|
Adiyat
Suresi Tefsiri
|
|
|
Elmalı
Tefsiri
1. "Vav",
kasemdir. "Adiyat" hızla koşmak,
seğirtmek mânâsına "adv"den ism-i fail cem-i müennes salimdir. Şu halde
at, deveye diğer koşanların hepsine söylenebilir. "Kamus" sahibinin
"Besâir"de
beyanına göre bu "adv" maddesi, esasında tecavüz mânâsında kullanılır.
Kâh yürüyüş itibarıyla düşünülür, ona "adv" yani seğirtmek denilir. Ve
kâh kalbi olarak düşünülür, ona adavet ve muadat yani düşmanlık denir
Kâh
da adalet bozmak itibarıyla düşünülür ona da udvar, yani zulüm ve
adaletsizlik
denilir. Ve kâh da mekan ve yer itibarıyla düşünülür, ona da adva yani
sivayet denilir. Diğer mânâlar bundan türemiştir. "Ğaniy" vezninde
"adiy"
ve sariye vezninde "âdıye" daima harp ve kıtale koşup hücum eden
topluluğa
denir. Bazıları "adîy", piyade saldırganlarına; "âdiye", süvari (atlı)
saldırganlarına mahsus olduğunu söylemiştir. Burada Hz. Ali'den rivayet
edilerek Arafat'a giden hacıların develeriyle tefsir edildiğine dair
bir
rivayet nakledilmiş ise de, İbnü Abbas'dan rivayet edildiği üzere
süvarilerin
atları olmak âyetlerin mefhumuna göre açıktır ve tefsircilerin pek çoğu
bunu tercih etmişlerdir. Zira DABH atların koşu esnasındaki
nefeslerinin
sesleridir ki, "sahil" denilen kişnemek değil, yemi ve sahibini gördüğü
zaman yaptığı gibi hamhame (genizden ses getirme) denilen sesi de
değil,
hızlı nefes sesi olan bir harıltı ve hohlamadır. Denilmiştir ki "dabh",
bir at bir de köpek koşarken olur. Kelamın takdiri veya "dâbihât",
mânâsındadır. |
|
|
2. Sonra
"Kadh", çakmak çakmak, yani hızla
çarpmak çakmakla ateş çıkarmaktır. Bu da atların koşarlarken
hızlarından
tırnaklarıyla çarptıkları taşlardan çakmak gibi ateşler çakarak
gitmelerinde
görülür. Ki bu geceleyin görüleceği ve hız eseri olduğu için onların
hem
kuvvetlerine, hem de geceleyin koştuklarına işaret eder. En açık olan
mânâ
da budur.
Bununla
beraber bunu daha diğer mânâlarla
açıklayanlar da olmuştur:
1- Bir kısım
tefsirciler demişlerdir ki:
Gerçi
bu âyetlerden maksat atlardır. Fakat ateş çıkarmaları, sahipleriyle
düşmanları
arasında harbi kızıştırmaları, harp ateşini tutuşturmalarıdır. Nitekim
"Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa." (Maide, 5/64)
buyurulmuştur.
Ve harp kızıştığı zaman "fırın kızıştı" denilmek de darb-ı meseldir.
2- Bunlar
geceleyin ihtiyaçları ve
yemekleri
için ateş yakan gazilerdir, "gazilerden bir topluluktur" denilmiş,
nitekim
"âdiyat"i hacıların develerine yoranlar da Arafat'tan geceleyin
Müzdelife'ye,
Meş'ar-i Haram'a gelip orada ateş yakan hacılar demişlerdir.
3- Ağır,
heyecanlı sözler söyliyerek
düşmanlık
ateşi çalıp tutuşturan diller, denilmiş ki, bu mânâda "kadhan" dil ile
düşmanlığa yorumlanabilir.
4- Mekr
(aldatma) ve hud'a (hile) ateşi
çıkan
fikirlerdir, denilmiş, bu mânâ da İbnü Abbas'dan rivayet edilmiştir.
Zira
"Ben sana bir çakmak çakayım, sonra bir ateş çıkarayım da gör!" denilir
ki, bir hile yapayım, başına bir iş çıkarayım da gör, demektir.
5- İkrime
demiştir ki: süngüler,
silahlardır.
Buna göre zamanımızın ateş saçan silahları hiçbir mecaz düşünmesine
hacet
kalmaksızın bunda öncelikle dahil olmuş bulunur. Özellikle sûrenin
Mekkî
olması rivayetine göre, o zaman müslümanlarda ne at, ne de silah
olmadığı
için bu âyetler bütün geleceğe ait demek olacağından bu mânâ ve şümul
daha
açıktır. Bu şekilde burada sonradan peyderpey ortaya çıkacak böyle
ateşler
saçan silahlarla geleceğin harp güçlerine de işaret edilmiş olmakla
buna
göre yalnız atlara değil, harıl harıl süratle hücüm eden motorlu akın
vasıtalarının
da hepsini içine almış bulunur. Bu âyetlerde tamamen tercemesi mümkün
olmayan
kelimelerin özelliklerine ve cemiyetlerine dikkat edilir ve bunların
aralarında
peyderpey tertip ifade eden "fa"larla geldikleri de düşünülürse, bunlar
sadece bir seriyeye değil, her zamanın peyderpey gelişecek taarruz
araçlarına
işaret eden âyetler olduğu takdir olunabilir.
6- Nihayet
bir de yani işi başarmış:
İstediklerini
bulmuş, harp veya Hac her ne ise isteklerinde başarılı olmuş olanlar
diye
tefsir edilmiştir. Zira ihtiyacını bitirmiş, işinde başarılı olmuş
kimseye
"o çakmağını çaktı" denilir ki, muradına erdi demektir. Bu şekilde
münciha
(maksadına eren) cemaatinin vasfı olup "muradına eren toplum" mânâsına
râcî olur. Yahut atların süvarilerinin vasfını açıklama olur. Bu mânâda
Cerir "Ezd kabilesini en iyi atlara sahip ve çakmağı çaktıklarında en
çok
murada ermiş kimseler bulduk." demiştir. Bir de derler ki: "Filan
çakmağı
çakınca yandırır, ihsan edince de kandırır?", yani tam suya doyurur
demektir.
Bu mânâlardan birincisi doğrudan doğruya hakikat, diğerleri mecaz olmak
hasebiyle en açık olan birincisidir. Ancak bugün silahların ateş
çakması
mânâsı da bir hakikat olduğu unutulmamak gerekir.
|
|
|
3. Sözlükte
akın etmek, yani süratle
gitmek
veya baskın yapmak, talan etmek mânâlarına; bir de "ğavra" yani engin
araziye
girmek mânâsına gelir ki, dilimizde de olduğu üzere akın, garet, en
fazla
baskın ve talan mânâsında bilinmektedir. Deveye yoranlar, hacıların
sabahleyin
Mina'ya süratle gelmeleri mânâsında anlamak istemişlerse de, düşmana
baskın
için akın eden süvariler olmak daha önce akla gelir. Bunun sabah vakti
yapılması da hem geceleyin düşmanın vakıf olamayacağı bir şekilde
tertibat
alarak hazırlanmak, hem de yaptığını, yapacağını iyi görüp bir
yanlışlığa
meydan vermemek üzere hücumu sabahleyin göz göre göre yapmak çoğunlukla
daha sağlam olması hasebiyle baskınlarda alışılmış bulunmasındandır.
Harp
tarihlerinde gece baskınlarının da yerine göre başarılı olduğu yok
değilse
de, tehlikesinin daha çok olduğu da inkar edilemez.
|
|
|
4. Derken o
dem, bir toz duman
savurmuşlardır.
Bu fiil cümlesi, önceki isim-i faillerin delalet ettikleri fiiller
üzerine
atfedilmiştir. Zira ism-i failler üzerindeki (elif-lâm)lar, ism-i
mevsul
olanlarından sılaları fiil mânâsındadırlar. Onun için mânânın özeti
"Harıl
harıl koşan atlar, ayaklarından ateş saçtılar, sabah baskını yaptılar,
tozu dumana kattılar." demektir. Ancak bunun burada sarih fiile
dönüştürülmesi
bir nükte ister ki, o da maksadın bu anda tahakkukuna işaret olmalıdır.
Tercih etme, başlama ve inceleme mânâlarına 'den olmak da mümkün ise de
severan ettirmek (üzerine atılmak), yani heyecanlandırıp savuşturmak
mânâsına
isare 'den olarak tefsir edilmiştir. Açık olan da budur. zamiri, sabah
vaktine racidir.
NAK'AN
lügatta toz ve birikmiş su ve
haykırmak
veya kayırtmak ve öldürmek mânâlarına gelir. Burada en çok gubar yani
toz
mânâsında tefsir edilmiştir ki, akın esnasında savrulan toz, duman
demektir.
Bu daha önce koşu esnasında savrulmuş ise de "îrâ" gündüz görülmeyip
gece
göründüğü gibi, bu da gece görülmeyip gündüz görünmüş olduğu için sabah
vakti zikredilmiştir. Bu şekilde önceki "kadh" (hızla çarpmak) ve "îrâ"
(çakmak çakma)nın da gece vakti olduğuna işaret olunmuştur. Bundan
başka
bu toz sonradan bozulur keşfine de işaret olabilir. Bununla beraber
"nak'an"
çeşitli mânâlarına göre hücum esnasındaki feryatlara, dökülen terlere
ve
kanlara da delalet ve işaretten uzak değildir.
|
|
|
5. Derken
onunla (yani o haykırış ile
yahut
o anda) bir topluluğu ortalamışlardır. Bir düşman toplumunu, ordusunu
tam
ortasından vurup içine dalarak, yahut çevirip ortaya alarak mağlup ve
perişan
etmişlerdir. |
|
|
6. Böyle
yapan kuvvetlere kasem olsun ki o
insan, birtakım fertleri itibarıyla insan cinsi, Rabbine karşı çok
nankördür.
Üzerindeki nimetinin hakkını tanımaz, şükrünü eda etmez. Yahut gördüğü
nimetlerini, ulaşmış olduğu feyizlerini hesaba almaz, ona karşı
görevini
yapmaz, unutur da hep uğradığı musibetleri ve müşkülleri anarak şikayet
ve itiraz eder durur. Kâfir, çıfıttır.
"KENÛD
kelimesi "anûd" vezninde "kefûr",
yani
nimetleri çok inkâr eden demektir. Çok kötüleyen ve küfreden inkarcı
mânâsına
da tefsir edilmiştir. Birşey bitirmeyen verimsiz araziye ve kocasının
haklarını
ve iyiliklerini inkar eden nankör karıya ve yemeğini misafirden
sakınarak
yalnızca yiyen cimriye ve kazanmışa ücretini vermeyen kötüye ve mutlaka
cimri ve pintiye ve inadına isyankar ve günahkara, kölesini, uşağını
çok
döğen kimseye "kenud" denilir. Burada çoğunlukla insan tabiatına ait
olmak
üzere çokları "nimeti inkar eden" demişlerdir. Zeccâc, kâfir demiş;
Hasan-ı
Basrî kötülükleri sayar, nimeti unutur paylayıcı demiş; İbnü Cerir, Ebu
Umame (r.a.)'den şöyle bir hadis de rivayet etmiştir: Demiş ki:
Resulullah
(s.a.v.): "Muhakkak insan Rabb'ine karşı çok nankördür." dedi. "Yani
öyle
nankör ki, yalnız başına yer, kölesini döğer ve vergisini vermez."
|
|
|
7. Ve
kendisi
de buna şahittir. Buradaki
zamirde
de iki vecih vardır: Taberi gibi bazıları "Rabbe" göndererek, "Allah
ona
şahittir, görüp duruyor", mânâsını vermişlerdir. Bu, kötülüklerden
vazgeçmeye
zorlamak için bir tehdit ve korkutma demek olur. Zamirin yakınına
atfedilmesinin
asıl olması kaidesine göre de bu vecih daha uygun gibi görünür. Fakat
kelâmın
konusu insan olmak ve bundan sonraki zamir de ona raci bulunmak
hasebiyle
bunun da insana atfı nazmın düzgünlüğüne daha uygundur. Onun için
çokları:
Hem o insan kendisi o nankörlüğüne şahittir, demek olmasını tercih
etmişlerdir.
Yani başkaca delil ve ispata ihtiyaç yoktur. İnsan öyle olduğuna
kendisi
şahitlik eder. Zira o nankörlük eseri onun üzerinde o kadar aşikardır
ki
kendi hallerini kalp gözü (basiret) ile inceler ve kölesine, uşağına ve
idaresi altında olanlara karşı muamelesini bir düşünürse, kendinin
Rabbine
çok nankörlük etmekte bulunduğunu inkâr edemez, kendi vicdanında ikrar
eder. Yahut dünyada etmezse biraz sonra açıklanacağı üzere ahirette
kendi
aleyhine şahitlik edip, günahlarını itiraf edecektir. Bu mânâda "vâv"
atıfa
olduğundan bu da kasemin ikinci cevabı demektir.
|
|
|
8. Üçüncü; Ve
gerçekte o insan, dünya
malını
çok sevdiği için pek katıdır. "Hayır", Kur'ân'ın "Eğer bir hayır
bırakacaksa."
(Bakara, 2/180) gibi birçok âyetlerinde mal mânâsına ve özellikle çok
mal,
servet mânâsına geldiği gibi, burada da genellikle "mal" diye tefsir
edilmiştir.
Mala, "hayır" denilmesinin sebebi insan yaratılışının ona meyledici
olmasından,
dünya menfaati bulunmasından dolayı çoğu insanların onu mutlaka hayır
gibi
zannetmeleridir ki, burada o zannetme kötülenmiştir. "Şedid" de cimri
veya
güçlü mânâsına olmak üzere iki vecih ile açıklanmıştır. Yani mal ve
serveti
mutlaka "hayır" sanarak sevdiği için cimridir, sıkıdır. Allah için o
malın
hakkını vermek, hayıra sarfetmek, genel menfaatlara hizmet etmek
istemez,
kıskanır. Yahut malı ve dünya menfaatini sevmekte çok kuvvetlidir. Onu
kazanmak, eline geçirip toplamak hususunda güçlüdür, hırslıdır. Fakat
onun
hakkını, şükrünü ödemeye, Allah için kulluk etmeye gelince zayıflığını
ileri sürerek on para vermek istemez, kaçınır da kaçınır, nankörlük
eder.
Rivayetler bu iki mânâ üzerindedir. Bununla beraber "hayır", bilinen
mânâsında,
"şedid" de sıkıntılı olup sıkılmak mânâsına şiddetten olmak üzere
"Keşşaf"
üçüncü bir mânâ daha söylemiştir ki daha açık görünür. Şöyle ki: O
insan
hayrâta, hayır işlere sevgi beslemez, geniş olmaz, sıkıntılı olur, canı
sıkılır, mal ve bedene ait bir teklif yapılınca hoşlanmaz, zoruna
gider,
sertleşir, sertleşir ama |
|
|
9. Ya sonra
"bilmeyecek mi?". Sonucu
hatırlatmak
suretiyle korkutmak ve tehdittir. Yani öyle servet hırsı, dünya
menfaati
sevdasıyla cimrilik, pintilik, nankörlük yapmakla ne fena hareket
etmiş,
kendi gerçek menfaatinin nasıl tersine gitmiş olduğuna bugün şahitlik
etmiyorsa
sonra da anlamayacak, itiraf etmeyecek, onun azaplarını çekmeyecek mi
sanıyor?
O zelzele, o kıyamet günü yerin ağırlıklarını çıkardığı ve kabirlerde
gömülenler
deşilip fırlatıldığı (İnfitar Sûresi'nde "Kabirlerin içi dışına
getirildiği
zaman." İnfitar, 82/4. âyetin tefsirine bkz.),
|
|
|
10. Ve o
sinelerdekiler toplandığı,
neticesi
alındığı zaman. Yani gönüllerde saklanan bütün gizli sırlar, niyetler,
gayeler, olgun ürün gibi derilip toplanıp bütün neticesiyle meydana
konduğu
zaman muhakkak o nankör insanlar dünyada neler ettiklerini
anlayacaklar.
|
|
|
11.
Çünkü o
gün, o Rabbleri onlardan, o
nimetlerine
karşı nankörlük ettikleri âlemlerin Rabbi, o insanlara onların bütün
varlıklarıyla,
bütün yaptıklarından elbette haberdardır. Hiçbir zerresinden gafil
değil,
içlerini, dışlarını, hepsini bilir, önce de bilir, sonra da bilir.
Fakat
o gün hepsini kendilerine bildirecektir. Onlar unuttuysalar da o bilir.
"Allah, onların yaptıklarını sayıp tesbit etmiştir, onlar ise bunu
unutmuşlardı."
(Mücadele, 58/6) O hakları ödenmeyen malları, servetleri, o hırsla
biriktirilerek
gömülen hazineleri, defineleri o gün çıkaracak. "O gün cehennem
ateşinde
bunların üzeri kızdırılır, bunlarla onların alınları, yanları ve
sırtları
dağlanır: "İşte kendiniz için yığdıklarınız" (denir)." (Tevbe, 9/35)
âyeti
delaletince cehennem ateşinde kızdırılarak onlarla alınları, yanları,
belleri
dağlanacaktır. Bunun dünyada başlıca bir misali, bu sûrenin başındaki
kasemlerle
haber verildiği üzere ateşler çakarak, gelip toplulukları perişan eden
harp akınları altında kalanların halleridir. Bu münasebetle burada
Enfal
Sûresi'nde geçen "O düşmanlara karşı gücümüz yettiği kadar kuvvet ve
cihat
için bağlanıp beslenen atlar (savaş araçları) hazırlayın. Bununla
Allah'ın
düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz,
Allah'ın
bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz." (Enfal, 8/60) mefhumu üzere
Allah yolunda kuvvet hazırlamak için seve seve mal sarfederek hayra
çalışmak
ve ferdî servet hırsıyla cimrilik ve nankörlük etmemek gereği
hatırlatılmış
ve aynı zamanda dünya istilalarında ölümle kurtulmak mümkün olduğu
halde,
kabirdekilerin deşildiği ve sinelerdekilerin derildiği ve zerresine
varıncaya
kadar hayır ve şer amellerin cezası görüleceği gün yönelecek olan ebedî
azaptan kurtulmak mümkün olmayacağı anlatılarak insanlar Allah için
hayır
yapmaya sevkolunmuştur. Râzî der ki: Burada ögüt hissesi şudur: Ey
insan,
sen dünya menfaati hırsıyla hak ve hayra karşı gelmek için sinende
türlü
hisler besler, faydasız şeylere hazırlanır, kabirler bina eder, tabut
satın
alır, kefen dokur biçersin. Bunların ise hepsi kurtların hissesidir.
Hani
Rabbin, Rahmân'ın hissesi nerede? Bir kadın bile hamile olduğu zaman
çocuğuna
giyecek hazırlar, ona senin çocuğun yok bu hazırlık nedir? denilecek
olsa
yarın karnımdaki deşilip çıkacak değil mi? der, Rabbine de sana; bu
yerin
karnındakilerin hepsi deşilecek değil mi? Hani hazırlık?" diyor.
Bunun üzerine
o kabirdekiler deşilip o,
sinedekiler
derilirken hepsinden haberdar olan Rabb'in huzurunda neticenin ne
olacağı
anlatılmak üzere de bunu aşağıda gelecek Kâria Sûresi takip edecektir.
|
|
|