Şeyhlerin
İmtihanı
|
|
Ahmed
Şemseddîn hazretleri Manisa'da
hocasının isteği doğrultusunda talebeler yetiştirmekle meşgûl oldu.
Ancak bu sırada Şâh İsmâil de, Ehl-i sünnet îtikâdını, müslümanların
Peygamber efendimizden gelen doğru inancı yıkmak için harekete
geçmişti. Bu gâye ile Anadolu'ya "dâî" adı verilen halîfeler göndermiş,
sahte şeyhler eliyle bozuk ve yanlış tarikatler kurdurmuştu. Ayrıca
Antalya'dan Bursa'ya kadar pek çok yerde isyanlar çıkartarak halkı
silâh gücü ile de sindirmek istemişlerdi. Karışıklık had safhada idi.
Öyle ki bu sahte şeyhler Osmanlı merkezine kadar sızdılar. İstanbul
sahte şeyhlerle doldu ve halk kime inanacağını şaşırdı.
Velî pâdişâh İkinci Bayezîd Han sahte
tarîkatlerin ayıklanarak kapatılmasını istedi. Böylece halkın yanlış
inanışlara kapılıp Ehl-i sünnet îtikâdından uzaklaşmasına mâni olmak
üzere harekete geçti. Kurulan bir mecliste şeyhlerin imtihana tâbi
tutulmasını istedi. Bu düğümü çözmek için de Ahmed Şemseddîn
hazretlerini Manisa'dan İstanbul'a dâvet etti.
Ahmed Şemseddîn hazretleri derhal bu ulvî
görevi kabûl edip İstanbul'da Sultan Bâyezîd-i Velî hazretlerinin
huzûruna çıktı ve Osmanlı Sultânının da hazır bulunduğu imtihan
heyetine reislik etti.
O gün Ahmed Şemseddîn hazretlerinin
tuttuğu şerîat süzgecinden hak ve doğru yolda bulunan şeyhler
rahatlıkla geçerken sahteleri tutuldu. Bunlar mahcup ve perişan
oldular. Tekkeleri kapatıldı ve yaptıkları işten men edildiler. Ahmed
Şemseddîn hazretlerine, imtihan sırasında gösterdiği kemâl, dirâyet ve
olgunluk sebebiyle "Yiğitbaşı" lakabı verildi. Pâdişâh çok hoşnut
kaldığı ve takdir ettiği bu büyük velîyi hediyelerle taltîf etti. O ise
bu hediyelerin tamamını fakirlere dağıttı. İstanbul'da kalması
tekliflerine rağmen, tekrar Manisa'ya döndü. Bu hâdise dilden dile,
şehirden şehire yayıldı. Sohbetine kavuşmak isteyenler Manisa'ya akın
ettiler ve çevresinde geniş bir sohbet halkası meydana getirdiler.
Ahmed Şemseddîn hazretlerinin kerâmetleri
Mısır'da Arab Molla nâmıyla tanınan bir zâta kadar ulaştı. Arab Molla,
ilmiyle mağrur bir zâttı. Ahmed Şemseddîn'i imtihan etmek üzere
Mısır'dan Manisa'ya geldi. Ahmed Şemseddîn hazretlerini çekemeyenler
derhal Arab Molla'nın etrafında tâzim, hürmet ve îtibâr halkası meydana
getirdiler. Ona, Yiğitbaşı Velî aleyhinde pek çok sözler söylediler. Bu
hal, Arab Molla'nın nefsini ve gurûrunu okşadı. Onlara:
"Siz onu bana bırakın. Onun hakkından ben
gelirim ve şeyhlik ne imiş ona gösteririm." dedi. Benlik dâvâsıyla
mağrur Arab Molla, ertesi gün Yiğitbaşı Velî'nin dergâhına geldi.
Dergahın bahçesinden içeri girmek üzereyken kapıda iki derviş kendisini
karşıladı ve; "Ey Molla! Şeyh hazretleri dergahında sizi bekliyor."
dediler. Arap Molla geleceğinden hiç bahsetmemiş ve bu dervişlerle de
daha önce karşılaşmamıştı. Şaşırdı ve dayanamayıp sordu:
"Ey Canlar! Yanlışlık olmasın. Siz kimi
karşılarsınız. Ben ziyâret edeceğimi bildirmemiştim." Dervişler tatlı
tatlı gülümseyerek sordular: "Mısır'dan gelen Arab Molla siz değil
misiniz?" Molla daha büyük bir şaşkınlıkla; "Evet." diyebildi ve
dervişlerin îkazıyla dergâhtan içeri girerek kendisini bekleyen Şeyh
hazretlerinin huzûruna vardı.
Yiğitbaşı hazretleri birkaç talebesiyle
sohbet etmekte, onlara İslâmiyetin güzel ahlâkından bahsetmekteydi.
Molla Arab'ın oturması ile sözüne devam etti:
"Ey dostlarım kibirden sakınınız.
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem; "Kalbinde zerre kadar
kibir olan Cennet'e giremez." buyurdu. Kibir, Allah'ın kullarına
hakâret, aşağılık gözü ile bakmaktır. Kendini herkesten üstün
görmektir. Ebû Hâşim Sûfi hazretleri; "Dağı iğne ile kazıp yerinden yok
etmek, kalpden kibri söküp atmaktan daha kolaydır." demektedir."
Bunca nasîhata rağmen Arab Molla'nın hâlâ
inkâr çukurunda olan nefsi, Yiğitbaşı ile yarışmak ister. Onun bir
müddet duraklamasını fırsat bilerek gururlu bir edâ ile ve kelimelerin
üzerine basa basa:
"Ey Şeyh, sizin erbaîninizi, çile
çekmenizi, nefsinizi yola getirmekteki gayretinizi çok medhettiler.
Birlikte erbaîne, çile çekmeye girsek ne dersiniz?" diye sordu. Ahmed
Şemseddîn hazretleri tebessüm ederek:
"Hay hay!.. Biz misafirimizi kırmayız."
buyurdu.
Arab Molla:
"Ancak benim bir şartım var. Yemek içmek
serbest, fakat dışarıya çıkmak ve ihtiyâcınızı görmek yasak olacaktır."
diye ekledi. Şeyh hazretleri:
"Kabul. Her şartınızı kabul ediyorum."
deyince, birlikte bir hücreye girdiler. Yiğitbaşı hazretleri
talebelerine kendisine kuzu dolması getirilmesini ve misafirine de ne
isterse verilmesini istedi. Ancak Arab Molla sadece birkaç zeytin ile
iktifâ etti. Şeyhin kuzu dolmasını yemesini seyrediyor ve biraz sonra
dayanamaz dışarı çıkar diyerek için için gülüyordu. Ancak zamânın su
gibi geçmesine, Şeyh hazretlerinin nefis, leziz yiyecekleri birbiri
ardısıra bitirmesine rağmen, Molla'nın beklediği an bir türlü gelmedi:
Bir, iki, üç ve nihayet dördüncü gün o nefis yiyecekleri yiyen sanki
Şeyh hazretleri değil de oymuş. Kendisini nasıl dışarıya atacağını
bilemedi. İhtiyâcını gördükten sonra dışarıda kendisini bekleyen
dervişlere; "Yahu! Ben iki üç zeytin tanesiyle dayanamadım. Bu zat
bunca yemeği nasıl yiyor ve nasıl duruyor?" diye söylendi. Dervişler
ise şu cevâbı verdiler:
"Bu, mollalıkla şeyhlik arasındaki
farktır."
Arab Molla hatasını anlamıştı. Derhal
Yiğitbaşı hazretlerinin ellerine sarılarak affedilmesini diledi ve; "Ey
zamânın Yûsuf'u, sen Mısır'a sultan olmuşsun. Bu günâhkârı da
bendelerin arasına kabul et" dedi. Tövbe ve istiğfâr ettikten sonra
talebeliğe kabûl edilen Molla Arab, Ahmed Şemseddîn hazretlerinin en
büyük halîfelerinden oldu. |
|