Elmalı
Tefsiri
1-3-
"Hâ-mîm", Rahmân'ın Muhammed'in
ruhunda tecelli
eden ledünnî, ilâhî rahmetinin icmalî bir remzidir. Hem de o apaçık
kitaba and olsun.
MÜBİN beyanı
güzel, ifadesi parlak, apaçık kitap bir
bakıma levh-i mahfuz olabilirse de Kur'ân olması zamir itibarıyla daha
açık, daha uygundr. Ki biz onu mübarek bir gecede indirdik. Çoğu tefsir
bilginlerinin görüşüne göre, bu mübarek gece, "Kadir" gecesidir. İkrime
ve daha bazıları ise Şaban'ın yarısı gecesi demişlerdir. Keşşaf
tefsirinde der ki, âyette geçen "Mübarek gece" kadir gecesidir. Bir de
denildi ki, Şaban'ın yarısı gecesidir ki bunun dört adı vardır.
"Mübarek gece", "Berae gecesi" "Sakk gecesi", "Rahmet gecesi". Ve
denildi ki bununla kadir gecesi arasında kırk gün vardır. Berae ve Sakk
gecesi denilmesi hakkında da denilmiştir ki, haraç tamamen alındığı
zaman beraetlerini (temize çıkmalarını) dile getiren bir sakk (bir
sened) yazıldığı gibi, Allah Teâlâ da bu gece mümin kullarına beraet
yazar. Ve denilmiştir ki bu gecede beş özellik vardır:
1- Tefrik-i
külli emrin hakim (her hikmetli işin
ayrılması)
2- Bu
gecedeki ibadetin fazileti: Resulullah (s.a.v.)
buyurmuştur ki, "Her kim bu gece yüz rekat namaz kılarsa yüce Allah ona
yüz melek gönderir. Otuzu ona cenneti müjdeler, otuzu ona cehennem
azabından teminat verir. Otuzu da ondan dünya afetlerini savarlar, O'nu
da ondan şeytanın tuzaklarını hilelerini savarlar."
3- Rahmet
iner, Resulullah (s.a.v.) buyurmuştur ki:
"Yüce Allah bu gece ümmetine öyle rahmet eder ki Kelb kabilesinin
koyunlarının kılları sayısınca."
4- Mağfiret
meydana gelir. Yine Resulullah (s.a.v.)
buyurmuştur ki "Yüce Allah bu gece bütün müslümanlara mağfiret buyurur
ancak kâhin, sihirbaz, yahut müşahin (çok kin güden) veya içkiye düşkün
olan, yahut ana-babasını inciten, veya zinaya ısrarla devam eden
müstesna."
5- Bu gecede
Resulullah (s.a.v.)a şefaatın tamamı
verilmiştir. Çünkü Resulullah Şaban'ın on üçüncü gecesi ümmeti hakkında
şefaat niyaz etti üçte biri verildi. On dördüncü gecesi niyaz etti üçte
ikisi verildi. On beşinci gecesi niyaz etti, hepsi verildi. Ancak
Allah'tan devenin kaçması gibi kaçanlar başka. Bir de bu gece zemzem
suyunun açık bir biçimde artması ilâhî âdetlerdendir. Bununla birlikte
çoğunluğun görüşü bu mübarek geceden maksadın kadir gecesi olmasıdır.
Çünkü, "Gerçekten biz onu kadir gecesinde indirdik." (Kadr, 97/1)
buyurulmuştur. Bir de, "Her hikmetli iş nezdimizden bir emr ile o zaman
ayrılır. (Duhan, 44/4) ifadesi, "Ondan melekler ve ruh Rablerinin
izniyle herbir iş için iner de iner. (Kadr, 97/4) ifadesine uygundur.
Bir de, "Ramazan ayıdır ki Kur'ân onda indirilmiştir." (Bakara 2/185)
buyurulmuştur. Ve çoğunluğun görüşüne göre Kadir gecesi Ramazan'dadır.
Eğer dersen: Kur'ânın bu gecede indirilmesinin mânâsı nedir? Derim ki;
Şöyle dediler: Yedinci semadan dünya semasına bir cümle olarak (toptan)
Levh'te dünya semasına indirildi, ve Cebrail (a.s.) sefereye (yazıcı
meleklere) imlâ etti, sonra da Peygamber'e yirmiüç senede kısım kısım
indiriyordu.
Keşşaf'ın
Kur'ân'ın inişi hakkındaki bu son beyanı, bu
gecenin Berat gecesi olduğunu söyleyenlerin görüşüne uygun düşmüş
oluyor. Çünkü Kadir gecesinde ilk kez Peygamber'e indirilmeye
başlanmıştır. Onun için Kâdî ve Ebu's-Suud şöyle demişlerdir: "İlk defa
o gece indirilmeye başlandı. Veya o gece cümleten (toptan) Levh'ten
dünya semasına indirildi ve Cebrail (a.s.) sefereye (yazıcı meleklere)
imlâ etti, sonra da Peygamber'e yirmi üç senede kısım kısım
indiriyordu."
Fahruddin
Razî de şöyle kaydetmiştir: Rivayet olunur ki:
Atıyye-i Harûrî, İbnü Abbas hazretlerinden "Gerçekten biz onu kadir
gecesinde indirdik." (Kadr, 97/1) ifadesi ile "Gerçekten biz onu
mübarek bir gecede indirdik." (Duhan, 44/3) ifadesini şöyle sordu: Yüce
Allah Kur'ân'ı ayların hepsinde indirmiş iken bu nasıl sahih olur? İbnü
Abbas (r.a.) hazretleri de dedi ki: Ey İbnü Esved! Ben helak olsam da
bu nefsinde kalsa cevabını da bulamazsan helak olacaktın. Kur'ân
cümleten (toptan) Levh-i mahfuzdan Beyti Ma'mura indi ki o dünya
semasıdır. Sonra onun arkasından olayların çeşitlerine göre, durumdan
duruma nazil oldu.
Demek ki,
Kur'ân'ın bir toptan inişi, bir de kısım kısım
inişi vardır. Toptan inmesi bir defada olmuştur. Buna daha çok "İnzal"
deyimi uygundur. Kısım kısım inmesi de Peygamber'e azar azar yirmi üç
senede omuştur. Buna da "Tenzil" deyimi uygundur. Bunların aynı mânâda
kullanıldıkları yadırganmadığı gibi, "tenzil"in her necmi (kısım kısım
inmesi) ayrıca düşünüldüğü zaman yine "inzal" denilmek uygun
olacağından birinin bir gecede birinin de diğer gecede olması iki
rivayetin uzlaştırılmasına daha uygun gelecektir. Şu halde "mübarek
gece"nin "berat gecesi" olması, "Gerçekten biz onu kadir gecesi
indirdik." (Kadr 97/1) buyurulmasına aykırı olmayacaktır.
MÜBAREKE,
hayrı çok demektir. Çünkü Yüce Allah bu gecede
kullarının menfaatlerine ait işler hazırlar ki yalnız Kur'ân'ın inzali
olsa yine yeterdi. Amma niçin gece indirildi. Çünkü biz münzir idik,
yani inzar yapıyorduk, inzar edecek uyarıcı bir peygamber
gönderiyorduk. Demek ki Peygamber'in inzarı sıdk ile yapılması için ilk
önce onu kendi nefsinde duyması hikmetin gereği idi.
4-5-6-Buna
da en
yaraşan gece olması idi, gecenin
mübarekliğine gelince her hikmetli iş o gecede ayırt edilir. Her
hikmetli, önemli iş veya her muhkem, sağlam olması gereken işler onda
yani o gecede ayrılıp tedbir ve dağıtımı yapılır. İcra edilmek üzere
özel olarak ayrılır, yazılır. Bu cümle isti'nafiye (yeni bağımsız
cümle) veya gece kelimesinin sıfatıdır. Önceki ihtimale göre "mutlak
olarak gecede", ikinciye göre de, O gecede" demek olur. Ebu's-Suud der
ki: Bu vasıf onun kadir gecesi olduğuna delalet eder. nun mânâsı da şu
demek olur: Gelecek seneye kadar kulların rızıkları, ecelleri ve diğer
durumları yazılır, ayrıntılı bir şekilde belirlenir. Bir de denilmiştir
ki: Bunun Levh'ten yazılmasına Beraat gecesi başlanır Kadir gecesi
bitirilir. Rızıklar nüshası Mikail'e, savaşlar, zelzeleler yer
çökmeleri, yıldırımlar nüshası Cebrail'e, ameller nüshası dünya
semasının sahibi İsmail'e ki büyük bir Melektir, musibetler nüshası da
ölüm meleğine verilir.
Tarafımızdan
bir emir olarak yani "Hakim emir"den maksat
doğrudan doğruya Allah'tan olan şeylerdir. Yahut tarafımızdan emir ile
ayırt edilir. Veya fiilindeki zamirden haldir, yani o Kur'ân'ı
tarafımızdan bir emir, bir ferman olarak indirdik. Çünkü biz
peygamberlik veriyorduk. Ki Resulün, elçinin elinde alamet olmak üzere
bir emirname, bir ferman bulunması lazım gelir. O Peygamberlik ne için?
Rabbından bir rahmet olmak üzere ki Hz. Muhammed'in peygamberliği
alemlere rahmettir. İnzar da onun içindir. Gerçekte O öyle işitici,
öyle bilicidir. Mazlumların, muhtaçların feryatlarını iştir,
ihtiyaçlarını bilir.
7- Rabbin
"Göklerin,
yerin ve ikisi arasındakilerin
Rabbidir." Eğer siz kesin bilgi sahipleri iseniz, ilimlerde kesinlik
elde etmiş iseniz, veya kesinlik arıyorsanız bu böyledir.
8- "O'ndan
başka
ilah yoktur." Hem hayat verir hem
öldürür. Bunu görüp duruyorsunuz hem sizin Rabbınız hem de önceki
atalarınız Rabbidir, eski babalarınızı öldürmüş, şimdi size hayat
vermiş bundan dolayı körü körüne eski ataları taklid edeceğiz diye
uğraşmamalı O'nun emrine uymalıdır.
9-Fakat
onlar
bir şüphe içinde oynuyorlar. Kesin
bilgi sahibi değiller, Allah deseler de ciddiyetle ve boyun eğerek
değil, şu bildirilen İlâhi işlere, Allah'ın kitap indirdiğine,
Peygamber gönderdiğine kesin olarak inanmıyor, eğleniyorlar;
10-11-
O halde
bekle gözle. İşte buradan inzar (uyarı)
başlıyor, artık gözet. o günki Sema apaçık bir duman ile gelecek
insanları saracaktır.
DUHAN-I
MÜBİN, aşikara, apaçık bir duman demektir. Bu
duman hakkında iki tefsir rivayet olunmaktadır. Birisi İbnü Mes'ud
Hazretleri'nden rivayet olunduğuna göre şiddetli açlık ve kıtlık
seneleridir, çünkü çok aç olan kimseye gerek gözlerinin zayıflığından
ve gerek çok kuraklık ve kıtlık senelerinde havanın fenalığından Sema
(gökyüzü) dumanlı görünür. Bir de Araplar gelmesi çok kuvvetle muhtemel
olan şerre "Duhan" derler. Nitekim "dumanlı hava" deyimini biz de
kullanırız. Olay şudur: Kureyş Resulullah (s.a.v.)a isyanda ileri
gitmek isteyince aleyhlerine şöyle dua etti: "Allah'ım! Mudar
kabilesine karşı cezanı şiddetlendir ve onlara Yusuf'un seneleri gibi
seneler göster." Yani, Yusuf'un seneleri gibi kıtlık seneleriyle
sıkıntıya uğramalarını niyaz etti. Bunun üzerine onları bir kıtlık
yakaladı hatta cife, kemik, ilhiz yediler. Kişi yer ile gök arasını
duman görüyordu. Söyleyenin sesini işitir dumandan kendisini görmezdi.
Buyurulduğu gibi insanları sarmıştı.
12- Bu acı
veren
bir azab! diyorlardı. Ebu Süfyan bir
kaç kişi ile Peygamber'e geldi. Allah Teâlâ'ya ve rahime (kan
akrabalığına) and verdiler. Eğer dua eder de bu hali üzerlerinden
savarsa iman edeceklerine söz verdiler. Ya Rabbi bizden azabı gider,
biz müminiz yani bu azabı giderirsen iman edeceğiz demeleri de budur.
İkinci tefsirde ise Hz. Ali'den şöyle nakledilmiştir: Kıyametten önce
gökten gelecek bir dumandır. Kâfirlerin kulaklarına girecek ta ki her
birinin başı püryan olmuş (sarhoş olmuş) başı dönecek, mümine de ondan
zükam (nezle) gibi bir hal gelecek ve bütün yeryüzü içinde ocak
yakılmış fakat deliği yok bir eve dönecek. Huzeyfe İbnü'l-Yeman'dan
rivayet olunduğuna göre Resulullah buyurmuştur ki: "Alametlerin ilki
Duhan, ve Meryem oğlu İsâ'nın inmesi, Aden'in derinliklerinden çıkacak
olan bir ateştir ki insanları mahşere sevk edecektir. Huzeyfe: Ya
Resulullah o duhan nedir demiş, Resulullah, "O semanın açık bir duman
ile geleceği günü ki insanları saracaktır." (Duhan,44/10,11) diye
okuyup buyurmuştur ki, doğu ile batı arasını dolduracak, kırk gün kırk
gece duracak, mümin zükam (nezle) gibi olacak, kâfire sarhoş gibi
burnundan kulağından girip aşağısından çıkacak.
Fahruddin
Râzî İbnü Abbas'tan meşhur kavlin bu olduğunu
söyler. Gerçi "Duhan-ı mübîn" deyimi buna, sözün akışı da öncekine daha
uygundur. Çünkü Resulullah'ın hayatında olduğunu üstü kapalı olarak
hissettirmektedir.
13-Buyuruluyor
ki,
onlara ibret almak, bellemek nerede.
Oysa kendilerine beyan edici bir Resul geldi. Açık âyetler, açık
mucizelerle Allah tarafından gönderildiği besbelli olarak herşeyi
apaçık anlatan hem fiili hem sözü ile açık olan bir peygamber geldi.
14- Sonra
ondan yüz
çevirdiler de "Muallem", "Mecnun"
dediler. Kâh muallem, yani talim olunmuş, öğretilmiş, Sekîf'den birinin
A'cemî (Arap olmayan) bir kölesi öğretiyor dediler, kah da mecnun
(deli) dediler, artık bu halde bu yetenekte bulunan insanlara yalnız
olayların ifadesinden ibret almak, uyanmak, sözünde durmak ne kadar
uzak.
15- Biz
azabı biraz
açacağız muhakkak ki siz
döneceksiniz. "Ey Rabbımız bizden azabı aç, biz müminiz." (Duhan,
44/12) diye olan iman sözünüzde durmayacaksınız.
16-Bu
uyanışı, bu
"Rabbimiz!" diye yalvarışı, bu iman
azmini unutup da eski halinize, inkarınıza ve nankörlüğünüze
döneceksiniz. Büyük sıkmakla tutup sıkacağımız gün. Bu kıyamettir,
Şüphesiz ki biz intikam alırız. "Döneceksiniz" deyimi azabın da
dönmesini ima ettiğine göre, ikinci rivayeti "Batşe-i Kübra" "büyük
sıkma"nın öncesi olmak üzere burada değerlendirmek iki mânâ arasını
birleştirse gerekir.
17-29-
"Andolsun
ki, onlardan önce Firavun kavmini
fitneye düşürdük." Bu ifade yüce Allah'ın intikamlarından bir örneği
beyandır. Yine Firavun kavminden örnek getirilmesi Firavun hükümetinin
en büyük zulüm ve şer hükümeti olması ve "Çünkü o üstün müsriflerden
idi." (Duhan, 44/31) buyurulacağı üzere öldürme ve cinayetlerde ileri
gidenlerin en üstünü bulunması itibarıyladır. Sonuç olarak üzerlerine
ne gök ağladı ne yer. Burada bir kaç açıklama tarzı vardır:
1-
Vahidî'nin Basıt'te dediği üzere Enes b. Malik (r.a.)
rivayet etmiştir ki Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: "Hiçbir
kul yoktur ki gökte ona iki kapı olmasın, bir kapıdan rızkı çıkar, bir
kapıdan da ameli girer, o öldüğü zaman onu kaybederler ve ona ağlarlar,
böyle buyurup bu âyeti okudu. Buyurdu ki: Çünkü bunlar yeryüzünde salih
bir amel yapmamışlardı ki yer ağlasın, göğe de ne salih bir amelleri ne
de hoş bir sözleri çıkmamıştı ki gök ağlasın. Çoğu tefsir bilginlerinin
görüşü budur."
2- Gök ehli
"göktekiler" ve yer ehli "yerdekiler"
takdirindedir. Yani ne melekler ağladı, ne müminler, tam tersine
onların ölmesi ile sevindiler.
3- Büyük bir
adam vefat ettiği zaman Cihan ağladı, yer
gök ağladı gibi deyimlerle musibetin büyüklüğünü anlatmak için abartmak
âdettir. Keşşaf sahibi Hz. Peygamber (s.a.v.)'den nakleder ki şöyle
buyurmuştur: "Herhangi bir mümin ağlayıcıları bulunmayan bir gurbette
ölürse herhalde ona yer ve gök ağlar."
Cerir de bir
beytinde şöyle demiştir.
"Güneş
doğmaktadır tutulmuş değil,
Sana gecenin
yıldızlarıyla ay ağlıyor."
Bir de bunda
onları alaya almaya benzer bir aşağılama
vardır. Yani onlar kendilerini öyle büyük sayıyorlardı, ölecek olsalar
kendilerine dünyaların ağlaması gerekir, oysa hiç de öyle olmadı, tam
aksine bütün alemler sevindi.
30-36-
"Andolsun
ki biz İsrailoğulları'nı kurtarmıştık."
Yüce Allah, Firavun'a ve kavmine yaptığı beyandan sonra bununla da Musa
ve kavmine olan ihsanını beyan buyuruyor. Yani o gark (suda boğma)ın ve
tahribin hikmeti kurtuluşu sağlamak olmuştu. Ve İsrailoğulları'nı bu
nimete seçmesi de bir tesadüf değil bile bile onlara bahsetmiş olduğu
bazı meziyetler ve nimetler dolayısıyla "O hanginizin daha güzel amel
edeceğini imtihan etmek için.." (Mülk, 67/2) âyeti uyarınca imtihana
çekmek içindir. Bu şekilde bu hikâyeyi tamama erdirmesinin ardından
yine söz Mekkeliler'e getirilerek buyuruluyor ki: Şunlar yani şu Mekke
kâfirleri. "İlk ölümümüzden ötesi yok, biz tekrar dirilecek değiliz,
diyorlar." İlk ölümden ötesini Ahireti ve ba'si (dirilmeyi) inkâr
ediyorlar.
37-55-
Onlar mı
hayırlı yoksa Tübba'nın kavmi ve ondan
öncekiler mi? Biz onları yok ettik, ilk ölümden ilersini inkâr edenlere
karşı bu sözün nasıl bir cevab teşkil etiğini düşünmelidir. Bunun iki
şekilde açıklaması vardır:
Birincisi
ilk ölüm olan ferdin ölümünden sonra onun
mensup olduğu kavim ve milletin yok olmasının, ikinci bir ölüm demek
olduğu anlatılmıştır. Bu "İlk ölümümüzden ilerisi yok." (Duhan, 44/35)
demelerine cevaptır.
İkincisi de
hak ve adalet için cezanın gerekliliğine
binaen dirilmenin gerçekliğini ispat ile tehdiddir. Ki bu da "Biz
yeniden dirilecek değiliz." (Duhan, 44/35) ifadesinin cevabıdır. Ve bu,
daha sonraki âyetlerle daha çok açıklanacak ve ayrıntısına
girilecektir.
Ebu Ubeyde
demiş ki: Yemen krallarının her birine Tübba'
denilirdi. Çünkü dünyadakiler onlara tabi olurlardı. Cahiliye'de
Tübba'ın yeri İslâm'da halifenin yeri gibi idi, bunlar Arap
hükümdarlarının en büyükleri idi.
"Hz. Aişe
(r.anha) Tübba' salih bir adam idi" demiştir.
Ka'b da "yüce Allah onun kavmini kınadı kendisini kınamadı" demiştir.
Kelbî o Ebu Kerb Es'addır demiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.)den şu
nakledilmiştir: "Tübbaa kötü söylemeyin. Çünkü o müslüman olmuştu,
bilmem Tübba' peygamber midir değil midir?.. Onlardan daha hayırlı mı
demek daha kuvvetli ve şevketli mi demektir.
56-57-
"Orada
ilk ölümden başka ölüm tatmazlar."
Mü'min
Sûresi'nde kâfirlerin "Ey Rabbimiz bizi iki defa
öldürdün. İki defa da dirilttin." (Mü'min 40/11) diyecekleri geçmişti.
Demek ki müttakiler için birinci ölümden sonra berzah ölümü de yoktur.
Ahirette ise zaten ölüm yok.
58-59-
"Biz
Kur'ân'ı senin dilinle
indirip kolaylaştırdık." Bu bitiriş sûrenin öncesini bir özetlemedir.
Yani o apaçık kitabı, Kur'ân'ı ancak senin dilin ile kolaylaştırdık, bu
güzel beyanı, bu açık ve kolay anlatışı başka bir dil ile değil, yalnız
Arapça ile yaptık gerek ki anlasınlar, düşünsünler. Bundan dolayı gözle
başlarına ne gelecek çünkü onlar gözetiyorlar. Acaba onun geleceği ne
olacak diye gözlüyorlar. O gözetilen şeylerin beyanı da Câsiye
Sûresi'nde gelecektir.
|