Hikâye
olunduğuna göre, Van'ın Gürpınar kazasından bir zat, Nehrî
kasabasına
gelerek Tâhâ'l-Hakkârî hazretlerine talebe olmak istedi. Nihayet ısrarı
ve
muhabbeti sebebiyle kendisine mânevî ders tarif edildi ve bir tesbih de
hediye
olarak verildi. Büyük bir sevinçle memleketine döndü. Derslerine şevkle
devam
ediyor, gönlü huzur ve feyizle doluyordu.
Bir
gün hayvanlarına kurt saldırmış, büyük bir kısmını telef etmişti.
Şeytan:
"-Bu
hocaya bağlanmak sana yaramadı, uğursuz geldi." diye vesvese
verdi.
Gün
geçtikçe bu vesvese giderek artıyordu. Nihayet bu tâlihsiz talebe
aldığı
dersi bırakmaya karar verdi. Tâhâ'l-Hakkârî hazretleri'nin huzuruna
vararak,
verdiği dersi artık bıraktığını söyledi. Daha önce kendisine hediye
ettiği
tesbihi de geri iade etti.
Aradan
yıllar geçmişti. Bir öğle vaktiydi. Tâhâ'l-Hakkârî hazretleri
namaza
kalkarken, birden mübarek ellerini heybetle uzatıp:
"-Def
ol, yâ mel'ûn!" dedi ve sonra namaza başladılar.
Namazdan
sonra halîfelerinden biri:
"-Efendim,
mübarek ellerinizi uzatmadaki hikmet ne idi?" diye sordu.
O da:
"-Bir
zamanlar, bizi seven bir mürîdimiz vardı. Ölüm döşeğinde
yatıyordu.
Şeytan ona musallat olmuş, îmânsız gidecekti. Yanından şeytanı kovduk,
imanla
göçtü, elhamdülillâh." dedi.
Halîfesi
devam ederek:
"-Efendim,
çok affedersiniz! Bir gün sizinle beraber otururken biri
gelmişti. Verdiğiniz dersi artık bıraktığını söyleyerek, hediye
ettiğiniz
tesbihi de geri vermişti. Acaba bu, o adam mıydı?" diye sordu.
Tâhâ'l-Hakkârî hazretleri de cevap verdi:
"-Evet,
o adamdı. Bir zamanlar bize muhabbeti vardı. Bu muhabbeti
sebebiyle ona vefâkâr davrandık."
Kübra Ersan,
Şebnem Dergisi
|