Bir
hırsız geceleri at çalıp satardı. Ömrünü böyle hebâ ederdi. Bir
defâsında da, bulunduğu şehrin en büyük âlimi ve evliyâsının atını
çalmak için ahırına girmişti. Tam atı çözüp götüreceği sırada, ahırın
duvarı yarılıp, içeriye bir nûr yayıldı. Bu nûr içinde, iki nûr yüzlü
zât gözüktü. Hırsız bu hali görünce, kendini hemen at gübrelerinin
arasına atıp gizlendi. Korku ve telaş içinde boğazına kadar gübre içine
gömüldü. Bu sırada yarılan ahırın diğer duvarından daha parlak bir nûr
gözüktü. Bu nûr arasında da, o zamânın kutbu, en büyük velîsi olan ev
sâhibi çıktı. Öncekiler onu görünce hürmet göstererek selâm verdiler.
Ev sâhibi diğerlerine niçin geldiklerini
sorunca;
- Falan evliyâ
arkadaşımız vefât etti. Onun yerine kimi tâyin edeceğiz? Size arzetmek
istedik, dediler.
Atların sâhibi olan zât;
- Onun yerine, at hırsızını
tayin ettik, dedi.
Soran iki zât da evliyâ olup
ricâl-ül-gayb denilen
velîlerden idiler. At hırsızlığı yapmaya gelen kimsenin, gübreler
arasına gömülüp saklandığını biliyorlardı. Hemen yanına varıp, onu
gübreler arasından çıkardılar, gönlünü alıp, tebrik ederek
kucakladılar. Atların sâhibi ve zamânın kutbu evliyâ zâtın da yanına
gelip, elini öptüler. Sonra hep birlikte vefât eden arkadaşlarının
cenâzesini kaldırmaya gittiler.
Abdullah-ı
İlâhî, sohbetinde bulunanlara bunu anlattıktan sonra şöyle dedi:
"Şimdi
at hırsızlığı yapmaya giden kimse, nasıl bir çalışma yaptı da
ricâl-ül-gayb denilen evliya arasına girdi? diye bir sûal hâtıra
gelmesin. Çünkü o zavallının gübreler arasında mahcûbiyetinden ne kadar
zorluk ve ne kadar pişmanlık çektiği bellidir. Kurtuluş yolu
kalmadığını kesinlikle anlayınca, at çalmak üzere harama yönelişinden
dolayı bütün kalbiyle pişmân olup, o zamana kadar yaptığı işlere öyle
bir tövbe etti ki, işlediği kötü işlerden gönlü temizleniverdi. Allahü
teâlâya yönelip riyâzet çeken kimseler, onun o anda yaptığı tövbeyi
nice seneler yapamaz."