Ebû
Muhammed Cerîrî
hazretlerine bir gün talebeleri;
- Efendim, sizi üzen, unutamadığınız bir
hâdise var mıdır? diye sordular.
Cevâbında buyurdu ki:
Bir gün ikindi
namazında mescidimize, hâlinden garîb olduğu anlaşılan bir kimse geldi.
Abdest alıp namaz kıldı ve namazdan sonra başını önüne eğip tefekküre
başladı. O gün akşam yemeğinde, halîfe bizleri dâvet etmişti.
Gideceğimiz zaman o kimsenin yanına yaklaşıp;
- Biz dâvete gidiyoruz siz
de bulunmak ister misiniz?" dedim.
Başını kaldırdı.
- Dâvete gitmeyeyim.
Bir bulamaç aşı getirebilirseniz yerim. Yoksa siz bilirsiniz, dedi.
Ben de, her halde bizim arkadaşlarla berâber olmak istemiyor diye
düşünüp, kendisine fazla iltifât etmedim. O gece rüyâmda Peygamber
efendimizi gördüm. Yanlarında yaşlıca iki zât ve arkalarında
kendilerini tâkib eden birçok kimseyle geliyorlardı. Yanımdakilere,
Peygamber efendimizin yanındaki iki zâtın kim olduklarını sordum.
Birisi İbrâhim Halîlullah, diğeri Mûsâ Kelîmullah ve arkalarındakiler
de binlerce nebîdir, dediler. İleri atılıp kendileri ile konuşmak
istedim. Fakat, Peygamber efendimiz bana iltifât etmediler.
- Yâ
Resûlallah! Ne kabahatim var ki, mübârek yüzünüzü benden
çeviriyorsunuz? dedim.
- Dostlarımızdan biri senden bulamaç aşı istedi.
Sen ise vermekten çekindin." buyurdular.
Ağlayarak uyandım. Hemen
mescide koştum. O zât hâlâ başı önüne eğik olarak tefekkür ediyordu.
Kendisine;
- Ey efendim! Arzunuzu yerine getirebilmem için bir mikdâr
bekleyiniz, dedim.
Tebessüm edip;
- Bir kimse bir ihtiyâcını size
söylüyor. Siz de, yüz yirmi bin nebî şefâat etmedikçe onu yerine
getirmiyorsunuz değil mi? dedi ve çıkıp gitti.
Bundan sonra ne kadar
aradım ve sordum ise kendisini bulamadım. İşte kırk yıldır bu hâdisenin
üzüntüsü bende devâm ediyor, buyurdu.
|