Dede
Yalnızdı...
Üzerinde yıllardır eskitemediği çizgili pijaması, yüzünde çizgiler...
Kendi
kendine konuşuyordu, her zaman olduğu gibi:
"-Hay
Allah! Yine elektrik kesildi. Ne de karanlık oldu birden bire...
İnsan ürküyor. Bilmem mezarda ne olur halimiz?"
Yeri
neredeyse hiç değişmeyen kibrit kutusunu, yaşının verdiği ağırlıkla
biraz
geç de olsa buldu ve emin olmak için salladı.
"-İşte
kibrit burada... Şurada bir yerde de mum olacaktı.Yakayım da
gözümün önünü göreyim... Hah, tamaaam."
Sonra
yıllar öncesinde buluverdi kendini. Gülümsedi... Ve anlatmaya başladı,
biri dinliyormuş gibi:
"-Çocukken,
elektrik kesildiğinde, küçük odanın perdelerini açar, ay
ışığında sohbet ederdik, annem, babam, kardeşim ve ben... Ne hoş olurdu
Ya
Rabbi!
Babam,
köyde eşekten nasıl düştüğünü, annem, tarzancılık oynayayım derken,
ağaç
dalında nasıl asılı kaldığını anlatırdı... Biz de gülerdik.
Elektriğin
kesilmesine hep sevinirdik. Çünkü birbirimize en yakın olduğumuz,
hatıralarımızı, mutluluğumuzu ve acılarımızı paylaştığımız, güzel ve ne
yazık
ki nadir zamanlardı onlar... Başka günlerde televizyon seyretmekten,
karşılıklı
oturup konuşamazdık çoğunlukla.
Ah
teknoloji! Nasıl da uzaklaştırdı insanları birbirinden... Ya da belki
biz
insanlar beceremedik. Her şeyden vazgeçip, görmemişler gibi davrandık.
Sanki futbol
maçları hanımlardan, filmler çocuklardan daha mı önemliydi? Yooo...
Huzurevleri
daha mı sıcaktı sanki evlerden? Hem çocuklarını, hem ailesini, hem
de anasını, babasını ihmal eder oldu insanlar. Zaten ben de, sırf
huzurevine
gitmemek için kalmadım mı böyle yapayalnız?
Ahh...
Ah! Hay hak! Mum da ne güzel yanıyor. Yandıkça eriyor. Eridikçe
aydınlatıyor. Aydınlattıkça bitiyor..."
Dede,
aniden farklı bir ruh haliyle haykırdı:
"-Hazreti
Ömer! Allah senden razı olsun! Ne ince, ne yüce insandın sen
öyle... Kendi işi için ayrı, devlet işi için ayrı mumlar yakacak kadar,
haramdan ve kul hakkından korkardın. O'nun ümmetiydin ne de olsa,
Rasulullah'ın
ashabıydın!
Hazreti
Ebubekir! Hazreti Hatice! Hazreti Fatıma! Hazreti Zeyd! Sizleri
özledim..."
Biraz
durakladı ve ağlamaklı bir sesle haykırdı tekrar:
"-Senin
adaletine, Senin şefkatine, Senin nur yüzüne hasretim ya
Rasulallah! Hasret bütün ağaçlar! Hasret bütün insanlar!
Çocuklarımın
sesine, torunlarımın gürültüsüne hasretim..."
Ağladı...
Sanki yıllarca hiç ağlamamıştı da, yıllar sonra bugün, ağlamaya bile
hasret kalmışçasına ağladı...
Gayet
iyi biliyordu ki, gözyaşı, kaderi değiştirmez. Belki sadece biraz
rahatlatır, hüzün dolu bir kalbi...
Burnunu
çekti. Mendiliyle sildi yüzünü... Ve sanki daha bir güçlü hissederek
kendini, rest çekti:
"-Peh!
Ben de iyice çocuklaştım canım! Vurayım kafama! Ne güzel işte.
Sessiz sakin... Bir de torun mu çekecektim bu yaştan sonra? Cır cır cır
cır!"
Tam
bu sırada, elektrik geldi ve oda aydınlandı. Dede, tavandaki lambaya
ters
ters baktı.
"-Hıh!
Niye geldiysen! Mum ışığında özlemlerim, sevgilerim dost olmuştu
bana. Oda kararınca, kalbim ışımıştı. Gönlüm aydınlanmıştı."
Elektrik
düğmesine doğru yürüdü, bir dededen beklenmeyecek kadar hışımla. Sert
bir hareketle dokundu düğmeye ve ışığı söndürdü.
"-Sönün
ışıklar! Sönün yalancı aydınlıklar! Siz yanınca, umutlarım
sönüyor!"
...Ve
ağır adımlarla yatağına doğru yürüdü. Biraz uyumalıydı. Çocukların,
torunların, hiç kimsenin olmadığı yapayalnız bir evde, bir gece daha...
Çekilmezdi
bu yalnızlık, umutlar da olmasa... Ve çekilmezdi eğer, sığınak
bildiği Rabbi'ne el açmasa...
Yine
O'na yöneldi, O'na sığındı bir kez daha:
"-Allah'ım!
Bu gece ve her gece bildim ki, Senden başkası yar olmaz
bana... Koru beni Allah'ım. Yavrularımı koru, onlara merhamet ver.
Onları affet
Allah'ım. Beni affet... İman ile al yanına... Ölüm nasıl da yakın..."
Dede,
bir yandan semaya açtığı ellerini yüzüne sürerken, diğer yandan da amin
diyordu. Amin...
Yatağına
uzanırken hasret yorgunu, dilinde her zamanki ümit bestesi vardı:
Bismillahirrahmanirrahim...
Kısa
zamanda, huzurla daldı uykuya.
...Ve
bir daha uyanmadı dünyaya.
Neslihan Nur Türk
Şebnem Dergisi, 11.sayı
|