Irak
başta olmak üzere, birçok coğrafyada insan tâkatinin
üstünde bir hakaret ve zulme muhâtap olan bütün kardeşlerimizi duâ ve
muhabbetle anıyoruz. Kendilerine bir tesellî ve sabır tavsiyesi bâbında
aşağıdaki kıssayı hatırlatıyoruz:
Vaktiyle bir derviş, nefis terbiyesinin çeşitli merhalelerinden
geçtikten
sonra, bağlı olduğu tarikatın büyüğü tarafından bir berbere gönderilir.
Dervişten saçını dibinden kazıtması, sakal ve bıyığını ise alabildiğine
kısaltması istenmiştir. Tereddütsüz bir şekilde berber koltuğuna oturan
derviş:
“-Vur usturayı berber efendi!..” der.
Berber, dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş de aynada kendini
takip
etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer
tarafa
usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı
girer içeri.
Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir
tokat
atarak:
“-Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım!..” diye kükrer.
Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Ses çıkarmaz, biraz
çaresiz,
biraz mütevekkil usulca kalkar yerinden.
Berber, bu gariban müşterisine karşı mahcup olmakla beraber kabadayının
pervâsızlığından da korkmuştur. Ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa baslar. Fakat küstah kabadayı,
tıraş
esnasında da boş durmaz; sürekli aşağılar dervişi, alay eder:
“-Kabak aşağı, kabak yukarı!..”
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre
gitmiştir ki,
gemden boşanmış bir at arabası, yokuştan aşağı hızla kabadayının
üzerine doğru
gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın
ortasına
denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir, kabadayının karnına
batıverir.
Kaşla göz arasında babayiğit kabadayı oracığa yığılır kalır. Ölmüştür.
Herkes
bir anda olup biten bu olayın hayret ve şaşkınlığı içindedir. Berber de
şok
olmuştur; bir manzaraya, bir dervişe bakar ve gayr-i ihtiyarî sorar:
“-Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?!.”
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
“-Vallâhi
gücenmedim ona. Hakkımı da helâl etmiştim. Gel gör ki, kabağın bir de
sâhibi
var. O gücenmiş olmalı!..”
Sultan Yıldırım
Şebnem Dergisi,
Sayı 16