Ehl-i Sünnet İtikadı

Ehl-i Sünnet İtikâdı Nedir?

Hadis-i şerifte, ümmetin 73 fırkaya ayrılacağı, birisi hariç diğerlerinin Cehenneme gideceği, Cennete gidecek tek fırkanın Peygamber aleyhisselâmın ve Eshâb-ı kirâmın yolundan giden fırka olduğu bildirilmiştir. İtikatda ayrılık olmaz. İslâm âlimleri, Hadis-i şerifler ve icma ile hâsıl olan hükümleri sistemleştirmişlerdir. Bu sisteme Ehl-i sünnet vel cemaat dendiği bütün mu’teber kitaplarda yazılıdır. Sonradan çıkmış değildir. Tek doğru olan islâm itikadının adıdır.

Ehl-i Sünnet İtikâdı


Allah'ın ezeldeki sıfatları mahluk ve sonradan olma değildir. Allah'ın sıfatlarının yaratılmış ve sonradan olduğunu  söyleyen, yahut tereddüt eden veya şüphe eden kimse Yüce Allah'ı inkar etmiş olur.

Kur'an-ı Kerim, Allah kelamı olup, mushaflarda yazılı, kalplerde mahfuz, dil ile okunur ve Hz.Peygamber'e indirilmiştir. Bizim Kur'an-ı Kerim'i teleffuzumuz, yazmamız ve okumamız mahluktur fakat Kur'an mahluk değildir. Allah'ın Kur'an'da  belirttiği Musa ve diğer Peygamberlerden, firavun ve İblis'ten naklen verdiği  haberlerin hepsi Allah kelamıdır, onlardan haber vermektedir. Kur'an ise Allah'ın kelamı olup, kadim ve ezelidir.

Allah bir şey'dir, fakat diğer şeyler gibi değildir.   O'nun varlığı cisim, cevher, araz, had, zıd, eş ve ortaktan uzaktır. O'nun Kur'an'da zikrettiği gibi eli, yüzü ve nefsi  vardır, Allah'ın Kur'an'da zikrettiği gibi el, yüz ve nefs gibi  şeyler, keyfiyetsiz sıfatlardır.

O'nun eli, kudreti veya  nimetidir denilemez. Zira bu takdirde sıfat iptal edilmiş olur. Bu, Kaderiyye  ve Mutezile'nin görüşüdür. O'nun  elinin, keyfiyetsiz  sıfat  olması gibi, gazabı ve rızası  da  keyfiyetsiz sıfatlarından iki sıfattır.

Allah, eşyayı bir şeyden yaratmadı. Allah, eşyayı oluşundan Önce, ezelde biliyordu. O, eşyayı takdir eden ve oluşturandır.

Allah'ın dilemesi, ilmi, kazası, takdiri ve Levh-i Mahfuz'daki yazısı olmadan, dünya  ve  ahirette  hiçbir şey vaki olmaz.  Ancak onun Levh-i Mahfuz'daki yazısı, hüküm olarak değil, vasıf olarak yazılıdır. Kaza, kader ve dilemek, O'nun nasıl olduğu bilinmeyen sıfatlarındandır.

Allah, yok olanı yokluğu halinde yok olarak bilir, onun yarattığı zaman nasıl olacağını bilir,Var olanı, varlığı halinde var olarak bilir, onun yokluğunun nasıl olacağını bilir. Allah ayakta duranın ayakta duruş halini,  oturduğu   zaman  da  oturuş halini   bilir.  Bütün bu  durumlarda  Allah'ın ilminde ne bir değişme, ne de sonradan olma bir şey  hasıl olmaz. Değişme ve ihtilaf, yaratılanlardan  olur.

Allah'ın "Allah Musa'ya hitap etti." ayetinde belirttiği gibi, Musa  Allah'ın  kelamını  işitti.  Şüphesiz   ki  Allah,   Musa   ile konuşmasından önce de, kelam sıfatı ile muttasıfı.  Yüce Allah yaratmadan  da  ezelde yaratıcı idi. Allah, Musa'ya hitap ettiğinde, ezelde   sıfatı olan kelamı   ile konuştu. O'nun sıfatlarının  hepsi, mahlukların sıfatlarından başkadır. O işitir, fakat bizim işittiğimiz gibi değil. O kadirdir, fakat bizim gücümüzün yettiği gibi değil.  Biz uzuvlar ve harflerle konuşuruz. Oysaki Allah, uzuvsuz ve harfsiz konuşur. Harfler mahluktur, fakat Allah'ın kelamı mahluk değildir.

Allah  insanları küfür ve imandan hali olarak yaratmış, sonra Onlara  hitap ederek  emretmiş  ve nehyetmiştir. Kafir olan; Kendi fiili, hakkı  inkar ve reddetmesi ve Allah'ın yardımını  kesmesiyle küfre sapmıştır. İman eden  de kendi fiili, ikrarı, tasdiki ve Allah'ın muvaffakiyet ve yardımını ile iman etmiştir. Allah Ademin neslini, sulbünden insan şeklinde çıkarmış,Onlara akıl vermiş, hitap etmiş, imanı emredip, küfrü yasaklamıştır. Onlar  da onun Rabb  olduğunu ikrar etmişlerdir. Bu , onların imanıdır. İşte onlar bu  fıtrat üzerine doğarlar. Bundan  sonra küfre sapan  bu fıtratı değiştirip bozmuş  olur. İman ve tasdik  eden de fıtratında  sebat  ve devam  göstermiş  olur.  Allah, kullarının hiç birini iman veya küfre zorlamamış. Onları mü'min veya  kafir olarak yaratmamıştır. Fakat onları şahıslar olarak yaratmıştır. İman ve küfür kulların  fiilleridir. Allah, küfre sapanı, küfrü  esnasında kafir olarak bilir. O kimse daha sonra iman ederse, imanı  halinde  mü'min olarak bilir, ilmi ve sıfatı değişmeksizin onu sever.

Kulların hareket ve sükün gibi bütün fiilleri hakikatten kendi kazançları'dır. Onların  yaratıcısı  ise Yüce Allah'tır. Onların hepsi Allah'ın dilemesi, ilmi, hükmü  ve kaderi ile olur. Taatların hepsi, Allah'ın emri, muhabbetti, rızası, ilmi, dilemesi, kazası ve takdiri ile vacip kılınmıştır. Masiyetlerin hepsi de Allah'ın ilmi, kazası, takdiri ve dilemesi ile olmakla beraber, rızası ve emri değildir.

Peygamberlerin hepsi de (salat ve selam olsun) küçük, büyük günah, küfür ve çirkin hallerden  münezzehtir. Fakat  onların sürçme ve hataları vaki olmuştur. Hz.Muhammed, Allah'ın sevgili kulu, resülü, nebisi, seçilmiş tertemiz kuludur. O hiçbir zaman puta tapmamış, göz açıp kapayacak bir an bile Allah'a ortak  koşmamaktır. O, küçük büyük hiçbir günah işlememiştir.

Peygamberlerden sonra insanların en faziletlisi, Ebu Bekr es-Sıddık,  sonra  Ömer  el-Faruk,  sonra  Osman  b.  Affan  Zu'n-Nureyn, daha sonra  Aliyyu'l-Murtaza'dır. Allah  hepsinden razı   olsun. Onlar doğruluk üzere , doğruluktan ayrılmayan, ibadet eden  kimselerdir. Hepsine sevgi ve saygı duyarız. Hz.Peygamber'in ashabının  hepsini Sadece hayırla anarız.

Bir  müslümanı, helal saymaması şartıyla, büyük  günahlardan birini işlemesi ile kafir sayamayız. Bu durumdaki bir kimseden iman ismini kaldıramayız, ona gerçek amlamda mü'min  deriz. Bir  Mü'minin kafir olamamakla beraber günahkar olması caizdir.  Günahlar, mü'mine zarar vermez demeyiz. Keza günah işleyen Kimse  Cehennem'e girmez de demeyiz. Dünyadan mü'min olarak ayrılan kimse, fasık da  olsa Cehenem'de ebedi kalacaktır, demeyiz. Mürcie'nin  dediği gibi, iyiliklerimiz makbul, kötülüklerimiz  de affedilmiştir, demeyiz. Fakat kim bütün şartlarına uygun, müfsit ayıplardan  uzak amel işler   ve onu küfür ve dinden dönme gibi şeylerle boşa çıkarmaz ve dünyadan mü'min olarak ayrılırsa şüphesiz Allah onun amelini zayi etmez, bilakis   kabul eder ve ondan  dolayı sevap verir, deriz.  Allah'a ortak koşmak ve küfür dışında, büyük ve küçük  günah işleyen, fakat tevbe etmeden mü'min   olarak  ölen kimsenin durumu Allah'ın dilemesine bağlıdır. Dilerse ona Cehennem'de azap eder, dilerse affeder ve hiç azaba  uğratmaz. Herhangi bir amele riya karıştığı zaman, o amelin ecrini yokeder. Keza ucüb (kendi amelini üsütün görmek)de   böyledir.

Peygamberlerin  mucizeleri ve velilerin kerametleri haktır. Ancak Haberlerde  belirtildiği  üzere İblis, Firavun ve  Deccal gibi Allah düşmanlarına  ait olan, onların şimdiye kadar vukua geliş ve gelecekhallerine mucize  de, keramet de demeyiz.Bu onların  hacetlerini yerine getirmedir. Zira , Allah, düşmanlarının ihtiyaçlarını, onları derece   derece cezaya çekmek ve sonunda cezalandırmak şeklinde yerine getirir. Onlar  da bunu aldanarak azgınlık ve  küfürde haddiaşarlar. Bunların hepsi de caiz  ve  mümkündür.

Yüce Allah yaratmadan önce de yaratıcı, rızık vermeden evvel de rızıklandırıcı idi. Allah ahrette görülecektir. Müminler Allahı cennette aralarında mesafe olmaksızın, teşbihsiz ve keyfiyetsiz olarak baş gözleriyle göreceklerdir.

İman; dil ile ikrar kalb ile tasdiktir. Gökte ve yerde bulunanların imanı, iman edilmesi gereken şeyler yönünden artmaz ve eksilmez, fakat yakin ve tasdik  yönünden artar ve eksilir. Müminler iman ve tevhid hususunda birbirlerine musavidirler. Fakat amel itibariyle birbirlerinden farklıdırlar.

İslam Allahın  emirlerine teslim olmak ve itaat etmek demektir. Lugat itibariyle iman ve  islam arasında fark vardır. Fakat islamsız iman imansız da islam olmaz. Onların ikisi de bir şeyin içi ve dışı gibidirler.

Din ise; iman ve şeriatlerin hepsine verilen bir isimdir. Biz, Yüce Allahı kendisini kitabında tavsif ettiği bütün sıfatlarıyla gerçek olarak biliriz.

Hiç kimse Allahın şanına  layık şekilde hakkıyla ibadet etmeğe kadir değildir. Fakat  insan ancak Allahın kitabında, Rasulullahın bildirdiği  ölçüde Allaha ibadet eder.

Bütün müminler; marifet yakin, tevekkül, muhabbet, rıza, korku ve ümit ve iman hususunda birbirlerine musavidirler. Bu konuda imanın dışındaki hususlarda farklılaşırlar.

Allah, kullarına karşı lutufkardır, adildir, kulun hakettiği sevabı lütfuyla kat kat fazlasıyla verir. Kulunu, adaletinin icabı olarak işlediği günahdan dolayı cezalandırır. Keza lütuf olarak bağışlarda.

Peygamberlerin  şefaatı haktır. Peygamberimizin şefaati,  günahkar müminler ve onlardan büyük günah işleyip cezayı hak etmiş olanlar için hakk ve sabittir.

Kıyamet günü amellerin mizanla tartılacağı hususu haktır. Hz.Peygamberin havzı haktır. Kıyamet günü, hasimler  arasında iyilikler, alınarak kısas ve hesaplaşma olması haktır. İyilikler bulunmadığı takdirde kötülüklerin atılması,  hak ve caizdir.

Cennet ve cehennem halen yaratılmıştır, ebediyyen de fani olmayacaklardır.

Yüce Allahın cezası da, sevabı da ebedidir.

Allah dilediğini kendisinin bir lutfu olarak hidayete ulaştırır.  ilediğini de adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür.  Allahın sapıklığa düşürmesi, hızlanıdır. Hızlanın manası   ise; Allahın razı olacağı şeylerden onun muvaffak kılmayıp, yardımını kesmesidir. Bu Allahın adaleti  gereğidir. Keza, Allahın günahkarları, isyanları sebebiyle cezalandırması da adaleti icabıdır.

Şeytan, mümin kuldan imanı baskı ve cebirle alır, dememiz doğru değildir. Fakat kul imanı terkederse şeytan da onun imanını alır, deriz.

Kabirde Münkerle Nekirin sualleri haktır.

Kabirde ruhun  cesde iade edilmesi haktır.

Bütün kafirler ve asi müminler için kabir sıkıntısı ve azabı haktır.

Alimlerin, Allahın sıfatlarını farsça(Arapçadan başka bir  dille) söylemeleri caizdir. Fakat Yed yani el kelimesi,  Allahın sıfatı olarak söylenemez. Fakat fasça olarak Ruy-i Huda Allahın yüzü demek değil, keramet ve zillet manasındadır. İtaatli olarak kul, Allaha keyfiyetsiz olarak, asi kul ise keyfiyetsiz olarak Allahtan uzak olur. Yakınlık,  uzaklık ve yönelmek yalvaran kula racidir. Keza, cennette    komşuluk ve Allahın önünde bulunmak, keyfiyetsiz  şeylerdir.

Kuran Allahın rasulüne indirilmiş olup, mushaflarda yazılıdır.

Kemal manasında Kuran ayetlerinin hepside fazilet ve büyüklük bakımından. Birbirine müsavidir. Fakat  bazısında zikir ve zikredilen fazileti bahis konusudur. Ayetel  kürsi buna misaldir. Burada zikredilen Allahın yüceliği, azameti ve sıfatlarıdır. Bu ayette hem zikir, hem de zikredilenin fazileti olarak, iki fazilet biraraya gelmiştir. Bu  kısımda ise sadece zikir fazileti vardır. Kafirlerin kıssalarında olduğu gibi, bu ayetlerde zikredilenin bir  fazileti yoktur, Çünkü zikredilenler kafirlerdir. Keza Allahın  isim ve sıfatlarının hepsi de azamet ve fazillette musavidir,  aralarında farklılık yoktur.

İnsan tevhid ilminin inceliklerinden herhangi birinde güçlükle karşılaşırsa, sorup öğreneceği bir alim buluncaya  kadar, Allah katında doğru olana inanması gerekir. Böyle bir kimseyi arayıp bulmakta gecikmesi değildir. Bu hususta tereddüd edilerek beklemek mazur görülmez. Eğer tereddüt ederek beklerse kafir olur.

Mirac haberi haktır. Onu reddeden sapık ve bidatcı olur.

Deccalın, yecüc ve mecucun ortaya çıkması, güneşin batıdan doğması, Hz.İsanın gökten inmesi ve sahih haberlerde bildirilen kıyamet alametlerinin hepsi de hakktır.

Yüce Allah dilediğini doğru yola hidayet eder.

Muhammed aleyhisselam son peygamberdir. Ondan sonra peygamber gelmez.

Eshâb-ı kirâmın tamamını sevmek, hiçbirini kötülememek gerekir.

Ehl-i sünnetin başlıca prensipleri nelerdir?


İmâmı A‘zam hazretleri,  Ehl-i sünneti şöyle bildirmiştir:

1.Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ömer’i ümmetin en üstünü tutmak,

2.Hazret-i Osman ile Hazret-i Ali’yi sevmek

3.Hayrın ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna inanmak. Allahın yaratmasıyle meydana geldiğine, kul iyilik isteyince Cenab-ı Hakkın yaratıp râzı olduğuna, kötülük isteyince yaratıp razı olmadığına inanmak,

4.Mest üzerine meshi câiz görmek,

5.Günah işleyenlere kâfir dememek.

Bu beş i’tikad ile, Ehl-i sünnet diğer, sapık mezheplerden ayrılmaktadır.

Îmânın sahih, makbul ve mu’teber olması için  şartlar nelerdir?

1— İmânda devamlı ve sabit olmak : Üç sene sonra müslümanlıktan çıkacağım derse, o andan itibaren müslümanlıktan çıkmıştır.

2— Havf ve reca arasında olmak : Allahü teâlânın azabından korkmalı ve rahmetini ümit etmelidir. Bir kimse, ben muhakkak Cennetliğim diyerek, Allahü teâlâdan korkmazsa veya ben çok günahkârım Cehenneme gideceğim diyerek Cenab-ı Hakkın rahmetinden ümidini keserse imân nûru söner.

3— Can boğaza gelmeden imân etmek : Can boğaza gelince âhıret işleri müşahede edilir. 0 zaman bütün gayr-i müslimler hakikatı görünce hemen îmân ederler, ama kabul olmaz. Çünkü îmân gaybidir. Ölmek üzere iken Cenneti Cehennemi görünce (Demek ki âhıret varmış, iman ettim) demek mu’teber olmaz. Fakat bu anda bile mü’minin yaptığı tevbe kabul olur.

4— Güneş batıdan doğmadan önce îmân etmek : Âhır zamanda dünya yörüngesinden çıkıp başka bir yörüngeye girdiği zaman güneş batıdan doğup doğudan batacaktır.

5- Gaibi yalnız Allahü teâlânın bildiğine inanmak : Gaibi yalnız Allahü teâlâ bilir. Bir de onun bildirdikleri bilir. Melekler, cinler ve peygamberler de gaibi bilemez. Fakat Allahü teâlânın bildirdiği sâlih bir kulu da bilebilir.

6— Zaruretsiz ve kasten îmândan bir hükmü reddetmemek  : Küfrü icap ettiren söz veya başka şeyleri kullanmamalıdır. Kısacası tahkiri icap eden şeyi ta’zim, ta’zim icap eden şeyi tahkir ederse îmân dairesinden çıkar.

7— Dinde zaruri bir şeyde şüphe ve tereddüt etmemek : Acaba namaz farzm mıdır, kumar haram mıdır. Kur’ kerim kelâm-ı ilâhi midir? gibi bir hükümde şüphe eden kimse, îmândan çıkar. Meşhur bir harama helal, meşhur bir helâla haram demek îmândan çıkmağa sebeptir.

8— İtikadını İslâm dininden almak : Tarihçilerin, felsefecilerin, fencilerin bildirdiği şekilde değil, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği şekilde iman etmek lâzımdır.

9— Hubbi fihlâh, buğd-ı fillâh üzere olmak : Sevgi ve buğzu yalmz Allahü teâlâ için olanıdır.

10— Ehl-i sünnet vel cemaata uygun itikad etmek

Ehl-i Sünnet Olabilmenin Şartları Nelerdir?


1) Kur’ân-ı kerimin kelâm-ı ilâhi olduğuna inanmak.

2) Kendi îmânından şüphe etmemek.

3) Eshâb-ı kirâmın tamamını sevmek, hiç birine dil uzatmamak.

4) Cennette mü’minlerin Allahü teâlâyı göreceğine inanmak.

5) Fıskı bilinmeyen her îmâmın arkasında namaz kılmak.

6) Ehl-i kıbleyi tekfir etmemek. (Dinde bilinmesi zaruri lâzım olan şeylere inanmıyanlar mü’min değildir.)

7) Ameli îmândan parça bilmemek. (Günah işleyen kimseye kâfir dememek.)

8) Mest  üzerine meshin dinden olduğunu kabul etmek.

9) İyilik ve kötülüğün, hayır ve şerrin Allahü teâlânın takdiri ile olduğuna inanmak

10) Mir’acın ruh ve beden ile olduğuna inanmak, Şefa’ate inanmak, Kabr azabının ruh ve bedene olacağına inanmak.

Kaynak: Bir Bilene Soralım, İhlas Yayınları