Büyük
velîlerden. İsmi, Yahyâ bin Behâeddîn’dir. Seyyid olup soyu Peygamber
efendimize ulaşır. Şirvan’da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1464
(H.868) târihinde Bakü’de vefât etti. Kabr-i şerîfi Şirvan Şahlar Saray
Külliyesindedir.
Seyyid Yahyâ Şirvânî, küçüklüğünde
fevkalâde edep ve ahlâk sâhibi bir çocuktu. Bir gün arkadaşları ile
oyun oynarken, evliyânın büyüklerinden İzzeddîn Halvetî’nin oğlu ile
Sadreddîn Halvetî’nin dâmâdı olan Pîrzâde hazretleri onu gördüler.
Çocuğu bir müddet seyrettikten sonra, birbirlerine; “Allahü teâlâ bu
çocuğa, dedelerinin edebini, olgunluğunu ve güzel huyunu ihsân etmiş.
Duâ edelim de, Halvetî yolunun feyz ve mârifetlerine de kavuşsun.”
dediler. El açıp cenâb-ı Hakk’a yalvarıp, uzun uzun duâlar ettiler. O
gece Seyyid Yahyâ, rüyâsında Resûlullah efendimizi gördü. Sevgili
Peygamberimiz; “Evlâdım Yahyâ! Halvetî yolunun büyüklerinden olan
Sadreddîn’e git. Onun sohbeti ve hizmetiyle şereflen!” buyurdu. Sabah
olunca, yaşının küçüklüğüne bakmadan, Sadreddîn Halvetî’nin huzûruna
koştu. Onun terbiyesi altında ilim öğrenmeye başladı. Kısa zamanda
hocasının feyz ve bereketleri ile, ilimde ve tasavvuf yolunda pek
yüksek derecelere kavuştu.
Seyyid Yahyâ Şirvânî’nin daha
küçüklüğünde garip halleri görüldü. Bir gün annesi ile berâber şehrin
dışında gidiyorlardı. Âniden bir kimse geldi. Yahyâ Şirvânî’nin elinden
tuttu. Havaya yükselip gözden kayboldular. Bu hâli gören annesinin
içine korku düştü. Üzülüp ağlamaya başladı. Çâresiz kalıp, hiçbir yere
de gidemedi. Şaşkınlık içinde ne yapacağını bilemedi. Bir de baktı ki,
biraz sonra oğlu Seyyid Yahyâ Şirvânî yanında duruyor. Kavuşmanın
sevinç ve şaşkınlığı ile oğluna; “Oğul nereye gittiniz? Ben üzüntüden
helâk olacaktım!” dedi. Seyyid Yahyâ da; “Bir yere vardık. Orada bu
dînin ileri gelenlerinden birçok kimse vardı. Beni ortalarına aldılar.
Hepsi bana iltifât etti. Hayır duâ buyurdular. İçlerinden biri ayağa
kalkıp, bunu (Yahyâ Şirvânî’yi) bana satın dedi.
Beni ona teslim ettiler. O zât bana,
şimdi annenin yanına git. Ben seni yine bulurum dedi. Bunun üzerine
kendimi burada buldum.” dedi.
Seyyid Yahyâ hazretleri yakışıklı ve
güzel ahlâk sâhibiydi. Yüzü nûr gibi parlardı. Bir gün dergâhta, ibâdet
ettiği özel odasından çıktı. Anasının ve babasının ziyâretine gitmek
istedi. Yolda giderken bâzı kimseler ileri geri konuşarak onu üzdüler.
Seyyid Yahyâ evine gitmekten vazgeçip dergâha döndü. Hocası onun bu
üzüntülü hâlini görünce; “Evlâdım! Niçin böyle üzgünsün?” diye sordu. O
da olanları haber verdi. O zaman Sadreddîn hazretleri; "Yakında helâk
olurlar.” buyurdu. Hakîkaten çok geçmeden Seyyidzâdeyi üzenlerin vefât
haberleri geldi.
Seyyid Yahyâ’nın babası Seyyid Behâeddîn
önceleri Şeyh Sadreddîn hazretlerinin ve oğlu Yahyâ’nın üstün hallerini
anlayamamıştı. Bu sebeple onları imtihan etmeyi düşündü. Bir gün
oğluna; “Oğlum Yahyâ! Yağmurlar yağmadı. Ekinlerimiz kurudu. Ne olur
bir duâ ediver de tarlalarımız sulansın.” dedi. O da; “Babacığım! Mâdem
öyle şimdi sen Allahü teâlâya; “Oğlum Seyyid Yahyâ’nın sana olan
yakınlığı hürmetine yağmur ihsân eyle.” diye duâ et” dedi. Bunun
üzerine babası; “Yâ Rabbî! Oğlumun sana olan yakınlığı hürmetine bana
yağmur ver.” diye duâ etti. Derhal yağmur yağmaya başladı. Yalnız ona
âit olan tarlalar suya kandı. Hayretler içinde kalıp tekrar oğluna;
“Oğlum! Maksad hâsıl oldu. Lâkin başkalarına bir fayda olmadı. Sebebi
nedir?” diye sordu. Bunun üzerine Seyyid Yahyâ hazretleri; “Babacığım!
Duânda başkalarını da yâd edeydin o da olurdu. Müslümanları da birlikte
söylememiz lâzım.” buyurdu.
Bir zaman Seyyid Yahyâ hazretleri hasta
oldu. Evinden çıkamadı. Babası ve annesi bu duruma çok üzüldüler.
Seyyid Yahyâ bu hal ile odasında yatarken birden karşısında hocası Şeyh
Sadreddîn hazretlerini gördü. Ona hitâben; “Ne yatıyorsun oğul, kalk
ayağa!” dedi. Elinden tutup ayağa kaldırdı, sonra kayboldu. Seyyid
Yahyâ’nın hastalığı tamâmen geçmişti. Hocasının gelmesini ve Yahyâ’nın
iyileşmesini hizmetçilerinden birisi gördü ve gidip Seyyid Behâeddîn’e
haber verdi. Seyyid Behâeddîn oğlunun yanına geldiğinde hakikaten onun
rahatsızlığının geçtiğini ve hiçbir şeyinin kalmadığını gördü. Sonra;
“Bu senin hocan, âlim ve kerâmet ehli geçinir, neden düz yollar varken
görünmeden gelir?” dedi. Seyyid Yahyâ da; “Babacığım! Sebebi, yolların
dikenli olmasıdır. Dikenler mübârek ayaklarını yara eder.” dedi. Bunun
üzerine babası; “Yollarda diken yok ki.” dedi. Seyyid Yahyâ; “Sizin
inkâr dikenleriniz var ya!” diye cevap verdi. Bu söz üzerine Seyyid
Behâeddîn, oğlu Seyyid Yahyâ’nın peşine düşüp Sadreddîn hazretlerinin
huzûruna gitti. Îtirâzına tövbe etti. Sâdık talebelerinden oldu.
Sadreddîn hazretleri de, Seyyid
Behâeddîn’in nefsini kırmak için, bir sene Seyyid Yahyâ’nın emrini
dinlemesini söyledi. Seyyid Yahyâ bu hususta; “Bu bir sene, bana öyle
zor geldi ki, helâk olacaktım.” buyurdu. Bir sene sonra Sadreddîn
hazretleri, Seyyid Yahyâ’ya baba-oğul münâsebetlerine göre hareket
edip, babasının emrini dinlemesini söyledi. Seyyid Yahyâ Şirvânî, bir
zaman sonra Sadreddîn-i Hamevî’nin dâmâdı oldu.
Seyyid Yahyâ hazretleri, Şeyh Sadreddîn
hazretleri hayatta olduğu müddetçe ona canla başla hizmet etti. Şeyh
Sadreddîn hazretleri vefât etmezden önce bütün talebelerini ve
sevdiklerini toplayıp onlardan söz aldı ve Seyyid Yahyâ’ya tâbi
olmalarını bildirdi. Seyyid Yahyâ hazretleri hocasının vefâtından sonra
Şirvan yakınındaki Şemâhî’de, sonra da Bakü’ye giderek orada ikâmet
etti. On binden fazla talebesi oldu. Bunlardan üç yüz altmışı velîliğin
yüksek derecelerine çıktı.
İbrâhim Gülşenî anlatır: “Seyyid Yahyâ
hazretleri talebeleriyle birlikte Bakü’den Şirvan’a giderken bir ulak,
haberci gelip Seyyid Yahyâ hazretlerinin arabasının atlarını almak
istedi. Oradakiler de mâni olmaya çalıştılar. Lâkin haberci aldırış
etmeyip atları arabadan çözmeye başladı. Talebelerden Baba Kutb adında
biri, Seyyid Yahyâ hazretlerine hitâben; “Efendim! Siz niye
seslenmiyorsunuz?” diye söyleyip arabanın bir ağacını aldı ve haberciyi
dövmeye başladı. Seyyid Yahyâ hazretleri bırak dediyse de Baba Kutb
aldırış etmeyip haberciyi dövmeye devâm etti. Netîcede haberci onlara;
“Sizin reisiniz kim?” diye bağırınca, oradakiler; “Seyyid Yahyâ
hazretleridir.” dediler. Adam hemen onun yanına koşup pişman olduğunu
arzetti ve af diledi. Seyyid hazretleri affedip, duâ etti. Sonra
haberci oradan ayrıldı. O zaman Seyyid Yahyâ hazretleri, Baba Kutb’a
dönüp; “Otuz yıldır yanımıza gelip gidersin. Lâkin bir kıl ucu kadar
bizden istifâde etmemişsin.” buyurarak azarladı. Sonradan Seyyid Yahyâ
hazretleri, sözünü dinlemeyenlere Baba Kutb’un bu işini misâl verirdi.
Seyyid Yahyâ hazretleri çok sıcak aylarda
azıksız ve susuz sahralara çıkar, oralarda günlerce kalır, ibâdetle
meşgûl olurdu. Halvet, yalnız olarak tenhâ bir yerde kalmak ve ibâdet
yapmak değişmez husûsiyetlerindendi.
Şeyh Mansûr anlatır: “Bir târihte Seyyid
Yahyâ hazretleriyle birlikte kırk günlük yalnız olarak bir ibâdete
başladık. Onun on iki günde bir abdestini yenilediğine ve üç defâ da
iftar ettiğine şâhid oldum.”
Seyyid Yahyâ Şirvânî hazretleri ömrünün
sonlarında devamlı Allahü teâlâya ibâdet eder, bir şeyler yemezdi. Oğlu
Emîr Gülle bir gün yemek pişirip getirdi. İftâr etmelerini ricâ etti.
Seyyid Yahyâ hazretleri oradaki talebelerini çağırttı. “Bismillâh deyip
başlayın.” buyurdu. Kendisi bir kaşık aldı, kokladı ve yemeği geri
koydu. Kaşık elinde bekledi. Talebeleri yemeği bitirdi. Yemek bitince;
“Elhamdülillah” deyip, kaşığı bıraktı. Talebelerine; “Lokman Hakîm nice
seneler bir yemeğin kokusu ile yetinmişti. Ben de bu bir lokma yemeğin
kokusu ile yetinsem yeridir.” buyurdu.
Kendisine, Allahü teâlânın uzun ömür
vermesi için duâ edenlere; “Beyimiz Halîl’e duâ edin ki, benim ömrüm
onun yaşaması iledir.” derdi. Hakîkaten o beldenin beyi Halîl Efendi
vefât ettikten dokuz ay sonra da Seyyid Yahyâ Şirvânî hazretleri vefât
etti.Vefâtlarına yakın altı ay hiç yemek yemedi, su içmedi. Hep
ibâdetle meşgûl oldu.
Sevdiklerine; “Üstâd, tâliblere tövbe ve
istiğfârı ve yolun edeplerini öğretmek için lâzımdır.” buyururdu.
Kendisine tasavvuf yoluna nasıl ulaşılır
diye sordular. O; “Tasavvuf yoluna açlık, tefekkür ve hayretle
kavuşulur.” buyurdu.
Seyyid Yahyâ hazretleri vefât ettikten
sonra sevdikleri onu rüyâda gördüler ve; “Allahü teâlâ size ne muâmele
etti.” diye sordular. O da; “Allahü teâlâ beni arş-ı âlâ altında bir
yaygı üzerine oturmamı nasîb edip etrâfıma iyi kimselerin rûhlarını
topladı ve bana hitâb edip; “Ey Yahyâ! Dünyâda talebelerin ile toplanıp
okuduğun dersleri şimdi bu Cennetliklerle oku. Bunlar işitsinler.”
buyurdu. Ben de okumaya başladım.” buyurdu.
Seyyid Yahyâ hazretlerinin talebelerinin
en üstünleri; Pîr Şükrullah, Alâaddîn Halvetî, Habîb Efendi, Muhammed
Erzincânî ve Dede Ömer Rûşenî Halvetî hazretleridir.
Tasavvufa dâir bâzı telif eserleri
vardır. Bunun yanında Esrâr-ı Tâlibîn ve Vird-i Settâr
adında iki kıymetli eseri vardır.
HEY ÂŞIK!
Talebesi Mîr Gülle anlatır: Seyyid Yahyâ
hazretleri çok merhâmetliydi. Bir gün talebeleriyle şehir dışına
gezintiye çıktı. Bir nehir kenarına geldiklerinde, Seyyid Yahyâ
hazretleri bir kilim üzerine oturdu. Talebeleri de her biri bir iş için
etrâfa dağıldılar. O sırada zâlim bir kişi av peşine düşmüş ve oraya
gelmişti. Bu kişi Seyyid Yahyâ hazretlerini tanımayıp ona; “Hey âşık!
Gel şu matarayı al, su doldur getir içeyim.” diye seslendi. Seyyid
hazretleri tefekkür hâlinde olduğundan söylediğini duymadı. O zaman o
zâlim kişi atından inip nehre su almaya gitti. O sırada da Seyyid
hazretleri yerinden kalkıp nehirden su almakta olan kişiye hitâben;
“Hey kan içici adam ne yapıyorsun?” diye seslendi. O kişi suyu
harâretle içmek üzere iken mataradaki suyu döktü. Su kan olmuştu.
Tekrar doldurduğunda yine kan olduğunu gördü. Bunun üzerine hemen
yaptıklarına pişman olup, Seyyid Yahyâ hazretlerinin ayaklarına
kapandı. Talebeleri arasına girdi.
1) Şakâyik-ı Nu’mâniyye Tercümesi
(Mecdî Efendi); s.287
2) Nefehât-ül-Üns; s.574
3) Seyyid Yahyâ Şirvânî (Hocazâde
Ahmed Hilmi); s.4
4) Lemezât, Üniversite Kütüphânesi,
No: 1894, v.144
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13,
s.39
6) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (50.
Baskı) s.1065,1079 |