Abdullah-ı Rûmî, bir
sohbetinde
Ebülleys-i Semerkandî'den naklen şöyle anlattı:
Bir târihte Bağdât'ta, zenginler hacca
gidiyorlardı. Peygamber efendimizin aşkıyla yanan bir fakîr de, o sene
hacca gitmeye niyet etti ve hac kâfilesiyle yola çıktı. Kâfile hareket
etmeden önce, herkes eşi-dostu ile helâllaştı.
Şehir dışına çıkıldığında, zenginlerden
biri bir fakîrin de hacca gittiğini görünce;
"Bineğin yok, azığın yok. Sen hacca nasıl
gideceksin? Bâri cebinde birkaç bin altının var mıdır?" diye alay etti.
Fakîr, bu zenginin alaylı sorusuna çok
üzüldü ve;
"Allahü teâlâ ne güzel vekîldir.
Mahlûkâtın rızkını o vermektedir. Hepimiz O'nun verdiklerini yiyoruz."
diyerek, zenginin bulunduğu yerden mahzûn bir şekilde ayrıldı. Hac
vazîfelerini yapana kadar da o zengine hiç görünmedi. Herkes Mekke-i
mükerremeden, Medîne-i münevvereye yola çıktıkları zaman, o zengin,
fakîri sağ sâlim tekrar karşısında görünce hayret etti ve;
"Komşu, sen de buraya kadar gelip hac
vazîfeni yapabildin mi?" diye sormaktan kendini alamadı.
Fakîr de;
"Allahü teâlâya sonsuz hamdü senâlar
olsun. Yüzümüzün karasına bakmayıp, bu mübârek makâmı ziyâret etmeyi
nasîb etti. Geldim, Beyt-i şerîfi tavaf ettim. Sağ sâlim dönüyorum."
dedi.
Zengin;
"Hacı efendi! Acabâ sana da berât
verdiler mi?" diye sordu.
Fakîr; "Bu ne berâtıdır ki?" dedi.
Zengin;
"Beyt-i şerîfi ziyâret edenlere,
Cehennem'den âzâd olduğuna dâir berât kâğıdı verilir." diyerek,
koynundan herhangi bir kağıt çıkarıp fakîri aldattı.
Fakîr, berât kâğıdının kendisine
verilmediğine çok üzüldü. Derhal geriye dönüp Harem-i şerîfe geldi. İki
gözü iki çeşme hâlinde, kanlı yaşlar akıtarak çok inledi. Allahü
teâlâya kırık bir gönülle duâlar etmeye, yalvarmaya başladı:
"Ey âlemleri yaratan yüce Rabbim! Sen
herşeye kâdirsin, ganî bir pâdişâhsın. İhsânların bütün kullarına her
ân yağmaktadır. Cehennem'den âzâd olup orada incinmemeleri için
kullarının bâzısına berat vermişsin. Bu fakîr kuluna berât verilmedi.
Yoksa bu garîb kulun âzâd olmadı mı?" deyip bayıldı. Baygın hâlde iken,
mânâ âleminden yanına bir kimse gelip;
"Ey fakîr! Başını kaldır ve şu berâtını
alıp arkadaşlarına yetiş!" diyerek elindekini ona verdi. O ânda fakîr
kendine gelerek ayıldı. Elinde, dünyâ kâğıtlarına hiç benzemeyen, yeşil
renkli nûrdan yazıları olan ve misk gibi kokan bir berât kâğıdı vardı.
Kâğıdı defâlarca öpüp başına koyan fakîrin sevincinden neredeyse aklı
gidecekti. Şükür secdesine kapandı. Ömründe hiç görmediği o berâtı,
yüzüne ve gözüne sürdü, bağrına bastı ve koynuna sokarak arkadaşlarına
yetişmek için hızlı adımlarla yürümeğe başladı. Arkadaşları, geriden
fakîrin geldiğini görünce gülüşmeğe başladılar. Yanlarına soluk soluğa
gelen fakîre alayla;
"Cehennem'den âzâd olma berâtını
alabildin mi?" diye sordular.
Fakîr de koynundan berâtını çıkararak;
"İşte! Rabbimizin ihsânı olan berâtım!"
diyerek, misk kokulu berâtını zengine sunuverdi. Herkes yerinde
donakalmıştı. Berâtı alan zengin, nûrdan yazılarla fakîrin Cehennem'den
âzâd olduğunu okuyunca, aklı başından gidip, atından düştü. Bir süre
yerde baygın yatan zengini zor ayılttılar. Kendine gelen zengin, kâğıdı
öpmeye, misk kokusunu koklamağa başladı. Kendi kendine de; "Vâh, vâh
benim boşa geçen ömrüme! Keşke ben de bu fakîr gibi sâdık bir fakîr
olsa idim. Onun kavuştuğu bu saâdete ben de kavuşsaydım. Bu fakîr,
sadâkati sebebiyle bu mertebelere ulaştı. Ben ise zenginliğim sebebiyle
gurûra kapıldım ve bundan mahrûm oldum. Bütün malımı versem, bu
kâğıttakilerin bir noktasını alamam" diyerek âh eyledi. Gözlerinden
kanlı yaşlar döktü.
Fakîr;
"Hacı efendi! Berâtım sende kalsın.
Sakla. Ben öldüğüm zaman kefenimin arasına koyun da kabrimde suâl
meleklerine onu göstereyim." dedi.
Hacı efendi berâtı büyük bir îtinâ ile
koynuna koydu. Uzun yolculuktan sonra evlerine ulaştılar. Zengin olan
hacı, berâtı sandığına koydu. Aradan günler geçti. Zengin, ticâret için
başka memlekete gittiğinde, fakir vefât etti. Yıkayıp kefenlediler,
fakat berâtını bulup kefenin içine koyamadılar. Fakîrin cenâzesini
kabre defnettiler. Ancak birkaç ay geçtikten sonra, zengin ticâretinden
döndü. Fakîri sorduğunda; "Sizlere ömür! Sen gittikten sonra vefât
etti." dediler.
Zenginin sanki dünyâsı başına yıkıldı.
Çok ağladı ve;
"O zavallının bende pek kıymetli bir
emâneti vardı. Onu yerine getiremedim. Böylece vasiyetini yapamamış
oldum. O âhirete göçtü, berâtı ise bende kaldı. Berâtını yanına
koyamadım." dedi. Hemen sandığın yanına varıp ağzını açtı. Fakat berâtı
koyduğu yerde bulamadı. Tekrar tekrar aramasına rağmen yine bulamadı.
"Kabrine gidip bakayım. Belki, birisi beratı alıp ona vermiştir." dedi.
Kazma kürek alarak kabre gitti. Mezarını
açmak istedi. O anda;
"Kabri açma! Biz ona o berâtı verdik,
dışarıda bırakmadık!" diyen bir ses işitti. Nereden geldiği belli
olmayan bu ses karşısında zengin, düşüp bayıldı. Mânâ âleminde fakîri
gördü.
Fakîr;
"Ey hacı efendi! Allahü teâlâ sana
selâmet versin. O berât bana verildi. Hamdolsun. Münker ve Nekîr
meleklerine gösterdim. Onu görünce sorgu suâl bile etmediler. Bu berâtı
almama hacdan dönerken sen sebeb olmuştun. Cenâb-ı Hak senden râzı
olsun." deyip kayboldu. Zengin ayıldığında, doğru evine gidip, fakir
için hatimler okuttu. Yemekler pişirtip, yetimleri, fakirleri doyurdu.
|