Selefilik
Selef-i salihîn ve Selefîlik

Sual: Selefîlik veya Selefiyye mezhebinin Selef-i salihînle bir ilgisi var mıdır?

CEVAP

Hayır, hiçbir ilgisi yoktur. Selefîlik, Vehhabiliğin kamufle ismidir. (Sözünde sağlamdır) ile (Sözde sağlamdır) ifadeleri birbirine benzese de mânaları çok farklıdır. Önceki (Hep doğru söyler) demek, sonraki ise, (Doğru sözlü değildir, yani sahtekârdır, yalancıdır) demektir. (Sözünde doğrudur) ve (Sözde doğrudur) ifadeleri de böyledir. (Birine boyun bükmek) ile (Birinin boynunu bükmek) ifadeleri birbirinden farklı olduğu gibi Selef-i salihînle, Selefîler ifadeleri de böyle farklıdır. Selef-i salihin, Ehl-i sünnet’tir. Selefiyye’nin ise küfre giren görüşleri vardır.

Eshab-ı kirama ve Tâbiînle Tebe-i tâbiîn zamanındaki müctehid âlimlere, (Selef-i salihîn) denir. Bunların itikadı, (Ehl-i sünnet vel cemaat) itikadıdır. Bu itikattan başka doğru itikat yoktur. İmam-ı Eş’arî ve İmam-ı Matüridî Ehl-i sünnet’in iki imamıdır. Nasıl İmam-ı a'zamla İmam-ı Ebu Yusuf’un ictihadlarında farklılıklar varsa, bu iki zatın ictihadlarında da farklılıklar vardır. Bu farklılıklardan dolayı farklı mezhepleri varmış gibi göstermek çok yanlış olur. Kitaplarda, (İmam-ı Ebu Yusuf'un mezhebi böyledir) ifadeleri geçer. (Bu, onun ictihadı böyledir) demektir. (İmam-ı Matüridî’nin mezhebi böyledir) demek de, (Onun ictihadı böyledir) demektir. İkisi Ehl-i sünnet’ten farklı değildir. İmam-ı Eş’arî amelde Şâfiî, imam-ı Matüridî de Hanefî mezhebindeydi. Farklı ictihadları bundan da kaynaklanmaktadır.

Ehl-i sünnet âlimlerin bildirdiği dört hak mezhep vardır. Şimdi zındıkların uydurduğu, (Muhammed’in mezhebi), (Peygamber mezhebi), (Selefiyye mezhebi) gibi mezheplerin Peygamber efendimizle, Selef-i salihinle hiç alakası yoktur, Ehl-i sünnet’e aykırı sapık yollardır. İsimlerinde Peygamber, Selef gibi güzel kelimelerin olması, o yolların doğru olduğunu göstermez. Bektaşîlik, Hacı Bektaşî hazretlerinin yolundan ayrı olduğu gibi, Selefiyye de, Selef-i salihinin yolundan ayrıdır, insanları aldatmak için böyle bir isim konmuştur. İsimlere aldanmamalıdır.

Selefin mezhebi

Sual: Selef-i salihinin mezhebinin Ehl-i sünnet vel cemaat olduğu, selefiye diye bir mezhebin olmadığı kitaplarda yazılıdır; ama Eş’ari ve Matüridi ne oluyor? Ehl-i sünnet vel cemaat ne demektir?

CEVAP

Sünnet, bilindiği gibi Resulullahın bildirdiği yoldur. Cemaatten kasıt da Eshab-ı kiramdır. Sünnet ve cemaat ehli [Ehl-i sünnet vel cemaat] demek, Resulullahın ve Eshab-ı kiramın gittikleri, itikattaki tek yol demektir. Yani Eshab-ı kiramdan bugüne kadar, tek kurtuluş fırkası Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasıdır.

Ehl-i sünnet vel cemaat itikadı kitaplara geçmemişti, Ehl-i sünnetin iki imamı olan İmam-ı Eş’ari ve İmam-ı Matüridi, Ehl-i sünnet itikadını sistemleştirip kitaplara geçirdi. Ameldeki mezheplerin nasıl imamları varsa, mesela Hanefi mezhebinde, imam-ı Ebu Yusuf, imam-ı Muhammed gibi müctehidler varsa, bu iki zat da itikat imamlarıdır. Her müctehidin farklı ictihadı olur, bu da rahmettir.

Selefiyecilik nedir

Sual: Selefiyecilik nedir? Selefiye mezhebi diye bir mezhep var mı?

CEVAP

Selefiyecilik, vehhabiliğin kamufle edilmiş adıdır. Vehhabiler, bu isim altında kendilerini gizliyorlar. Hatta kendilerine hakiki ehl-i sünnet anlamında Ehl-i sünneti hassa diyorlar.

Selef, önceki demektir. Istılahta Sahabe ve Tabiine Selef veya selef-i salihin denir. Selef-i salihinin yolunda bulunan Müslümanlara (Ehl-i sünnet) denir. Ehl-i sünnet olmayıp, Ehl-i sünnet âlimlerinin nasslarda açık bildirilmemiş olan ahkamdaki ictihadlarını beğenmeyen ve bu manası açıkça anlaşılamayan nassları yanlış tevil ederek, anladıklarını Selef-i salihinin yolu olarak savunanlara Selefiye denir. Selefin mezhebi vardır, selefiye mezhebi diye bir şey yoktur. Selefin mezhebi ise ehl-i sünnet vel cemaattir.

Ehl-i sünnet itikadından ayrılan bazı din adamları Selefiye adını verdikleri sapık bir yol tutmuşlardır.

Bunun itikatta mezhep olduğunu söyleyip, kitaplarında yazmışlardır. Halbuki İslamiyet’te Selefiye mezhebi diye bir şey yoktur. Ehl-i sünnet âlimleri böyle bir şey bildirmemişler ve kitaplarında asla yazmamışlardır.

İslamiyet’te Selef-i salihin mezhebi, yani Ehl-i sünnet mezhebi vardır. Selef-i salihin; hadis-i şerif ile methedilen, övülen ilk iki asrın Müslümanlarıdır. Yani Selef-i salihin, Eshab-ı kiram ve Tabiine verilen isimdir. Bu şerefli insanların itikadına Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebi denir. Bu mezhep, iman, inanç mezhebidir. Eshab-ı kiramın ve Tabiin-i i'zamın imanları hep aynı idi, inançları arasında hiçbir fark yoktu.

İmam-ı Gazali hazretleri İlcam-ül-avam kitabında; "Bu kitapta itikat fırkalarından Selef mezhebinin hak olduğunu bildireceğim. Bu mezhepten ayrılanların bid’at sahibi olduklarını anlatacağım. Selef mezhebi demek, Eshabın ve Tabiinin itikatları demektir..." buyurarak Selef mezhebi demenin, Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebi demek olduğunu açıkça bildirmiştir.

Mısır'daki Ezher Üniversitesinden mezun üstad ibni Halife Alivi Akıdet-üs-selefi vel-halef adlı kitabında şöyle yazmıştır:
 
"Ebu Zehra Tarih-ül-mezahib-ül islamiyye kitabında yazdığı gibi, hicretin dördüncü asrında, Hanbeli mezhebinden ayrılan bazı kimseler, kendilerine Selefiyin ismini verdiler. Hanbeli mezhebi âlimlerinden Ebu'l-Ferec ibni Cevzi ve diğer âlimler bu selefilerin, Selef-i salihinin yolunda olmadıklarını, bid’at ehli, mücessime fırkasından olduklarını bildirerek, bu fitnenin yayılmasını önlediler. Daha sonra yedinci asırda, ibni Teymiye el-Harrani bu fitneyi tekrar alevlendirdi. Kendilerine Selefiye ismini takanlar, ibni Teymiye’yi kendilerine imam bildiler.”

İbni Teymiye, Hanbeli mezhebinde olarak yetişti. Yani Ehl-i sünnet idi. Fakat sonradan kendi aklına uyarak, sapık görüşler ortaya attı. Ehl-i sünnet itikadından ve dolayısı ile Hanbeli mezhebinden ayrılıp uzaklaştı.

Kendi başına ayrı bir yol tutup, tuttuğu bu sapık yolda sürüklenip gitti. Kendine tâbi olanları da saptırdı. Ona tâbi olanlar onun bu yoluna selefiye dediler. Bu hususu derinlemesine araştırıp, incelememiş ve kaynakları iyi anlayamamış olan bazıları Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarındaki "Selef” ve "Selef-i salihin" ifadelerini değiştirerek, Selefiye şeklinde nakletmişler ve yazmışlardır. İtikatta Selefiye diye bir mezhep yoktur. Peygamber efendimizin hadis-i şerifte fırka-i naciyye, kurtuluş fırkası olarak bildirdiği tek bir itikad mezhebi vardır. O da Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebidir, imam-ı Matüridi ve imam-ı Eşari bu mezhepte iki itikad imamıdır ve bu mezhebi yaymışlardır.

İmam-ı Matüridi ve imam-ı Eşari hazretleri ayrı bir mezhep kurmamışlar, Eshab-ı kiramın, Tabiinin, dört mezhep imamının ve sonra Ehl-i sünnet âlimlerinin nakil ve tevatür yolu ile bildirdikleri iman ve itikad bilgilerini açıklamışlar, anlaşılmasını kolaylaştırmak için kısımlara bölmüşler ve herkesin anlayabileceği şekilde yaymışlardır. Bunlardan imam-ı Eşari, imam-ı Şafi hazretlerinin talebe zincirinde bulunmaktadır. İmam-ı Matüridi ise imam-ı a’zam hazretlerinin talebe zincirindedir.

Ehl-i sünnet itikadının açıklamasında bu iki imam meşhur olmuş, yaşadıkları zamanlarda itikatta doğru yoldan ayrılmış sapıkların ve yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmış maddecilerin bozuk düşüncelerine karşı Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadını izah etmekte, bazı bakımlardan farklı usuller takip etmişlerdir. Daha sonraki asırlarda gelen Ehl-i sünnet âlimleri, bu iki imamın koyduğu usullere uyarak, Ehl-i sünnet itikadını nakletmişlerdir.

Ehl-i sünnetin reisi ise imam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleridir. İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri, fıkıh bilgilerini toplayarak, kısımlara, kollara ayırdığı ve usuller, metotlar koyduğu gibi, Resulullahın ve Eshab-ı kiramın bildirdiği itikat, iman bilgilerini de topladı ve yüzlerce talebesine bildirdi. Talebesinden, ilm-i kelam, yani iman bilgileri mütehassısları yetişti. Bunlardan imam-ı a’zamın talebesi olan imam-ı Muhammed Şeybani'nin yetiştirdiklerinden, Ebu Bekri Cürcani dünyaca meşhur oldu. Bunun talebesinden de, Ebu Nasır-ı Iyad, kelam ilminde, Ebu Mensur-i Matüridi'yi yetiştirdi. Ebu Mensur, imam-ı a’zamdan gelen kelam bilgilerini kitaplara yazdı. Doğru yoldan sapmış olanlarla mücadele ederek, Ehl-i sünnet itikadını kuvvetlendirdi ve her tarafa yaydı.

İmam-ı Eşari de, imam-ı Şafii'nin talebesi zincirinde bulunmaktadır. Bu iki büyük imam, Eshab-ı kiram, Tabiin ve Tebe-i tabiinin bildirdiği itikad ve iman bilgilerini açıklamışlar, kısımlara bölmüşler, herkesin anlayabileceği bir şekilde yaymışlardır. İmam-ı Eşari ve imam-ı Matüridi hazretleri, hocalarının müşterek mezhebi olan Ehl-i sünnet vel-cemaattan dışarı çıkmamışlar, ayrı bir mezhep kurmamışlardır.

Taşköprüzade şöyle yazmıştır:

"Ehl-i sünnet vel cemaatın kelam ilmindeki reisleri iki zattır. Bunlardan birisi Hanefi, diğeri Şafii'dir. Hanefi olanı, Ebu Mensur Matüridi, Şafii olanı ise Ebu'l Hasen el-Eşari'dir."

Bazı kitaplarda, Eşariyye mezhebi, Matüridiyye mezhebi diye yazılı ise de, burada mezhep, ictihad anlamındadır. Nitekim, fıkıh kitaplarında, (İmam-ı Ebu Yusuf’un mezhebi böyledir) ifadeleri de geçer. Bu, ayrı mezhebi olduğu için değil, ictihadının farklı olduğunu göstermek içindir. Her ikisi de Ehl-i sünnet itikadını anlatmıştır. Aralarında ictihad farkları vardır. Bu ayrılıklar temelde ayrılık olmadığı için, ikisi de Ehl-i sünnettir.

Zebidi de şöyle demiştir:

"Ehl-i sünnet vel-cemaat ismi geçince, Eşariler ve Matüridiler kastedilir."

İmanda, itikatta tek mezhep vardır

Bu iki imamın ve hocalarının, amelde dört hak mezhep imamlarının ve onlara tâbi olanların; imanda, itikatta tek bir mezhebi vardır. Bu mezhep Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebidir. Çünkü İslamiyet, bütün insanlara yalnız bir tek imanı ve itikadı emretmektedir. Bu imanın esaslarını ve nasıl itikat edileceğini, bizzat Peygamber efendimiz tebliğ etmiştir. İnsanlara, kendilerini ve her şeyi yaratan Allahü teâlâyı haber veren Peygamberimiz, Allahü teâlâya, Onun yarattıklarına ve Onun emir ve yasaklarına imanın nasıl olacağını da bildirmiştir. Muhammed aleyhisselama ve Onun bildirdiklerine, temiz, dürüst ve hakiki bir iman, ancak Onun bildirdiğine tam ve hiç şüphesiz kabul edip inanmakla mümkün olur. Bu hususta çok az, kıl kadar da olsa bir ayrılığın, Ondan ayrılmak olacağı meydandadır. Böyle bir ayrılığa düşenlerin kendilerini haklı çıkarmak için öne sürecekleri dini, siyasi, beşeri, içtimai, fenni v.s. gibi sebeplerin hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü İslamiyet her ne suret ve sebeple olursa olsun, imanda ve itikatta ayrılığa asla izin vermemekte, yasaklamaktadır.

Eshab-ı kiramın iman ve itikatta hiçbir ayrılıkları olmadı. Eshabdan olmayanlar ve daha sonraki asırlarda gelenler arasında ise zamanla imanda, itikatta bazı ayrılıklar ortaya çıkarıldı ve bid’at fırkalarının sayısı 72’ye ulaştı.

İslam tarihinde görülen 72 sapık fırkanın ortak vasfı; siyasi ve dünyevi menfaat ve saiklerle ortaya çıkmış olmalarına rağmen, hemen hepsi Kur’an-ı kerimdeki muhkem ve bilhassa müteşabih âyet-i kerimeleri kendi akıllarına göre tefsir yoluna gitmişler, böylece felsefe yaparak ve bu âyetleri, iddiaları istikametinde tevil ederek kendilerine Kur’an-ı kerimden deliller bulduklarını ileri sürmüşlerdir.

Mesela, Kur’an-ı kerimde geçen, Allah’ın eli, yüzü vb. sıfatlarını gösteren ifadeleri, kendi düşüncelerine ve konuşma dilindeki manalarıyla kabul ederek, Allahü teâlâyı zatı ve sıfatlarıyla tecsim eden, yani cisim ve insan şeklinde düşünen bu sapık fırkalar, Kur’an-ı kerimin doğru manası olan murad-ı ilahiyi anlayamamışlar, doğrusunu anlatan Ehl-i sünnet âlimlerinin açıklamalarını kabul etmedikleri gibi, ayrıca onlara fikren ve fiilen saldırmışlardır.

İslamiyet’te (Selefiye mezhebi) diye bir şey yoktur

Selef-i salihinin yolunda bulunan Müslümanlara (Ehl-i sünnet) denir. Ehl-i sünnet olmayıp, Ehl-i sünnet âlimlerinin nasslarda açık bildirilmemiş olan ahkamdaki ictihadlarını beğenmeyen ve bu manası açıkça anlaşılamayan nassları yanlış tevil ederek, anladıklarını Selef-i salihinin yolu olarak savunan sapıklara Selefiye denir. Bu bid’ati ortaya çıkaranların en meşhuru İbni Teymiye ve vehhabilerdir. Bunlar kendilerinin Eshab-ı kiram yolunda olduğunu savunuyor, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden yanlış ve bozuk manalar çıkararak, Ehl-i sünnet olan hakiki Müslümanları kötülüyorlar.

Hemen söyleyelim ki, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında, Selefiye denilen bir isim ve Selefiye Mezhebi diye bir yazı yoktur. Bu isimler mezhepsizler tarafından sonradan uydurulmuş ve cahil din adamları tarafından, mezhepsizlerin kitapları Arabiden Türkçeye tercüme edilirken, Türkler arasında da yayılmaya başlamıştır.
Bunlara göre:
(Eşari ve Matüridi mezhepleri kurulmadan evvel bütün Sünnilerin tâbi oldukları mezhebe Selefiye adı verilmektedir. Bunlar Sahabe ve Tabiinin izinde yürümüşlerdir. Selefiye mezhebi Eshabın, Tabiinin ve Tebe-i tabiinin mezhebidir. Dört büyük imam bu mezhebe mensup idi. Selefiye mezhebini müdafaa için ilk eser, (Fıkh-ul-ekber) ismi ile imam-ı a’zam tarafından yazılmıştır. İmam-ı Gazali, (İlcam-ül avam-anil kelam) eserinde Selefiye mezhebinin esaslarını yedi olarak bildirmektedir. İmam-ı Gazalinin zuhuru ile müteahhirinin ilm-i kelamı başlar. İmam-ı Gazali, önce gelen kelamcıların mezheplerini ve İslam filozoflarının fikirlerini tetkik ettikten sonra, kelam ilminin metotlarında değişiklikler yaptı. Felsefi düşünceleri, red maksadıyla kelama soktu. Razi ve Amidi, kelam ile felsefeyi mecz ederek bir ilim haline koydular. Beydavi ise, kelam ile felsefeyi birbirinden ayrılmaz hâle koydu. Müteahhirinin ilm-i kelamı Selefiye mezhebinin yayılmasına mani oldu. İbni Teymiye ve talebesi İbn-ül-Kayyım-il-cevziyye, Selefiye mezhebini ihyaya çalıştılar. Selefiye mezhebi sonradan ikiye ayrılmıştır: Eski Selefiler, Allah’ın sıfatları ve müteşabih nassları hakkında tafsilata girmemişlerdir. Sonraki Selefiler bunlar hakkında tafsil cihetine ehemmiyet vermişlerdir. İbni Teymiye ve ibni Kayyım Cevziyye gibi sonraki Selefilerde bu hâl açık olarak görülmektedir. Eski ve yeni Selefilerin hepsine birden (Ehl-i sünneti hassa) denir. Ehl-i sünnet kelamcıları bazı nassları tevil etmişlerse de, Selefiye buna muhaliftir. Selefiye, Allah’ın yüzü ve gelmesi, insanların yüzüne ve gelmesine benzemez diyerek müşebbiheden ayrılmıştır) diyorlar.

CEVAP
Eşari
ve Matüridi mezhepleri sonradan kurulmuş demek doğru değildir. Bu iki büyük imam, Selef-i salihinin bildirdikleri itikad, iman bilgilerini açıklamışlar, kısımlara bölmüşler, herkesin anlayabileceği bir şekilde yaymışlardır. İmam-ı Eşari, imam-ı Şafii’nin talebesi zincirinde bulunmaktadır. İmam-ı Matüridi de, imam-ı a’zam Ebu Hanife’nin talebeleri zincirinin büyük bir halkasıdır.

İmam-ı Eşari ve imam-ı Matüridi, hocalarının itikattaki müşterek olan mezheplerinden dışarı çıkmamış, mezhep kurmamıştır. Bu ikisinin ve hocalarının ve dört mezhep imamının tek bir itikadı vardır. Bu da Ehl-i sünnet vel cemaat ismi ile meşhur olan itikat mezhebidir. Bu fırkada bulunanların itikatları, inanışları, Eshab-ı kiramın ve Tabiinin ve Tebe-i tabiinin inanışlarıdır. İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretlerinin yazdığı, Fıkh-ul-ekber kitabı, Ehl-i sünnet mezhebini müdafaa etmektedir. Bu kitapta ve imam-ı Gazali hazretlerinin, İlcam-ül-avam-anil-kelam kitabında Selefiye kelimesi yoktur. Bu iki kitap ve Fıkh-ul-ekber kitabının şerhleri arasında Kavl-ül-fasl kitabı, Ehl-i sünnet fırkasını bildirmekte ve bid’at fırkaları ile felsefecilere cevaplar vermektedir.

İmam-ı Gazali hazretleri, İlcam-ül-avam kitabında, (Bu kitapta itikattaki fırkalardan, Selef mezhebinin hak olduğunu, bildireceğim. Bu mezhepten ayrılanların bid’at sahibi olduklarını anlatacağım. Selef mezhebi demek, Eshabın ve Tabiinin itikatları demektir. Bu mezhebin esasları yedidir) diyor. Görülüyor ki, İlcam kitabı, Selef mezhebinin yedi esasını yazmaktadır. Buna Selefiyenin yedi esası demek, kitabın yazısını değiştirmek ve imam-ı Gazali hazretlerine iftira etmek olmaktadır.

Ehl-i sünnet kitaplarının hepsinde, mesela, çok kıymetli fıkıh kitabı olan, Dürr-ül-muhtar’ın şahidlik kısmında, Selef ve Halef dedikten sonra; (Selef, Eshab-ı kiramın ve Tabiinin ismidir. Bunlara (Selef-i salihin) de denir. Halef de, Selef-i salihinden sonra gelen Ehl-i sünnet âlimlerine denir) yazılıdır.

İmam-ı Gazali ve imam-ı Razi ve tefsir âlimlerinin baş tacı olan imam-ı Beydavi hazretleri, hep Selef-i salihin mezhebinde idiler. Bunların zamanında türeyen bid’at fırkaları, ilmi kelama felsefeyi karıştırdılar. Hatta imanlarının esasını felsefe üzerine kurdular. Milel ve Nihal kitabında bu bozuk fırkaların inançları geniş anlatılmaktadır.

Bu üç imam, bu bozuk fırkalara karşı Ehl-i sünnet itikadını müdafaa ederken ve onların sapık fikirlerini çürütürken, onların felsefelerine de geniş cevaplar verdiler. Bu cevapları, Ehl-i sünnet mezhebine felsefeyi karıştırmak değildir. Bilakis kelam ilmini, kendisine karıştırılan felsefi düşüncelerden temizlemektir. Beydavi’de ve bunun şerhlerinin en kıymetlisi olan Şeyhzade tefsirinde hiçbir felsefi düşünce, hiçbir felsefi metot yoktur. Bu yüce imamlara felsefe yolunda idiler demek, çok çirkin iftiradır.

Ehl-i sünnet âlimlerine bu iftirayı ilk olarak, İbni Teymiye, Vasıta kitabında yazmıştır. İbni Teymiye’nin ve talebesi İbn-ül-Kayyım-ıl-cevziyye’nin Selefiye mezhebini ihyaya çalıştıklarını söylemek ise, hak yolda olanlar ile bâtıl yola sapmış olanların ayrıldığı mühim bir noktadır. Bu iki şahıstan evvel Selefiye mezhebi, hatta Selefiye kelimesi yok idi ki, bu ikisinin ihyaya çalıştığı söylenilebilsin. Bu ikisinden evvel yalnız ve tek hak itikat olarak (Ehl-i sünnet vel-cemaat) ismi verilmiş olan Selef-i salihinin mezhebi vardı. İbni Teymiye, bu hak mezhebi bozmuş, birçok bid’atler meydana çıkarmıştır. Şimdi mezhepsizlerin, dinde reformcuların, kitaplarının, sözlerinin, yanlış düşüncelerinin kaynağı, hep İbni Teymiye’nin bid’atleridir.

Bunlar, kendilerinin hak yolda olduklarına gençleri inandırmak için, korkunç bir hile ortaya çıkardılar. İbni Teymiye’nin bid’atlerini, yanlış fikirlerini haklı göstererek, gençleri onun yoluna sürüklemek için, Selef-i salihine Selefiye ismini verdiler. Selef-i salihinin halefleri olan İslam âlimlerine felsefe ve bid’at lekelerini bulaştırdılar. Bunları, Selefiye dedikleri uydurma isimden ayrılmakla suçladılar. İbni Teymiye’yi Selefiyeyi yeniden canlandıran bir kahraman, bir müctehid olarak ortaya koydular. Halbuki, Selef-i salihinin halefleri olan Ehl-i sünnet âlimleri, zamanımıza kadar, hatta bugün bile, yazdıkları kitaplarında Selef-i salihinin mezhebi olan (Ehl-i sünnet) itikat bilgilerini savunmuşlar, ibni Teymiye’nin, Şevkani’nin ve benzerlerinin Selef-i salihinin yolundan ayrıldıklarını ve Müslümanları felakete ve Cehenneme sürüklediklerini bildirmişlerdir. Et-tevessül-ü-bin-Nebi ve bis-Salihin ve Ulema-ül-müslimin vel-muhalifun ve Şifa-üs-sikam ile bunun ön sözü olan Tathirul-füad min-denisil-itikad kitaplarını okuyanlar, yeni Selefiye denilen bu inanışları ortaya çıkaranların, Müslümanları felakete götürdüklerini ve İslam dinini içeriden yıkmakta olduklarını çok iyi anlar.

Son günlerde, bazı ağızlardan Selefiye ismi işitilmeye başlandı. Her Müslüman şunu iyi bilmelidir ki, İslamiyet’te Selefiye mezhebi diye bir şey yoktur. İslamiyet’te yalnız Selef-i salihin mezhebi vardır. Selef-i salihin, hadis-i şerif ile meth ve sena buyurulmuş olan, ilk iki asrın Müslümanlarıdır. Üçüncü ve dördüncü asırlarda gelen İslam âlimlerine Halef-i sadıkin denir. Bu şerefli insanların itikadına, Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebi denir. Bu mezhep, iman, inanış mezhebidir. Selef-i salihinin, yani Eshab-ı kiram ile Tabiin-i izamın imanları hep aynı idi. İnanışları arasında hiç fark yoktu. Şimdi yer yüzünde bulunan Müslümanların çoğu, Ehl-i sünnet mezhebindedirler. Yetmişiki sapık bid’at fırkalarının hepsi ikinci asırdan sonra ortaya çıktı. Bunların bir kısmının kurucuları daha önceden yaşamış iseler de, kitaplarının yazılması ve toplu olarak ortaya çıkmaları ve Ehl-i sünnete karşı baş kaldırmaları Tabiin-i izamdan sonra oldu.

Ehl-i sünnet itikadını ortaya koyan Resulullahtır
Ehl-i sünnet itikadını ortaya koyan Resulullahtır. İman bilgilerini Eshab-ı kiram bu kaynaktan aldılar. Tabiin-i izam da bu bilgilerini, Eshab-ı kiramdan öğrendiler. Daha sonra gelenler, bunlardan öğrendiler. Böylece, Ehl-i sünnet bilgileri bizlere nakil ve tevatür yoluyla geldi. Bu bilgiler akıl ile bulunamaz. Akıl bunları değiştiremez. Akıl, bunları anlamaya yardımcı olur. Yani, bunları anlamak, doğruluklarını, kıymetlerini kavramak için akıl lazımdır.

Hadis âlimlerinin hepsi, Ehl-i sünnet itikadında idiler. Amelde dört mezhebin imamları da bu mezhepte idi. İtikatta mezhebimizin iki imamı olan Matüridi ve Eşari de Ehl-i sünnet mezhebinde idi. Bu her iki imam, hep bu mezhebi yaydılar. Sapıklara karşı ve eski yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmış olan maddecilere karşı bu tek mezhebi savundular. Bu iki büyük Ehl-i sünnet âliminin zamanları aynı ise de, bulundukları yerler birbirinden ayrı ve karşılarındaki saldırganların düşünüş ve davranışları başka olduğundan, savunma metotları ve tenkitleri birbirinden farklı olmuş ise de, bu hâl, yollarının ayrı olduğunu göstermez. Bunlardan sonra gelen yüzbinlerle derin âlim ve veliler, bu iki yüce imamın kitaplarını inceleyerek ikisinin de, Ehl-i sünnet mezhebinde olduklarını söz birliği ile bildirmişlerdir.

Ehl-i sünnet âlimleri, manaları açık olan nassları, zahirleri üzere almışlardır. Yani, böyle âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere açık olan manaları vermişler, zaruret olmadıkça böyle nassları (tevil) etmemişler, bu manaları değiştirmemişlerdir. Kendi bilgileri ve görüşleri ile bir değişiklik hiç yapmamışlardır. Sapık fırkalardan olanlar ve mezhepsizler ise, yunan felsefecilerinden ve din düşmanı olan fen taklitçilerinden işittiklerine uyarak, iman bilgilerinde ve ibadetlerde değişiklik yapmaktan çekinmemişlerdir.

İmanda parçalanmak, fırkalara ayrılmak yasaktır
İmanda parçalanma, gruplara ayrılmak kötüdür, asla caiz değildir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Hidayeti [kurtuluş yolunu] öğrendikten sonra, Peygambere uymayıp, müminlerin yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleriz ve çok fena olan Cehenneme atarız.) [Nisa 115]

(Hepiniz Allah’ın ipine
sımsıkı sarılınız. [İmanda] Fırkalara bölünmeyiniz.) [Al-i İmran 103]

Peygamber efendimiz de, Müslümanlar arasında imanda ve itikatta ayrılıkların felaket olduğunu bildirerek, meşhur olan bir hadis-i şerifinde, (Yahudiler, 71 fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan 70’i Cehenneme gidip, ancak bir fırkası kurtuldu. Hıristiyanlar da, 72 fırkaya ayrıldı. 71’i Cehenneme gitti. Benim ümmetim de 73 fırkaya ayrılır. Bunlardan 72’si Cehenneme gider, yalnız bir fırka kurtulur) buyurdu. Eshab-ı kiram, bu bir fırkanın kimler olduğunu sorduğunda; (Cehennemden kurtulan fırka, benim ve Eshabımın gittiği yolda gidenlerdir) buyurdu. (Tirmizi, İbni Mace)

İbni Teymiye’nin sapık fikirleri vehhabilere kaynak oldu

Mezhepsizler kendilerine, Selefiye ismini takmışlar. İbni Teymiye, Selefilerin büyük imamıdır diyorlar. Bu sözleri bir bakımdan doğrudur. Çünkü, ibni Teymiye’den önce (Selefi) ismi yoktu. Selef-i salihin vardı. Bunların itikatları da Ehl-i sünnet mezhebi idi. İbni Teymiye’nin sapık fikirleri vehhabilere ve diğer mezhepsizlere kaynak oldu. İbni Teymiye Hanbeli mezhebinde olarak yetişti. Yani Ehl-i sünnet idi. Fakat ilmi çoğalınca kendi fikirlerini beğenmeye, kendini Ehl-i sünnet âlimlerinden üstün görmeye başladı. İlminin çoğalması, dalaletine, sapıtmasına sebep oldu. Hanbeli olması kalmadı. Çünkü, dört mezhepten birinde olabilmek için, ehl-i sünnet itikadında olmak lazımdır. Ehl-i sünnet itikadında olmayan kimse için Hanbeli mezhebindedir denilemez.

Zamanımızda, ibni Teymiye’yi taklit etmek modası ortaya çıktı. Onun sapık yazılarını savunuyor ve kitaplarını, bilhassa Vasıta kitabını bastırıyorlar. Bu kitap baştan başa onun Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere ve icma-ı müslimine uymayan fikirleri ile doludur. Okuyanlar arasında büyük fitne ve bölücülük uyandırmakta, kardeşi kardeşe düşman etmektedir. Hindistan’da bulunan vehhabiler ve başka İslam memleketlerinde, bunların tuzaklarına düşmüş olan cahil din adamları, ibni Teymiye’yi kendilerine bayrak yapmışlar, ona (Büyük müctehid), (Şeyh-ül-İslam) gibi isimler takıyorlar. Onun sapık fikirlerine, bozuk yazılarına din ve iman diye sarılıyorlar. Müslümanları parçalayan, İslamiyet’i içerden yıkan bu feci akıntıyı durdurmak için Ehl-i sünnet âlimlerinin onu red eden, vesikalarla çürüten kıymetli kitaplarını okumalıdır. Bu kıymetli kitaplar arasında, büyük imam, derin âlim Takıyyüddin-üs-Sübki hazretlerinin, Şifa-üs-sikam fi-ziyareti-hayril-enam kitabı, İbni Teymiye’nin bozuk fikirlerini mahvetmekte, fesatlarını yok etmekte, inatçılığını ortaya koymaktadır. Kötü niyetlerinin, bozuk inanışlarının yayılmasını önlemektedir.

Yehova Şahitleri ve Selefiyeciler

Selefiyeciler birçok yönden, Hıristiyan Yehova şahitlerine benzerler. Bazıları şöyledir:

1- Yehovacılar, "İlk Hıristiyanlar gibi, İncillere sarılalım" derler. Selefiyeciler de, "Yalnız Kur'ana sarılalım" derler.

2-
Yehovacılar da, selefiyeciler de mezhebe, tarikata karşıdırlar. Selefiyeciler, birçok tasavvuf büyüğüne kâfir derler.

3-
Yehovacılar, ilk Hıristiyanların yolunda olduklarını söylerler. Selefiyeciler de aynı mantıkla ilk Müslümanların yolunda olduklarını söylerler. (Selef, ilk Müslümanlar manasına gelir.)

4-
Yehovacılar Cehennemi inkâr ederler. Selefiyeciler de, pirleri olan İbni Teymiye gibi Cehennem sonsuz değil derler.

5-
Yehovacılar, Allah insan gibi düşünür diyerek "Tanrının düşüncesi" tabirini kullanırlar. Selefiyeciler de, "Kur'ani düşünce, İslam düşüncesi" gibi tabirler kullanırlar. Halbuki İslamiyet’i bir düşünce olarak kabul etmek küfürdür.

6-
Yehovacılar da Selefiyeciler de, Allah gökte derler.

7-
Yehovacılar ruha inanmaz, "Elektriğe benzeyen kişiliksiz bir kuvvet" derler. Bazı selefiyeciler de meleklere, rüzgar, tabiat kuvvetleri derler.

8-
Yehovacılar, doğum günü kutlamazlar. Doğum günü kutlamasına yaratıklara tapınmak derler. Selefiyeciler de doğum günü olan mevlidi bid’at sayar, Peygambere tapmak derler.

9-
Yehovacılar, kadere inanmazlar. Selefiyecilerin bir kısmı da kadere inanmaz.

10-
İncilleri işlerine geldiği gibi yorumlar, Yehovacı olmayanlara kâfir derler. Selefiyeciler de, Kur'anı işlerine geldiği gibi yorumlarlar. Selefiyeci olmayanlara müşrik derler.

İbni Sebe, bir Yahudidir, Hıristiyanlığı bozan Pavlos da Yahudi'dir. Selefiyecilerin Yehovacılara benzemeleri tesadüf değildir. Her bozuk fırkanın altında, bir Yahudi veya İngiliz parmağı vardır. Her taşın altında onlar gizlidir.


Selefiyeciler kör ve sağır mı?

Sual: Selefiyiz diyenler, (Sen ölülere işittiremezsin) âyetini delil getirerek, Resulullah ölüdür, işitmez, şefaat ya Resulallah demek şirktir diyorlar. Ruhun ölmediği, şehitlere ölü denmeyeceği, onların diri oldukları, Allah’ın onları rızıklandırdığı, yiyip içtikleri Kur’anda apaçık yazılı iken, şehitlerden üstün olan Peygamberimizi nasıl ölü kabul ediyorlar? Nasıl o işitmez diyebiliyorlar?
CEVAP
İngiliz Casusunun itiraflarına göre, selefiyeciler [vehhabiler] dinimizi İngilizlerden öğrenmiştir. İngilizlerin kurdurduğu dinde böyle iddiaların olması yadırganmamalıdır.

(Sen ölülere işittiremezsin)
demek, (Sen kâfirleri imana kavuşturamazsın) demektir. Bunun gibi, kinaye, mecaz ifade eden birçok âyet vardır. Bazıları şöyledir:
(Kâfirler sağır, dilsiz ve kör oldukları için, akledemezler, düşünemezler.) [Bekara 171] (Kâfirler sağır, dilsiz ve kör değildir. Hakkı işitmedikleri için sağır, doğruyu söylemedikleri için dilsiz, gerçeği görmedikleri için kör, denilerek hidayete kavuşmadıkları bildirilmiştir.) (Beydavi)

(Kâfirler, sağır, dilsiz, kör oldukları için doğru yola gelmezler.
Yahut, onların hâli, karanlıkta, gök gürlemesi ve şimşek arasında gökten boşanan sağanağa tutulup, yıldırımlardan ölüm korkusu ile parmaklarını kulaklarına tıkayana benzer. Allah, kâfirleri [ilim ve kudretiyle] çepeçevre kuşatmıştır.) [Bekara18, 19] (Kâfirler, burada da sağır, dilsiz ve körler ile karanlıkta korku içinde yaşayanlara benzetilmiştir.)

(Bu dünyada kör olan, ahirette de kördür.)
[İsra 72] (Bu âyette de, yaşayan ve ölen kâfirlere kör deniyor. Yoksa dünyadaki körler ahirette kör olmayacaktır.)

(Bir bela gelmez zannettiler de, kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah tevbelerini kabul etti. Fakat çoğu yine kör ve sağır oldu. Allah onların yaptıklarını görmektedir.) [Maide 71] (Kâfirlerin küfrü, kör ve sağır kesilmekle ifade ediliyor.)

(Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatılınca, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.) [Furkan 73] (Tevbe eden müminler, kör ve sağır davranmazlar, yani hakkı işiterek ve doğruyu görerek hakka bağlanırlar.) (Celaleyn)

(İşte bu kâfirler, Allah'ın lanetlediği, sağır ve kör ettiği kimselerdir.)
[Muhammed 23]
(Hakkı işitmedikleri için sağır, gerçeği görmedikleri için kör denmekte ve böyle inatçı kâfirler lanetlenmektedir. Yoksa normal sakat olan kör ve sağır kimse lanetlenmez.)

(Âyetlerimizi yalanlayanlar karanlıklarda kalan sağır ve dilsizlerdir.)
[Enam 39] (Kâfirlerin küfür karanlığında kaldıkları, hakkı işitmedikleri ve söylemedikleri bildiriliyor.) (Şeyhzade)

(De ki: Ben sizi ancak vahiy
[Kur’an] ile uyarıyorum. Ama, sağırlar [kâfirler], bu çağrıyı duymazlar.) [Enbiya 45] (Bu âyette de kâfirlerin sağır oldukları hakkı işitmedikleri, yani kabul etmedikleri açıklanıyor.) (Hazin)

(Rabbiniz size basiret
[kalb gözü, idrak kabiliyeti] vermiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir.) [Enam 104] (Hakkı görmemeye körlük deniyor.)

(Onu [Nuh’u] yalanladılar. Biz de onu ve gemidekileri kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayanları ise, suda boğduk. Çünkü onlar kör bir kavim idi.) [Araf 64] (Kâfirler, hakkı görmedikleri için, kör deniyor.)

([Kâfirler] yeryüzünde dolaşmadılar mı? [helak edilen yerleri, o yerlerin harabelerini görüp ibret almadılar mı?] Eğer [ibretle] dolaşsalardı elbette düşünecek kalbleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözleri değil, göğüslerindeki kalbleri kördür.) [Hac 46] (Kâfirlerin gözleri değil, göğüslerindeki kalblerinin kör olduğu, yani kâfirlerin gözleri değil, basiretlerinin kör olduğu bildiriliyor. Öteki âyetleri de açıklamış oluyor. Yukarıdaki âyetlerde onlar kör, sağır ve dilsiz deniyordu. Bu âyette ise kör demek, maddi gözün olmadığı, kalblerinin kör olduğu yani kâfir oldukları bildiriliyor. O halde kör denilince baş gözü anlaşılmadığı gibi, ölü veya kabirdekiler denilince de, mezardaki ölü anlaşılmaz.)

(Bu iki zümrenin
[kâfir ve müminin] durumu, körle sağır ve görenle işiten gibidir. Bunların hâli hiç eşit olur mu? Hâlâ ibret almıyor musunuz?) [Hud 24] (Bu âyette de kâfirlerin kör ve sağır oldukları, yani hakkı göremeyip işitmedikleri bildiriliyor.)

(Sağırlara işittiremez, körleri ve sapıkları doğru yola eriştiremezsin.)
[Zuhruf 40] (Sen işittiremezsin demek, sen hakkı kabul ettiremezsin demektir.) (Beydavi)

(Savaşta öldürülenleri siz değil, Allah öldürdü. Attığın zaman sen değil, Allah attı.)
[Enfal 17]

Savaşta mücahitler düşmanı öldürüyor, Allahü teâlâ, ben öldürdüm diyor, Resulullah ok atıyor, sen atmadın ben attım buyuruyor. Aşağıda da kabirdekilere sen değil, ben işittiririm buyuruyor.

(Körle gören
[kâfir ile mümin] karanlıkla aydınlık [Bâtıl ile hak], gölge ile sıcak [Cennetle Cehennem] bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Elbette Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirdekilere [kâfirlere] işittiremezsin, sen sadece bir uyarıcısın.) [Fatır 19-22 Celaleyn] (Bu âyette, kâfire kör, mümine gören, Cennete gölge deniyor. Resulullah kabirdekilere ne söyleyecek de işittirecek? Hâşâ bu abes, boş söz olmaz mı? Kabirdekileri niye hidayete kavuşturmaya uğraşsın ki? Hemen âyetin devamında, (Sen sadece bir uyarıcısın), yani vazifen kâfirleri hidayete kavuşturmak değil, sadece tebliğdir buyuruluyor. Demek ki kabirdekilerden maksat, yaşayan inatçı kâfirlerdir. (Beydavi)

(Sen, ölülere işittiremezsin; arkalarını dönüp giden sağırlara da daveti duyuramazsın. Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin; ancak âyetlerimize inananlara duyurabilirsin.)
[Neml 80, 81 - Rum 52,53] (Burada diri olup, gözü kulağı ve beyni olan kâfirler ölüye benzetiliyor, (Ölüleri [kâfirleri] imana kavuşturamazsın) deniyor. (Ölülere, sağırlara işittiremezsin) ifadesinden sonra, (Sen ancak âyetlerimize iman edeceklere işittirebilirsin) buyuruluyor. Kâfirlerin işitmeyeceği, yani hakkı kabul etmeyeceği, ancak iman edeceklerin işitecekleri, yani kabul edecekleri açıkça bildirilmektedir. Eğer gerçekten kabirdekilerden maksat ölü olsa idi, ölü de işitmeseydi iman edenlere işittirebilirsin ifadesi yersiz ve yanlış olurdu ve kâfir ölü işitmez, mümin ölü işitir anlamı çıkardı. Halbuki Buhari’deki hadis-i şerifte (Kâfir ölü de işitir) buyuruluyor.

(Bir şeyi çok sevmek insanı kör ve sağır eder.) [İbni Mace] (Bu hadis-i şerifte de, baş gözü kör olur, kulağı sağır olur demek değildir. Gerçekleri göremez, doğru nasihatleri duyamaz demektir.)

Bu kadar vesikadan sonra, Resulullah efendimize hâlâ (O ölüdür işitmez, şefaat ya Resulallah demek şirktir) diyenlere yazıklar olsun.

Resulullaha selam vermek

Sual:
Vehhabiler, (Peygamber ölüdür, işitmez, ona salevat getirmek faydasızdır) diyorlar. Peygamber efendimiz salevatları işitmez mi?
CEVAP
Elbette işitir. Resulullah efendimiz, kıyamete kadar dünyadaki her Müslümanın her mescide girişlerinde kendisine salevat okumalarını istemekte ve ben salevatlarınızı işitirim buyurmaktadır.

Birkaç hadis-i şerif meali:
(Mescide giren kimse, Peygamberinize [Esselamü aleyküm ya Resulallah diyerek] selam versin!) [Müslim, Ebu Davud, Nesai]

(Kabrimin yanında, benim için okunan salevatı işitirim. Uzak yerlerde okunanlar bana bildirilir.)
[İbni Ebi Şeybe] (Diri olan işitir. Bir söz, ancak diri olana bildirilir.)

(Cuma günü bana çok salevat getirin, çünkü salevatlar bana ulaştırılır ve ben onları işitirim.)
[İ.Mace, İ. Şâfiî, Hâkim, Beyheki]

Resulullah, (Cuma günü bana çok salevat getirin. Çünkü, salevatınızı işitirim) buyurunca, Eshab-ı kiram, (Ya Resulallah, salevatımızı nasıl işitirsin ki, sen artık kabrinde toprak olmaz mısın?) dediler. Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Allahü teâlâ toprağın Peygamberleri çürütmesini haram etti, Onlar öldükten sonra da diridir, rızıklandırılır.) [Ebu Davud, Nesai, Beyheki]

(Bir kimse bana selam verince, Allahü teâlâ, ruhumu bana geri verir. Onun selamını işitir, cevap veririm.)
[Ebu Davud]

(Yanında ben anıldığım halde bana salevat getirmeyenin burnu sürtülsün.)
[Tirmizi]

(Meclislerinizi bana salat ve selam getirmekle ziynetlendirin. Salevatınız size kıyamette nur olur.)
[Deylemi]

(Namazda
[Ettehıyyatüden sonra], bana salevat getirmeyi ihmal etmeyin. Çünkü bu, namazınızın zekatıdır.) [Dare Kutni]

(Nerde olursanız olun, salat ve selamınız bana ulaşır.) [Ebu Davud, Taberani, Dıyâ]

Resulullah efendimize her zaman salevat getirmek, selam vermek, rahmetin gelmesine, duanın kabulüne vesiledir. Namazı bitirip sağa sola selam verirken meleklere ve Resulullaha da niyet etmelidir.




Mehmet Ali Demirbaş