Velîlerden,
hadîs, fıkıh ve kırâat âlimi. Tebe-i tâbiînin büyüklerindendir. Nesebi,
Yûsuf bin Esbât bin Vâsıl eş-Şeybânî, el-Kûfî'dir. Künyesi Ebû
Muhammed’dir. Haleb ile Antakya arasında bir köyde doğdu. Antakya’da
yaşadı. 810 (H.195) de vefât etti. 811’de vefât ettiği de rivâyet
edilmiştir.
Âmir bin Şüreyh, Süfyân-ı Sevrî, Yâsîn
ez-Zeyyât gibi zâtlardan hadîs-i şerîf rivâyet etti. Kendisinden;
Ebü’l-Ahvas, Mahmûd bin Mûsâ, Müseyyib bin Vâhid ve Abdullah bin Habîb
el-Antakî gibi âlimler rivâyette bulundular. Hadîs-i şerîf ilminde
sika, güvenilir bir zât olup, zamânının en üstünlerindendir.
Haram ve şüphelilerden çok sakınır, çok
ibâdet ederdi. Kendi hâlinde yaşar, hâlini belli etmezdi. Kalbinde
dünyâ sevgisine yer yoktu. Nefsinin isteklerine hiç uymaz, her an
Allahü teâlâyı hatırlardı. Helâlden lokma bulabilirse yer, bulamazsa
sabrederdi. “Allahü teâlânın rızâsının onda dokuzu helâl rızıktadır.”
buyururdu. Dokumacılık yaparak nafakasını temin etmeye çalışırdı. Dünyâ
malına ve lezzetlerine hiç iltifat etmezdi. Kırk sene müddetle iki
gömlekle idâre etti. Birini yıkar, diğerini giyerdi. Âhiretteki sonsuz
nîmetleri terk edip de, dünyânın geçici, yalancı ve aldatıcı zevklerini
tercih edenlerin zavallılıklarını, gafletlerini ve yakalandıkları bu
hastalığın tehlikesini bildirmek için, hazret-i Ali’nin; “Dünyâ çöplük
gibidir. Kim ona tâlib olursa sıkıntılarına katlanmaya hazır olsun.”
sözünü sık sık tekrâr ederdi. Hastalandığında kendisinin haberi
olmadan, sultanın doktorlarından birini çağırdılar. Doktor muâyene edip
gideceği zaman, Yûsuf bin Esbât oradakilere sordu: “Doktor muâyene
ettiği hastalardan, âdet olarak ne alır?” Onlar da; “Altın alır.”
dediler. Bir kese çıkardı ve; “Bunu ona veriniz.” diyerek yanındakilere
uzattı. Baktılar, kesenin içinde on beş altın var. “Bu çok fazladır.”
dediler. Bunun üzerine, “Olsun, ona verin. Böyle yapmaktaki maksadım,
fakirlerin, sultandan daha mürüvvetli olduğunu bildirmektir” buyurdu.
Huzeyfet-ül-Mer’aşî’ye yazdığı bir
mektûbunda şöyle nasîhat etti: “Allah’tan korkup takvâ üzere ol.
Haramlardan sakın. Öğrendiğin ilimle amel et. Kendi hâlinle meşgûl
olup, her an Allahü teâlâyı hatırla, ama bu hâlini Allahü teâlâdan
başka kimse bilmesin. Her canlının mutlaka tadacağı ve kimsenin çâre
bulamadığı ölüme şimdiden hazırlıklı ol. Çünkü ölüm geldikten sonra
artık âh etmekten, pişman olmakdan başka bir şey yoktur. Vesselâm.”
Yûsuf bin Esbât hazretlerine sordular:
“Zühdün gâyesi nedir?” O da; “Sana ihsân olunan nîmete şımarmamak,
nasîb olmayan şeye de (niye nasîb olmadı) diye üzülmemektir.” buyurdu.
“Tevâzuun gâyesi nedir?” diye sordular. “Evinden çıktığın zaman
karşılaştığın herkesi kendinden üstün bilmendir” buyurdu.
Bir gün etrafındaki gençlere; “Ey
gençler! Fırsatı ganimet biliniz. Sizlere hastalık ve ihtiyarlık
gelmeden önce sıhhatinizin kıymetini biliniz. Allahü teâlânın ihsânı
olan bu zamanı, Allahü teâlâya ibâdette kullanın. Ben şimdi yaşlandım.
Sıhhatim gitti. Onun için namazımın rükû ve secdelerini âdâbına uygun
yapamıyorum. Çünkü bunları tam yapabilmek için uygun olan gençlik ve
sıhhat, artık benden uzaklaştı. Namazının rükû ve secdelerini tam yapıp
bütün edeblerine riâyet eden kimselere imreniyor, onlar gibi olmak
istiyorum.”
“Ben Kur’ân-ı kerîmin hükümlerine uygun
amel edemediğim için çok korkuyorum. Hattâ Kur’ân-ı kerîm okurken azâb
âyetlerine gelince korkum o kadar artıyor ki, devam edecek hâlim
kalmıyor. Bu sebeple her gün yetmiş kerre tövbe, istigfâr ediyorum”
buyurdu.
Kendisine sordular ki: “Hemen
ölmeyi arzu
eder misin?” cevâbında; “Hayır daha yaşamak isterim. Belki bir gün
günahlarıma çok pişman olmak ve sâlih ameller işleyip iyiler arasına
katılmak nasîb olur” buyurdu.
Buyurdu ki: “İnsanların medhetmelerine,
çok övmelerine kavuşmak arzusundan çok sakının. Zîrâ çok tehlikelidir.
O, tam uçurumun kenarıdır. O, ateşle oynamaktır. Allah korusun bir an
gaflet, insanı ebedî saâdetinden mahrûm eder.”
“Az bir şekilde şüpheli şeylerden
sakınmak, çok amel etmekten; az bir tevazû sâhibi olmak, nefsin
istemediği bir çok ibâdeti yapmakdan daha sevâbdır.”
“Zühdün esası, sıkıntılara katlanıp,
şehvetleri terk etmek ve yenilen lokmanın helâlden olmasına dikkat
etmektir.”
“Güzel ahlâkın alâmetleri; arkadaşının
söylediğine itiraz etmeyip, kabûl etmek. Kendine ve herkese ve hattâ
her mahlûka karşı merhametli ve insaflı olmak. Kimsenin aybını
araştırmamak. Başkasında bir kusur görünce, dalgınlıkla olmuştur
istemiyerek yapmıştır diyerek iyiye yormak. Kendisinden özür
dileyenlerin özürlerini kabûl etmek. Başkalarından gelen sıkıntı ve
eziyetlere sabır ve tahammül etmek. Başkalarının kusurlarını araştırmak
yerine, kendi kusur ve kabahatlerini düşünüp araştırmak, düzeltmeye
çalışmak. Büyük-küçük herkese karşı edebli, tatlı dilli, güler yüzlü
olmaktır.”
“Tövbenin doğru ve makbûl olmasının
alâmetleri: Tekrar o günahı işlemeye sebeb olabilecek kimselerden uzak
durmak. Lüzumsuz lâfları terk etmek. Allahü teâlâyı inkâr edenlerle
görüşmemek. Hayr ve sevap yapmak. İşlemiş olduğu günahtan dolayı çok
pişmân olup yaptığı tövbeyi bozmamak. İşlediği günahta kul hakkı varsa,
hak sâhibine iâde etmek. Allahü teâlâ için olmayan her şeyi kalbinden
çıkarmaktır.”
“Sabırlı olmak isteyen kimse; öfkesini
yenmeli, kalbinde Allahü teâlâdan başka bir şeye yakınlığın olmaması
için çalışmalı. Bir musîbet veya sıkıntı geldiği zaman, inleyip
sızlamamalı. İbâdetleri “Güzel yapabiliyorum” düşüncesinden uzak olup,
amellerini kusurlu bilmeye devâm etmeli, farzları ve vâcibleri yapmakta
tembellik yapmayıp, en güzel şekilde yapmaya çalışmalı, yapılan bütün
işlerin dîne uygun olmasına gayret etmeli ve önceden yapılan hatâ ve
zararları telâfi etmek için uğraşmalıdır.”
“Hayâ sâhibi olmanın alâmetlerinden
bâzıları şunlardır: Gönlü kırık ve mahzûn olarak Allahü teâlâya
kavuşacak, O’na hesab verecek olmanın büyüklüğünü düşünmelidir. Hiçbir
zaman düşünmeden konuşmamalı, sonunda mahcûb olacağı işleri yapmaktan
çok sakınmalıdır. Bütün âzâlarını, İslâmiyyete uygun olmayan her hâlden
uzak tutmalıdır. Dünyâ gösterişini terk etmeli, bunların yaldızlı,
yalancı ve geçici zevkleri, Allahü teâlânın rızâsını unutup, sonsuz
saâdetden mahrum kalmağa sebeb olmamalıdır. Mezarlığı ve ölümü çok
hatırlamalı, ölümün bir gün mutlakâ kendisine de geleceğini hiç
unutmamalıdır. Her an ölüme hazır olmalıdır.”
“Allahü teâlânın dostlarına şu üç şey
verilmiştir. Bunlar halâvet (yumuşaklık ve tatlılık), mehâbet
(büyüklük, heybet) ve muhabbet (sevgi, iyilik, güzellik)tir.”
“Alçak gönüllü olmanın alâmetleri
şunlardır: Söyleyen kim olursa olsun, hak sözü kabûl etmek. Fakir,
garib kimselere de yumuşaklıkla muâmele etmek. Rütbe itibâriyle küçük
olanlara şefkatli olmak. Kendisine karşı yapılan hatâ ve kusurlara
tahammül edip, öfkelenince sabretmek, her an Allahü teâlâyı hatırlamak.
Zenginlere karşı vekarlı olmak. Cenâb-ı Hak’tan gelen her şeye rızâ
göstermektir.”
“Sâdık olmanın alâmetleri: Sözü ile
kalbinden geçenlerin aynı olması. Söz verdiği gibi hareket etmesi,
işlerini Allahü teâlânın rızâsı için yapması. Dünyâya düşkün olmayıp,
makam, mevki peşinde koşmaması. Nefsin isteklerini yapmaması, mühim
işleri hemen yapıp, mühim olmayanları sonraya bırakması. Âhireti,
dünyâya tercih etmesidir.”
“Öyle bir tevekkül sâhibi olmalıdır ki,
Allahü teâlânın, kendisi için ezelde takdir ettiği şeyden başka, başına
hiçbir şeyin gelmeyeceğine gözüyle görür gibi inanmalıdır.”
“Allahü teâlâya olan muhabbetin
alâmetleri: Dünyâda huzurlu olduğu halde, âhireti arzu etmek. Sıhhatli
olduğu halde ölümü istemek. Allahü teâlâyı çok anmak, bununla
rahatlamak ve bundan zevk almak. Cenâb-ı Hak’tan gelen dertleri ve
belâları nîmet bilip, bunlara sabretmek, sevinmektir.”
ONA AĞLIYORUM
Yûsuf bin Esbât hazretleri buyurdu ki:
“Ben Allahü teâlâdan şu üç meziyete sâhib olmayı istiyorum: 1) Vefât
ederken hiç param olmasın, 2) Vefât ederken hiç borcum olmasın ve 3)
Vefât ederken kemiklerimde et kalmasın.” Ölüm hâlinde iken, kendisini
ziyârete gelen hazret-i Huzeyfe-i Mer’aşî, onu çok fazla ızdırap içinde
göz yaşı döküp inliyor gördü. “Allahü teâlâya kavuşacaksın. Şimdi
ağlayıp inlemek zamânı mıdır? Niçin kendini üzüyorsun?” dedi. Bunu
duyunca; “Ne yapayım. Vallahi ben bu zamana kadar yaptığım ibâdetleri,
tam bir ihlâsla yapabildiğimi zannetmiyor, ibâdetlerimin kabûl olup
olmadığını da bilemiyorum. Acaba hâlim ne olur? Ona ağlıyorum.”
buyurdu. Hazret-i Huzeyfe, Yûsuf bin Esbât hazretlerinin bu sözlerini
işitince; “Şu sâlih zâta bakın ki amelindeki ihlâsından korkuyor. O
böyle söylerse bizim hâlimiz nasıl olur?” diyerek istigfâr etti.Vefâtı
arzu ettiği gibi oldu. Zayıfladığından derisi kemiğine yapışmış gibiydi.
1) Tezkiret-ül-Evliyâ; s.224
2) Hilyet-ül-Evliyâ; c.8, s.237
3) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.68
4) Tehzîb-üt-Tehzîb; c.11, s.407
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.3,
s.43 |