İşkodra’nın
bir ilçesi olan Koplik’e giderken bir hâdiseyle karşılaştık.
Bizi çok etkiledi, bunu sizinle de paylaşmak istiyorum.
Arabayla
şehrin dışına çıktık. Köy yollarından geçerken karşımıza bir
mescid çıktı. Biz, şoförümüzden mescidin önünde durmasını ricâ ettik.
Hava çok
soğuktu. Baktık, mescidin kapısı aralıktı. İçeriye girdik. Farklı
yaşlardan
birkaç küçük kız, ellerinde Elifbâ ve Kur’ân-ı Kerim’ler incecik
halının
üstünde oturmuşlar, o günkü derslerine hazırlanıyorlar. Hocaları daha
gelmemiş.
En küçükleri 6-7 yaşlarında, beş kişiler… Onlara selâm verdik.
Yanlarında biraz
durduk, hasbihâl ettik. Onların bu kış günü, ısıtma sistemi olmayan bir
mescidde, incecik bir halının üzerinde Kur’ân-ı Kerim öğrenmeye
çalışmaları
bizi derinden sarstı. Din uğruna bu kadar çile ve fedâkârlığı göze alan
bu
insanlara, Allah elbette kolaylık verecek, rahmetini esirgemeyecektir.
Bir de
kendi yaşadığımız topraklardaki maddî imkânlarımız gözümüzün önüne
geldi; ve
kendi kendimize, “Acaba hangimiz dinimizin kıymetini daha çok biliyor”
diye
sormadan edemedik.
Koplik’ten
sonra Progres’te hanımlara bir sohbetimiz oldu. Peygamber
Efendimiz’den ve onun mükemmel hayatından bahsettik. Âile hayatını,
çektiği
çileleri, ahlâkını, fazîletlerini anlattık. Ayrıca İslâm’ın ne kadar
büyük bir
nîmet olduğunu, âile ve kızların eğitimin ne derece ehemmiyetli bir
konu
olduğunu dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık. Burada büyük bir hanım
cemaat
bizi dinledi. Onların aktif olarak dînî hayat ve hizmetlerin içinde yer
almasında Hayriye Begü Hanım’ın büyük bir rolü olmuş. Şebnem
okuyucuları,
Hayriye Hanım’ı yakından tanırlar. Kendisiyle Şebnem Dergisi’nin 9.
sayısında
bir röportajımız olmuştu. İşte bu Hayriye Hanım, mahalle mahalle, ev ev
çevresindeki insanları ziyaret edip onlarla ilgilenmiş, her gönüle
giden bir
yol bulmuş ve hemen her akşam bir grupla birlikte olarak büyük bir
müslüman
hanımlar cemaatinin oluşmasına öncülük etmiş. Allah kendisinden râzı
olsun,
hizmetlerini meşkûr eylesin.
Progres,
Altınoluk’un Arnavutçası olan Etika’nın hazırlandığı bir mekân…
Arnavutluk hizmetlerinin merkezlerinden bir tanesi… Burada konferans
salonu,
kütüphane, bilgisayarlar vb. sosyal imkânlar da mevcud. Bu vesileyle
Arnavutluk’ta emeği ve hizmeti bulunan herkesi tekrar minnet ve
şükranla
anıyoruz.
Bu
konferans ve sohbeti müteâkip yakından tanışma fırsatı bulduğumuz bir
hanımefendiden bahsetmek istiyorum. Kendisi, görüşleriyle yaşayış ve
âile
hayatıyla bizi çok etkiledi. Geçen sayımızda ismini duyurduğumuz Anila
(Amine)
Hanımefendi ile sizleri tanıştırıp aradan çekiliyorum:
Kendisi
İşkodra İmam Hatip Lisesi’nde matematik öğretmeni… İslâmiyet’i
yaşamaya başlamadan önce, sadece adı Müslüman olanlardan… Ama
İslâmiyet’i
gerçek mânâsıyla öğrenip yaşamaya başlayınca hayatı tamamen değişmiş.
Her
Pazartesi-Perşembe mutlaka oruç tutan ve gece namazlarını hiç
aksatmayan Anila
Hanım, birçok talebesinin de namaza başlamasına vesîle olmuş. Okulun en
çok
sevilen hocahanımlarından…
Bize
kendinizi tanıtır mısınız?
İsmim
Anila Barbaroşi. 35 yaşındayım. Üç çocuk annesiyim. İşkodra İmam
Hatip’te matematik öğretmeniyim. Üç sene önce dinimi yaşamaya başladım.
Fakat
her geçen gün yeni bir şeyler öğrenerek İslâmî yaşayışımda ilerlemeye
gayret
ediyorum.
Sizin
dinimizi yaşamanıza vesîle olan hâdise nedir?
Şefkat
ve merhamet duygusu, bence bir müminin en önemli vasfı olmalıdır. Bu
duygularım, ben dinimi yaşamaya başlamadan önce de ruh dünyamda çok
ağır
basardı. Yine İslâm’ı yaşamaya başlamadan önce de Allâh’ın birliğine
inanıyordum. Mesela yılbaşı kutlamalarına katılmaz, banyo yapar bir
kenara
çekilir ve sadece Allâh’ın birliğini düşünürdüm.
6
sene önce İmam Hatip’te vazifeye başladım. Orada bir talebem vardı,
okulun en başarılı talebesiydi. Kapalı bir öğrencimizdi. Dersine
girdiğim ilk
zamanlardan itibaren bende farklı bir şeyler sezmiş. Benim gibi
merhametli bir
insanın, İslâm’dan uzak bir hayat içinde olması onu çok üzüyormuş.
“İnsan
bilmediğinin düşmanıdır.” derler ya, o, bana yaklaşmaya çalıştıkça ben
ona
karşı çıkıyordum. Ama sonra pes ettim. Ve ona teslim oldum. Asıl sebep
talebem
oldu, ama sonra kendim araştırmaya başladım.
Önce
sûreleri ezberlemeye başladım. İlmihal kitabına bakarak namaz kılmayı
öğrendim. Tabiî bu önceleri çok zor oldu benim için… Biz, o zaman dört
kişi,
bir odanın içinde yaşıyorduk ve hâmileydim. Eşimin âilesi de evin diğer
odalarında yaşıyordu. Onlardan hiçbiri İslâm’ı yaşayan insanlar
değildi. Evde
namaz kılacak bir yer bulamayınca evin bodrum katına indim. İlk
namazlarımı
orada kılmaya başladım. Onlar, bütün hayatım boyunca kıldığım en güzel
namazlardı. Orada bulduğum mânevî heyecanı, başka yerlerde tam
mânâsıyla
bulamadım.
Bu
arada İslâm’ı anlatan kitaplar okumaya başladım. Okuduğum şeyden kalbim
tatmin olunca, hemen yaşamaya başlıyordum. Okuduğum bir kitapta gece
namazının
fazîleti anlatılıyordu. Ondan sonra da gece namazlarına başladım. Bazen
kendi
talebelerime de söylüyorum:
“–Eğer
size gece kalkıp yapılacak bir iş söylense, bunu yapınca da bin euro
verilecek olsa ne yapardınız? Hemen kabul ederdiniz değil mi? Allah
Teâlâ ise,
o bin eurodan daha kıymetli ecirler veriyor. Cenâb-ı Hak, gece o
vakitte
kullarını görmek istiyor, onların istediklerini vermek istiyor. Ama
insanlar arkasını
dönüp yatıyorlar. Bunu düşününce Sübhânallâh, İnsan, Rabbinin dâvetine
nasıl
gafil kalır.” diyorum.
Çevrenizdekilere
İslâm’ı nasıl tebliğ etmeye başladınız?
İslâm’a
dönmesini istediğim ilk kişi, benim öz annem olmuştur. Onun kalbini
tanıdığım için, ahlakını bildiğim için, onun İslâm’dan uzak olmasına
çok
üzülüyordum. Gerek annemle ilişkimde, gerek talebelerime karşı
muâmelelerimde,
İslâm’ı anlatırken hep yumuşak davrandım. Ama onlar benden, dinimin
dışında bir
şeyler istediklerinde sertleştim ve tâviz vermedim. Annem şimdi beş
vakit
namazını kılıyor elhamdülillaâh… Bütün talebelerim de namaza başladı.
Sadece
beş vakit değil, hepsi gece namazına da kalkmaya başladılar. Hepimiz
Pazartesi,
Perşembe oruçlarımızı beraber tutuyoruz. Bir taraftan da Kur’ân-ı Kerîm
öğrenmeye başladık.
Şimdi
düşünüyorum da, İslâmsız yaşadığım her an bana değersiz geliyor.
Yaptığım her işi, Allah rızası için yapmıyorsam, bana değersiz geliyor.
İslâm’la buluştuğumdan beri kendimde büyük bir enerji görüyorum ve hep
okumaya
gayret ediyorum. İslâm sayesinde insanları daha fazla etkilediğimi
düşünüyorum.
Eşiniz,
çocuklarınız da sizin gibi dini yaşamaya başladılar mı?
Üç
çocuğum var. Oğlum 11 yaşında, beş vakit namazını kılıyor. Bazen
cemaatle namaz kılabilmek için okuldan kaçıyor. Kızım altı yaşında
sûreleri
okumaya başladı. Küçük oğlum ise, iki yaşında, ama dört sûre biliyor.
Yaşadıklarım içinde bana en zor gelen eşimin tesettüre girmeme izin
vermemesi…
O, namazıma, orucuma karışmıyor, fakat örtünmemi istemiyor. Dua
ederseniz inşallah
bir gün bu da olur.
Ben
iki sene önce, uzun etek ve uzun kollu gömlek giymeye başladım. Bunda
bile çok tepki gördüm. Gerek kendi akrabalarım, gerekse kocamın
akrabaları çok
karşı çıktılar. Sonra plaja gitmemeye başladım. En son plaja
gittiğimde, kendimi
çok kötü hissetmiştim. Kendimi saklamak, bir şeylerle örtmek istedim.
Bu da son
oldu, bir daha hiç gitmedim. Aslında insanda o utanma duygusunun olması
şart...
Bence bir müslümanın en önemli özelliklerinden birisi utanma duygusunun
olmasıdır.
Çocuklarınız
maşallah çok küçük yaştalar. Fakat muntazaman namazlarını
kılıyor ve sûreleri ezbere biliyorlar. Onlara nasıl namazı anlattınız,
nasıl
sevdirdiniz?
Namaz
kılmaya başladığım zaman kızım üç yaşındaydı. Önce ben namaz kılarken
üstüme çıkıyordu, rahat vermiyordu. Bilirsiniz çocuklar, her şeyi
taklitle
öğrenirler. Kısa bir süre sonra beni taklit etmeye başladı. Çocuklar
için
dinimiz anlatan “cd”lerden aldım. Televizyon izlemiyorduk artık...
Cd’leri
beraber izliyorduk, ben de onların anlayacağı şekilde yavaş yavaş
anlatıyordum.
Kızım bir gün:
“–Ben
de namaz kılarsam Rabbim beni de sever mi?” diye sordu. Ben de:
“–Tabii
ki sever. Hem de çocuk olduğun için daha çok mükafat verir; içini
de, dışını da güzelleştirir, iyi bir insan olursun.” dedim.
Namazını
kılar kılmaz hemen aynanın karşısına geçip “Acaba daha güzel oldum
mu?” diye bakıyor. Ayrıca başörtülü kızları çok seviyor. Onları sokakta
bile
görse tanımasa da koşup sarılıp öpüyor.
Oğlum
ise, ben namaza başladığımda sekiz yaşındaydı. İslâm’ı, onunla
beraber yaşamaya başladık. Oğlum biraz daha büyük olduğu için, onun
arkadaş
seçimine dikkat ettim. Benim İslâm’ı yaşamama vesîle olan talebemin bir
nişanlısı vardı. Onunla görüşmesini sağladım. Çünkü O, İslâm’ı yaşamayı
seven,
gayretli bir müslümandı. Eşimin bir akrabası var. O da İslâm’ı yaşadığı
için
akrabaları onu dışlıyorlar. Oğlum, bu ikisiyle arkadaşlık kurup onlarla
sohbet
etmeye başladı. Bunun dışında ben okuduğum kitapları oğluma veriyordum.
Anlayamayacağı yerleri, onun anlayacağı şekilde izah ediyordum.
Geçen
sene bir hocaya sordum:
“–Benim
oğlum imam olabilir mi? Böylece biz evde beraber cemaatle namaz
kılsak!” diye...
“–Yaptığının
farkındaysa, aklı başındaysa kıldırabilir.” dediler.[1]
Çok
sevindim. Oğlum, beni en fazla tenkid eden kişidir. Çünkü bazen onu
sabah namazına kaldırmıyorum. Kaldırmadığım zamanlar bana çok kızıyor.
Benimle
beraber Pazartesi-Perşembe günleri oruç tutmak istiyor. Abdest alırken
çocuklarıma cevap verince hemen beni uyarıyor:
“–Abdest
alırken konuşma!..” diyor.
Bazı
şeyleri benden daha iyi öğrendi. Aslında onun için dini yaşamak daha
zor… Okulunda neredeyse dinini yaşayan hiç kimse yok. Okulunda dindar
bir tane
öğretmeni var, sabahları o öğretmeninin yanına gidip kulağına eğilip:
“–Selamün
aleyküm.” diyor.
Diğerlerinden
kendisini saklıyor. Ben de sıkı sıkı dikkatli olmasını
tembihliyorum, çünkü bizim etrafımızda hep din düşmanları var.
Oğlumun
geleceğini bilemem, ama dinini iyi öğrenip, İlahiyat Fakültesi’ni
bitirmesini isterdim.
İslâm,
anne olarak benim işimi çok kolaylaştırdı. İslâm’da, bir ebeveynin
evladına vermek istediği her şey, emir ve yasak olarak belirlenmiş. Ben
İslâm’ı
bir yarışma olarak düşünmeye başladım. Kimler daha çok sevap kazanırsa,
yarışmayı onlar kazanacak… Her gece yatmadan önce kendimize sormalıyız,
“Biz,
bugün Allah için kazandık mı? Yoksa kaybedenlerden mi olduk?” diye…
Ben
şimdiden Allah için yaptıklarımın karşılığını görmeye başladığımı
hissediyorum. Talebelerimle konuştukça, daha çok kitap okuyup öğrenmeye
ve
yaşamaya gayret ediyorum. Çünkü her gün daha başka sorular soruyorlar.
Duâ
ederken de tek kendi talebelerim ve yakınlarım için duâ etmiyorum.
Düşmanlarım
için de dua ediyorum:
“–Yâ
Rabbi! Bana güzel ilim ve yaşama gayreti ver ki, düşmanlarımın kalbine
de girip onlara da İslâm’ı anlatabileyim.”
Âmine
ismini neden seçtiniz?
Aslında
ben seçmedim. Oğlum bir gün yanıma geldi:
“–Biz
öldüğümüz zaman kendi isimlerimizle çağrılacakmışız. Neden bana güzel
bir isim vermedin?” dedi ve sonra da:
“–Ben
artık ismimi değiştiriyorum, kendime Muhammed ismini veriyorum.” diye
ekledi.
Ardından
benim ismim problem oldu. Yok Hatice olsun, Âişe olsun derken,
oğlum:
“–Peygamber
Efendimiz’in annesinin ismi «Âmine», senin ismin de Âmine
olsun!..” dedi.
Aslında
oğluma benim isim vermem gerekirken o bana isim vermiş oldu.
Elhamdülillah…
Birçok
insan ezân okunan minarelerin altında yaşıyor, ancak namaz kılmıyor;
tesettüre girebileceği bir ortama sahip, fakat örtünmüyor. Bu durumda
olan
kardeşlerinize neler tavsiye etmek istersiniz?
Estağfirullah,
ben kimim ki, müslümanlara böyle bir konuda tavsiyede
bulunayım. Benim de eksiklerim, hatalarım var. Ancak bu konuda kendi
düşüncelerimi ve hissettiklerimi söyleyebilirim sadece…
Biraz
önce sizin de, Peygamber Efendimiz ile ilgili seminerde bahsettiğiniz
gibi, her insanın doğru bir örneğe ihtiyacı var. Ben de hayatımda ne
bir
siyasetçiyi, ne de bir sanatçıyı örnek aldım. Kendi fıtratımı, duygu ve
düşüncelerimi, kısacası kendimi Allah’ın Rasûlü’nde bulduğum kadar hiç
kimsede
bulamadım. Hayatlarında huzur arıyorlarsa, Peygamber Efendimiz’e
yönelsinler.
Ben hayatım boyunca aradığım her şeyi O’nda buldum.
Ben
talebelerime de hep söylüyorum:
“–Başka
şeylerle uğraşmayı bırakın!.. Kendinizi tanıyın. On dakikalık
tefekküre dalarsanız, nereden geldiğinizi, varlığınızı düşünürseniz çok
fazla
bir ilme bile gerek kalmadan hemen İslâm’ı bulabilirsiniz.” diyorum.
Kendilerinden
bol bol Kur’ân okumalarını istiyorum. Okudukça aradığınız her
şeyi bulacaksınız. On yaşında da olsan, yirmi yaşında da sana cevap
verecektir.
Onun için Kur’ân’a ve Peygamberimize sarılan aradığı huzuru bulur.
Bundan
sonra hayatınızdaki hedefleriniz nedir?
Elhamdülillah
seçtiğim yoldan emînim. Etrafımdaki insanlardaki yanlışlıkları
gördükçe, İslâm’ın ne kadar büyük bir nîmet olduğunu düşünüyorum.
Bunlar benim
imanımı arttırıyor. Bu dünyada ne kadar misafir olduğumu düşünürsem,
imanım ve
azmim de o kadar artacaktır.
Şimdi
en büyük isteğim, bir kere hac veya umre yapabilmek... Ama buradaki
maddî imkânlarla çok zor... Haccı okuduğum her zaman çok
heyecanlanıyorum.
Kendimi oralarda hissediyorum. Bu röportajı okuyan kardeşlerimin de bu
konuda
bana çok duâ etmelerini istiyorum.
Sizinle
tanıştığımız için çok mutlu olduk. İnşâallah bu röportaj, sizin
haccınıza vesile olur. Ve nice hidâyetlere vesile olmanız duâsı ile…
Halime
Demireşik
Şebnem Dergisi,
38. sayı
[1]Normalde
bir insanın namaz kıldırabilmesi için âkıl-bâliğ olması şarttır.
Büluğa ermemiş birisinin kıldırdığı namaz, kendisine farz olmadığı
için;
kendisine ibadetin farz olduğu birisine imamlık yapması doğru değildir.
Burada
söylenen şey, bölge şartları göz önünde bulundurularak talime yönelik
bir
cevazdır. Okuyucularımızın bu hususu göz önünde bulundurmasını önemle
istirham
ederiz.
|