|
Elmalı Tefsiri
1-2."Hümeze";
sûrenin de ismi olmak münasebetiyle
meâlde aynen muhafazasını daha uygun gördüğümüz bu "hümeze" kelimesi
"hemmaz",
"gammaz" gibi "hemz" kelimesinden mübalağa sigası (kipi)dır ki, lüane
(lânetleyen)
duhake (çok gülen) gibi âdet ifade eder. Asıl mânâsı hemz (ayıplama,
arkadan
atma)i çok yapan, âdet edinenler demektir. "Hemz", "Kâmus"un
açıkladığına
göre "gamz" vezninde ve onun anlamdaşıdır. El ile çimdiklemek ve
dürtmek,
kakmak, vurmak (nitekim mihmez, mihmaz, yani mahmuz, mudul ve çekiç
veya
mudullu değnek demek olan mıhmeze bu mânâlardandır) ve bir dar yere
sıkıştırmak
(ki, hemze bu mânâdandır. Çünkü mahrecinden sıkıntı ile çıkar) ve
ısırmak
ve kırmak, yere çalmak mânâlarına gelir. Şu halde hümeze, bunlardan
birini
veya hepsini çok yapan, âdet edinen demek olur. Bu ölçü ile hamiz gibi
çimdikçi, çekiştirici, dürtüştürücü, kakıştırıcı, vurucu kırıcı, atıcı,
sıkıcı, ısırıcı mânâlarını ifade edebilir. Fakat lügat örfünde hamiz ve
hemmazdan daha mübalağalı olarak hümeze, inceden inceye veya geriden
geriye
hafifseyerek ve alay ederek şunun bunun namusu ve şerefi ile oynayıp
incitmeyi,
yerme ve kötüleme ile arkadan konuşarak ayıplayıp kınamayı, şunu bunu
dürtüştürerek
öteye beriye koğuculuk etmeyi âdet ve sanat edinmiş, çekiştirici gammaz
mânâsında meşhur olmuştur ki, böyle olan kimseler fırsat buldukça
hemzin
her mânâsını yapar. Eli erdiği insanları cımbızlar, çimdikler, dürter,
kakar, ısırır, çarpar, kırar, incitir, o yolda geçinir. Onun için bu
mânâların
hepsinden kinaye olarak hümeze, gammazlığı âdet ve sanat edinmiş
kimselere
söylenmiştir. Yani asıl hakikati, el ile sıkmak, cimdirmek, dürtmek,
vurmak,
kırmak iken ağızla, dille ısırmak, kötülemek ve arkadan konuşmak, küçük
görmekle gönül incitmek ve kırmak mânâsında kinaye olarak yayılmıştır.
Kinayeler hakikatin de iradesine engel olmayacağı için 'de her mânâ
dahil
olur. Yani gerek el ile, gerek dil ile maddeten veya manen şunu bunu
itip
kakmayı, kırıp incitmeyi âdet edinmiş dedikoducu güruhunun hepsi
cehennem
uçurumunda, veyl deresinde, hüsran içinde kahrolmaya mahkumdurlar, vay
hallerine. "Lümeze" de "hümeze" gibidir. Mızrak saplar gibi kötülemek,
ayıplamak ve kaş göz kırparak, işaret ederek, eğlence suretiyle birini
diğerine göstermek mânâlarına olan "Lemz"den "Lümeze" de daima herkesi
ayıplamayı ve şuna buna ayıp ve eksiklik isnat ederek eğlenmeyi âdet
edinmiş,
kendini beğenmiş atak demektir ki, "hümeze"yle anlamdaş ve farklı
olarak
da kullanılır. Zemahşerî'nin beyanına göre hümezenin aslı kırıcı
mânâsından,
lümezenin aslı da ayıplayıcı, saplayıcı mânâsındandır. "Keşşâf"ta der
ki:
Hemz, hezm gibi kırmak, lemz de ayıplamaktır. "Lemezehû ve lehezehû"
denilir,
"taanehû" (onu ayıpladı) denir. Maksat, insanların ırzlarını,
namuslarını
kırmak ve arkalarından konuşmak ve onların ayıplamaktır. Ve "lüane",
"duhaka"
gibi fuale vezni onun, o kimsenin alışmış olduğu âdeti bulunduğuna
delalet
eder. Şâir:
"Eğer ortada
bulunmazsam, sen dürtücü ve ayıplayıcı
kesilirsin." demiştir. Daha önce İbnü Cerir de Ziyad-i Acem'in: "Bana
kavuştuğun
zaman yalandan bana sevgi göstererek yanaşırsın ve eğer orada
bulunmazsam
o vakit de hamiz (dürtücü) lümeze (ayıplayıcı) kesilirsin." demek olan
iş bu: beyti ile hümeze insanları arkadan çekiştirip kızdıran; lümeze
de
arkadan konuşup ayıplayan demek olduğuna şahit getirmiş ve bazı
rivayetler
naklederek demiştir ki: İbnü Abbas'dan: "Allah Teâlâ'nın veyl (yazıklar
olsun) ile başladığı kimseler kimlerdir diye sorulduğunda, "Nemime,
yani
koğuculuk ile gezenler, dostlar arasını ayıranlar en büyük ayıp
arayanlar."
demiştir. Mücahid'den de üç farklı görüş rivayet edilmiştir:
1- Hümeze,
insanların etini yiyen; lümeze,
ayıplayıcı ve atak.
2- Bunun
aksine olarak: Hümeze, ayıplayıcı;
lümeze, insanların etini yiyen.
3- Hümeze,
Lümeze: Birisi insanların etlerini
yiyen, diğeri ayıplama. Bu gösterir ki, bu haberi rivayet edenlere bu
iki
kelimenin yorumunda zorluk vaki olmuş, onun için ondan rivayet edenler
ihtilaf etmişlerdir. Râzî de "Kendi kendinizi kötülemeyin." (Hucurat,
49/11)
âyetiyle "Keşşâf"ın ifadesi üzere beyandan sonra der ki: "Tefsircilerin
bunda bir çok görüşü vardır:
Birincisi:
İbnü Abbas'dan, hümeze gıybetçi,
lümeze ayıpçı.
İkincisi:
İbnü Zeyd'den hümeze el ile, lümeze
dil ile.
Üçüncüsü:
Ebu'l-Aliye'den, hümeze yüze karşı,
lümeze arkadan.
Dördüncüsü:
Hümeze açıkça, lümeze gizli, kaş
ve gözle.
Beşincisi:
Hümeze lümeze, insanlara hoşlanmayacakları
lakaplar takanlar. Velid b. Muğire bunu yapardı. Fakat bu başkanlık
yapanlara
yakışmaz, döküntülerin âdetindendir. Bunda insanların sözlerini,
fiillerini,
seslerini güldürmek için taklit edenler de dahil olur.
Altıncısı:
Hasen'den Hümeze, gözünü kırparak
açıkça kızdıran; lümeze kardeşlerini kötülükle anarak ayıplayan.
Yedincisi:
Anlatıldığı üzere İbnü Abbas'tan,
söze yalan katarak gezenler, dostların arasını açanlar, insanların
ayıbını
arayanlar. Bunları naklettikten sonra Râzî şu hatırlatmayı da yapar:
"Bilinmeli
ki bu görüşlerin hepsi de birbirine yakındır, bir asla döner. O da
kusur
bulmak ve ayıbı açıklamak, ortaya çıkarmak mânâsıdır. Sonra da bu iki
kısımdır:
Ya hased ve kin sırasında olduğu gibi ciddi olur, yahut da eğlence ve
güldürme
kabilinden eğlence ile olur. Bunlardan her biri de ya din ve taatle
ilgili
bir emirde olur veya dünya ile ilgili olur. Bu da görünüşe ve yürümek,
oturmak, kalkmak gibi şeylerle ilgili olur ki, çeşitleri çoktur ve
kayda
geçmemiştir. Sonra bu dört kısımda ayıbı açıklama, bazan ortada bulunan
için olur, bazan da bulunmayan için olur. Her iki takdirde de ya lafız
ile olur veya baş ve göz ve diğerleri ile olur. Bunların hepsi
yasaklama
altında dahildir. Ancak bahis konusu olan lafzın dilde ne için konmuş
olduğudur.
Lâfzın
konduğu lafzen yasaklanmış olur, konmadığı
da delalet bakımından yasaklanmış olur. Peygmaber'le ilgili olunca da
daha
büyük suç olur."(1) Keşşâf sahibi bir de demiştir ki: "Hümeze, lümeze
mim'in
sükunu ile ( şeklinde) de okunmuştur. Bu ise gülünç şeyler, garip ve
tuhaf
gevezelikler yapan zevzek maskaradır ki, kendisine hem gülünür, hem
söğülür."
Demek ki mim'in sükunuyla olan fethiyle olanın tersi gibi bir mânâ
ifade
ediyor. Üstün olan fail, sakin olan mef'ul mânâsında olmuş oluyor.
Nitekim
nın fethiyle "duhake", şuna buna çok gülen edebsize denir. nın
sükunuyla
"duhke" de çok gülünen, herkese gülünç olan maskaraya denir. Aynı
şekilde
"ayn"ın fethiyle "lüane", çok lanet eden, "ayn"ın sükunuyla "lu'ne",
çok
mel'un demektir. Demek ki sakin okunan, üstün, okunandan daha alçaktır.
O halde üstünün kınamasından, daha alçağın kınaması öncelikle
anlaşılır.
Onun için âyette hümeze lümeze mim'in fethiyledir. Aşere kırâetlerinin
hepsinde, hatta şazlar da dahil olmak üzere ondört kırâatta mimler
üstün
okunmuştur. Çünkü "mal biriktiren" ifadesinden de anlaşılacağına göre
asıl
maksat, kendini beğenmiş, herkesten üstünlük taslayarak ve
eğlenircesine,
şunu bunu gizliden açıktan, yüzünden veya arkasından eliyle veya
diliyle
taşlayıp inciten, namus ve haysiyeti ile oynayan, insanların arasını
açmakla,
koğuculukla yüze çıkıp yaşamak, eğlenmek isteyen saldırgan gururluların
zararını beyandır ki, bunlar daha önceki sûrede geçen mal çokluğu
kendilerini
aldatmış olanlardandır. Bundan sonraki sûrede "Fil Ashabı"ndan
bahsedilmesi
de buna delalet eder.
Bunun inme
sebebi (sebeb-i nüzulü)ne gelince:
İbnü Cerir'in Muhammed b. Sa'd yoluyla İbnü Abbas'tan nakline göre:
İnsanlarla
alay ve hakaret eden, bir puta tapıcı idi. Hasen, Verka, İbnü Ebi
Nüceym'den
de Cemil b. Amir Cüheni hakkında nazil oldu denilmiş. Hasen Verka'dan
naklen
demiştir ki: Hümeze lümeze Cemil b. Amir hakkında nazil oldu, fakat bir
kimseye tahsis edilmiş değildir. Bazı Arap dili ehli de bu, demiş,
Araplar'ın,
geneli zikrederek tek kişiyi kastetmesi kabilindendir. Nitekim sözde
birisi
diğerine: "Ben seni asla ziyaret etmeyeceğim; demesine karşı: "Her kim
beni ziyaret etmezse, ben de onu ziyaret etmem." denilir ki, maksat
"ziyaret
etmeyeceğim" diyene cevaptır. Fakat diğerlerinin dediği gibi doğrusu
maksat,
hass (özel) irade değil, lafzın bu sıfatta olanların hepsini
kastetmektir.
Mücahid de
bir kimseye mahsus değildir, demiştir.
"Keşşâf"ta da der ki: "Ahnes b. Şürayk hakkında indi, âdeti arkadan
konuşma
ve koğuculuk idi." denilmiş. Ümeyye b. Halef hakkında denilmiş, Velid
b.
Muğire ve Resulullah'ın arkasından konuşması hakkında da denilmiştir.
Sebebin
özel ve tehdidin genel olarak o çirkinliğe girişenlerin hepsini
içermesi
de caizdir." Bunun zahirî yönden herkesi kastetmiş olduğuna aşağıdaki
"o
ateşin kapıları onların üzerine kapatılacaktır" diye bunlara çoğul
zamiri
gönderilmesi karine (ipucu)dir. Ancak bu 'nin, her şeyden önce, şöyle
müfred
(tekil) olarak bir bedel ile tarif ve tasvif olunması bu genellik
içinde
bir özellik kastedilmiş olduğunu da anlatır, zira müfred (tekil)dir.
Fakat
marife (belirli) olduğundan nekire (belirsiz) olan 'nin sıfatı olamaz.
'den bedel yahut zem üzere mansub (üstünlü)dur. Demek ki (veyl) ile
hükmün
asıl hedefi ve kelâmın sevkinden asıl maksad budur. Arabozuculuğa ve
ayıplayıcılığa
sevk eden sebep ve illet de bu demektir ki, bir mal toplamıştır. İbnü
Amir,
Hamze, Kisâi, Ebu Cafer, Ravh, Halef ve Ameş "mim"in şeddesiyle tef'il
ölçüsünde şeklinde okumuşlardır ki, bunda teksir (çoğaltma) mânâsı
olduğundan
şöyle demek olur: "Şuradan buradan bir mal biriktirmiştir". Ve hep onu
saymaktadır. Yani o malın hukukunu: Nereden gelip, nereye gitmesi
gerekeceğini,
onunla ne gibi hayırlar yapabileceğini düşünmeyerek, işi gücü sadece
onun
sayısını zaptedip çoğaltmak ve ona güvenmektir. Yahut etrafındakilere
sadece
onu saydırıp, onunla iftihar etmek, o suretle gözleri malda, işleri
güçleri
insanları birbirine tutuşturmak olan hümeze lümeze güruhunu başına
toplayarak
kendini onlara tanıtmak, başlarına geçmektir. Çünkü o hümeze lümeze
güruhunun
çoğunun malı olmamakla beraber emeli koğuculukla mal toplamak
olduğundan,
öylelerinin başına toplanır ve onu sayarlar. Bu mânâya işaret için
olmalıdır
ki tekil olarak den yazılmış "onlar, bir mal topladılar ve onu
saydılar"
denilmemiştir. Sonra da bunların çoğulluğuna tenbih için diye çoğul
zamiri
gönderilmiştir. Bununla beraber her biri itibarıyla da tekil getirilmiş
olmak düşünülebilir. Zira nekreye muzaf olan kül, küll-i ifrâdîdir.
3.
Bunlar
niçin böyle yapar? Zira sanır ki
malı kendisini ebedî kılmıştır. Kılacak değil de, kılmıştır zanneder.
Öyle
hayıra yaramayan, sayılmak için biriktirilmiş malın, kendini kurtarmak
şöyle dursun, başına bela, felaketlerine sebep olacağını düşünmez de o
onu her tehlikeden kurtaracak, dünyaya kazık kaktıracak, ondan öyle söz
almış, artık ebedilik muhakkak imiş gibi zanneder. Bütün emellerini
onun
üzerine kurar.
4. Hayır,
hayır. İş öyle sandığı gibi değildir.
İnsanı kurtaracak, ebediyete götürecek şey mal değil, önceki sûrede
açıklandığı
üzere Hakk'a iman, ilim ile salih ameldir. Andolsun ki atılacaktır.
Baştaki
lâm yemin için dir. "Nebz", bir şeyi küçümsemek suretiyle fırlatıp
atıvermek,
kelimenin sonundaki "nun" da te'kit nunu'dur. Yani Allahü Zülcelâl'e
yemin
olsun ki, o mala güvenip, hep onu sayıp da halkı eğlenircesine kırıp
inciten,
herkesin hukuk ve haysiyetiyle oynayan o gururlu hümeze ve lümeze, o
atak,
koğucu her halde tam hakaret ve sefaletle atılacaktır. Hutamey
(cehennemin
için)e. Önüne geleni kırıp geçirmek, yalayıp yutmak âdeti olduğundan
dolayı
bir adına da Hutame denilmiş olan cehennemin içine, Hümeze lümeze
vezninde
Hutame, Kâria Sûresi'nde "haviye", "narun hamiye", Tekâsür Sûresi'nde
"cahim"
diye ismi geçen cehennemin isimlerindendir. Bazıları dördüncü, bazıları
altıncı, bazıları da ikinci tabakası demişlerdir. "Mevlid"de: "Korkarım
ki yerleri ola Tamu." denildiği gibi, eski Türkçe'de cehenneme Tamu
denildiği
için burada hutame'yi tamu diye terceme etmek de yakışabileceğinden
dolayı
meâlde ona da işaret ettik.
Bununla
beraber Tamu, hapishane, zindan mânâsına
olan dam (ceza evi)dan gibi görünür. Bu da "Cehennemi, kâfirler için
kuşatıcı
(bir zindan) yapmışızdır." (İsrâ, 17/8) mânâsına uygundur. "Hutame"
kelimesinin
aslı ise kırıp geçirmek demek olan "hatm"den türemiştir. Bu "fuale"
vezni
de sayılar ifade ettiği için hutame, son derece kırmak âdeti ve tabiatı
olan, yani kıran geçiren demek olur. Türkçe'de: "Filan yere kıran
girdi."
demek de, orası kırıldı, tükendi, mahvoldu mânâsını ifade eder. Kızgın
ateşin de tabiatı, böyle önüne geleni kırıp geçirmek, mahvetmek, diğer
deyimle yalayıp yutmak olduğundan, böyle kırıp geçirici, yahut yalayıp
yutucu ateş anlamıyla cehenneme de hutame denilmiş demektir. Nitekim
ekûl,
yani çok yiyici, obur kimseye de, ateşe benzetilerek, hutame denir ki,
"sanki içinde fırın var gibi" her verileni yalayıp yutuyor demektir.
Bir
de deyimi vardır ki "Çobanların en kötüsü hutame olandır". Yani güttüğü
sürüyü kırıp geçirendir, demek olur. Burada cehennemin "hutame" ismiyle
söylenmesi, görünüşte (sureten) mânâ bakımından hümezeye uygunluk
içindir.
Çünkü ikisi de bir vezindedir. İkinci olarak "hümeze"de başkalarının
kıymet
ve haysiyetini, gönlünü kırmak mânâsı bulunduğu gibi, "hutame"de de
kırıp
geçirmek mânâsı vardır. Üçüncü olarak hümeze lümezede insanları arkadan
çekiştirerek "Sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi?"
(Hucurat, 49/12) mânâsı üzere etlerini yemek mânâsı bulunduğu gibi,
ateşte
de deriyi, eti yemek mânâsı vardır. Bundan dolayı hümeze lümezeye bir
hutame
ile ilâhî adalet icra edilecek demektir.
5.
Lakin bu
ateşin diğer ateşlere benzemeyen
bambaşka bir ateş olduğu anlatılmak üzere korkutmak için buyuruluyor
ki:
Ve bildin mi hutame nedir? Yahut: "Ne dehşetli hutam!"
6-7. O,
Allah'ın ateşi, Allah ateşidir. "Nâr"
(ateş)ın Allah'a izafeti, dilimizde de : "Allah'ın belası" dediğimiz
gibi
büyütme ve korkutma içindir ki, Allah Teâlâ'nın öfke ve heybetini
özellikle
göstermesi bakımından korku ve şiddetinin büyüklüğünü ifade eder. Yani
malum olan ateşlerle mukayese edilemeyecek derecede öyle heybetli ve
fevkalade
büyük bir ateş ki (Allah'ın emriyle) yakılmış, tutuşturulmuştur.
Ebediyyen
sönmek bilmez. Hz. Ali (k.v.) şöyle demiştir: "Ne acaiptir o insanlar
ki,
altından ateş kaynayıp dururken yeryüzünde Allah'a isyan ederler".
Bugünkü
jeologların teorilerine göre de yerin içindeki ateşe göre üzerinde
bulunduğumuz
kabuğu, yumurtanın içine nisbetle üzerindeki iç zarı kadar ince
sayılmaktadır.
Fakat bu ateşin onlara benzemediği ve sadece cisimleri yakan bir ateş
değil,
maddî şeyleri geçip de maneviyatı saran, cesetlerden başka canlara,
gönüllere
kadar çıkan bir ateş olduğu anlatılmak üzere şöyle vasıflandırılıyor:
Öyle
tutuşturulmuş bir ateş ki, yüreklerin, kalplerin içi, merkezi demek
olan
füadlerin, yani anlama yeri olan gönüllerin üstüne çıkar. Tenden geçer
ruhlara, maneviyat üzerine çıkar, çatar, savar, canlar yakar, gerçi
onları
öldürmez "Onun içinde ne ölür, ne yaşar." (A'lâ, 87/13) Fakat uzanır,
sarar,
azab eder. Çünkü küfrün, çirkin inançların, kötü niyetlerin kaynağı
onlardır.
Razî'nin anlattığı üzere Hz. Peygamber'den rivayet edilmiştir ki: Nar
(ateş),
ehlini yer, nihayet gönüllere gelince son bulur, sonra Allah Teâlâ
etlerini,
kemiklerini diğer bir oluşla iade eder. "Derileri piştikçe azabı
tatsınlar
diye onlara başka deriler vereceğiz." (Nisa, 4/56) âyeti de buna
delalet
eder.
ITTILA',
bir
şeyin üzerine çıkmaktır. İlmî
olan ıttıla ve mütalea da bundan alınmıştır. "Gönüllerin üzeri" tabiri
belli ki beyini de içine alır. Ateşin böyle hayatın merkezi olan
kalplerin
içini bütün üzerinden sarması, onlara muttali olması asabının şiddetini
ve kuşatmasını belağatlı bir beyandır. Alûsî demiştir ki: "İşaret
erbabı
bunda ruhanî azabın şiddetine işaret olduğunu söylerler."
8-9.
Muhakkak
o ateş onların (o hümeze lümeze
güruhunun) üzerine kapatılacak, yani üzerlerine bastırılıp kapıları
kapanacaktır.
Temdid olunmuş, (uzatılmış) direkler yahut dayaklar, dikmeler içinde
olarak.
Bu, ya kelimesinin altında "nâr"a râcî zamirinden haldir. O ateşin
kapıları
kapanırken tazyikle açılmamak için uzun uzun dikmeler, dayaklarla
dayanacak,
o halde o şekilde kapatılacaktır, demek olur. Bunda bir fırının içini
iyice
yakıp da tamamen kızdırmak için kapısını sağlam dayayarak kapamak
tarzında
bir tasvir var demektir. Yahut zamirinden haldir. Bu şekilde önceki
mânâ
olabileceği gibi, bir de uzun uzun sürüklenmesi kabil olmayan direkler
halinde, tomruklar içinde kımıldanamayacakları bir şekilde azap ve
işkencelerini
tasvir ve beyan olur.
AMED
:
"Bahru'l-Muhit"in beyanına göre çoğul
ismi, diğerlerinin beyanına göre çoğuldur. Ragıb ve Ferrâ "amud"un
çoğulu
demiş, Ebu Ubeyde "imad"ın çoğulu demiştir. İmad, dayak, dayanacak şey
olduğu cihetle mutlaka direk olması lazım değildir. "Amud"un da "ımâd"
olması lazım değildir. Aralarında bir cihetten genellik ve özellik
ilişkisi
var demektir. Ebu Bekir, Hamze, Kisâî, Halef ayn'ın ve mim'in zammiyle
(umud) okumuşlardır ki, bunun sarih çoğul olduğunda şüphe yoktur. Amud,
bilindiği gibi direk, sütun demektir. Ve "kast" mânâsına "and"den
alınmıştır.
Bir kavmin işlerini yürüten ulu'suna "kavmin amudu" denilir. Askerin
komutanına
"ordu amudu" denilir. Kılıcın sırtında olan yola "amud-i seyf" (kılıcın
amudu) denilir. İnsanın göğsünde sehabe (korkuluk kemiği) dedikleri dil
gibi kemikten göbeğin aşağısına doğru uzanan damara, ayn şekilde
insanın
sırtına "karın amudu denilir. Bir de amud, hüzün ve kederin şiddetinden
direk gibi donup kalan, çok hüzünlü ve meraklı kimseye denir. Bunlar
mülahaza
edilince , o ateş gönüllerini saranların bedenlerine veya onları sarmış
olan zebanilerin iriliklerine işaret de olabilir. İbnü Abbas'dan
bunların,
onları saran ateş sütunları demek olduğu da rivayet edilmiştir. Hakim-i
Tirmizî'nin "Nevadiru'l-usul"de Ebu Hüreyre'den merfu olarak rivayet
ettiği
bir hadiste de böyle varid olmuştur. Allah Teâlâ isyankâr müminleri
ateşten
çıkardıktan sonra, ki en uzun duran yedi bin sene duracaktır. Allah
Teâlâ
cehenneme ateşten kapaklar, ateşten egserler, ateşten amudlarla bir
kısım
melekler gönderecek, o kapakları onların üzerine kapayacaklar, o
çivilerle
sıkıştıracaklar, o amudları uzatıp bastıracaklar, ne bir ruh girecek,
ne
bir gam çıkacak bir boşluk kalmayacak. Aziz, Celil, Cebbar olan Allah
Arş'ı
üzerinde, onları unutmuş gibi bırakacak, Cennet ehli nimetleriyle
meşgul
olacaklar, artık ondan sonra o cehennem ehli hiçbir yardım
dileyemeyecekler,
söz kesilecek, artık onların sözleri bir nefes alıp vermekten ibaret
kalacak.
Ve işte "Cehennemlikler dikilmiş direklere bağlı bulundukları halde, o
ateşin kapıları üzerlerine kapatılacaktır." "Allah'ım bizi cehennem
ateşinden
koru, iyiler ile beraber cennete dahil eyle!"
|
|