Hazret-i
Mevlânâ, asr-ı saâdette insanlığı ve vicdanı kaybolmuş, duyguları
dumura
uğramış, kaba-saba bir insanın, Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve
sellem-'in
ince, zarif hâlleri ve hidâyet üslûbu ile nasıl îmân ettiğini, kendi öz
hikâye
üslûbu ile şöyle anlatır:
Birtakım
müşrikler akşam vakti mescide gelip Peygamber Efendimiz -sallâllâhü
aleyhi ve sellem-'e misafir oldular. Dediler ki:
"-Ey
bütün dünyadaki insanları manen misafir eden yüce insan! Biz buraya
sana misafir olarak geldik. Yiyeceğimiz, içeceğimiz yok. Sonra biz çok
uzaklardan geldik. Burada tanıyanlarımız da yok. Haydi keremini,
ihsânını
göster, nûrlar saç, yani faziletinden, kereminden ihsân et. Biz
garipleri
sevindir, gönüllerimize neşe nûrları saç."
Peygamber
Efendimiz sahabelerine:
"-Ey
dostlar!" diye buyurdu. "Bunları pay edin, evlerinize
götürün, ikramlarda bulunun, çünkü siz, benimle bir huyda ve
cömertliktesiniz.
Benim ahlâkımla dolusunuz."
Ashâbdan
her biri bir misafir seçti, götürdü. Aralarında eşi, benzeri olmayan,
iri yarı, kaba-saba biri vardı. Onun pek iri bir bedeni vardı. Bu fil
gibi
cüsseli adamı kimse alıp evine götürmeye cesâret edemedi. Kâsedeki
şerbet
tortusu gibi mescitte yalnız kalakaldı. Kimsenin götürmediği o iri
adamı
Hazret-i Mustafa -sallâllâhü aleyhi ve sellem- aldı, hâne-i seâdetine
götürdü.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in sürüde yedi baş
süt verir
keçisi vardı.
Keçiler
yemek vakti sağılmak için evde idi. Kıtlık babası gibi olan o iri
misafir, sofrada ekmeği de, yemeği de, o yedi keçinin sütünü de
tamamıyla yedi
ve içti. Bütün ev halkı bu duygusuz nâdân insana öfkelendi. Çünkü bütün
ev
halkının gıdası insafsızın midesine inmişti.
O obur
adam karnını davul gibi şişirdi, sekiz-on adamın yiyeceğini yalnız
başına yedi. Yatma zamanı gelince bir odaya girdi. Hizmet eden
kızcağız, hodgâm
yaratılışlı insana kızgınlığından kapıyı üstüne kilitledi. Dışardan
kapının zincirini
taktı. Çünkü ona pek kızmış, onun bu vurdumduymazlığına pek içerlemişti.
Misafirin
gece yarısı dışarı çıkması lâzım geldi. Sabaha kadar karnı ağrıdı.
Yatağından fırlayıp kalktı. Kapıya doğru koştu. Elini kapıya götürünce,
onun
kapalı ve zincirli olduğunu anladı. Kapıyı açmak için o obur hileci,
çeşit
çeşit hileler yaptı, uğraştı, durdu. Fakat kapıyı açamadı. Sıkıştıkça
sıkıştı.
Oda kendine dar gelmeye başladı. Şaşırdı kaldı. Ne dermanı vardı, ne
rahatı.
Çare olmak, sıkıntısını unutmak üzere uyumak için kıvrıldı, uyudu.
Rüyasında
kendini bir virânede, yıkık bir yerde gördü.
Hatırında
yıkık bir ev vardı. Rüyada da kendine orası göründü. Kendisini, tenha
bir yıkık yerde görünce, oracıkta abdestini bozuverdi. Uyanıp da
yattığı yeri
pislik içinde görünce, utancından deli gibi oldu.
"-Bu
gece bir geçse de, kapının açılmasını duysam." diye beklemeye
başladı. Bu bekleyiş böyle pislik içinde görünmemek için, kapı açılınca
ok
yaydan fırlar gibi kaçmak içindi.
Sabahleyin
Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- geldi. Oda kapısını
açtı. O yolunu kaybetmiş adama yol verdi. Ancak Mustafa -sallâllâhü
aleyhi ve
sellem- kapıyı açarken o rezil olmuş kişi görüp de utanmasın diye
kendisini
gizlemişti.
Misafir kaçtı gitti. Fakat hâne halkından biri, pislik bulaşmış yatağı
aldı,
Peygamberimizin huzûruna getirdi. Sanki "Bak!" diyordu,
"Misafirin ma'rifetini gör." âlemlere rahmet olan Peygamber
Efendimiz, gülümsedi:
"-Bana o
su kabını getir, hepsini kendi elimle yıkayayım." diye
buyurdu.
Orada
bulunanların hepsi de yerlerinden fırladılar ve utançlarından dediler
ki:
"-Canımız
sana kurban olsun. Sen bırak da pisliği biz yıkayalım. Bu iş el
işidir. Gönül işi değildir. Biz sana hizmet etmek için yaşıyoruz.
Hizmeti sen
yaparsan biz neyiz? Yâni biz ne işe yararız?"
Hazret-i
Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem- buyurdu ki:
"-Bana
olan sevginizi biliyorum. Fakat bunu şimdi benim yıkamamda bir
hikmet var."
Mustafa
-sallâllâhü aleyhi ve sellem- o adama imanı tâlim etti.
O
mübarek şehadet kelimesini, yâni "Lailahe illallâh Muhammedün
Resülullah" demesi, bağlanmış düğümleri çözdü. Hazret-i Mustafa
-sallâllâhü aleyhi ve sellem-:
"-Bu
gece de, hem hânemizin, hem gönlümüzün misafiri ol." diye
buyurdu.
Müslüman
olan o bahtiyar adam dedi ki:
"-Vallâhi
nerede olursam olayım, nereye gidersem gideyim, ebede kadar
senin misafirinim. Ben ölü idim, beni diriltin. Artık ben senin azadlı
kölenim.
Senin kapıcınım. Zaten dünya da, âhiret de senin şefaat sofranın
misafirleridir."
O gece
bedevî, Peygamberin misafiri oldu. Bir tek keçiden sağılan sütün ancak
pek azını içti. Şükretti. Sofradan çekildi.
Peygamber Efendimiz:
"-Süt
iç, ye." diye üstüne düştü ise de o yeni mü'min dedi ki:
"-Vallâhi
ben gerçekten de doydum. Bunu ne ağız yapmak, ne utanmak
sıkılmak, yahut gösteriş yapmak için söylemiyorum. Artık senin feyzinle
dolu
bir lokma, yüzlerce lokmaya bedel oldu; ben dün geceki oburluğumdan
daha fazla
doydum…"
Bütün ev
halkı:
"-Bu
gövdeli kandil, bir damla zeytinyağı ile nasıl oldu da doldu?"
diye şaştı kaldı. Aralarında fısıldaştılar:
"-Bir
ebâbil kuşunun gıdası, böyle bir filin karnını nasıl doyurdu?
Hayret; fil vücutlu adam, sivrisinek kadar yiyor!"
Hâsılı
kâfirlik hırsı, kâfirlik zilletinden kurtulunca bu ejderha mide, bir
karınca gıdası ile doydu, gitti.
Mevlânâ Hazretleri'nin ince
bir üslûpla
anlattığı bu hâdise, birçok hikmeti
muhtevîdir. Öncelikle hak yolunda rehber olan, yol gösterici kimselere
derin
bir düstur vermektedir. Bu düsturu bizzat kendi nefsinde uygulayarak
sergileyen
Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, hiç kimsenin kabul
etmediği
îmânsız obur misâfiri evine götürmüş, ona izzet ikrâmda bulunmuştur.
Üstelik
kendi paylarını da ona takdim ederek… Daha sonra o şahsın mecbur kalıp
yaptığı
çirkin davranışı yine Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-
bizzat
gidermiş ve o kâfiri hayran bırakacak yüce bir ahlâk sergilemiştir.
Hizmetçilerin bile yapmakta zorlanacağı bir temizliği berrak sular
misâli
gerçekleştirmiştir… Bu esnâda kimseyi ayıplamamış, büyük bir olgunlukla
âbide
bir mü'min gönlü sergilemiştir. Netice hodgâm, doymaz bir bedenin ve
karanlık
bir gönlün hidâyet nûrlarıyla dolmasına vesile olduğu gibi o bahtiyar
gönlün
ayrıca ahlâk-ı peygamberî ile de dolarak eski huy ve hatâsını da
düzeltmesine
âmil olmuştur.
İşte
peygamber ahlâkı!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Şebnem Dergisi
|