Oruç
Reis
esir edilmişti. Bir süre zindanda kaldıktan sonra
çıkartılarak bir gemide küreğe çakıldı. Papazlar ve
Şövalyeler, İtalyanca, Rumca ve İspanyolca bilen ve sözü
sohbeti yerinde plan Oruç Reis ile konuşmaktan zevk alırlardı.
Şövalyeler ona karşı hürmet duyuyorlardı. Sohbet sırasında
ona:
-Ey Osmanlı! Sen
güzel sözlü bir kişisin. Bizim lisanımızı da fevkalade
konuşuyorsun. Müslümanlıkta ne buldun? Gel bizim dinimize
geç! Adı sanı belli bir adam olursun. Büyük bir
şövalye kaptan yaparız seni,dediler.
Oruç Reis:
-Kâfirlerin iyiliği bu
mudur? Dinimden dönüp
hükümdar olmaktansa müslüman esir kalmayı tercih
ederim. Şu duvarlardaki resimleri elinizle dizersiniz ve onlara
taparsınız. Şimdi onları ateşe atsalar veya çölde bir
kuyuya bıraksalar, veyahut balta ile pare pare eyleseler, kendilerini
kurtarıp halas etmeye kadir değildirler, dedi.
Şövalyeler:
-Görelim senin
Peygamberin neyler, işte halin malum, dediler.
-Benim Peygamberim iki
cihan fahridir. Bütün evliya ve
enbiya ondan şefaat umar. Hepsine şefaati o eder. Hak
teâlâ’nın avni ve inayeti ile gelip beni buradan
kurtaracaktır, dedi.
Şövalyeler gülerek:
-Hele sen küreği
çekmeğe devam et. Bu hava ile
gönlünü hoş tut. Peygamberin seni kürek
mahkumiyetinden kurtarsın, dediler.
Aradan zaman geçti. Bir
gün kürek çektiği gemi
şiddetli bir fırtınaya yakalandı. Dalgaların arasında ceviz kabuğu gibi
sürükleniyordu. Bu hengamede Oruç Reis’in zincirleri
de koptu ve kendisini denize bıraktı. Dalgalarla bir müddet
boğuştuktan sonra sahile ulaştı. Daha sonra arkadaşları ile buluştu ve
yeniden denizlere açıldı. Bir muharebe sırasında, kendisini esir
etmiş olan Şövalyelerden birkaçı, şans eseri Oruç
Reis’e esir düştüler. Onları görünce yanına
getirtti ve şunları söyledi:
-Ben
sizlere demedim mi, benim
Peygamberim gelir beni kurtarır diye! İşte geldi, kurtardı. Varın
reisinize söyleyin, ben gene ona varayım, ne kadar demiri varsa
vursun, Peygamberimiz bize, Allah’ın izniyle yine yardım eder.
|