Basra'lı
Şem'ûn kendi halinde bir mecusidir. Müslümanlarla
içli dışlıdır ve bir
sürü güzel haslet edinir. Kimseyle uğraşmaz,
yalan söylemez, sözünde
durur ve
cömerttir. Sonra o gülyüzlü komşusunu
(Hasan-ı Basri Hazretlerini) çok
beğenir,
uzaktan bile görse ayağa kalkar, hürmetle yol verir.
Hasan-ı
Basri, Şem'ûn'un Müslüman olmasını
çok ister. Hatta bazı geceler
sabahlara kadar yalvarır onun ve onun gibiler için
hidayet diler.
Rahman ve
Rahim olan Rabbimiz bu duaları kâbul eder ve
mübareğin tebliğ için
beklediği
fırsatı önüne çıkarır.
Nasıl mı? Anlatalım.
Şem'ûn
amansız bir hastalığa yakalanır. Birkaç
gün içinde mum gibi erir ki
artık öleceğinin farkındadır.
Hasan-ı Basri biraz süt, biraz hurma
alır,
komşusunun kapısını tıklatır. Şem'ûn onu görünce
çok duygulanır.
Ağlamakla
gülmek arasında gidip gelen bir sesle 'Ey asil
komşum' der 'niye zahmet
ettin
ki?'
-Ne
zahmeti, vazifemiz değil mi?
-Biliyor
musun ben gidiciyim.
-Hepimiz
gidiciyiz.
-Korkarım
ahirette de görüşemeyeceğiz. Zira
inandıklarım doğruysa aynı yerde
olmayacağız.
Mübarek
acı acı gülümser.
-Peki'
der, ya benim inandıklarım doğruysa?
-Yine
aynı yerde olmayacağız, zira beni
taptığımla yakacaklar.
-Bak
Şem'ûn ateş yaratıcı değil
mahlûktur. Alemlerin Rabbi (Celle Celalüh)
dilemezse kimseye bir şey yapamaz.
-Müslümanlar
buna benzer şeyleri çok söylerler ama ateşin
yakmadığı nerede
görülmüş?
-Ateşin
yakmadığını görsen bana inanır
mısın?
-İnanırım.
Biliyor
musunuz veliler hallerini bir sır gibi saklar,
tanınmaktan, bilinmekten
sıkılırlar. Ancak böylesi hayati
kavşaklarda keramet göstermek zorunda
kalırlar. Nitekim Hasan-ı Basri Hazretleri de mangaldaki
ateşi avuçlar,
kızgın
korla kollarını sıvazlar. Şem'ûn
hayretler içindedir. Büyük veli,
bunlar
sıradan şeylermiş gibi gülümser,
'İstersen yanan fırına girelim' der,
'var
mısın?'
-Yoo,
hayır. Bu kadarı yeter.
-Görüyorsun
işte. Senin, benim, dağların, göklerin,
denizlerin yaratıcısı onu
zararsız kıldı.
-Sanırım,
Allah'ın büyüklüğünü kabullenmek
zorundayım
.
-Al, istersen dokunabilirsin. Eğer ateş bir şeye
kaadirse yaksın da
görelim.
-Diyecek
bir şey bulamıyorum.
-Ama
benim diyecek çok şeyim var. Yapma Şem'ûn,
kendine kıyma. Gel iman et
ve
kurtul. Altından nehirler akan köşkler, nefis şerbetler,
bahçeler,
huriler seni
bekliyor. Bir kere kelimeyi şahadet söyle, ebedi saadete
kavuş.
-Bu
kadar kolay mı yani?
-Evet
bu kadar kolay.
-Ama
benim ömrüm günah içinde geçti.
-Benim
ki de öyle ama Allah-ü teâlâ affedicidir.
-Ne
desem bilmem ki, bunca yıldır mecusi olarak
yaşadıktan sonra...
-Sakın
'millet ne der?' diye düşünme, sadece kalbinin sesini
dinle.
-Kalbim
seninle beraber, yalnız endişelerim var.
-Nasıl
yani?
-Sahi,
Rabbim beni kâbul eder mi?
-Eder.
-Bana
kulum der mi?
-Der.
-Emin
misin?
-Adım
gibi.
-Peki
kefil olur musun?
-Olurum.
-Ahitname
de yazar mısın?
-Yazarım.
-Mührünü
de basar mısın?
-Basarım.
-İyi
öyleyse, sen şimdi bana yapmam gerekenleri söyle.
Şem'ûn
oğullarını, yakınlarını
çağırır. Kalabalığın
huzurunda iman eder.
Olacak
bu ya hemen o gün ecel şerbetini içer. Onu söz
konusu kâğıtla birlikte
toprağa
verirler.
Hasan-ı
Basri Hazretleri hem şaşkın, hem sevinçlidir.
Omuzlarından irice bir
yük gitmiştir. Definden sonra evine gelir. Bir
başına kalınca hadisenin
muhasebesini yapar ve birden dehşete düşer.
Büyük bir pişmanlıkla
'yaptığını
beğendin mi' der, 'sen kim oluyorsun da ahidname veriyorsun.
Kendini
kurtaracağın şüpheli, kalkıp
başkalarına kefil oluyorsun. Eyvah ki ne
eyvah!
Aman Allah'ım ben ne yaptım!'
O
gece binlerce, onbinlerce kez tövbe eder, 'Yarabbi, ben acizin,
zavallının
biriyim' der, 'n'olur bu cüretimi affeyle!' Hasan-ı Basri o
kadar ağlar
ve o
kadar yalvarır ki bitap düşer. Birara içi
geçer, rüyasında Şem'ûn
belirir, çok
neşelidir. Öylesine nurludur ki dolunayı imrendirir.
Başında cennet
cevahirleriyle süslenmiş bir taç vardır.
Hasan-ı Basri Hazretlerine
döner
'Meğer Allah-ü teâlâ ne
büyükmüş' der, 'merhametinin zerresi benim gibi
nice
asiye yetti.'
-Peki
ya ahitname?
-Ona
bakmadı bile, istersen geri verebilirim.
-Yalvarırım
ver, n'olur ver.
-Al!
Hasan
Basri Hazretleri heyecanla uyanır. Ne görse
beğenirsiniz.
Kâğıt
elindedir.
|