Gerçek Dervişler ve Sahteleri



BUNDAN yıllarca önce duymuştum, muhterem bir Hoca Efendi (ülkemizde bir değil bir çok Hoca Efendi var...) yakınlarına şöyle söylemiş: “Kendilerini ve bizi .....çı olarak tanıtanlara hakkımı helâl etmiyorum. Biz Müslümanız, öyle çılık-çuluk ile ilgimiz yoktur!..”

Hoca Efendi çok doğru söylemiş. İslâmiyet’te çi çı çu çü gibi eklerle cemaatçilik, tarikatçılık, hizipçilik, fırkacılık yapmak doğru değildir.

İslâm ilahî hak dindir. Vahiyle gelmiştir. İslâmcılık ise bir ideolojidir.

Tarikatlı olmak çok güzel bir şeydir, tarikatçı olmak iyi değildir.

Eğer ehl-i sünnet içindeyse, hayırlı işler ve hizmetler yapıyorsa, yanlış ve muzır tarafı yoksa o cemaat iyi bir cemaattir. Lâkin cemaatçilik iyi değildir.

Nakşîlik iyidir, Nakşîcilik yanlıştır...

Zamanımızda cemaat, tarikat, hizip, fırka, gurup, zümre, klik asabiyeti/fanatizmi çıktı. Müslümanlar bölündü, parçalandı, birbirine düştü.

Hanefîlik, Malikîlik, Şafiîlik, Hambelîlik doğru, isabetli, sahih fıkıh mezhepleridir. Bir Müslüman Hanefî veya Şafiî olabilir, fakat Haneficîlik, Şafiîcilik yapamaz, yaparsa fitne fesat çıkar.

İslâm’ın içinde çeşitlilik vardır ve bu büyük bir zenginliktir. Bu çeşitliliği olumsuz yollara sokmamak gerekir.

Çeşitlilik “Hiç şüphe yok ki bütün mü’minler kardeştir” prensibine hizmet etmelidir; o düstura ve ilkeye zarar vermemelidir.

Çeşitli gruplara mensup Müslümanlar asla birbirlerine düşmanlık yapamazlar, birbirleriyle rekabet edemezler. Yapacakları tek şey: Hayırlı hizmet ve faaliyetlerde yarışmaktır.

 Bizim cemaatimiz hak, öteki cemaatlere bakma... Öteki cemaatler şöyle böyle... Böyle konuşanlar iyi Müslüman değildir.

Bazı şeylerin asabiyeti iyidir, bazılarının kötüdür. Adam İslâm’a, şeriata, sünnete sımsıkı bağlı... Ne güzel... Başka bir adam kendi tarikatını din gibi tutuyor hattâ dinin üzerinde tutuyor... Ne kötü, vah vah...

Merhum Üstad Bediüzzaman Hazretleri şu değerler için çalışmıştır: İman, İslâm, Kur’an, Şeriat, Sünnet, Güzel Ahlâk... Bu muhterem zat Şeriattan kıl kadar ayrılmamıştır. Bütün Nurcuların böyle olması gerekmez mi?..

Tarihimizde ve zamanımızda Nakşî tarikatının büyük rolü ve ağırlığı vardır. Siz tarikatların yasak olduğuna bakmayınız, Nakşîlik çağdaş Türkiye’nin en büyük olumlu gücüdür. Zamanımızda Nakşîcilik yapanlar bu yüce tarikata, dolayısıyla Din-i Mübin-i İslâm’a büyük zarar veriyor. Bir Nakşî gıybet eder mi? Bir Nakşî dini hizmet ve faaliyet paralarını lüzumsuz sahalarda harcar mı? Bir Nakşî ulvî ve süflî şeyleri birbirine karıştırır mı? Zamanımızda iki türlü Mevlevî var: Gerçek Mevlevîler, sahte Mevlevîler. Önce gerçek Mevlevîleri anlatayım.

1. Mevlevîliğin birinci şartı devamlı taharettir, yâni onlar abdestsız yere basmazlar.

2. Beş vakit namazı kılarlar.

3. Şeriatın bütün emirlerini eda ederler, gereklerini yerine getirirler.

4. Sünnet-i seniyeyi temessük ve ittiba ederler. (Sımsıkı bağlanır ve itaat ederler.)

5. Yüksek ahlâk ve karakter sahibidirler.

6. İlim, irfan, firaset sahibidirler.

7. Fısktan, fücurdan, gıybetten, ucbdan uzak dururlar.

8. Zikrullah yaparlar.

9. Kur’an okurlar veya dinlerler.

Bu gerçek Mevleviler güneş gibidirler, aydınlatırlar, ısıtırlar. Mevlâna Celaleddin Rumî Efendimiz gibi dindardırlar, ahlâklıdırlar, muttakidirler. Onların ellerinden öper dualarını beklerim.

Gelelim ötekilere:

1. Ne abdest ve ne namaz...

2. Şeriata uymazlar.

3. Sünnet münnet tanımazlar.

4. Bol bol Mevlevîlik edebiyatı yaparlar ama gerçek Mevlevîler bir vâdidedir onlar başka bir vâdide.

Böyleleri içinde rakı içip demlenen “Demci Dedeler” bile vardır.

Karı erkek sema ederler. Bunların gerçek Mevlevîlikle ilgileri yoktur.

Şu hususları, üzerine basarak belirtmek istiyorum: Şeriata aykırı olmamak şartıyla bütün tarikatlar haktır... Hafî ve cehrî zikr haktır... Şartlarına ve icaplarına uygun sema haktır... Bunların hepsine fetva ve ruhsat verilmiştir. Tarikatlar ve tasavvuf İslâm’ı ve şeriatı daha iyi, en iyi, hakkıyla yaşamaya hizmet eder... Tasavvuf demek yüksek İslâm ahlâkı demektir... Tasavvuf lâf ve edebiyat değil, hâldir...

Benliğini dizginleyememiş kişi mutasavvıf değil, mutasavvuf taslağıdır.

Tarikatçı geçiniyor ama şeriata aykırı şeyleri açıkça ve küstahça işliyor. O kişi tarikatlı, derviş, mürid değildir; fâsık ve facirdir.

Osmanlı İmparatorluğu 622 senelik hayatı boyunca tasavvuf ve tarikatlara hizmet etmiş, onlardan güç almış bir cihan devletidir. Bilhassa iki tarikatden: Nakşîlik ve Bektaşîlik... Bektaşîlik denilince sakın şeriat dışı şeyler hatıra gelmesin. Onlar da beş vakit namaz kılarlar, evrad ve ezkârları vardır... Hacı Bektaşı Veli Efendimiz Hazretleri ömrü boyunca ağzına bir katre içki koymamıştır...

Bu devirde su gibi, hava gibi, ekmek gibi, başımızı altına sokacağımız dam gibi, bürüneceğimiz giysi gibi tarikata ve tasavvufa muhtacız. Hangisine?.. Gerçek olanına... Şeriate uygun olanına...

Tarikatlı geçiniyor ama bol bol gıybet yapıyor, yani ölü kardeşlerinin etini yiyor. Bırakın o herifi!..

Ben dervişim diyor, parayı taparcasına seviyor... Altın Buzağı perestişkârından derviş mi olurmuş!..

Şu sahte müride bakınız. İşi gücü yeme içme, tıkınma, israf, gösteriş.

Bu ne biçim tasavvuf!..

Biz birtakım çok önemli, çok hayatî, çok temel şeylerin gerçekleriyle sahtelerini ayırt edemez hale geldiğimiz için bu günkü çukurlara düşmüş bulunuyoruz.

Mehmet Şevket Eygi
Milli Gazete, 20 Ocak 2008