Medineli
Sabit bin Kays, sahabenin ileri gelenlerindendi. Efendimiz (sallallahü
aleyhi ve sellem)’e hizmetten asla geri kalmaz, sözünden ise bir an
olsun dışarı çıkmazdı. Efendimiz de onu çok severdi. Hatta bir küçük
hatası yüzünden aşırı üzüntüye kapılan Sabit’i teselli ederek “Sabit
cennetliklerdendir.” buyurmuştu.
İşte bu Sabit’in aile içi bir sıkıntısı vardı.
Hanımı Cemile, Sabit’e bir türlü ısınamamış, onu sevememiş, içindeki
ilgisizliği yenip de bir gün olsun sevgiyle muhatap olamamıştı.
Cemile bir kadın olarak iç dünyasındaki bu
fırtınayı kime anlatabilirdi? Kendisini kim dinlerdi? İslam’da kadın
dinlenir miydi? Önceki devirde kadının söz hakkı yoktu çünkü;
Cemile tereddütler içerisinde doğruca Efendimiz
(sallallaha aleyhi ve sellem) Hazretleri’nin huzuruna girdi, olanca
cesaretini toplayarak kimselere açamadığı iç dünyasını Efendimiz’e
açtı.
– Ya Resulallah, dedi, beyimin İslamî yaşayışına
diyeceğim yoktur. Ahlakından da şikayetçi değilim. Lakin ben onu bir
türlü sevemedim. Bu halimle ona isyan etmekten, isteklerine ters bir
karşılık verip kötü bir sonuca düşmekten korkuyorum. Söyleseniz de beni
boşasa. O, kendisini sevmeyen bir hanımı zorla nikanı altında tutan
adam durumuna girmese, ben de dinime zarar verecek bir itaatsizliğe
doğru kaymasam!.
Efendimiz, iç dünyasını bu nitelikte anlatan
Cemile’yi tepkiyle değil ilgiyle dinledi. Bir hanımı, sevemediği
erkekle bir arada kalmaya mecbur etmeyi zaten münasip de bulmuyordu.
Ancak, beyi ne diyecekti? Boşamak istemezse zorla boşayacaksın da
denemezdi. Bir de onu dinlemek gerekirdi. Nitekim öyle de yaptı.
Cemile’nin duygularını, düşüncelerini aynen Sabit’e aktararak onu da
dinledi.
Anlaşılan Sabit, Cemile’yi seviyordu. Ama
Cemile’nin kendisini aynı sıcaklıkta sevmediğini, tek taraflı sevginin
mutluluk getirmeyeceğini de biliyordu. Nasıl bir çare bulunabilirdi?
Düşünmeye başladı. Gözlerini diktiği sabit
noktadan başını kaldırıp dedi ki:
– Ya Resulallah, Cemile’ye nikahta en değerli
bahçemi mehir olarak verdim. Bunca değerli serveti verdiğim kadını bir
anda nasıl boşayabilirim? Üstelik benim öyle başka bir bahçem de
yoktur!
Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Sabit’in
yaklaşımını öğrenmiş oldu. Cemile’ye bu defa sorusunu şöyle sordu:
– Sabit seni boşayacak olsa, nikah sırasında
aldığın değerli mehri iade eder misin? Böylece sen mehrini verip nikah
bağından kurtulmuş olursun, Sabit de nikah hakkından vaz geçip
bahçesini geri almış olur. İki taraf da bir şey verirken bir şeyleri
almış sayılarak karşılıklı mağduriyetlerinizi gidermiş sayılırsınız.
Teselli tarafınız bu olur.
Cemile buna hemen razı oldu. Kocasının nikah
sırasında kendisine mehir olarak verdiği bahçeyi “Memnuniyetle iade
ediyorum.” dedi.
Sabit de “Öyle ise ben de nikahını aynı
memnuniyetle
ona iade ediyor, bu andan itibaren boşamış bulunuyorum, özgürdür.”
dedi.
Taraflar böylece bir şey verirken bir şey de
aldıklarından
helalleşerek ayrılmış oldular.
Bu olay üzerine Bakara Suresi’nin 229. ayeti
nazil oldu. Ayet-i kerime anlaşmayı iptal etmiyor, hatta ortak aile
hayatını sürdürme sevgisi yok olunca, hanımın aldığı mehri verip de
nikahını ortadan kaldırmasını meşru görüyor; ancak erkeğin fırsatçılık
edip de kadından veremeyeceği miktarda mal istememesini de tavsiye
ediyordu.
Bu hadise üzerine fıkıhta hüküm şöyle tespit
edildi:
– Kadın ayrılmak istediği beyine bir şeyler
vererek kendini boşatabilir! Yeter ki beyi fırsatçılık edip de kadından
veremeyeceği miktarda haksız mal isteğinde bulunmasın.