Fakirbir adam, her gün
televizyonlarda boy gösteren ve ''ülkenin sayılı zenginlerinden biri''
şeklinde tanıtılan sanayiciye özenip, onun gibi olmaya karar vermiş.
Sık sık Allah'a yalvarıp:
Ver Yarabbi!. diyormuş. Fakirlikten bezdim usandım
artık!.
Adam, bu işi aklına koyunca, cebinde kalan son
kuruşlarını, yine zenginlerin yazdığı ''Nasıl Zengin Olunur?'' ya da
''Zenginliğin Sırları'' gibi kitaplara yatırıp, her birini dikkatlice
okumuş. Okumuş ama, açıkçası pek bir şey anlamamış. Her halde en iyi
yol, dedesinden duyduğu şeyleri yapmakmış.
- Allah bütün duaları işitir!. dermiş, nur yüzlü
dedeciği. Ne istersen O'ndan istemelisin. Torunu, mecbur kalınca bu
yolu seçmiş. Üstelik de dua için para gerekmiyormuş. Bir cuma
namazında, sabaha karşı kılınan teheccüd namazının ve hemen arkasından
yapılan duaların kıymetini öğrenince, geceleri yatmamaya başlamış.
Saatlerce namaz kılıp, göz yaşları içinde dua etmiş. Bu arada kurbanlar
da adamış tabi. Fakirlikten kurtulursa bir koyun, zengin sayılınca iri
bir dana, köşeyi döndüğünde de bir deve kesecekmiş. Gelen miktara göre,
bu sayı daha da artabilirmiş. Paranın gelmesi geciktiğinde, bu sefer de
oruca niyetlenmiş. Her ayın on beş günü, hiç aksatmadan oruç
tutuyormuş, üstelik de fazla bir şey yemeden. Sonunda bir deri bir
kemik kalmış ama, kendisine bir haller olmaya başlamış. Yakınlarına,
gâipten tuhaf sesler duyduğunu, hatta bazen birileriyle konuştuğunu
söyleyip duruyormuş. Duyduğu ses her neyse, bir gün ona seslenip:
- Ey garip adam!. demiş. Özendiğin o kişiyi tanıyor
musun? Adam biraz düşünmüş. Bahsedilen kişiyi, sadece ekranlarda
gördüğünden, nasıl yaşadığını, neler yiyip içtiğini, nerelerde
gezdiğini pek bilmiyormuş.
- İstersen daha yakından tanı!. demiş ses. Hem önceki
hayatını, hem sonrasını. Ve mânevî bir sinemayla, hayranlık duyduğu
kişi gösterilmiş adama. Perdeye ilk yansıyan, o zenginin önündeki bir
insan seli imiş. Adam, hemen sormuş:
- Bu kuyruk nedir? diye.
- Zengin adam, işçilere aylık veriyor!. denmiş. Bir çok
fabrikasında, karınca sürüsü gibi işçi çalışır. Maaşları kendisi
vermekten hoşlanır. Fakirin hayranlığı, iyice artmış. Böylesine alçak
gönüllü bir kişiyi, ilk defa görüyormuş. Mânevî sinemada, manzaralar
peş peşe sıralanmış. Biraz sonra farklı bir görüntü gelmiş perdeye.
Zenginin elinde süslü bir bavul varmış, yanında da bir çok koruması
elbette. Fakir olan, hayranlıkla ona bakarken, duyduğu ses bu sefer:
- Beğendiğin o kişi, güzel bir tatile çıkıyor!. demiş.
Mevsim henüz kış ama, o sıcak bir ülkede dinlenecek. Tabi ki güneşte
biraz bronzlaşacak!. Fakir adam, bir kez daha içini çekmiş. Çünkü o
güne kadar, ırgat gibi çalışmaktan tatil yapmamış.
- Ver Allah'ım!. demiş, sessizce mırıldanıp. Ben de onun
gibi keyif süreyim. Fakir adam daha sonra, o zenginin hayatından bir
çok tablo seyretmiş. Boğazdaki muhteşem villasını, en son model üç beş
tane arabasını, bankadaki hesaplarını falan. Fukaracık, hülyalara dalıp
giderken, o ses tekrar çınlayıp:
- İstersen farklı bir film koyalım, demiş. Anlaşılan bu
işten çok hoşlandın.
- Evet!. diye atılmış fakir adam. Hoşlanmamak mümkün mü?
Görüntüler tekrar sıralanınca, adam bir yanlışlık var zannederek:
- Bu manzara yeni değil her halde!. demiş. Biraz önce
aynısını görmüştük. Bir çok insan yine kuyruğa girmiş. İkinci
görüntüde, bavulunu tekrar yanına almış. Her halde yine tatile gidiyor.
- Hayır!. demiş, kendisiyle konuşan. Kuyruktaki kişiler,
‘kul hakkı’ndan alacaklı olanlar. O zenginden hakkını istiyorlar. O
bavula gelince: Adam uzun bir tatile çıkıyor. Fakat bu sefer, çok daha
sıcak bir yerde bronzlaşacak. Gördüğün manzaralar, adamın öldükten
sonraki halleridir.
Cüneyd Suavi
Hayatın İçinden Hikayeler