Büyük
velîlerden. Künyesi Ebû Ya'kûb’dur. Haram ve şüphelilerden çok
sakındığı gibi, dünyâya düşkün olmayıp, zâhir ve bâtın ilimlerinde
âlimdi. Zünnûn-i Mısrî’nin talebesi olup, aynı zamanda; Ebû Türâb
Nahşebî, Yahyâ bin Muâz ve başka âlimlerle görüşüp sohbet etti ve
kendilerinden ilim öğrendi. Ebû Saîd Harrâz ile yol arkadaşlığı ve
Cüneyd-i Bağdâdî ile mektuplaşmaları meşhûrdur. İlim öğrenmek için çok
seyahat etti.
Ömrü uzun olup, Allahü teâlânın dînine hizmet etmekle geçti. İnsanların
İslâmiyeti doğru öğrenmeleri için çok gayret ederdi. Edebi çok fazla
olup, kendisinden bile hayâ ederdi. Çok güzel konuşurdu. Nefsin kötü
isteklerine tâbi olmamak ve ona muhâlefet etmekte çok ileriydi.
Geceleri hiç uyumaz, hep ibâdetle meşgûl olurdu. Fazla uykusuzluk
sebebi ile gözlerinde hafif kırmızılık vardı. İnsanların fazla
teveccühünden sakınır, kendisini olduğundan aşağı gösterirdi. Ebû Ya’lâ
diyor ki: “Yûsuf bin Hüseyin, zamanında, kelâm ve tasavvuf ilmini en
iyi bilendi.” İmâm-ı Şa’rânî diyor ki: “Kur’ân-ı kerîm okunduğu zaman,
gözyaşlarını tutamaz çok ağlardı.”
Nişâbûrlu bir tüccârın, bin altına satın aldığı çok güzel bir câriyesi
vardı. Bu tüccârın acele olarak başka bir şehre gitmesi icâb etti.
Câriyeyi güvendiği bir kimsenin evine emânet bırakıp gitti. Ev sâhibi,
bir aralık câriyeyi gördü. Kendisine âşık oldu. Hemen Ebû Hafs
Haddâd’ın yanına gidip hâlini anlattı ve; “Ben ne yapayım?” dedi. O da;
“Senin, Rey şehrinde bulunan Yûsuf bin Hüseyin’in yanına gitmen
lâzımdır.” buyurdu. O kimse hemen yola çıkıp Irak’ta bulunan Rey
şehrine geldi. Yûsuf bin Hüseyin’in yerini sordu. Sorduğu kimseler,
uygunsuz sözler söyleyip, yanına gitmesine mâni oldular. Hattâ çok
ileri gidip, öyle şeyler söylediler ki, gelen kimse bunlara aldanıp,
geldiğine pişman oldu ve geri döndü. Ebû Hafs’ın yanına geldiğinde,
“Niçin onu görmeden geri geldin?” buyurdu. O da; “Onun için şöyle şöyle
söylediler. Ben de yanına gitmekten vaz geçip geri döndüm.” dedi. Ebû
Hafs; “Sen tekrar git ve kendisini gör.” buyurdu. O kimse tekrar dönüp
Rey şehrine geldi. Yûsuf bin Hüseyin’in bulunduğu yeri sordu. Bu sefer,
önceki söylediklerini daha fazlasıyla söylediler. Fakat ısrâr edince
evini gösterdiler. İzin alıp içeri girdiğinde gördü ki, yaşlı bir zât
oturmuş, karşısında bir genç, önünde bir sürâhi ve kâse bulunuyor.
Gelen kimse selâm verip oturdu. Yûsuf bin Hüseyin, yüzünden nûr akan
çok sevimli bir zât olup öyle güzel şeyler anlatıyor, öyle tatlı
konuşuyordu ki, gelen kimse hayretler içinde kaldı. “Efendim. Lütfen
söyleyiniz. Bu nûrânî yüz, bu tatlı sözler, şu sürâhi ve kâse ve
dışarıdakilerin söyledikleri ne demek oluyor?” dedi. Yûsuf er-Râzî; “Şu
gördüğün genç, benim oğlumdur. Kendisine Kur’ân-ı kerîm okutuyorum.
Şarap kabı gibi zannedilen şu kırmızı sürâhi içinde su var. Bu
bardakla, gelenlere su ikrâm ediyorum. Su testisi bulunmadığı için,
bunu kullanıyorum.” buyurdu. Gelen kimse; “Peki, böyle hareket edip,
insanların hakkınızda uygunsuz sözler söylemelerine imkân vermenize
sebep nedir?” diye sorunca; “İnsanlar bana güvenmesinler ve bir şey
emânet etmesinler diye.” buyurdu. Gelen kimse onun ayaklarına kapanıp
af diledi.
Bir gün kendisine; “Peygamber efendimizin; “Yâ Bilâl! Bizi
ferahlandır.” hadîs-i şerîfi hakkında ne dersiniz?” dediler. Cevâbında
buyurdu ki: “Bunun mânâsı; “Yâ Bilâl! Ezân okumakla, bizi dünyâ
meşgalelerinden ve sözlerinden rahatlandır.” demektir. Çünkü, Peygamber
efendimiz namazda rahatlardı. Namaz gözünün nûru idi.”
Yûsuf bin Hüseyin 915 (H.304) senesinde vefât etti. Vefât ederken; “Yâ
Rabbî! Gücüm yettiği kadar insanları sana dâvet ettim. Kusurlarımı
bağışla.” dedi. Vefâtından sonra kendisini rüyâda görüp; “Hâlin
nasıldır?” diyenlere; “Allahü teâlâ, vefât ederken söylediğim sözü
tekrar söylememi emretti. Ben de söyledim. Sonra bana; “Seni sana
bağışladım.” buyurdu.” dedi.
Yûsuf bin Hüseyin buyurdu ki:
“Yapmacık olarak, riyâ ile yapılmış çok az bir amelle Allahü teâlânın
huzûruna çıkacağıma, günâh yükü ile çıkmayı tercih ederim.”
“Allah yolunda yürümek arzusunda bulunan bir tâlib, azimeti bırakıp
ruhsatla amel ederse, artık ondan hayır gelmez, ilerleyemez.”
“Nefsin aldatmasına, dünyânın yalancı ve geçici tadına kapılan, hayrın
tadını alamaz. Yabancılarla berâber olmak, bu yolda yürüyenler için
felâkettir.”
“Allahü teâlânın kendilerini her an görmekte olduğunu bilen insanlar,
O’nun kendilerini görmekte olduğunu düşünerek, O’ndan ve emirlerinden
başka şeye iltifat etmekten hayâ ederler.”
“Kim, Allahü teâlâyı hakkıyla zikrederse, O’ndan başka her şeyi unutur.
O’nun zikri ile O’ndan başka her şeyi unutan kimseyi, Allahü teâlâ her
şeyden muhâfaza eder.”
“Dünyâda en kıymetli şey, ihlâstır.”
“Allah yolunda yürümek isteyen bir kimse için, en büyük tehlike; bu
yolda olmayan kimselerle berâber olmaktır.”
“Saâdete kavuşmak istersen, edeble ilim öğren, edeble ilim öğrenen
onunla iyi amel eder. İyi amel eden, hikmet sâhibi olur. Hikmet elde
edilince, insan zühd sâhibi olur. Zühd sâhibi olunca, kalbinde, insanı
Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylerin sevgisi kaybolur. Bu sevgi
kaybolunca, insan âhirete rağbet eder. Hep âhireti düşünen ve ona
hazırlanmakla uğraşan kimse, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmuş
demektir.”
“Bütün hayırların hepsi, bir ev gibidir. Anahtarı da tevâzudur. Bütün
kötülüklerin hepsi de, bir ev gibidir. Onun anahtarı da kibirlenmektir.
Nitekim, Âdem aleyhisselâmın zellesinden dolayı tevâzu etmesi ile affa
ve ikrâma kavuşması ve İblis’in kibirlenmesi, kendisine hiçbir şeyin
fayda vermeyip zelîl olması buna delildir.”
“Aklın zâhiri, sevgili Peygamberimize tam tâbi olmaktır. Aklın bâtını,
hâlini gizlemek ve aklın aslı ise, sükût etmektir.”
“Dünyâda iki türlü taşkınlık ve azgınlık vardır. Bunlardan biri ilim
sebebiyle yapılan azgınlık, diğeri de mal sebebiyle yapılandır. İlim
sebebiyle olan taşkınlıktan kurtulmak, ancak ibâdetle olur. Mal
sebebiyle olan taşkınlıktan kurtulmak ise, ona ehemmiyet vermeyip
uzaklaşmakla mümkün olur.”
ALLAH KORKUSU
Yûsuf bin Hüseyin hazretleri seyâhatlerinden birisinde, Arabistan’da
bir kabîleye uğradı. Kabîle reîsinin kızı, kendisini görüp âşık oldu.
Bir yolunu bulup, Yûsuf bin Hüseyin yalnız iken yanına geldi. Yûsuf bin
Hüseyin hemen kaçarak başka bir yere gidip oturdu. Başını dizlerine
koydu. Çok yorulmuş olduğu için uyuyuverdi. Rüyâsında, benzerini hiç
görmediği bir yerde, yeşiller giyinmiş kimseler gördü. Birisi de,
pâdişâh misâli taht üzerinde oturuyordu. Kendilerine yaklaşıp kim
olduklarını sordu. Onlar, kendisine çok saygı ve hürmet gösterip yol
açtılar ve; “Bizler melekleriz. Taht üzerinde oturan da Yûsuf
aleyhisselâmdır. Yûsuf bin Hüseyin’i ziyârete geldi.” dediler. Yûsuf
bin Hüseyin, çok hayret etti ve mahcûb oldu. Ağlamaklı bir ses ile;
“Hasbünallah! Ben kim oluyorum ki, Allahü teâlânın Peygamberlerinden
birisi benim ziyâretime gelsin, olacak şey değil!” dedi.
Bu sırada hazret-i Yûsuf, tahttan inip kendisiyle müsâfeha etti ve
kendisine sarıldı. Yûsuf bin Hüseyin ona; “Ey Allah’ın peygamberi, ben
kim oluyorum ki, bana bu kadar iltifât ediyorsunuz?” dedi. Hazret-i
Yûsuf buyurdu ki: “O kabîle reîsinin güzel kızı, yalnız iken yanına
gelince, sen Allahü teâlâdan korkarak ve Allahü teâlâya sığınarak
oradan çıkınca, Allahü teâlâ, senin hâlini bana ve meleklere gösterip;
"Ey Yûsuf! Bak, senin, Zelîha’dan kaçtığın gibi, bu Yûsuf da kabîle
reîsinin kızından nasıl kaçtı.” buyurdu ve beni bu meleklerle birlikte
seni ziyârete gönderip sana söylememi emretti ve buyurdu ki: “Her şeyin
bir nişânesi vardır. Bu zamânın nişânesi Zünnûn-i Mısrî’dir. İsm-i âzam
ona verildi. Huzûruna git. Hem de sana şu müjdeyi vermemi emretti ki,
(Sen, Allahü teâlânın seçilmiş kullarındansın).” buyurdu.
Yûsuf bin Hüseyin uykudan uyandığında aşk-ı ilâhî her tarafını
kaplamıştı. Kendisine verilen işâret üzerine Mısır’a doğru yola çıktı.
Bir an önce Zünnûn-i Mısrî'ye kavuşmak arzusunda idi. Nihâyet Zünnûn-i
Mısrî’nin meclisine gelip oturdu. Beş sene, bu sohbet meclisine devâm
etti. Beşinci yıl sonunda hocası kendisini çağırıp; “Artık memleketine
git. Allah rızâsı için insanlara nasîhat et. Allah için konuş.”
buyurdu. “Peki efendim.” deyip ayrıldı. Memleketi olan Rey şehrine
gelince bir meclis kurup, insanlara nasîhat etmeye başladı. Bu hâl,
elli sene böyle devâm etti. Çok talebe yetiştirdi. İbrâhim-i Havvâs,
Yûsuf bin Hüseyin’in talebesi olup, bunun sohbeti bereketi ile çok
yüksek hâllere ve makamlara kavuştu.
1) Tabakât-us-Sûfiyye; s.185
2) Hilyet-ül-Evliyâ; c.10, s.238
3) Sıfât-us-Safve; c.4, s.84
4) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.105
5) Târih-i Bağdâd; c.14, s.314
6) El-Bidâye ven-Nihâye; c.11, s.126
7) Şezerât-üz-Zeheb; c.2, s.245
8) Risâle-i Kuşeyrî; s.158
9) Nefehât-ül-Üns; s.238
10) Keşf-ül-Mahcûb; s.238
11) GAS; c.1, s.650
12) Tezkiret-ül-Evliyâ; c.1, s.280
13) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.4, s.298 |