Şâfiî
mezhebi fıkıh âlimi ve büyük velîlerden. Hazret-i Hüseyin'in
neslindendir. Künyesi Ebû Bekr, lakabı Takıyyüddîn'dir. Takıyyüddîn
Hısnî diye tanınır. Havran köylerinden Hısn beldesinde doğup yetiştiği
için Hısnî, seyyid olup, hazret-i Hüseyin'in soyundan olduğu için
Hüseynî, sonraDımeşk'a yerleştiği için de Dımeşkî diye nisbet
edilmiştir. 1351 (H. 752) senesinde Hısn'da doğdu. 1426 (H.829) senesi
Cemâzil-âhir ayının ortalarında, bir Çarşamba gecesi Dımeşk'da vefât
etti.Cenâze namazına kalabalık bir cemâat katıldı ve namazını
kardeşinin oğlu Şemsüddîn kıldırdı.Tabutu, o zamandaki büyük zâtların
omuzlarında taşındı. Dımeşk'ın dışında bulunan Kubeybât'ta Kerîmüddîn
Câmiinin yanına defnedildi.
Zamânında bulunan büyük zâtların derslerine devâm ederek yetişen
Takıyyüddîn Hısnî; Şerîşî, Zehrî, İbn-ül-Câbî, Sarahdî, Şerefüddîn-i
Gazzî, İbn-i Ganûm, İbn-i Mektûm, Sadrüddîn Yâsûfî, İzzeddîn Abdüsselâm
el-Kudsî gibi âlimlerden ilim öğrendi.
İlim tahsîlini tamamladıktan sonra, talebelere ders okutmaya başlayan
Takiyyüddîn Hısnî, dînimizin emirlerine son derece bağlı, olgun, yüksek
bir velî idi. Verdiği sözü mutlaka yerine getirirdi. İlim öğretmekteki
gayreti pekçok idi. Talebeleri bir araya toplayıp ders verirdi.
Dünyâ nîmetlerine düşkün olmayan, zühd sâhibi bir zât idi. Her ân
Allahü teâlâya yönelmiş vaziyette bulunurdu. Her hareketinin İslâmın
emirlerine uygun olmasına çok dikkat ve gayret ederdi. Herkesin îtimâd
ve sevgisini kazanmıştı. Devâmlı emr-i mârûf ve nehy-i münker yapardı.
Gâyet mütevâzî, alçak gönüllü, ince rûhlu ve temiz kalbli bir zâttı.
Talebeleriyle birlikte gezmeye çıkardı. Çok az konuşurdu. Vekar ve
heybet sâhibiydi. Lüzûmu hâlinde kâdılar ve devlet adamlarını îkâzdan
çekinmez, onlar da onun îkâzlarını dikkate alırlardı.
Kul hakkına çok ehemmiyet verir, bilhassa talebelerini ve arkadaşlarını
gözetirdi. Başta âile efrâdı, talebeleri ve yakın akrabâsı olmak üzere,
herkese karşı merhamet, iyilik, ikrâm ve ihsân sâhibi, eli açık, cömert
bir zâttı.
Bâb-üs-sagîr'de bir imâret yaptırmak için inşâata başladığında, herkes
ona yardımcı oldu. Kısa zamanda bitirilen bu inşâat, devrinde ve daha
sonraki zamanlarda bir ilim merkezi oldu.
Âlimlerin yükseği, önderi ve Allahü teâlâyı tanıyan tasavvuf büyüğü
anlamına gelen İmâm-ül-allâme ve Sûfî-yi Ârif-i billâh diye tanınırdı.
Menkıbe ve kerâmetleri pekçoktur. Takiyyüddîn Ebû Bekr el-Hısnî
hazretlerinin zamânında, İslâm askeri Kıbrıs Adasını fethe gitmişti.
Savaş başladı. Müslüman askerler, adanın yabancısı oldukları ve adayı
iyi tanımadıkları için çok zâyiat veriyorlardı. Harbe katılan askerler
arasında, Takıyyüddîn hazretlerinin talebelerinden birkaçı da vardı. Bu
asker talebeler, bir akşam toplanarak, hep birlikte hocalarından yardım
istediler. Sabah olduğunda düşman askerleri ile savaşırken, hocalarını
da aralarında gördüler. Askerler ile birlikte düşmana karşı
saldırıyordu. Nihâyet İslâm askeri harbi kazanıp, zafer ile
memleketlerine döndüler.
Takıyyüddîn hazretlerinin talebelerinden harbe katılanlar, harb
esnâsında gördüklerini, hocalarının zaferin kazanılmasındaki üstün
gayretlerini anlattılar. Harb esnâsında memlekette bulunan talebeler
ise hayret edip; "Nasıl olur? Hocamız bir saat bile buradan ayrılmadı"
dediler. Her iki talebe bölüğü de hayret etti. Sonra bu hâlin,
hocalarının bir kerâmeti olduğunu anladılar. Hocaları Allahü teâlânın
izni ile, hem memleketinde, hem de Kıbrıs Adasında harbin içinde
bulunmuştu. Büyüklerden, buna benzer daha nice hâdiseler nakledilmiştir.
Rivâyet edilir ki, bir sene Dımeşk'dan bâzı kimseler hacca gitmişlerdi.
Medîne-i münevvereye vardıklarında, Takıyyüddîn Hısnî'yi de orada
gördüler. Mekke-i mükerremeye geçtiler. Orada da gördüler. Arafât'ta
vakfeye durduklarında o da orada idi. Yâni Takıyyüddîn Hısnî,
kendileriyle birlikte bütün hac vazifelerini edâ ediyordu. Onun,
kendilerinden ayrı olarak hacca gelmiş olduğunu zannettiler.
Hac dönüşünde o kimseler, Takıyyüddîn hazretlerinin talebelerine
gördükleri hâli anlattılar. Onlar da, hocalarının bir gün bile
Dımeşk'dan ayrılmadığını, hep yanlarında bulunduğunu söylediler. Bu
hâlin de, o zâtın bir kerâmeti olduğu, Allahü teâlânın izni ile,
kerâmet olarak başka başka yerlerde görüldüğü anlaşıldı. Başka
senelerde de aynı hâl vâki olmuştur.
Seyyid Takıyyüddîn, ziyâretine gelenlere tâze hurma ikrâm ederdi.
Hâlbuki, her mevsimde tâze hurma bulunmazdı. Bu ikrâma kavuşanlar, tâze
hurmanın nereden geldiğini bilemezler, o zâtın bir kerâmeti olduğunu
anlarlardı.
Velîlik yolunda çok üstün olduğu gibi, fıkıh, hadîs ve başka ilimlerde
de çok derin âlim olan Takıyyüddîn hazretleri, çok talebe yetiştirmiş,
bununla berâber birçok kıymetli eser de telif etmiştir. Şerhu
Minhâc-üt-Tâlibîn lin-Nevevî, Şerhu Muhtasar-ı Ebî Şücâ',
Telhîs-ül-Mühimmât, Kavâid-ül-Fıkh, Şerhu Sahîh-i Müslim,
Şerh-ut-Tenbîh, Şerh-ul-Esmâ-il-Hüsnâ, Ahvâl-il-Kubûr, Te'dîb-ül-Kavm,
Seyr-us-Sâlik, Kam'un-Nüfûs, Def'uş-Şübeh bunlardan bâzılarıdır.
KORKMA!
Sinop'ta medfûn bulunan ve Takıyyüddîn Ebû Bekr Kefevî'nin talebesi
olan Mahmûd Kefevî hocasının şu kerâmetini anlattı:
"Gemiye binip İstanbul'a gitmek üzere yola çıktık. Ben o zaman gençtim
ve bu benim ilk yolculuğumdu. Hoş bir rüzgârla dört gün gittik. Sonra
şiddetli bir rüzgârla deniz kabardı. Dalgalar her taraftan vurmaya
başladı. Gemide bulunanlar korku, dehşet ve ümitsizlik içinde bâzı mal
ve eşyâlarını denize attılar. Bu ızdırap ve sıkıntı bana da ümitsizlik
vermeye başladı. Hocam Takıyyüddîn Ebû Bekr Kefevî, geminin alt katında
sâkin ve telaşsız bir halde oturuyordu. Dalgaların şiddetli vuruşları
gemide bulunanların ve benim korkumu iyice arttırdı. Hocam bana bakıp;
"Korkma! Allahü teâlâ bizi kurtaracak ve biz Erikli Kasabasının doğu
tarafındaki Hacı Baba Dergâhında kuşluk vakti oturup süt içeceğiz ve
incir yiyeceğiz." buyurdu. Gemicilerin hesâbına göre seksen mil yolumuz
kalmıştı. Ebû Bekr Kefevî hazretleri sükûn ve vekar içinde tatlı ve
güzel sesiyle Kehf sûresini okumaya başladı. Biz rahatladık ve korkumuz
kalmadı. Halbuki dalgaların vuruşları hâlâ devâm ediyordu. Nihâyet
Allahü teâlâ bizi, hocam Ebû Bekr Kefevî hazretlerinin duâsı
bereketiyle kurtardı. Gecenin sabahında Erikli sâhiline çıkıp doğruca
Hacı Baba Dergâhına ziyârete gitti. Biz de onu tâkib ettik. Hep
birlikte oturduk. Hocamız Kur'ân-ı kerîm okuyor biz de dinliyorduk. O
sırada dergâhın çevresinden bir kadın iki elinde birer çanak ile
çıkageldi. Kapları önümüze bıraktı. Biri süt, diğeri incirle doluydu.
Şeyh Ebû Bekr Kefevî tebessüm ederek bize baktı ve; "Bismillah ile
yiyiniz!" buyurdu. Biz besmele ile yedik. Hocamın bu kerâmetine şâhid
olduğumuz zaman, 1542 (H.949) senesiydi."
1) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.375
2) Ed-Dav-ül-Lâmi'; c.11, s.81
3) Şezerât-üz-Zeheb; c.7, s.188
4) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.3, s.74
5) Keşf-üz-Zünûn; s.203, 487, 491, 558, 1013, 1032, 1193, 1356, 1625,
1875, 1915, 2039 |