühan Sûresi'nde "Biz O'nu mübarek bir
gecede indirdik. Çünkü biz uyarıcıyız. (O gecede) Her hikmetli emir
onda
ayırt edilir." (Duhan, 44/3-4) buyurulduğu üzere her hikmetli emrin,
yani
ilâhî takdirde hükmedilmiş işlerin, yahut birçok işlere hükmeden büyük
muhkem emirlerin farkedildiği, ayırt olunduğu mübarek gece demektir.
Zira
pekçok tefsircinin görüşüne göre o mübarek gece, Kadir gecesidir.
Şaban'ın
yarı gecesi olan Beraat gecesi diyenlere göre de orada söz geçmişti
(Duhan,
44/3-4 âyetine bkz.) Bu mânâ ile çokları Kadir gecesi demek, takdir
gecesi
demek olduğunu söylemişlerdir. Fakat varlıkların işlerinin ve
hükümlerinin
takdirlerini ve vakitlerini tayin mânâsına asıl takdir ezelî olduğu
için
burada kastedilen o hüküm ve takdirin açıklama ve yerine getirilmesi
ile
hüküm ve kaza olması lazım gelir. Âyette (ayırt edilir) buyurulması da
buna delalet eder. Kader ve kaza biri diğerinin mânâsına da
kullanıldığı
için bazıları kaza, bazıları da hüküm diye ifade etmişlerdir. Bunu bir
sene zarfındaki eceller ve rızıklar gibi işlerin kazası diye
kayıtlayarak
tarif etmek bazı rivayete dayanarak yayılmış ise de "Her hikmetli
emir"den
açıkça anlaşılan yalnız bir sene ile kayıtlanmış değil, birçok
senelere,
asırlara ve devirlere ilgisi olan mühim ve büyük işlerdir. Mesela
Kur'ân'ın
nüzulü senelerce devam etmesi takdir edilmiş, hükümleri kıyamete kadar
eserlere ve senelere hâkim; peygamberlik, aynı şekilde Bedir, bütün
İslâm
fetihlerinin başlangıcı olan bir zafer. Kadir gecesinin asıl kıymeti de
böyle feyzi içeren hikmetli emirlerin yerine getirildiği hüküm ve kaza
gecesi olmasındadır.
İKİNCİSİ:
Zührî'den rivayet edildiği üzere
Kadir, bizim de kadir ve haysiyet tabir ettiğimiz üzere şeref ve azamet
mânâsına olmasıdır ki, azamet ve şeref gecesi demek olur. Çünkü "Bin
aydan
hayırlıdır."
ÜÇÜNCÜSÜ:
Tazyik (sıkıştırmak, daraltmak)
mânâsına olmasıdır ki, tazyik gecesi demek olur. Zira o gece inen
meleklere
yer dar gelir denilmiştir. Bu bize şunu ifade eder ki büyük, şerefli
olayların
ortaya çıkmasının sonundaki hayır ve selâmetin yüceliği oranında büyük
bir şiddet ve tazyik ile ilgilidir. Nitekim Kur'ân'ın inişi de meleğin
şiddetli baskını ile başlamıştı. Şu halde Kadir gecesinde bu üç mânânın
üçü de var demektir. Bu sûrede "Kadir gecesi" ünvanının üç defa
zikredilmiş
olması da buna bir işarettir.
2. Ve ne
bildirdi sana, nedir Kadir gecesi?
Yahut "Bildin mi nedir Kadir gecesi?";
yani o Kadir gecesi öyle büyük
bir
gecedir ki, sırf senin kendi dirayetine kalsaydı onun mahiyetini,
kadrinin
derecesini bilemezdin. Fakat o ineni biz indirdiğimiz gibi, bunu da
aşağıda
olduğu gibi biz bildirdik. Bu şöyle de ifade olunabilir: "Bildin mi hem
ne kadir gecesi?"
3.
"o
Kadir
gecesi". (Bu, âyetleri altı sayan
Mekkî ve Şâmî'de bir âyettir). Bin
aydan daha hayırlıdır. O gece amel,
ibadet ve mücâhede ile erilecek olan hayır ve sevap, onsuz bin ay amel
ile kazanılacak olan hayır ve sevaptan daha çok, daha fazla hayırlıdır.
Bir sınır ve miktar ile tayin ve tahdit edilmeyecek kadar çok
hayırlıdır.
Artık ne kadar daha çok hayırlı olduğunu Allah bilir. Bu sırf Allah
Teâlâ'nın
Muhammed ve ümmetine bir lütfu ve ihsanıdır. Bu tafdil (üstün gösterme)
için en az olarak bin adedinin ölçü olarak gösterilmesi tahsis için
değil,
çoğaltmak içindir. Böyle iken bir seneden veya bin asırdan denilmeyip
de
"bin ay" deyip özellikle ay ile ifade olunmasının sebebine gelince, bu
hususta birkaç rivayet vardır:
1- İbnü
Münzir'in ve İbnü Ebi Hâtim'in ve
"Sünen"de Beyhakî'nin Mücahid'den rivayet ettikleri vechile; Hz.
Peygamber
(s.a.v.) İsrailoğulları'ndan bir erin Allah yolunda bin ay silah
giyinmiş
olduğunu anlatmıştı. Müslümanlar buna şaştılar ve amelleri kendilerine
pek küçük göründü. Allah Teâlâ da bu sûreyi inzal buyurdu.
2- İbnü Ebi
Hâtim'in Ali b. Urve'den rivayetine
göre: Resulullah (s.a.v.) bir gün İsrailoğulları'ndan dört kişinin
seksen
sene Allah'a ibadet edip, göz açıp kapayacak kadar bir zaman günah
işlemediklerini
anlatmış, Eyyûb'ü, Zekeriyya'yı, Hazkil b. Acûz'u, Yuşâ b. Nûn'u
zikretmişti.
Ashab-ı kiram buna hayret ettiler. Bunun üzerine Cebrail gelip "Ey
Muhammed,
ümmetin o birkaç kişinin seksen sene ibadetinden hayrete düştüler.
Allah
Teâlâ sana ondan daha hayırlısını indirmiştir." diye sûresini okudu da,
"İşte bu senin ve ümmetinin hayran kalışınızdan daha hayırlıdır." dedi.
Resulullah da sevindi.
3- İmam
Mâlik'in "Muvatta"da naklettiğine
göre Resulullah'a ümmetlerin ömürleri gösterilmişti. Resulullah kendi
ümmet
fertlerinin ömürlerini kısa sayarak başkalarının uzun ömürde yaptıkları
amellere yetişememelerinden endişe etmişti. Allah Teâlâ da ona Kadir
gecesini
verdi ve onu diğer ümmetlerin bin ayından daha hayırlı kıldı. Bu
rivayetlere
göre bin ayın tahsisi seksen küsur senenin bu ümmet içinde bir insan
için
çoğunluk itibariyle uzun bir ömür olmasına işaret demek olur.
4- Tirmizî,
İbnü Cerir, Hâkim, Taberânî ve
İbnü Merdûye ve "Delâil"de Beyhakî, Kasım b. Fadl Haddânî tarîkıyla
Yusuf
b. Sa'd (bazılarında Yusuf b. Mâzin, İbnü Cerir'de İsa b. Mâzin)'den
Hz.
Hasan b. Ali (r.a.)'ye isnad edilen bir hadis rivayet etmiştir: Yusuf
b.
Sa'd demiş ki: Muaviye'ye biatten sonra Hasan b. Ali'ye bir adam kalktı
da müminlerin yüzlerini kararttın, yahut "ey müminlerin yüzlerini
karartan!"
dedi. (İbnü Cerir'in lafzında: İsa b. Mâzin dedi ki: Hasan b. Ali
(r.a.)ye:
"Ey müminlerin yüzlerini karartan, kalktın da şu adama, yani Muaviye b.
Ebi Süfyan'a biat ettin?" dedim) bunun üzerine Hz. Hasan şöyle dedi:
"Allah
sana rahmetle muamele etsin", beni azarlama, çünkü Peygamber (s.a.v.)
hazretlerine
rüyada Beni Ümeyye minberi üzerinde gösterildi, bu fenasına gitmişti,
bunun
üzerine nazil oldu. "Muhakkak biz sana Kevser'i verdik." (Kevser,
108/1)
Ey Muhammed, yani cennette bir nehir, hem de yani o Kadir gecesi
Ümeyyeoğullarının
melik olacağı bin aydan hayırlıdır ey Muhammed" ve bunu rivayet eden
Kasım,
hakikatte Ümeyyeoğullarının saltanatını hesap ettik bin ay ediyor, ne
fazla
ve eksik, dedi, demişlerdir. Buna göre "bin aydan hayırlıdır" âyeti,
Emevî
devletinin müddetine ve aynı zamanda onun da bir hayır olduğuna işaret
etmiş ve gaibden haber veren bir mucizeyi de içine almış oluyor. Hz.
Peygamber'in
minberi Medine'de konulmuş olduğu için bazıları bundan sûrenin Medenî
olduğuna
delil getirileceğini de söylemişlerdir. Bir takımlarının zannetmek
istedikleri
gibi Emeviler'in mutlaka kötülüğüne değil, onlara hayır isbat etmiş
olması
itibarıyla lehlerinde demek olanı bu hadisin sıhhati tesbit edilebilmiş
olsaydı da "bin ay"ın mânâsını ve tahsis edilmesinin sebebini tefsir
için
en açık bir delil olurdu. Fakat sıhhati tesbit edilememiş, ancak zayıf
mı, yoksa münker mi olduğunda ihtilaf edilmiştir. Tirmizî der ki: Bu,
bir
garib hadistir, biz bunu ancak bu şekil ile tanıyoruz. Ve Kasım b. Fadl
hadisinden Yusuf b. Sa'd'den: "Bir de Kasım b. Fadl'dan, Yusuf b.
Mâzin'den
denilmiş. Kasım b. Fadl Haddânî sikadır. Yahya b. Saîd ve Abdurrahman
b.
Mehdî onu doğrulamışlardır. Fakat Yusuf b. Sa'd bilinmeyen (meçhul) bir
adamdır. Biz ise bu hadisi bu lafız ile ancak bu yönden tanıyoruz".
Bunun
özeti "Dürrü Mensur"da da zikredildiği üzere zayıf demektir. Suyûtî
"İtkan"da
der ki: "Bu hadis ile sûrenin Medenî olduğuna delil olunuyorsa da
Müzenî
bu hadise münker demiştir." Bununla beraber Alûsî'nin naklettiği üzere
Hatîb, İbnü Abbas'tan da ve aynı şekilde İbnü Müzeyyeb'den de şu lafız
ile tahric eylemiş: Allah'ın Nebisi (s.a.s.) dedi ki: "Bana rüyada
Ümeyyeoğulları
gösterildi, minberime çıkıyorlardı, bu bana ağır geldi bunun üzerine,
indirildi."
ve Celâleddin Suyûtî "Dürrü Mensur"da bunu da zikrettikten sonra: "Şu
halde
Müzenî'nin, o hadis münkerdir, görüşünde bence tereddüt vardır" diye
inkârdan
yüz çevirerek zayıflık ile yetinmek istemiştir. İbnü Cerir de 'nin
tefsirinde
gerek İsrailoğulları âbidi ve gerek bu Emeviyye hadisi rivayetini de
zikrettikten
sonra bu görüşler içinde tenzilin (indirmenin) zâhirine en yaraşan
görüş,
Kadir gecesinde amel, Kadir gecesi bulunmayan bin ay amelden daha
hayırlıdır,
diyenlerin görüşüdür. Diğer görüşler birtakım batıl mânâların
davalarıdır
ki, onlara ne haberden, ne akıldan, ne de tenzilde mevcut bir delalet
yoktur,
diye karar vermiştir. Böyle karar vermek ise rivayet ettiği o haberleri
red ve inkâr demek olduğu cihetle, bu da Müzenî'ye iştirak etmiş
demektir.
Tarihe
müracaat edildiği surette de ilk bakışta
hesapça bir uyuşmazlık görülür. Zira bin ay, seksen üç sene dört ay
eder.
Halbuki Hz.Hasan'ın emirliği Hz. Muaviye'ye teslimi tarihi olan kırk
bir
senesi Rebîülevvel'inden veya Rebiülâhir'inden veya Cemaziyelûlâ'sından
itibaren Emeviler'in sonuncusu olan İkinci Mervan'ın öldürüldüğü yüz
otuz
iki senesi sonuna kadar sayıldığı takdirde Emeviyye devletinin müddeti
doksanbir sene on ay yahut dokuz yahut sekiz ay eder ki bin yüz yahut
bin
yüz bir yahut bin yüz iki aya ulaşır. Bu halde arada en az yüz ay kadar
bir fark var demektir. Bununla birlikte bu konuda selahiyet sahibi olan
İbnü Esir ve Kâdî Cemaleddin ve Ebu'l-Fidâ gibi tarihçiler bu farkın
önemli
olmadığına kani olarak anılan hadisi kabul edip nakletmişlerdir.
Nitekim
Ebu'l-Fidâ şöyle der: Emevî devleti halifeleri ondörttür. Birincileri
Muaviye
b. Ebi Süfyan ve sonuncuları Mervan Ca'dî'dir ve devletlerinin müddeti
doksan küsur senedir. Bu ise yaklaşık bin aydır. Kâdî Cemâleddin b.
Vasıl
(r.a.) der ki: İbnü Esir tarihinde şöyle demiştir: Hz. Hasan Kûfe'den
yürüdüğü
zaman ona bir adam rastladı da, "ey müminlerin yüzlerini karartan"
dedi.
O da: Beni bana kınama, çünkü Resulullah (s.a.v.)a rüyasında
gösterilmişti
ki Ümeyyeoğulları onu minberine adım adım çıkıyor, bu onun gücüne
gitti,
bunun üzerine Allah Teâlâ ve âyetlerini inzal buyurdu.
Görülüyor ki
bu tarihçiler buna karşı çıkmayıp
"bin ay"ın yaklaşık olarak Ümeyyeoğulları'nın saltanatına işaret
olmasını
yeterli görerek hadisi tarih açısından kabul etmişlerdir. Buna göre
asıl
maksat anlaşılmış, adedi kesin değildir, Emevî devletinin saltanatının
sayılı olan hayırlılığına ve müddetine yaklaşık bir işaret ile
Peygamber'e
verilmiş olan Kadir gecesinin sınırsız olan hayrını beyandır demek
olur.
Tarihçiler, zayıf olan rivayetleri de kaydedegeldikleri için bundan
haddi
zatında hadisin sıhhatini kabul etmek lazım gelmezse de tarih açısından
yapılacak itiraza bir cevap teşkil etmek itibarıyla bunun bir önemi
bulunduğu
da inkâr olunamaz. Bu bakımdan anılan hadis münker sayılmaması gerekir.
Ancak Tirmizî'nin Kasım b. Fadl sika (doğru kişi)dır demesine, onun ise
Ümeyyeoğulları saltanatının ne fazla ne eksik bin ay olarak hesap
edilmiş
olduğunu söylemesine göre bunun yaklaşık değil, tam olması gerekir. Şu
halde tarihçilerin sözü ile bunu nasıl bağdaştırmalı veyahut hangisini
tercih etmeli sorusu ortaya çıkar.
Bizim
kanaatimize göre hadisçinin, inanılır
bir hadisçi olması itibarıyla tahkiki; tarihçinin tarihçi olması
itibarıyla
takrîbinden daha tercih edilir olması lâzım gelir. O halde bilinen
tarihe
karşı bunun sebebi ne olabilir? Bunda fikrimizce üç sebep ihtimallidir:
BİRİNCİSİ:
Hadisin bazı rivayetinde "minberine
çıkıyorlar", bazı rivayetinde "onun minberini gönülleri çekiyor"
lafızlarıyla
ifade edilmiş olduğuna göre mefhumu Emeviler'in minbere çıkışı, yani
saltanatta
terakkisi müddeti üzerindedir. Bu ise Hişam b. Abdilmelik ile son
bulmuş,
ondan sonraki sekiz sene yıkılma devri, yani minberden iniş zamanı
olmuşur.
Hz. Muaviye'nin istiklali kırk bir sene Cemâziyelûlâ'sında, Hişam'ın
ölümü
yüz yirmi beş senesi Rebiülevvel'inde olduğuna göre toplamı seksen üç
sene
on ay eder. Bundan ikinci Muaviye'nin istifası ile Mervan'ın melik
olmasına
kadar geçen zaman fasılası gibi beş-altı ay müddet çıkarılınca geriye
tam
seksen üç sene dört ay kalır ki, bu da Kasım'ın da dediği gibi ne fazla
ne eksik olarak tam bin ay eder.
İKİNCİSİ:
Müddetin toplamı olan doksan iki
seneden Yezid'in ölümü üzerine Abdullah b. Zübeyr hazretlerinin muhalif
olarak halifeliği müddeti olan dokuz seneye yakın zaman da Emeviler'in
istiklalinden çıkarılması gerekeceğine de işaret olabilir ki, bu da
araştırma
yapmak suretiyle incelense aynı sonuca varılabilir.
ÜÇÜNCÜSÜ:
Emevi melikleri içinde Birinci Yezid'in
zamanında Hz. Hüseyin'in şehid edilmesi, dokuzuncuları olan İkinci
Yezid
b. Abdilmelik'in, onbirincileri olan İkinci Velid b. Yezid b.
Abdilmelik'in
sapıklık ve ahlâksızlıkları sebebiyle hayırsızlıkla bilinen sekiz küsur
sene müddetleri doksan ikiden çıkarıldığı takdirde de seksen üç sene
küsur
ay kalır ki, bu da aynı sonuç demektir. Şu halde bin ay ile yetinilmesi
bu üç ihtimalden birine ve hatta her birine işaret olacağı cihetle bin
ay yaklaşık değil, tahkikî olarak bu husustaki geleceği bütün
inceliğiyle
ifade eden bir mucize vahyolmuş olur. Bu şekilde Râzî'nin hikâye ettiği
vechile Kâdî Abdülcebbar'ın aşağıdaki itirazı da varid olmaz.
Kâdî
Abdülcebbar zikredilen rivayeti ayıplayarak
demiştir ki: Bu bin ayın Emeviler'e ait günler olması uzaktır. Çünkü
Emeviler'in
günleri yerilmiştir. Allah Teâlâ Kadir gecesinin faziletini zikrederken
öyle yerilmiş olan günlerle karşılaştırarak zikretmez. Yani ism-i
tafdil
olduğu için bin aydan daha hayırlıdır demek, o bin ayın da hayır
olmasını
gerektirir. Bu ise Emevi devleti günlerinin yerilmesi değil, öğülmesi
demek
olacağı cihetle yakışmaz, diye yermiştir. Râzî de buna karşı demiştir
ki:
Bu yerme, zayıftır. Zira Emeviler'in zamanları, dünya saadeti
itibarıyla
büyük günlerdir. Onun için Allah Teâlâ'nın şöyle demiş olması mümkünsüz
olmaz: "Ben sana bir gece verdim ki, dinî saadet itibarıyla o gece
Emevi
günlerinin dünyevî saadetinden çok daha hayırlı ve daha faziletlidir".
Gerçekte Emeviler'in günlerinin Resulullah'a hoş gelmeyecek, gücüne
gidecek
kötülükleri, şer yönleri de bulunmakla beraber büyük fetihleri ve
İslâm'ın
o sırada geçirmekte olduğu fikir ayrılığı ve ihtilâl buhranlarının
önüne
geçerek birliği iadesi gibi dinî, dünyevî hayır ve saadet yönleri de
çok
olduğu inkâr edilemez. Bin ay hakkında bizim arzettiğimiz düşünceye
göre
ise şer yönleri çıkarılıp atılarak öyle hayrı içine alan aylarla
bildirilmiş
olduğu cihetle anılan yerme ve itirazın varid de olmayacağı anlaşılır.
Hakikatte Kadir gecesi, gerek meşhur olduğu üzere Kur'ân'ın ilk nazil
olduğu
peygamberlik gecesi olarak düşünülsün, gerekse Bedir gecesi olsun, iki
takdirde de onun nice nice asırlara, devletlere hâkim olan hayır ve
hareketi
Emevi devletinin en hayırlı günler ve aylarından daha hayırlıdır.
Onların
bu hayırlı günleri de bin ay kadar olacaktır, denilmekte açık bir mânâ
ve mucize bulunduğunu inkârın mânâsı yoktur. Sonra bunu birtakım
kimselerin
sandığı üzere Emeviler'in sırf aleyhine kabul etmek doğru olmayacağı
gibi,
her yönden lehlerine kabul etmek de doğru olmayacaktır. Bununla beraber
hadisin rivayetinden sıhhati isbat edilemeyip naklî kıymeti sonuçta
Tirmizî'nin
dediği gibi zayıf olmaktan kurtarılamadığı cihetle tefsiri yalnız buna
dayandırmak da doğru olamaz. Onun için en güzel mânâ bu rivayetlere
ihtimal
ile beraber, İbnü Cerir'in dediği gibi mutlak olarak Kadir gecesinde
amel,
Kadir gecesi bulunmayan bin ay amelden daha hayırlıdır, diye anlamaktır
ki, bu da onun hayırlılığı sayısız olduğunu açıklamakla Peygamber ve
ümmetine
özel bir müjdedir. Şimdi onun hayırlılığı şöyle beyan olunuyor.
4. "iner"
fiil-i muzarî, aslı 'dür. Yani ilerde
iner, peyderpey iner melekler ve ruh onda. Şihab'ın beyanına göre bu
zamirinde
iki vecih vardır:
Birisi:
Geceye ait olmasıdır ki, bu şekilde
ruh, melaikeye atfedilerek, o gecede melekler ve ruh peyderpey iner
demek
olur, zahiri de budur.
İkincisi:
Melâikeye ait, vav da hâliye olmasıdır
ki, Ruh içlerinde olduğu halde melekler iner demektir. Tefsircilerin
çoğunluğunun
görüşüne göre Ruh'tan maksat Cibril'dir. Bazıları da, Ruh büyük bir
melektir
ki, gökleri ve yeri yutsa ona bir lokma olur, demişlerdir. Burada
"Allah'ın
rahmetinden ümit kesmeyin." (Yusuf, 12/87) gibi rahmet mânâsına
olduğunu
da söylemişlerdir. Ve daha çeşitli görüşler vardır. (Nebe', Meâric ve
İsrâ
Sûresi'nde "De ki: 'Ruh Rabbimin emrindendir." (İsra, 17/85) âyetinde
geçen
açıklamalara bkz.) Herhalde bundan Ruh'un melâikeden daha özel olduğu
anlaşılır.
Bazıları bunların dünya semasına indiğini söylemişlerse de açık olan,
yere
ve kadire mazhar olan kimselere inmeleridir.
Rablerinin
izniyle. Âyette "Rab" tekil, muzafun
ileyh olan "hüm" zamiri çoğuldur. Dilimizde "Rablerinin" diye
tercemesinde
"rab" çoğulmuş gibi bir benzeyiş meydana geliyor. Yanlış anlaşılmasın,
maksat kendilerinin Rabbi olan Allah Teâlâ'nın izniyle inerler
demektir.
"Biz ancak Rabbimizin emriyle ineriz." (Meryem, 19/64) buyurulduğu
üzere
meleklerin inişi Allah'ın emriyle olduğu bilinirken bunu açıklamanın
faydası
bu işin özellikle önem ve büyüklüğüne tenbihtir. Her emirden. Bu
öncesine
de, sonrasına da ilgili olabilir. Birincisine göre ecliyye olarak 'ye
müteallık,
yani o gece yerine getirilmesi takdir edilmiş olan her emir için
demektir,
deniliyor. Bununla beraber izinle ilgili olması daha yakındır. Hep
hayırla
ilgili veya din ve dünya ile ilgili yerine getirilecek her emirden
izniyle
demek olur ki, bu şekilde izni açıklamanın asıl hikmeti bu genelleme
olduğu
da anlaşılır. Zira bu gece ilerisi için hâkim, her türlü mukadderatın
tayin
edildiği ve birbirinden ayrıldığı gece olduğundan diğer vakitlerde
olduğu
gibi yalnızca özel bir emirle ilgili izinle değil, her emirden izin ile
inerler. "De ki: 'Ruh Rabbimin emrindendir." (İsra, 17/85) âyeti
gereğince,
Ruh Rabbânî emirden olduğu cihetle burada ruhun en büyük Ruh,
meleklerin
inişi de o en büyük ruhun emrinde nüzul olduğunu mânen bir beyan gibi
de
olur. "Melekleri, kullarından dilediğine, emrinden ruh ile indirir."
(Nahl,
16/2) âyetinin mefhumu olması da düşünülebilir. Ruh'un, Cibril ile
tefsiri
bu mânâların hepsinde geçerlidir.
5.
Ancak her
emrin hayır ve şerre de şâmil
olması ihtimaline karşı, "Kadr"e mazhar olacaklar hakkında şer
ihtimalini
defetmek için buyuruluyor ki, bir selâm. Yani sırf selamettir. Yahut
Allah
tarafından bir selamdır. Melekler, müminlere selam verir dururlar, buna
bağlı olduğuna göre, her emirden, korkulu her şeyden selâmettir. Yahut
selamet müjdesi, selamet tebliği olan bir selamdır. O gece, Ta fecrin
doğuşuna
veya doğuş zamanına kadar. Daha Türkçesi tanyeri ağarıncaya, sabah
oluncaya
kadar. Bu mânâya göre mukaddem (önce gelmiş) haber, muahhar (sona
getirilmiş)
mübtedadır. Bu takdirde 'da vakıf edilmemesi lâzım gelir. Fakat bundan
başka İbnü Abbas'tan rivayet edilmiş olarak üzerinde vakıf yapmak da
caiz
görülmüştür ki bu şekilde "selam", mahzuf mübtedânın haberi olarak "bu,
her bir emirden selamdır" meâlinde bir cümle, 'de, mübteda ve haber
olarak
ayrı bir cümle olmuş olur. Masdarın mâmûlünü önce getirmek caiz
olmadığı
hakkındaki Nahiv kaidesi ile olan itiraza, zarfların bundan
istisnasıyla
cevap verilmiş olduğu da meşhurdur. Bununla beraber, bize öyle geliyor
ki, burada selam, sözündeki selam gilbi haberi hazfedilmiş mübteda
yahut
mukaddem haber olarak melâikeden veya doğrudan doğruya Allah tarafından
selam olması üzere cümle-i mutarıza olması tartışmaya hiç yer bırakmaz
ve her hangisi olursa olsun asıl maksat Kadir gecesinin içine
alabileceği
bir baskı anlayışından veya emrin umumundan dolayı Peygamber ve
ümmetine
bir şer ve zarar ihtimalini uzaklaştırmakla sırf hayır ve selameti
anlatma
ve müjdelemedir. Yahbî gibi bazıları 'de vakfı caiz görmemişler ve
demişlerdir
ki: Bu şekilde beyanının bir faydası olmaz. Çünkü her gecenin sabaha
kadar
olduğu malumdur. Fakat bunda da o fevkalâde olan hayır ve selametin
bazı
saatlere tahsis edilmiş olmayıp sabaha kadar devam ettiği, haberin
faydasının
gereği kabilinden olarak, işaret edilme faydası bulunacağı inkâr
olunamaz.
İşte Kadir gecesi büyük büyük mukadderatın tayin ve yerine getirilmesi
maksadıyla her emirden görevli meleklerin ve ruhun peyderpey inmesiyle,
yeryüzünde büyük bir tazyik (baskı) meydana getiren fevkalâde büyük bir
ruhâniyete erişmiş ve sabah oluncaya kadar böyle hayır ve selamet olan
büyük bir gecedir. Böyle bir gecenin sabahı ise sırf hayır ve selamet
olacağı
öncelikle sabit olur. Yani burada hayır ve selamet mânâsına göre
"hatta"
gayesinde ters anlamı (mefhum-ı muhalif) yoktur. Hatta gece mefhumuna
göre
iskat-ı maverâ (dışındakileri düşürme) ifade ederse de asıl sözün
sevkedildiği
hayır ve selamet anlamına göre iskat (düşürmek) için değil, hükmü
uzatmak
içindir. Çünkü "Ağardığı zaman sabaha andolsun." (Müddessir, 74/34) ve
"Kuşluk vaktine andolsun." (Duhâ, 93/1) kasemlerinden de anlaşıldığı
üzere
fecrin doğuşu ve sabahın ağarması ve duhâ (kuşluk vakti)nın yayılması
âdet
olarak bir işaret delilidir. Nitekim Râzî'nin nakli üzere bu gecenin
gündüzünü
takip etmesini istemesi meselesinde İmam Şa'bî demiştir ki: Evet
gündüzü
de gecesi gibidir. Bunun selam ve selamet olmasına verilen mânâlar
şunlardır:
1- Meleklerin
müminlere selam ve duasının
çokluğu.
2- Şerlerden
ve âfetlerden salim olmak mânâsına
tam selamet ve menfaat, hayır olması ki, şeytanın saldırısından selamet
mânâsı da bunda dahildir.
3- Ebu
Müslim'in görüşüne göre korkulu rüzgarlardan,
yıldırımlardan ve bunlara benzer ezalardan salim olmasıdır.
4-
Bölümlerinin her birinde ibadet etmek bin
aydan hayırlı olmakta farklılıktan salim olmasıdır. Çünkü diğer
gecelerde
farz ilk üçte birinde, nafileler ortasında, dua seherde olması
müstehaptır.
Şu da
bilinmiş olsun ki, bu mübarek gecede
dua sünnettir. O icabet vakitlerinden birisidir. İmam Ahmed ve sahih
diyerek
Tirmizî, Nesaî, İbnü Mâce ve daha diğerleri Hz. Aişe'den şöyle rivayet
etmişlerdir: Demiştir ki: "Ey Allah'ın Resulü, Kadir gecesine
rastlarsam
ne diyeyim?" dedim. Buyurdu ki: "Allah'ım sen affedicisin, affı
seversin,
beni affeyle, de." Aynı şekilde namaz ve diğer ibadet şekilleri ile
gayret
ederek çalışmak da sünnettir. Süfyan-ı Sevrî demiştir ki, o gece dua
etmek,
namaz kılmaktan daha sevaptır. Kur'ân okuyup da dua ederse güzel olur.
Resul-i Ekrem (s.a.v.) hazretleri Ramazan geceleri gayretle çalışır ve
tertîl ile Kur'ân okurdu. Rahmet âyeti geçtikçe ister, azap âyeti
geçtikçe
Allah'a sığınırdı.
İbnü Receb de
demiştir ki: En mükemmel olan
namaz, Kur'ân kırâeti, dua, tefekkürü toplamaktır. Peygamber (s.a.v.)
bunların
hepsini yapardı. Özellikle son onunda daha çok yapardı. Bazıları
demişlerdir
ki: Teravih ile kıyam meydana gelir. Beyhakî, Enes b. Malik (r.a.)'ten
şöyle rivayet etmiştir: Resulullah buyurdu ki: "Her kim Ramazan ayı
çıkıncaya
kadar akşam ve yatsı namazlarını cemaatle kılarsa Kadir gecesinden
birçok
haz alır." Malik ve İbnü Ebi Şeybe ve İbnü Zencûye, Beyhakî Said b.
Müseyyeb'den
rivayet etmişlerdir ki: Kadir gecesi yatsı namazında cemaatte hayır
bulunan
ondan nasibini almış olur. İbnü Hacer Heytemî (rh.a.)
Tuhfetü'l-Muhtâc'da
der ki: Kadir gecesini görene, saklaması sünnettir. Onun kemâliyle
faziletine
ancak Allah Teâlâ'nın bildirdiği kimseler nail olur.
Kadir
gecesini görmek ne demek olduğu hakkında
da âlimler hayli bahisler yapmışlardır. Alûsî'nin açıkladığı üzere açık
olan budur ki: Onu görmek demek, ona mahsus olan nurlar ile meleklerin
inmesi gibi özelliklere, ilmi ifade eden alametleri görmek yahut öyle
bir
ilmi ifade eden ve hakikati ancak ehlince bilinen bir keşfe ermektir.
Kadir gecesi,
meşhur olduğu üzere, Kur'ân'ın
nazil olduğu veya sabahında Bedir zaferinin vuku bulduğu gece olduğuna
göre o bir defa olmuş geçmiştir. Her sene Ramazan'da olacak olan onun
şeref
ve hatırasıdır, demek olur. Nitekim bazıları onun bir defa olup
kalktığını
kabul etmişlerdir. Fakat Kadir gecesi onlardan dolayı değil, onlar
Kadir
gecesine rastlamış olduğuna göre de Kadir gecesi bütün sene içinde
gizli
olup, en çok Ramazan'da ve en çok son onunda ve en çok yirmi yedinci
veya
sonuncu gece olması ihtimali en galip bulunan mübarek bir takdir gecesi
olarak tekrar eder ki, bilinen, çoğunluğun görüşü de budur. Ve "bin
aydan
hayırlıdır" âyetinden ortaya çıkan da bu gecenin "günlerin efendisi"
olan
cuma ve arefe gecelerinden de daha faziletli olmasıdır. Bununla beraber
bunda da hayli münakaşa edilmiştir. Bu âyet gereğince bunun Mirâc
gecesinden
de daha faziletli olması gerekir. Fakat yukarılarda da geçtiği üzere
Resulullah
hakkında Mirac gecesi daha faziletli, ümmet hakkında da Kadir gecesi
daha
faziletli olduğu söylenmiştir. Fakat Kadir gecesi, sene içinde dönen
gizli
bir gece olduğuna göre bu büyük olayların hepsi birer Kadir gecesine
tesadüf
etmiş olması, bütün ihtilafı kaldıracak olan en güzel bir şekil olmuş
olur.
Bunlar içinde Kur'ân'ın ilk nazil olduğu Kadir gecesi ise, hepsinden en
faziletli olan yegane Kadir gecesi olması gerektir ki, her Ramazan'ın
yirmi
yedinci gecesi, bunun her sene devretmiş olma şerefiyle gizli olan
Kadir
gecesine isabeti en çok düşünülen bir gece olduğu cihetle çoğunluğun
görüşü
burada toplanmıştır. Bunun gündüzünde de gecesi gibi dua ve ibadet ile
mücahede sünnet olur. Ki bunda çeşitli mütâlaalar sebebiyle meydana
gelen
farklılıklar da ortadan kaldırılmış olur. Zira bilinmektedir ki yer
üzerinde
bir yerde gece olurken, diğer bir yerde gündüz olur. Her iklimde
bulunan
kendi gecesini ihya etmek suretiyle aynı hayır ve selametten
faydalanırsa
da gündüzüyle beraber hesap edilmesi, icabet için daha ihtiyatlı
demektir.
Bütün bu
açıklamadan sonra sûrenin kendisinden
sonrasına bağlanmasından çıkacak olan mânâ da şu olur: O okunması
emredilen
Kur'ân'ı böyle bir Kadir gecesinde indiren biz büyük şan sahibi olan
Rabbin
olduğumuz için ancak bize secde et ve yaklaş. Bu mânâda ise Mirac
gecesinin
daha yüksek oluşunu anlamak mümkün olur. Cenab-ı Allah biz kullarını da
Kadir gecesinin hayır ve faziletine eren salih kullar zümresine soksun.
Alûsî'nin kaydettiği üzere Sofiyye ıstılahında Kadir gecesi, Allah
yolunu
tutanın, sevilen Hakk'a oranla kıymet ve mertebesini tanıyacağı özel
bir
tecelliye erdiği gecedir ki, o gece hak yolcusunun aynı toplantıya ve
marifette
yetişkinler makamına ilk girdiği vaktidir. Nitekim İbnü Farıd bu mânâda
şu beyti ne güzel söylemiştir:
"Eğer o
sevgili yaklaşırsa bütün geceler Kadir
gecesidir, Nasıl ki bütün kavuşma günleri Cuma günüdür."
Şeyhin bu
beytinde Cuma gününün Kadir gecesinden
daha faziletli olması görüşüne de işaret vardır. "Allah doğru yolu
gösterendir,
ancak maksûda şâyân O'dur."
|
|