Müslümanlardan
birinin yahûdî bir ortağı
vardı. Ortağını ne kadar İslâma dâvet etti ise, müslümanlığı kabûl
etmedi.
Hattâ bu ortağına;
"Eğer
müslüman olursan, malımın üçte
birini sana veririm." dedi. Yahûdî yine kabûl etmedi.
O
müslüman başka bir gün;
"Eğer
müslüman olursan, malımın
yarısını sana veririm." demesine rağmen yine kabûl etmedi.
Müslüman
tüccar bir süre sonra;
"Eğer
müslüman olursan, malımın üçte
ikisini sana veririm." dedi.Yahûdî yine kabûl etmedi.
Müslüman
tüccar artık ortağının müslüman olmasından ümidini kesmişti. O
müslüman, bir
gün Ebû Saîd
Mîhenî'nin
dergâhının yanından geçiyordu. Yahûdî ortağı da yanında idi. Bu sırada
dergâha
girdi. Ebû Saîd Mîhenî bu sırada sohbet ediyordu. Yahûdî ortağı da
kendi
kendine;
"Ben
de mescide gireyim, bir dinleyeyim, bakalım neler anlatıyor. Onun halk
arasında
kabûl görmesinin sebebi nedir bir göreyim? Yahûdî olduğuma dâir
üzerimde her
hangi bir işâret olmadığı için beni nasıl olsa tanımaz." dedi. Yahûdî,
gizlenerek mescide girdi. Bir direğin arkasına oturdu. Ebû Saîd Mîhenî
sohbet
esnâsında bir ara yahûdînin arkasında oturduğu direğe doğru dönerek;
"Ey
yahûdî! Direğin arkasında ne kadar kendini gizlemeye çalışsan da
gizlenemezsin." dedi.
Yahûdî
gayri ihtiyârî ayağa kalktı. Ebû Saîd
Mîhenî'nin yanına vardı. Ebû Saîd hazretleri ona müslüman olmasını
söyleyince,
bu dâveti kabûl edip, müslüman oldu.
Ebû
Saîd hazretleri ona;
"Şimdi
ortağının yanına git. Sana müslümanlığı öğretsin. İşler vakti zamânı
gelince
olur. Ondan önce olmaz. Zamânı gelince müslüman olmak için malın üçte
birine,
yarısına ve üçte ikisini vermeye hâcet kalmaz." buyurdu. |