Vüheyb
Bin Verd
|
|
Mekke-i
mükerremenin büyük âlim ve velîlerinden. Lakabı Abdülvehhâb,
künyesi Ebû Osmân’dır. Doğum tarihi bilinmemektedir. 770 (H.153)
yılında mekke'de vefât etti. Çok ibâdet eder, hikmetli sözler söylerdi.
Hadîs ilminde sika, güvenilir bir zât olup, fıkıh ilminde de bilgisi
çoktu. Şüphelilere düşmek korkusuyla mübahların çoğunu terk eden, zâhid
bir zât idi. İbrâhim bin Edhem, İbn-i Mübârek, Süfyân-ı Sevrî, Fudayl
bin İyâd gibi büyük âlim ve velîlerle görüşüp, sohbet ederdi. Süfyân-ı
Sevrî Mescid-i Haram’da, dinleyenlere bâzı şeyler anlatır, sözünü
bitirince de; “Haydi, kalkınız. Tabîbimiz Vüheyb’e gidelim. Onda
hikmetli sözler, güzel haberler vardır.” derdi.
Kendi evinde bulunanlar dâhil, hiç kimse, Ebû Osman Vüheyb’in güldüğünü
görmemiştir. Çok ağlardı. “Kıyâmet günü bir yere toplanacaklarını ve
Allahü teâlâya hesab vereceklerini bilen kimselerin kalbleri nasıl
sevinçli olur, nasıl gülerler, anlıyamıyorum.” buyururdu.
Ebû Osman Vüheyb, bir gün beğenmediği bir hareketi yapması üzerine,
göğsündeki kılları koparınca canı acıdı. Kendi kendine “Acınıyorsun
değil mi? Halbuki ben senin iyiliğine çalışıyorum.” dedi.
Herkes geceleri uyurken, o yatmaz, yatsı abdesti ile sabah namazını
kılardı. Yakınlarından birisi; “Niçin uyumuyorsunuz?” diye suâl etti.
Cevâbında; “Allahü teâlanın azâbı hakkında, okuduğum bir âyet-i kerîme
ile bu hâle geldim. O benim uykumu kaçırdı. Ne yaptımsa uyuyamadım.”
buyurdu. Namazını bitirdikten sonra; “Yâ Rabbî! Eğer benim namazımda
bir noksanlık kaldı ise beni affet. Büyük veya küçük günah işlemiş
isem, onlara da tövbe ve istigfâr ediyorum.” şeklinde duâ ederdi. Bir
defâ secdede iken çok ağladı; “Yâ Rabbi! Beni affet.” diye duâ edip,
çok göz yaşı döktü. Nihâyet; “Yâ Vüheyb seni affettim!” diye bir ses
geldi.
Bir defâsında Vüheyb bin Verd, Muhammed bin Münkedir'in yanına geldi.
Muhammed bin Münkedir vücûdunda bulunan şiddetli bir ağrı sebebiyle,
muzdarip bir hâldeydi. Vüheyb bin Verd elini ağrıyan yerin üzerine
koydu ve Besmele-i şerîfe okuyup buyurdu ki: “Eğer bu besmele sıdk ile
bir dağın üzerine okunsa, dağ erir.” Muhammed bin Münkedir, Allahü
teâlânın izni ile iyi oldu.
Vüheyb bin Verd’e dediler ki: “Siz, Allahü teâlâya kavuşmak için hemen
ölmeyi mi arzu edersiniz? Allahü teâlâya daha fazla ibâdet edebilmek
için daha çok yaşamayı mı arzu edersiniz? Yoksa hiçbir şey düşünmeden
Allahü teâlânın takdirine râzı olup susmayı mı tercih edersiniz?” Buna
cevab olarak; “Ben hiçbir şey demem. Allahü teâlâ benim hakkımda neyi
irâde edip takdir etmiş ise, ben onu isterim. Onu severim ve ondan râzı
olurum.” buyurdu. Orada bulunanların hepsi bu cevaptan çok memnun
oldular. Topluluğun içinde olan Süfyân-ı Sevrî kalkıp Ebû Osman
Vüheyb’e sarıldı ve alnından öpüp; “En doğrusunu sen söyledin.” buyurdu.
Kendisi anlattı: “Bir gece Kâbe-i muazzamanın hemen yanında Hatim
denilen yerde namaz kılıyordum. Namazı bitirdiğimde Kâbe’den bir ses
duydum. “Ey Cebrâil! Beni tavaf edenlerden bâzılarının lüzumsuz
sözlerinden ve faydasız düşüncelerinden rahatsız olduğumu önce Allahü
teâlâya, sonra sana arzederim. Eğer böyle devam edecek olursa, öyle
parçalanırım ki, her parçam nereden alınmış ise oraya gider.” diyordu.
“Bir gece yatağımda yatıyordum. Yanıma bir kimse gelip; “Allahü
teâlânın kitabı ile amel eden kimseye sâhib olun.” dedi. Ben; “Allahü
teâlâ sana rahmet etsin. Dediğiniz zât kimdir?” dedim. Bana tırnağını
gösterdi. Tırnağında, Ayn-Mim ve Rı harfleri vardı. Kısa zaman sonra,
Ömer bin Abdülazîz halîfe oldu ve Allahü teâlânın kitâbı ile amel etti.
Herkes de kendisine bîat edip, itâat ettiler.”
“Bir zaman bir derenin kenarında bulunuyordum. Âniden bir kimse
kolumdan tutup bana; “Ey Vüheyb! Allahü teâlânın kudreti, senin
kudretinden ne kadar çok ise, sen de O’ndan o kadar kork! Allahü teâlâ
sana ne kadar yakın ise, sen de O’ndan o kadar hayâ et!” dedi. O kimse
ile daha fazla konuşmak istedim. Lâkin birden kayboldu.
Vüheyb bin Verd hazretlerinin kıymetli sözlerinden bâzıları:
“Anlayarak ve düşünerek Kur’ân-ı kerîm okumaktan daha fazla kalbleri
incelten, rikkate getirip hüzne sevkeden bir şey yoktur.”
“Midenize inen lokmanın haram veya helâl olup olmadığına dikkat
etmedikçe ne yapsanız kurtulamazsınız.”
“Bir gün Yahyâ aleyhisselâm şeytanı gördü. Ona; “Bana, insanlara nasıl
musallat olduğunu anlat!” buyurdu. Şeytan şöyle anlattı: “Bize göre
insanların hepsi üç kısımdır. Birinci kısmı siz peygamberlersiniz. Biz,
size, hiç güç yetiremeyiz. İkinci kısımda olanlarla çok uğraşırız,
nihâyet onu aldatırız. Ama o hemen tövbe eder ve bizim uğraşmamız boşa
gider. Lakin biz peşini bırakmayız. Yine çok uğraşırız. Nihâyet
aldatırız. Fakat onlar gene tövbe eder, bizim uğraşmamız gene boşa
gitmiş olur. Yâni bu kısım insanlardan ne memnun oluruz ne de ümid
keseriz. Üçüncü kısımdaki insanlara gelince, onlar bizim emrimizdedir
ve onlara istediğimizi yaptırırız.”
“Yerin kalay olduğunu ve göklerin bakır olduğunu görsem rızkımdan
endişe etmem. Eğer endişeye kapılacak olsam kendimi, Allahü teâlânın,
bütün mahlûkların rızkını vermeye kefil olduğuna inanmamış kabûl
ederim.”
“Zühd; dünyâ malına âit olan kayıplarına üzülmemen, eline geçen
dünyâlıklar ile de şımarmamandır.”
“Bir kimseye öğüt vereceğiniz zaman, ona ibâdetlerin ehemmiyetini
anlatın. Zîrâ, deniz yolculuğuna çıkan kimse için gemi ne kadar lâzım
ise, ibâdetler de insanlar için o kadar lâzımdır.”
“Hikmetli söz söyleyenler buyurmuşlardır ki, ibâdet veya hikmet on
kısımdır. Bunun dokuzu, sükût edip, konuşmamaktır.”
Haram ve şüpheli lokma yemezdi. Hattâ şüpheli korkusuyla pek çok
mübahlardan vazgeçerdi. Bir gün Fudayl bin İyad, İbn-i Mübârek ve İbn-i
Uyeyne, Mekke’de Vüheyb bin Verd'in yanına geldiler. Hurma üzerine
konuşuluyordu. Vüheyb bin Verd; “Eskiden en çok sevdiğim yemeklerdendi.
Fakat Mekke hurmalığı, Zübeyde ve diğerlerinin bostanları ile karıştığı
için, hurma yemiyorum.” deyince, İbn-i Mübârek; “Çok incelersen ekmeği
de yememen lazım gelir. Çünkü Mekke arâzisi, kimsesi kalmayan
insanların tarlalarıyla karıştığı için ekmek de hurma gibi şüphelidir.”
diye cevap verdi. Bunu işiten Vüheyb bin Verd bayılıp yere düştü.
Süfyân-ı Sevrî; “Yâ İbn-i Mübârek! Vüheyb’i öldürdün!” dedi. İbn-i
Mübârek; “Ona kolaylık olsun diye söyledim, bir kastım yoktu.” diye
cevap verdi. Bir müddet sonra kendisine gelen Vüheyb bin Verd; “Bundan
sonra ekmek yemeyeceğim.” dedi ve sadece süt içmek sûretiyle geçinmeye
başladı. Bir gün annesi kendisine süt getirdi. Annesine; “Bu süt hangi
koyundan sağıldı? Bu koyunun bedeli nereden ödendi? Bu koyun nerelerde
otladı?” diye sorunca, annesi cevap veremedi. Çünkü koyunun otladığı
yer şehrin ortak malıydı. Sütü içmedi. Annesi; “Oğlum! Allahü teâlâ,
magfiret eder.” dediğinde, Vüheyb bin Verd; “Ben, böyle bilerek isyân
edip, sonra magfiret olunmayı nasıl isterim?” dedi.
Bir gün kendisine, “Ölümden bahseder misiniz?” diye sordular. Onlara;
“Bir insan vefât edince, dünyâda onun amelini yazmakla vazifeli iki
melek onunla berâber olur. O kimsenin amelleri iyi ise, o melekler
kendisine derler ki: “Allahü teâlâ sana büyük hayırlar versin. Biz
senin yanında bulunmakla çok rahatız. Dünyâda hayırlı ameller işledin.
Şimdi de hayırlı şeylere kavuştun." Sonra melekler bunun rûhunu semâvât
ehli ile tanıştırırlar. Onlar da onu tebrik edip; “Allahü teâlâ,
kavuşmuş olduğun bu nîmetleri mübârek etsin.” derler.
Dünyâda hep kötülük işleyen kimse de vefât edince, dünyâda iken onun
amellerini yazan iki melek yine onunla berâber olur. Fakat o, kötü
amellerinin karşılığı olarak azâb görmekte olduğundan, onun yanında
olmakla rahatsız olurlar ve derler ki: “Sen, burada dünyâda yaptığın
kötülüklerin karşılığını görüyorsun.” Sonra melekler onu kötü amelli
kimse diye tanıtırlar. Diğerleri de bundan tiksinirler. Oraya hep
kötülük işliyerek gelmiş olan kimse, bu karşılaştığı hâle çok üzülür,
yaptığı kötülüklere çok pişman olur. Tekrar dünyâya gelip sâlih ameller
işlemek ister. Lâkin, artık bu pişmanlık ona fayda vermez.” buyurdu.
1) Hilyet-ül-Evliyâ; c.8, s.140
2) Tehzîb-üt-Tehzîb; c.11, s.170
3) Vefeyât-ül-A’yân; c.2, s.471
4) El-A’lâm; c.8, s.126
5) Tezkiret-ül-Huffâz; c.1, s.245
6) Tehzîb-ül-Esmâ ve’l-Lüga; c.2, s.148
7) Tabakât-üs-Sûfiyye; s.44
8) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1160
9) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.3, s.29 |
|