Hz. Muhammed (sav.)
artık ömrünün sayılı günlerini yaşıyordu. Altmışüç yıllık şerefli
hayatını insanlara hidayet ve kurtuluş yolunu anlatmakla geçiren o şanı
yüce insan bir karıncayı bile incitmemiş ve incitenleri de daima
uyarmıştı. Fakat Allah elçilerinin de farkında olmaksızın çok ufak
hatalar işleyebileceğini bildiğinden şu son anlarını yaşarken bütün
mü'minlerle helalleşmeyi aklından geçirdi.
İşte o yüzden bir gün Bilal'den ezan
okuyarak mü'minlerin camiye toplanmasını rica etti. Hz. Bilal'de bunu
bir emir kabul ederek hemen minareye çıkıp yakıcı ve gür sesiyle ezan-ı
şerifi okudu. Ezan sesini duyar duymaz bütün Mekke'li ve
Medineli sahabiler birer birer camiye akın ederek her tarafını
tıklım tıklım doldurdular.
Sevgili Peygamberimiz (sav) sahabilere
iki rekat namaz kıldırdıktan sonra minbere çıkarak önce Allah'a hamdü
senada bulundu, daha sonra da bütün gözlerden ırmak ırmak yaşlar
akıtan, bütün kalpleri tirtir titreten, bütün vücutları ürpertiye boğan
içli ve duygulu bir hutbe verdi. Ve hutbesini sona erdirirken de
kelimelerin üstüne basa basa şöyle haykırdı.
"Ey mü'minler!... Ben sizin
Peygamberinizim. Sizlere ömür boyunca öğütler verdim, hidayet ve
kurtuluş yolunu anlatmaya çalıştım. Tabii ki güç ve kuvvetine sınır
olmayan Allah'ın izni ve yardımıyla. Sizleri bir kardeş gibi şefkat
kanatlarımın altına alarak korudum. Bir baba gibi de size karşı
merhametli davrandım. Sizinle keder ve gaye birliği ettim.
Şimdi size soruyorum. Bende hakkı
hukuku olan var mı? Olan hemen gelsin ve Allah hakkı için, büyük
Kıyamet günü hesaplaşmasından önce hakkını alsın."
Yaşın yaşın ağlıyan gözlerle
peygamberlerini dinleyen sahabilerden hiç kimse gidip de, "Ey Allah'ın
Rasulü!.. Benim sende hakkım var" demedi. Sevgili Peygamberimiz
(s.a.v.) aynı soruyu ikinci ve üçüncü defa tekrarlayınca sahabilerden
Ukkaşe ayağa kalkarak huzuruna vardı ve, "Ey Allah'ın elçisi anam-babam
sana feda olsun! Eğer defalarca Allah (c.c.) adını kullanmasaydınız
huzurunuza gelip de hakkımı aramaya kalkışmayacaktım." dedi ve olayı
şöyle anlattı:
"Ey Allah'ın elçisi!.. Birgün sizinle
birlikte savaş ediyordum. Nasılsa develerimiz yanyana geldiler.
Devemden inerek özür dilemek üzere size yaklaşmıştım ki, birden
kamçınızın sırtımda şakladığını duydum. Ey Allah'ın Rasulü!.. Bunu
kasten mi yaptınız yoksa devenize vururken kazara bana mı çarptı? Bunu
bilmiyorum."
Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav.) "Ey
Ukkaşe, Peygamberin sana kasten nasıl vurabilir? Asla!" diye özür beyan
etti ve ardından Hz. Bilal'e, kızı Fatıma'nın evine vararak aynı
kamçıyı alıp getirmesini söyledi. Bilal (r.a.) camiden çıkarak Hz.
Fatıma'nın evine doğru hızla yol almaya başladı. Bir yandan da
Peygamberler Peygamberinin kendi kendine ceza vermesini düşünüyordu.
Kapıyı çaldı; içerden Fatıma "Kim o
kapıya vuran?" diye seslenince Bilal (r.a.) kendisini tanıttı ve Allah
Rasulünün savaşlarda kullandığı kamçısını almaya geldiğini belirtti.
Fatıma:
- Ey Bilal, babam kamçıyı ne yapacak?
Bilal:
- Baban bu kamçıyla kendi kendisini
cezalandıracak.
Fatıma:
- Ey Bilal, bu kamçıyla babama vurarak
hakkını alacak olan kim?
Bilal:
- Ukkaşe, dedi.
Hz. Bilal (r.a.) kamçıyı alır almaz
doğru camiye yollandı. Kamçıyı götürüp Hz. Peygamber'e teslim etti.
Peygamber de Ukkaşe'ye verdi.
Tam bu sırada ayağa fırlayan Hz. Ebu
Bekir'le Hz. Ömer "Ey Ukkaşe, işte biz karşınızdayız, Peygamber'in
yerine bize vurun. Ne olur?" diyerek arkalarını dönerler.
Hz. Peygamber:
"Ey Ebu Bekir, Ey Ömer, yerlerinize
oturun. Şüphesiz ki Yüce Allah (c.c.) sizin bu iyi niyetinizi
mükafatsız bırakmayacaktır" diye çıkışır.
Bu defa Hz. Ali (r.a.) fırlar ve "Ey
Ukkaşe!" der: "İşte ben karşınızda hayattayım, Peygamber'e vurmanıza
gönlüm razı olmuyor, işte sırtım, işte karnım, istediğiniz yere
dilediğiniz kadar vurun."
Hz. Peygamber:
- Ey Ali, otur yerine! Yüce Allah
(c.c.) senin bu iyi niyetini mükafatsız bırakmayacaktır" diye çıkışır.
Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin:
- Ey Ukkaşe, biliyorsun ki biz Allah
Resulünün torunlarıyız, hakkını bizden aldığında O'ndan almış
sayılırsın. Ne olur bize vur?" diye yalvarıp yakarırlar. Hz. Peygamber
(sav) onlarad da:
-"Yerlerinize oturun, ey benim göz
bebeğim torunlarım" diye çıkışır.
Bütün bu olanları ibretle seyreden
Sevgili Peygamberimiz (sav.) "Ey Ukkaşe, eğer gerçekten bana vurmak
istiyorsan, buyur, vur!" diyerek haykırdı. Bunun üzerine Ukkaşe, "Ey
Allah'ın Resulü!" dedi. "Siz bana vurduğunuzda ben çıplaktım. Şimdi ben
de size vururken çıplak kalmanızı rica ediyorum."
Sevgili Peygamberimiz (sav) hiç
duraklamadan hemen elbisesini çıkarır ve "Buyurun, hiç çekinmeden
dilediğiniz kadar vurun" diye diretti.
Durumu yakından izleyen sahabiler
hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlarlar ve hıçkırık sesleri cami duvarlarını
sarsarcasına kalınlaşırken, Ukkaşe bakar ki iki cihan güneşi
Peygamberin vücudu süt gibi beyaz ve ardından Peygamberlik mührünü
taşıyan ben etrafa ışık saçmaktadır. Kalkar gider sırtını doya doya
öperek yerine dönüp oturur. Ardından da:
"Ey Allah'ın Rasülü!" der. "Canım sana
feda olsun! Hangi kalb sana kıyabilir? Maksadım sadece o senin ışık
saçan mübarek vücudunu kana kana öperek, senin yüzün suyun hürmetine
Rabbimin rızasını kazanmak ve Cehennem azabından kurtulmaktır."
<>Sözün burasında ışıldayan nurani
gözlerle sahabilerin süzen Sevgili Peygamberimiz (sav): "Ey
Mü'minler!.. Beni dinleyin!" der. "Cennetlik
görmek
isteyen varsa, işte Ukkaşe'yi görsün."
Bunun üzerine bütün müslümanlar kalkıp
Ukkaşe'nin gözlerinden öperek, "Müjdeler olsun!.. Yüksek derecelere
eriştin ve Peygamberimizin dostluğunu elde ettin." diyerek kendisini
tebrik ettiler.
Allah'ım ululuk ve yücelik hakkı için
bize Sevgili Peygamberimizin şefaatını nasip et, amin...
|