Anadolu'da
yetişen büyük velîlerden. İsmi Muhammed Vehbî'dir. Hayyât Vehbî diye
meşhûrdur. 1780 (H.1195) senesinde doğdu. Osmanlı Müellifleri,
Sefînet-ül-Evliyâ, Esmâ-ül-Müellifîn adlı eserlerde Erzurum'da,
diğer bâzı eserlerde ise, Erzincan'da doğduğu yazılıdır. 1847 (H.1264)
senesinde Erzincan'da vefât etti. Dergâhının olduğu yere defnedildi.
Bugün burası Terzi Baba Mezârlığı diye anılmakta, mezârlığın ortasında
türbesi bulunmaktadır.
Terzi Baba temel din bilgilerini tahsîl
ettikten sonra, anne ve babasının isteği üzerine, bir sanat sâhibi
olmak için terzilik öğrenmeğe başladı. Terzi Baba diye meşhûr olması
buradan gelmektedir. Dünyâya hiç rağbeti yoktu. Âhirete meyli çok fazla
idi. Mesleği ile meşgûl olurken, ibâdeti terketmez, nefsinin arzû ve
isteklerini yapmama husûsunda âzamî gayret gösterirdi. Mevlânâ Hâlid-i
Bağdâdî'nin halîfelerinden Şeyh Abdullah Mekkî Efendi ile görüştü ve
ona talebe oldu. Bundan sonra Terzi Baba'nın mânevî mertebesi günden
güne ilerledi. Nefsle mücâdele ve riyâzette çok ileri derecelere
ulaştı. Abdullah Mekkî Efendi, ona icâzet verdi.
Abdullah Mekkî Efendi ile tanışmaları
şöyle oldu: Terzi Baba, hem dikiş diker hem de dili ve kalbi ile Allahü
teâlâyı anardı. Dükkânında dikiş dikerken, her iğneyi kumaşa geçirip
çıkarışta dili ve kalbi ile Allahü teâlânın ism-i şerîfini söylerdi.
Halîm selîm, mütevâzî bir zât idi. Kimsenin hâlini bilmesini istemezdi.
Fakirleri çok sever ve bu sevgisini açıkça belli ederdi.
Bir gün Erzincan'a seyyah fakirlerden
birisi geldi. Üzerindeki palto çok eski olduğu gibi, ele alınmayacak
kadar kirli idi. Bu zât paltosunu diktirmek için şehirdeki terzileri
tek tek gezdi. Fakat mürâcaat ettiği bütün terziler onun elbisesini
dikmek değil, el sürmekten bile çekindiler. Terziler o fakir zâta alay
yollu; "Şurada Terzi Baba var. Ona götür, o diker." dediler. Zavallı
fakir zât, Terzi Baba'yı buldu. İstediğini anlattı. Terzi Baba'dan, red
yerine hüsn-i kabûl gördü. Terzi Baba ona; "Paltonu bırak, inşâallah
yarına hazırlarım." dedi. Terzi Baba paltoyu alıp, güzelce yıkadı,
kuruttu ve dikti. Ertesi gün o fakire elbisesini teslim etti. Bütün bu
yaptıklarının karşılığında ücret almadı. O fakir zât paltosunu
temizlenmiş, dikilmiş görünce çok memnun oldu. Terzi Baba'ya nazar
edip, Allahü teâlânın sevdiklerinin sohbetine kavuşması için kalben duâ
etti. Bu günlerde Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, halîfelerinden
Abdullah Mekkî Efendiyi Anadolu'ya göndermişti. Abdullah Mekkî Efendi,
Erzurum'a uğramış, sonra Erzincan taraflarına yönelmişti. Erzincan'a
yaklaşınca, yanındaki arkadaşlarına; "Hocamızın bize târif eylediği
memleket, Allah bilir ya burasıdır. Burada bir zâtın bizde emâneti
vardır." demişti. Abdullah Mekkî Efendi, Erzincan'ı şereflendirince,
insanlar akın akın ziyâretine geldiler. Gelenler arasında Terzi Baba da
vardı. Abdullah Mekkî Efendi, ilk defâ gördüğü Terzi Baba girince ayağa
kalktı. Dâvet edip yanında yer verdi. Hiç kimseye yapmadığı iltifâtı
Terzi Baba'ya yaptı. "Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinden bizde bir
emânet var. O emânete seni müstehak gördüm. Bu emânet sana çok
menfaatler sağlar. Kabûl edersen sana teslim edeyim." dedi. Terzi Baba
da; "Siz bilirsiniz efendim, maddî menfaatse; dünyâ için Allah demem."
cevâbını verdi. Abdullah Mekkî Efendi bu cevâbı alınca; "Oğlum, sen
bulacağını buldun. Teslim edeceğim emânet seni dünyâ sevgisinden
kurtarmaktan başka bir şey değildi." buyurarak, Terzi Baba'ya himmetle
nazar edip, emâneti tevdî etti. Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn-i Buhârî
hazretlerinin yolunda terbiye edip, kemâle ermesine vesîle oldu. Terzi
Baba'ya hilâfet verip, Allahü teâlânın kullarına, Allahü teâlânın
dînini öğretmek ve mârifetullaha kavuşturmak vazifelerini verdi. Bunun
üzerine, Terzi Baba'nın hâli derhal değişti. Mânevî feyzler deryâsına
daldı.
Bu hâdiselerden sonra, Terzi Baba'nın
yüksek derecesi halk arasında duyulup, yayıldı. Herkes istifâde etmek
için ona geldi. Zamanla Terzi Baba'ya bağlı talebelerin sayısı günden
güne arttı. Bu hâli çekemeyenler, onun hakkında dedikodu etmeye
başladılar. "Ümmî bir câhilin başına bu kadar insan toplanmış."
diyorlardı. Hattâ ilimden biraz nasîbi olanlar da, bu gibi sözleri
söylemeye başlamıştı.Bunun üzerine beldenin müftîsi, TerziBaba'yı
imtihân için dâvet etti. Maksadı ise, TerziBaba sorulan suâllere cevap
veremeyince, cehâletini anlayıp, insanları irşâd, yol gösterme
dâvâsından vazgeçmesini temin etmekti. Terzi Baba, müftî efendinin
dâvetini kabûl edip gitti. Orada büyük bir ilim meclisinin toplandığını
gördü. Müftî efendiye kendisini niçin dâvet ettiğini sorduğunda, müftî
efendi ona; "Biz seni imtihan için dâvet ettik. Hakkınızda birçok
dedikodu yapılıyor. Buna son vermek lâzım geldi. Şimdi bâzı suâller
soracağız. Siz cevap vereceksiniz." dedi. Sonra Sıfat-ı sübûtiyyenin
kaç tâne olduğunu ve daha başka suâlleri sordu.Terzi Baba büyük bir
hakîkati ortaya çıkarmak için; "Allahü teâlânın, bu şehirde yaşayanlara
göre yedi, diğer beldelere göre sekiz tâne sıfat-ı subûtiyyesi vardır.
Bu beldeye göre Allahü teâlânın Subûtî sıfatları şunlardır: İlim,
Semi', Basar, İrâde, Hayât, Kelâm ve Tekvîn. Bu şehre göre Allahü
teâlânın Kudret sıfatı yoktur. Çünkü bu şehir insanları Allahü teâlânın
Kudret sıfatını inkar etmektedirler. Eğer bu şehrin insanlarıAllahü
teâlânın Kudret sıfatına inansalardı, Allahü teâlâ bir ümmî kulunda,
insanlara doğru yolu gösterme kâbiliyetini yaratmaya kâdirdir,
derlerdi." cevâbını verir vermez, orada bulunanlar, Terzi Baba'nın
ilm-i ledünnîye sâhip, kâmil bir zât olduğuna kanâat getirip, ellerine
kapanarak af dilediler. Ona gereken ikrâm ve hürmet gösterdiler.
Terzi Baba'nın yetiştirdiği talebeler
arasında en meşhûrları; Hâfız Rüşdü Efendi, Hacı Mustafa Fehmi,
Leblebici Baba'dır. Terzi Baba, ilâhî aşk ile dolu âdetâ ikinci bir
Yûnus Emre'dir. Tasavvufun hakîkatlerine dâir, Miftâh-ul-Kenz isminde
manzum eseri çok meşhûrdur.
BOZUK
SAZ
Terzi Baba, pekçok rumuz ve işâretler
yâni kapalı mânâlı şeyler söylerdi. Erzincan ahâlisinden Hacı Hatip
Efendi isimli zât, bir kazâya kâdılığa tâyin edildi. Hacı Hatîb Efendi
öyle bir kazâyı bilmediğinden araştırdı. Fakat kimse de bilmiyordu.
Gönlü ızdırap ve sıkıntı ile doluydu. Terzi Baba'nın sohbetlerinde
ferahlamak için Sarıgül'de olan bahçesine gitti. Terzi Baba bahçede;
"Her kim ne ederse kendine eder, yine kendi kendine eder." diyerek
dolaşıyordu. Hatib Efendiyi görünce; "Gel ağa bir kahve pişirdim
berâber içelim." dedi. Kahve içerken bir müddet murâkabeye dalan Terzi
Baba; "Ağa, hem kahve içelim, hem de sana bir hikâye anlatayım. Dinle!
Birisi İstanbul'da Aksaray'a doğru giderken bir kahve dükkanına
uğramış. Dükkanda bir saz olduğunu görmüş ve çalmak istemiş. Sazın
bozuk olduğunu görünce, kahveciye; "Saz bozuk." demiş. Kahveci de; "Onu
çalan öyle bozuk düzen çalardı. Sen de öyle çalarsan çal, çalmazsan
bırak yerine demiş. Acayip bir hikâye değil mi?" deyip sözünü
tamamladı. Hatîb Efendi bu konuşmadan hiçbir şey anlamadı, fakat bu
hikâye bizimle alâkalıdır diye düşünüp, edebinden hikmetini soramadı.
Birkaç gün sonra bir misâfiri geldi.Çok yer dolaştığından tâyin olduğu
yeri bilip bilmediğini sordu. O misâfir; "O kaza Aksaray
dâiresindeBozok sancağındadır." demesiyle Hatip Efendi,Terzi Baba'nın
ilk işâretini anlamış oldu. Doğruca o kazâya gitti. Fakat birkaç ay
orada hâkimlik yaptıktan sonra halkı ve kazâsı ile uyuşamadığından
istifâ edip geri döndü. Bundan da; "Çalabilirsen çal, çalamazsan
bırak." sözünün mânâsını anlamış oldu.