Hz.
İbrahim (a.s.) Allah elçisi olduğu ilk günlerde idi. O sırada
ilerisinin İslâm merkezi olacak olan Arabistan yarımadasının kalbi olan
Mekke'de yaşıyordu. Henüz idrakleri gelişmediği için kâh gördükleri
yüksekçe bir dikili kayaya, kâh ateşe ve bazen de elleri ile yaptıkları
acaip, cansız ve güçsüz şekillere medet ve yardım umarak tapan
putperest yığınlarını, varlıkların güçlü yaratıcısı ortaksız Allah'ı
tanımaya ve O'nun kullarına sunduğu yoldan gitmeye çağırıyordu.
Bir yandan böylesine kutsal bir mücadelenin şerefli bayrağını taşımak
rütbesini kendisine verdiği için Allah'ına şükürler edip şevkle
vazifesine devam ederken, öte yandan ruhunda gittikçe gelişen ve
derinleşen bir ızdırabın sancısını duyuyordu. Çünkü bütün arzulu
bekleyişlerine rağmen henüz bir erkek evlât babası olmamıştı. Fani
günlerini doldurup gözlerini hayata yumduktan sonra din ve iman
dâvasını, kaldığı noktadan alıp daha ilerilere götürecek hayırlı bir
varis bırakmadan mı göçüp gidecekti?
Bu endişe gönlünü sızlatıyor ve ruhuna ızdıraplar salıyordu. Akşamları
sabahlara bağlayan nice uykusuz geceler boyunca gözyaşları dökerek
Allah'ına yalvarıyordu; tükenmez hazinesinden kendisine hayırlı bir
oğlu bağışlamasını diliyordu. Dâvasının bayraktarlığını yapacak hayırlı
bir varise kavuştuğu takdirde en sevdiği dünyalık malını Allah'ına
kurban etmeyi adıyordu. Koyu karanlıktaki kara taş üzerinde yürüyen
minicik siyah karıncanın arzularını dahi bilen yüce Allah'ın, gözü
yaşlı İbrahim'in derdini bilmemesi elbette imkânsızdı. Sevgili
kullarının gözyaşları ile karışık yalvarışlarından hoşlandığını bize
bildiren yüce Yaradan, nihayet İbrahim'e dilediğinin yerine
getirileceğini, kederli gözyaşlarını silmesini müjdeledi.
Allah'ın kesin vaadi karşısında dinmez gözyaşları yerine gönlünde eşsiz
bir saadet duyan Hz. İbrahim (a.s.), artık sayılı günleri beklemeye
koyulur ve çok geçmeden ilerisinin büyük Peygamberi İsmail'in babası
olur. İbrahim'in bu eşsiz Allah hediyesi karşısında sevinci
hudutsuzdur. Artık dünyalar O'nun olmuştur. Arzulu gözyaşı dökerek
yalvardığı günlerdeki adağını hatırlayarak Allah'a yüz koyun kurban
keser. Fakat hemen o gece rüyasında Allah'ın kendisine "en sevdiğin
şeyi bana kurban edeceğini adamıştın; sözünü yerine getirmedin, ey
İbrahim" diye seslendiğini duyarak uyanır.
Hemen o gün, bu defa çok sevdiği yüz devesini boğazlar. Ama geceleyin
yine aynı rüyayı görerek uyanır. İbrahim (a.s.), en sevdiği malının ne
olduğunu düşüne düşüne yine geceleyip yatağa uzanınca rüyasında yüce
Allah O'na şöyle seslenir "En büyük sevgilin yeni doğan oğlun İsmail
değil midir? En çok sevdiğin canlıyı yolumda kurban etmeyi adadığına
göre biricik oğlunu boğazlaman gerekiyor, ey İbrahim."
Uyandıktan sonra İbrahim (a.s.) koyu koyu düşünmeye başlar. Gerçekten
İsmail kısa zaman içinde dünyada, Allah'tan sonra en çok sevdiği
biricik varlık olu vermişti. Şimdi de yüce Mevlâ acaba gerçekten en
büyük hediyesini kendisinden geri mi istiyordu? Veren O olduğuna göre
eğer gerçekten istiyorsa o gözyaşları sonunda gelen değerli hediyeyi
O'nun yoluna kurban etmekte tereddüt etmek olmazdı, elbette. Fakat
O'nun geri istediğinden iyice emin olmak lâzımdı. İşte böylesine
düşüncelerle bir kurban Bayramı gecesi yatağına uzanan İbrahim (a.s.)
bir önceki gece gördüğü rüyanın tıpkısını bir daha görerek aynı ilâhi
emri bir daha duyar.
Artık hiçbir şüphesi kalmamıştır. Yüce Mevlâ'sı kendisinden biricik
oğlunu yolunda kurban etmeyi istemektedir. Adağının ancak bu şekilde
ödenmiş olacağını bildiren Allah emrine tereddütsüzce uyacaktı.
Oğlunu kurban etmeye kesin karar verir. Annesi Hacer de biricik
yavrusunu en az babası kadar sevmektedir. İbrahim (a.s.), oğlunu
Allah'a kurban edeceğini eşine söylemez. Oğlu ile birlikte bir ziyafete
katılacağını söyleyerek annesinin pırıl pırıl yıkadığı, saçlarını itina
ile tarayarak süslü elbiseler giydirdiği İsmail'i alıp Mine kasabasına
doğru yola çıkar. İbrahim'in eşi Hacer, babasının yanında yürüyen
oğluna arkadan gözlerini dikerek uzun süre sevinç içinde baka kalır.
Babasının yanında yürüyen nur topu erkek evlâdın sahibi olmuş mesut bir
annenin hudutsuz iftihar duyguları içindedir.
Baba oğul evden ayrıldıktan bir müddet sonra koşa koşa gelen lânetlik
şeytan Hacer'in karşısına dikilir. "Eşin İbrahim biricik yavrum
İsmail'i ziyafete değil, boğazlamaya götürüyor" diye haykırır.
Peygamber karısı, dini bütün Hacer, lânetlik şeytanın bu sözlerini
"yıkıl karşımdan, hiçbir baba ortada ciddî bir sebep yok iken oğlunu
boğazlar mı?" diye cevaplandırır. Şeytan, hemen Hacer'in sözünü bölerek
şöyle der: "İbrahim'in Allah'ı öyle emrettiği için öyle edecek."
Söylediği bu tahrik edici sözlere karşılık lânetlik şeytan, kocası gibi
Allah'ına gönülden bağlı olan Hacer'den şu beklemediği cevabı alır:
"Mademki yüce Allah'ımız öyle emretmiştir; kocamın O'nun Yüce emrine
uymasından daha yerinde bir hareket olabilir mi? Çekil git buradan ey
Allah'ın ebedî lânetliği."
Böylelikle Hacer, şefkat duyguları ile biricik yavrusu üzerine
titremesine rağmen Allah'ın emri söz konusu olunca hadiseyi metanetle
kabul eder. Anneden bir şey elde edemeyen şeytan yola koyularak İbrahim
ile İsmail'e yetişir. İsmail biraz önde ilerlemekte babası onu arkadan
takip etmektedir. Lânetlik şeytan, hemen İbrahim'e sokularak şu
sözlerle O'nu Allah'ın emrini yerine getirmekten vazgeçirmeye çalışır.
"Şu boylu poslu gencecik taze yavruya, onun tatlı yürüyüşüne bir bak.
Sen onu yıllar boyu gözyaşları içinde bekledin, şimdi de almış onu
kendi elinde boğazlamaya götürüyorsun. O'nun körpe boğazına yüreğin
nasıl kıyacak da bıçak çekebileceksin? Sen ki onun doğumu üzerine
kurban şenlikleri düzenlemiştin."
Arap yarımadasında puta tapıcılığı yıkarak gönüllere tek tanrıcılığın
sevgisini aşılayan İbrahim (a.s.), lânetlik şeytanın babalık şefkatini
coşturarak Allah'a karşı gelmeye yol açmasını dileyen sözlerine verdiği
cevap kesindir. "Evet, oğlum dünyada en sevgili varlığımdır. Ama
Allah'ım, onu yoluna kurban etmemi istemiştir." İbrahim'den de hiç yüz
görmeyen lânetlik şeytan, son çare olarak İsmail'e yaklaşır. O'na şöyle
der: "Neşeli neşeli yürüyorsun, ama babanın seni boğazlamaya
götürdüğünü her halde bilmiyorsun. Birkaç saat sonra bu şakrak neşe
boğazında düğümlenecek; babanın can alıcı bıçağı gırtlağına
dayanacaktır.
Yeni açmış bir bahar çiçeği kadar taze ve alımlı olan vücudun tam
serpilme imkânını bulamadan sararıp gidecektir. Baban seni Allah'ın
emridir diye boğazlayacaktır. Ömrünün taze baharında hayattan ayrılmak
sana yazık değil mi?" Bu ana kadar İbrahim (a.s.), oğluna hadiseyi
açmamış, onu boğazlamaya götürüyor olduğunu yavrusuna
bildirmemişti.
O yüzden başına gelecekleri ilk defa lânetlik şeytanın ağzından duyan
gönül kuzusunun can kavgası karşısında neler diyeceğini İbrahim (a.s.)
merak ediyordu. Fakat ilerisinin yüce peygamberi olacak olan İsmail
(a.s.), şeytana son ve en kesin darbeyi indirir; "Eğer Allah'ın emri
üzerine babam beni boğazlamaya götürüyorsa, buna seve seve boyun
eğerim. Babam yüce bir Allah elçisidir. Peygamberlere, Allah (c.c.)
hiçbir zaman yanlış yol göstermez. Yaradan'ın emrine karşı koyup senin
gibi lânetlik olmamı mı istiyorsun? Defol git karşımdan; seni gözlerim
görmesin." Şeytan hâlâ bir şeyler söylemek isterse de yavru İsmail
yerden avuçladığı çakıl taşlarını yüzüne fırlatır.
Şeytanı atlattıktan sonra baba oğul, yollarına devam ederek Mine'ye,
boğazlamanın olacağı yere varırlar. İbrahim Peygamber Allah'ın emrini
yerine getirmeye kesin kararlıdır; ama biricik yavrusunu kendi eliyle
boğazlayacağını düşündükçe gönülden titremeler geçirir ve gözyaşlarını
tutamaz diye İsmail'in yüzüne bakmaktan çekinir. Babasının içinde
çalkalanan bu karışık hisleri küçük yaşına rağmen sezen İsmail (a.s.)
babasına güç veren şu sözleri söyler: "Allah sana ne emrettiyse yap.
İnşallah beni sabırlı ve dayanıklı bulacaksın."
Bunun üzerine büyük bir soğukkanlılıkla İbrahim (a.s.) oğlunu düz bir
kayaya yatırır. Ve evden getirdiği keskin bıçağı gönül kuzusunun ince
boğazına dayar. Fakat hayret; bütün gücüyle batırmasına rağmen bıçak
yavrucağın yumuşak gırtlağını kesmez. İbrahim'in üst üste yaptığı
hamleler de netice vermeyince hem kızgınlığından ve hem de keskinlik
derecesini denek üzere bıçağı, yavrusunun gırtlağından ayırarak taşa
indirir. İsmail'in körpe boğazında en küçük bir iz bile açmayan bıçak,
taşı boylu boyuna iki parçaya ayırıverir.
O sırada yanında bir koç ile birlikte gökten inen bir meleğin tekbir
sesleri duyulur. İbrahim sese doğru başını çevirir. Gökten yere inen
melek İbrahim'e Allah'ın şu emrini iletir "Tamam ey İbrahim! Dünyadaki
en sevgili varlığını, bu varlık gönül kuzun ve biricik evlâdın İsmail
bile olsa Allah yolunda kurban etmekten çekinmeyeceğini yeterince ispat
ettin.
Hem sen, hem İsmail hem de eşin Hacer Allah'a bağlılığınızın
dillere destan olmaya hak kazanan bir örneğini başarı ile verdiniz.
Allah (c.c.) hepinizden hoşnut olmuştur. Maksat oğlunu boğazlaman
değildir. Çünkü o senin yıllardan beri dileklerinde yaşattığın gibi
senden sonra hak yolunun bayraktarlığını yapacak yüce bir Peygamber
namzeti (adayı)dir. Yüce Allah (c.c.), sana İsmail'in yerine
boğazlayasın diye şu getirdiğim koçu hediye ettiği gibi; biricik oğlunu
Allah'ın emrine teslim olarak boğazlamaya koyulduğun şu günü, hak yolun
yolcularına kurban kesme günü diye emrederek senin şerefli Allah
bağlılığının aziz hatırasını ebedileştirmiştir.
"Ne mutlu sana ve senin soyundan gelecek hakikat önderlerine!"
Yüce Allah (c.c.) cümlemizi, kendi sevgisi uğruna dünyalık
varlıkların en değerlisinden bile göz kırpmadan fedakârlık edebilecek
gönülden bağlı kullarından eylesin, âmin...
|