Küçük yaşından îtibâren ilim
tahsîl edip
âlim olması için, zamanın ulemâsından okudu. Şâmil, otuz yaşına kadar;
tefsîr, hadîs, fıkıh ilimlerini, edebiyât, târih ve fen bilgilerini
öğrenerek, büyük bir âlim, gönül sâhibi bir velî oldu. Rusların,
Kafkasya'daki müslüman Türkleri esâret altına almak, kalblerindeki
îmânı söküp atmak ve İslâmiyeti yok etmek için maddî ve mânevî bütün
güçleri ile uğraştığını görünce, gönlündeki îmânın tezâhürü olarak
cihâd aşkıyla ortaya atıldı. Kafkasya'da yaşayan Türkler, onu başlarına
imâm, rehber seçtiler. İmâm Şâmil, daha önce Rusların esâretini kabûl
etmiş kabîleleri de saflarına katarak, düzenli küçük bir ordu kurdu. Bu
küçük ordusuyla yirmi beş sene, İslâmiyeti yok etmek, müslümanları
ortadan kaldırmak isteyen Ruslara kan kusturdu. Nice generallerini harp
meydanlarında öldürüp, nicelerini de çarlarına karşı küçük düşürdü,
onları âciz bıraktı. Eşsiz bir mücâdele ile hayâtını geçiren Şeyh
Şâmil, 1870 (H.1287) senesinde Medîne-i münevverede vefât etti.
Şeyh Şâmil, arkadaşları ile
ilim öğrenmek
üzere Bağdât'a gidip, Mevlânâ Hâlid hazretlerinden ders aldı. Ondan;
tefsîr, hadîs, fıkıh, edebiyât, târih ve fen ilimlerini öğrenerek,
büyük bir âlim, ayrıca tasavvuf ilmini öğrenerek, hocasının eşsiz
teveccühleri ile de büyük bir velî oldu. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî
hazretleri, bu kıymetli talebesine halîfelik de vererek, Allahü teâlâya
kavuşmak arzusuyla yanan âşıkların kalblerine bir kıvılcım sunması için
memleketi olan Kafkasya'ya gönderdi. Bâzı kaynaklara göre de, zâhirî
ilimleri Saîd Herekânî'den, kalb ilimlerini deCemâleddîn Kumûkî
hazretlerinden öğrendi.
Şeyh Şâmil, Kafkasya'ya
döndükten sonra
on yedi sene önce Şeyh Mansûr ile başlatılan hürriyet mücâdelesindeki
yerini aldı. Mansûr'dan sonra, Gâzi Muhammed, Kafkaslıların başına
geçerek imâm oldu. O da gönül sâhibi bir velî idi. Şeyh Şâmil'in
çocukluk arkadaşı olanGâzi Muhammed, Ruslarla yaptığı Gimri
muhârebesinde şehîd olmadan önce; "Kardeşim Şâmil! Bu savaşta şehîd
olsam gerektir. Benden sonra Hamzat imâm olacak. Onun kısa süren
imâmlığından sonra sen başa geçecek, senelerce Kafkasya'ya
hükmedeceksin. Nâmın cihânı tutacak. Çar ordularını perişân edeceksin.
Bu savaştan sonra Gimri'den gitsen bile yine kurtarıp, mezârımı düşman
çizmeleri altında bırakmazsın inşâallah" demişti. Çarpışmanın
şiddetlendiği bir an, Gâzi Muhammed şehîd düştü. Bu hâle çok üzülen
Şeyh Şâmil, büyük bir hızla düşmana saldırdı. Birçok düşman öldürdü. Bu
arada ağır yaralandı. Şeyh Şâmil'in yaralandığını gören GimriCâmiinin
müezzini Mehmed Ali, onu tâkib ederek, savaş alanı dışındaki bir
mağaraya sakladı. Şeyh Şâmil pekçok yerinden yaralanmış, kaburga
kemiklerinden bazıları ve köprücük kemiği de kırılmıştı. Asıl yara,
göğsünde ve sırtında olup, her tarafını kan kaplamıştı.
Müezzin, oraya iki saat
mesâfede bir köyde oturan Dağıstan'ın meşhûr cerrâhı, aynı zamanda Şeyh
Şâmil'in kayınpederi olan Abdülazîz Efendiye durumu bildirdi.
Abdülazîz, şifâlı otlarla yaptığı ilâçları Şeyh Şâmil'e tatbik ederek
tedâviye başladı. Birkaç gün mağarada, daha sonra Unsokul köyünde
tedâvi edilen Şeyh Şâmil, yirmi beş gün baygın yattı. Kendine
geldiğinde annesini baş ucunda görünce, güçlükle; "Anacığım! Namazımın
vakti geçti mi?" diye sordu. Namazlarını îmâ ile kılarak, aylarca
yatakta yatan Şeyh Şâmil sıhhate kavuştu.
1832 (H.1248) senesi şehîd
düşen Gâzi
Muhammed'in yerine, Hamzat Bey imâmlığa seçildi. Üç sene kadar faâliyet
gösteren Hamzat Bey, 1835 (H.1251) senesinde Hunzah Câmiinde bir Cumâ
günü şehîd edildi. Onun şehâdetinden sonra imâmlık, yâni liderlik
vazifesi Şeyh Şâmil'e teklif edildi. Şeyh Şâmil, tevâzu göstererek daha
ehliyetli birinin seçilmesini istedi. Hattâ namzetler de gösterdi.
Gohlok'ta toplanan âlimler ve milletin ileri gelen temsilcileri, her
türlü yetkiye hâiz olarak, Şeyh Şâmil'e imâmlığı kabûl ettirdiler.
Rusları dize getirmenin ancak
düzenli bir
orduyla mümkün olacağını, teşkilâtlanılırsa çar ordularıyla baş
edebilecek durumda olduklarını, dışardan hiçbir yardımın gelmeyeceğini,
bu sebeple iş başa düştüğünü her gittiği yerde îzâh ediyordu. Tesirli
hitâbetiyle halkı cezbediyor, müslüman olarak yaşamak aşkıyla yanan bu
insanların kalblerine birer kıvılcım salıyordu. Bu uğurda şehîd olmanın
mükâfâtının Cennet olduğunu bildiriyor, dînin emirlerine uymanın,
yasaklarından kaçınmanın ancak hürriyet ile mümkün olabileceğini
herkesin kalbine nakşediyordu. Şeyh Şâmil, kısa zamanda kısmen de olsa
nizamlı bir ordu ve mülkî teşkilâtı kurmaya muvaffak oldu. Tecrübeli ve
değerli yardımcıları, vekîlleri, ordunun ve mülkî idârenin başına
getirdi. Bu nâiblerin en meşhûrları şunlardı: Şuayb Molla, Taşof Hacı,
Duba, Hâcı Sadu, Ahverdili Muhammed, Kabet Muhammed, Hitinav Mûsâ, Nûr
Muhammed, Muhammed Emîn, Hâcı Murâd. Yararlık gösterenlere altın ve
gümüşten yapılmış nişanlar veriyor ve bu nişanlara; "Sonunu düşünen
hiçbir zaman cesur olamaz.", "Kuvvet ve yardım ancak Allahü
teâlâdandır.", "Cesûr ve yüksek rûhlu olana..." şeklinde cümleler
yazdırıyordu. Şeyh Şâmil'in seçtiği bu nâibler, memleketin olduğu
kadar, askerî birliklerin de sevk ve idâresinde üstâd idiler.
Çar Birinci Nikola,
yıllardırKafkasya'da
yapılan savaşlarda başarılı olamadığını ve Şeyh Şâmil'in düzenli ordu
kurarak hücumlarını sıklaştırdığını görünce, bu memleketi bir de sulh
yoluyla elde etmeyi denemek istedi. Şâyet Şeyh Şâmil'i elde edebilirse,
bu işin çabucak biteceğine inanıyordu. Kafkasya'daki müslümanları bir
bayrak altında toplama sevdâsından vazgeçerse, kendisine en büyük
makamların, rütbelerin verileceğini, başına krallık tâcı
giydirileceğini, Çarlık hazînelerinin ayakları altına serileceğini
bildiren göz kamaştırıcı şeytânî bir teklif hazırlatıp, en güvendiği
generallerinden Viyanalı Kluk Von Klugenav'a verdi ve Şâmil'i sarayına
dâvet etti. General, Şeyh Şamil'in huzûruna çıkmak için aracılar koydu.
Güçlükle Şeyh Şâmil ile görüşmeye muvaffak oldu. 1837 senesinde Çar'ın
gönderdiği elçiyi, maiyetiyle berâber, SulakNehri civârında kabûl etti.
İmâm, Generale yere serdiği Kafkas yaygısında yer gösterdiği zaman, bir
bacağı bir müslüman güllesiyle sakat kalan topal General, Şeyh Şâmil'i
büyük bir tâzimle selâmladı ve istemeyerek bu yamalı yaygıya oturdu.
Çar'ın sonsuz vâd ve pek parlak teklifleriyle dolu mektubunu okuyan
General susar susmaz, İmâm hızla ayağa kalkarak; "Namazım geçiyor."
diye heybetle geri çekildi. Namazını kıldıktan sonra gelen Şeyh Şâmil,
sapsarı kesilen Generale kesin cevâbını şöyle bildirdi: "General! O
Nikola'ya git ve de ki: Senin yerinde şu anda kendisi olsa ve bu
alçakca teklifleri bana bizzat yapmak cesâretinde bulunsaydı, ona ilk
ve son cevâbı şu kırbacım verirdi." İyice hiddetlenen Şeyh Şâmil şöyle
devâm etti: "Ona söyle! Kahraman tebeamın kalblerinde kök salan bu
eşsiz zafer inancını kökünden kazımadıkça, bu mübârek vatan
topraklarını en son kaya parçasına kadar karış karış müdâfaa etmekten
bizi men edemeyeceksiniz. Dînim ve vatanım uğrunda, bütün çocuklarımı
ve âilemi kılıçtan geçirseniz, zürriyetimi kurutsanız, en son tebeamı
öldürseniz, tek başıma son nefesimi verinceye kadar sizinle savaş
edeceğim. Nikola'yı tanımıyorum. Son cevâbım budur." Daha sonra ayağa
kalktı. Hiçbir şey söylemeye cesâret edemeyen General, huzurdan
ayrılıp, Çar'ına durumu bildirdi. Çar, hazır bu yol açılmışken, ikinci
bir teşebbüs olmak üzere Kafkas orduları başkumandanı General Feze'yi,
İmâm Şâmil'e tekrar gönderdi. Onun da aldığı târihî cevap şudur:
"Ben, Kafkas müslümanlarının
hürriyete
kavuşmaları için silaha sarılan gâzilerin en aşağısı Şâmil! Allahü
teâlânın himâyesini, Çar'ın efendiliğine fedâ etmemeye yemin eden, özü
sözü doğru bir müslümanım. Daha önce Çar Birinci Nikola'yı
tanımadığımı, emirlerinin bu dağlarda geçersiz olduğunu General
Klugenav'a anlayacağı şekilde tekrar tekrar söylemiştim. Bu sözleri
sanki taşa söylemişim gibi, Çar, hâlâ görüşmek için beni Tiflis'e dâvet
ediyor. Bu dâvete icâbet etmeyeceğimi bu mektubumla son defâ size
bildiriyorum. Bu yüzen fânî vücûdumun parça parça kıyılacağını ve
sırtımı verdiğim şu vatan topraklarında taş üstünde taş
bırakılmayacağını bilsem, bu kesin karârımı hiçbir zaman
değiştirmeyeceğim. Cevâbım bundan ibârettir. Nikola'ya ve onun
kölelerine böylece mâlûm ola!"
Şeyh Şâmil,
teşkilâtlandırdığı yiğitleri
hem din bilgilerinde yetiştirir, hem de askerî eğitimden geçirirdi.
Köylerde bulunan bütün çocukların Kur'ân-ı kerîm okumasını sağlar,
büyüklerin; tefsîr, hadîs, fıkıh gibi dînî ilimlerin yanısıra, zamânın
fen bilgilerinde de yetişmesi için uğraşırdı. Din bilgisi olmayan
câhillerin Ruslara aldanacağını, vatanını koruyamayacağını, böylece hem
dünyâda esâret altında kalacağını, hem de âhirette acı azâblara dûçâr
olacağını buyururdu. Bu sebeple, emri altındaki her köy, kasaba ve
şehirde medreseler açtırır, hem din, hem de fen ilimlerinin okutulması
için uğraşırdı. Kendisi bizzat bu derslere katılır, talebelerine ders
verirdi. Başarılı talebelerine mükâfâtlar dağıtırdı. Medresede okutulan
dersler yanında, silâh kullanmak, kılıç çekmek, ok atmak, ata binmek
gibi konularda eğitimler yaptırır, savaş ânında herbiri birer komutan
olacak şekilde yetiştirirdi. Bundan dolayı Şeyh Şâmil, hem milletinin,
askerinin devlet reîsi, kumandanı, hem de hocası, imâmı idi. Bu sebeple
Kafkasyalı müslümanlar, onu canları gibi çok severler, her emrine
şartsız itâat ederlerdi. Vatanlarını Ruslara karşı müdâfaa etmek ve bu
uğurda şehîd olup Allahü teâlânın rızâsını kazanmak, her Kafkasyalı
müminin yegâne arzusu idi. Çocuklarını, Allahü teâlânın dostlarını
sevecek, düşmanlarından da nefret edecek şekilde yetiştirirlerdi. Onlar
için Rusları sevmek, onlara boyun eğip emirlerine girmek kadar
tehlikeli bir şey olamazdı. Her çocuğa, İmâm Şâmil'in ve diğer
âlimlerin muhabbeti, Ruslara olan düşmanlık anlatılırdı. "Hubb-i fillah
ve buğd-ı fillah"ın (Allahü teâlânın dostlarını sevmek, düşmanlarından
nefret etmek), îmânın asıl sebebi, şartı olduğu, bu olmadıkça hiçbir
ibadetin cenâb-ı Hakk'ın katında makbûl olmadığı öğretilirdi.
Rus kuvvetleri hep hezimete
uğradı.
Yenileri birbirini takib etti. Çar Birinci Nikola, bu hezîmetlerden
sonra, bütün Kafkasya'yı fethetmek, Şeyh Şâmil'i ele geçirip bütün
müslümanlara kötü günler yaşatmak maksadıyla, ordularının en seçkin
generallerini bu işde vazifelendirdi. Napolyon'u mağlub eden bu meşhûr
generaller; Fraytag, Svarts, Klugenav, Argutinski idi. Kalelere
bıraktıkları ihtiyat kuvvetleriyle birlikte elli bini bulan bu seçme
ordu, dört koldan harekete geçti. Netice yine Rus ordularının hezimeti
ve bir avuç müslümanın zaferi idi.
Şeyh Şâmil'in, bu kadar kısa
sürede, harp
târihinde ender rastlanan bir zaferi kazanması ile, Avaristan
baştanbaşa düşman çizmelerinden temizlendi. Rusların yirmi beş
müstahkem mevkii zapt ve tahrîb edildi. İki binden ziyâde Rus askeri
esir alınıp, binlercesi öldürüldü. En mühimi, yenilmez sanılanRus
ordularını çok az bir müslüman Türk'ün îmân gücü ile nasıl perişân
ettiğine Rus Çarı dahî hayretle şâhid oldu. Rus kaynakları 1843
senesinde yapılan bu harplerin netîcesi hakkında şöyle demektedir:
"Şâmil, Avaristan'da taş
üstünde taş
bırakmadı. Unsokul, Balakan, Moksok, Ahalçi, Tsanah, Hassat, Gergebil,
Burunduk, Hunzah, Nizovaye, Ziran, Gimri gibi en önemli üslerimizi,
mevzilerimizi kâmilen ele geçirip temelinden tahrib etti. Rusya'ya çok
pahalıya mal olan bu Avaristan muhârebelerinde yaptığımız müthiş
masrafları, verdiğimiz korkunç insan ve malzeme zâyiatını hesab edecek
olursak, bu savaşın Kafkasya'da yaptıklarımızın en kanlı ve zararlısı
olduğu meydana çıkar."
Bu savaşlar netîcesinde
Kafkasya'da
yaşayan müslüman Türklerin mâneviyâtı yükseldi. Ruslara karşı müthiş
bir direniş başladı. Şeyh Şâmil'e karşı olan güvenleri çoğaldı. Canla
başla ona yardıma karar verdiler. Bu savaş, Çar Birinci Nikola'nın
gururunu kırdığı gibi, plânlarını da alt üst etti. Napolyon'a karşı
gâlip gelen meşhûr Rus generalleri, iki kolorduya yakın büyük bir
kuvvet ile Avaristan'a saldırdıkları hâlde, Şeyh Şâmil'in bir avuç
ordusu karşısında tutunamamışlar, felce uğramışlardı.
Çar Nikola, bu hezîmetten
sonra da, Şeyh
Şâmil'in karşısına General Vorontsof'u çıkardı. Onu Kafkas Orduları
Başkumandanlığına getirerek; "Bütün ordularım bu uğurda fedâ olsun.
Hazînelerimin bütün kapıları Kafkasya için ardına kadar açıktır.
İstediğin her şeyi bol bol alabilirsin. Bunun karşılığında sizden Şeyh
Şâmil'i ölü veya diri olarak ele geçirmenizi ve Dargo denilen yuvasını
kasıp kavurarak çiğnemenizi istiyorum" dedi. General Vorontsof,
Kafkasya'yı bir uçtan bir uca fethetmek için altmış bin kişilik bir
kuvvetle harekete geçti. Şeyh Şâmil'in yok denecek kadar az bir askeri
karşısında perişân olup şaşkına döndü. Bir buçuk ay içinde elindeki
bütün cephânelerini, güllelerini İmâm Şâmil'in yaptırdığı sahte
istihkamlara, boş siperlere günlerce atarak bitirdi. Hakîkî
muhârebelere daha girişemeden cephânesiz kaldı. Geriden gelen mühimmat
ve askerin yiyeceğini, erzakları Şeyh Şâmil'in yaptığı baskınla
kaybetti. Şeyh Şâmil'in iki ay süren çok mahâretli ve kanlı yıpratma
muhârebeleri karşısında mevcûdunun büyük bir kısmını ve üç generalini
kaybetti.
Şeyh Şâmil, yeni bir gazâ
için
hazırlanmaya başladı. Ordusuna, Rusların müslümanlara yaptıkları
katliamları, ettikleri işkenceleri ve zulümleri anlatıyordu. Dînini
yayabilmek için, vatanlarını korumanın en büyük ibâdetlerden olduğunu,
bu uğurda şehîd olmanın öneminden ve Cennet'teki yüksek derecesini
haber veriyordu. Peygamber efendimizden ve Eshâb-ı kirâmdan misâller
getiriyor, onların hiç rahat yüzü görmediklerini, hayatlarının sonuna
kadar İslâmı yaymak için diyar diyar dolaştıklarını, çok az bir
kuvvetle pek büyük düşman sürülerine gâlip geldiklerini anlatıyordu.
Halk heyecanla dinliyor, o anlattıkça Allahü teâlânın düşmanı olan
Ruslara karşı nefretleri artıyordu. Ruslar harp meydanlarında devamlı
yenilince ova köylerinde mezalime başladılar. Bu köylerden gelen iki
kişi halkın çâresiz hâline Rusların kadın çocuk demeden yaptıkları
mezâlimi Şeyh Şâmil'in annesine anlattılar. Annesi, Şeyh Şâmil'i yanına
çağırdı. Annesinin en küçük arzusunu kendisine büyük bir emir telakkî
eden muhterem İmâm, annesinin yanına gitti. Biraz önce dinlediği
vahşetten gözleri yaşla dolan heybetli ana, oğluna; "Evlâdım! Uzak
Çeçen köylerinde Rusların yaptığı anlatılmaz işkenceleri ve öldürülen
yiğitlerin haberini öğrendim. Kendilerini müdâfaa edemeyen bu köylüleri
boş yere kırdırmasan ve Ruslarla belirli bir müddet için mütâreke
yapsan olmaz mı?" deyiverdi. Bu sözleri anasından işiten kahraman İmâm,
beyninden vurulmuşa döndü. Şeyh Şâmil, bir tarafta vatanın selâmeti ve
bu uğurda Ruslarla kanının son damlasına kadar mücâdeleye karar vermiş
insanlar, bir tarafta da incitilmesi büyük günahlardan olan ana gibi
iki müthiş ateş arasında kaldı. Senelerdir, İslâm düşmanı olan Ruslarla
mücâdele etmişti. Hattâ vücûdunda yara almadık yeri kalmamış gibiydi.
Bu uğurda; eşi, hemşiresi, oğlu, amcası ve binlerce müslüman Türk şehîd
olmamış mıydı? Bu sebeple düşmanla anlaşmaya kalkanlar için kânunlar
konulmuş, onlara şiddetli cezâlar verileceği bildirilmişti. Şeyh
Şâmil'in bu istek karşısında bir anda sararıp gül gibi solduğunu gören
ana, oğlunun kalbine fecî bir hançer sapladığını anlayarak yaptığına
pişmân oldu ve; "Dilim tutulsaydı da oğluma böyle bir şefâatte
bulunmasaydım. Müslümanların kâfirlere boyun eğmesi gibi büyük bir
günâhı işletmeye sebep olmak ne kötü. Elbette oğlum bunu kabûl
etmeyecektir. Yâ Rabbî! Bu işin hâlledilmesi için oğluma yardım eyle,
beni de affettiklerinin arasına al!" dedi. Sonra kimsenin yüzüne
bakamadan evine girdi. İmâm Şâmil ise güç durumlarda namaza durur,
günlerce yemeden içmeden o işin hâlledilmesi için Allahü teâlâya
yalvarırdı. Yine öyle yaparak mescide halvete çekilen Şeyh Şâmil,
gözyaşları arasında namaza durdu. Kur'ân-ı kerîm okudu. Allahü teâlânın
sevgili kullarından, başta hocası Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî ve diğer
büyüklerden yardım diledi. Onları vesîle ederek cenâb-ı Hakk'a
niyâzlarda bulundu.
İmâm'ın korktuğu tek şey,
müslümanların
kalblerindeki düşmanla mücâdele azminin kaybedilmesi, îmânlarının
sarsılması idi. Halkın Ruslarla anlaşmaya meyletmesi demek, esâreti
kabûl edip, İslâmın emirlerini yapamamak, yasaklarından kaçınamamak, en
mühimi îtikâdlarının bozulması demekti. Üstelik bu korkunç isteğe
şefâatçı olan anasıydı. Din ve vatan için, bir değil binlerce ana, oğul
fedâ olmalıydı. Şeyh Şâmil, günlerce mescidde Allahü teâlâya yalvarıp,
nefs muhâsebesi yaptıktan sonra karârını verdi. Sabırla kendisini
kapıda bekleyen halkın huzûruna çıktı. Onlara; "Muhterem anam cezâsını
çekecektir!..." emrini bildirdi. Emir büyüktü. Şimdiye kadar
İmâm'larının bir istediğini iki etmeyen nâibler, ananın huzûruna
çıktılar ve durumu bildirdiler. Yaralı ana, adâlet dîvânının önüne
geldi.Halk toplanmış, nefes almadan bekliyordu. Mahkûm mevkiinde,
şimdiye kadar Kafkasya'da yetişen âlimlerin, velîlerin en büyüklerinden
olan Şeyh Şâmil'in anası vardı. Omuzları çökmüş, yaptığı hatânın
üzüntüsü ile rengi solmuş bir hâlde oğluna baktı. Sonra yürekleri
parçalayan bir sesle; "Oğlum! Allahü teâlânın emrinden kıl ucu kadar
ayrılırsan, emzirdiğim sütü helâl etmem! Verilecek cezâyı şimdiden
kabûl ediyor, adâletten zerre kadar şaşmamanı istiyorum." dedi.
Dargolular, Şeyh Şâmil gibi mübârek bir zâtın anasından böyle bir
cevâbı bekledikleri için hiç şaşırmadılar.
Herkes pür dikkat, İmâm'ın
vereceği
karârı heyecanla bekliyordu. Ana ise; "Yâ Rabbî! Oğlum, merhamet
duygusu sebebiyle doğru yoldan ayrılmasın" diye duâ ediyordu. Şeyh
Şâmil nâibleriyle istişâre ederek netîceyi bildirdi: "Yüz sopa!.."
Metânetle ortaya yürüyen ana, acabâ bu cezâya dayanabilecek miydi?
Herkes bunu düşünürken, senelerce ünlü Rus generallerine diz çöktürmüş
kahraman İmâm'ın, anasının yanına varıp diz çöktüğünü sonra da ellerine
sarılıp öptüğünü gördüler. Anasıyla helâllaşan Şeyh Şâmil, Dargolular'a
dönerek; "Anamın bu meselede, merhametinin çokluğu sebebiyle
başkalarına şefâat etmesinden başka hiçbir hatâsı yoktur. Bu yaptığı
hatânın cezâsını da mânevî olarak şu âna kadar çektiği ızdıraplarla
ödemiştir. Maddî cezâyı da onun her şeyine vâris olan oğlu çekecektir."
buyurduğunda, herkes yerinde dona kaldı. Kimsenin ağzını bıçak
açmıyordu. Çünkü, İmâm'ın verdiği karardan döndüğü görülmemişti. Şeyh
Şâmil, sopayı vuracak kimselerin yanlarına varıp, belden üst tarafını
soyunduktan sonra; "Emri yerine getirmekte bir an bile tereddüd edip
elleri titreyenlere yazıklar olsun! Bütün gücünüzle vurmanızı
emrediyorum!" diyerek sırtını döndü. Vazifeliler ilk sopaları
vurdukları zaman herkesin gözleri yuvalarından fırlamış, bağırmamak
için kendilerini güç zaptetmişlerdi. Her sopa indikçe İmâm'ın mübârek
vücûdunda derin izler meydana geliyor, sopa yerlerine kan oturuyordu.
Aynı yere ikinci üçüncü sopalar isâbet ettiğinde de, oralardan kan
fışkırıyordu. Şeyh Şâmil ise vazifelilerin önünde dimdik duruyor, en
küçük bir inleme ve sopadan sakınmaya teşebbüs etmiyordu.Nefsin
istemediği bu hareket ile pek güzel bir mücâhede hâsıl olup nefsi
inliyor, bu sebeple rûhu yükselip, vilâyet makâmlarında üstün
derecelere kavuşuyordu. Bu görülmemiş manzara karşısında, bâzı nâibler
ileri atılarak sopanın kendilerine vurulmasını istemişlerse de, Şeyh
Şâmil'in kararlı bakışlarından korkup geri çekilmişlerdi. Nihâyet yüz
sopa vuruldu.Şeyh Şâmil vücûdundan sızan kanlara bakarak, Allahü
teâlânın, kendisine verdiği metânet ve sabır için şükür secdesine
kapandı. Sonra ayağa kalkıp ellerini açtı ve Rus zulmünden
müslümanların muhâfazası için cenâb-ı Hakk'a duâ etti. Hâdiseyi ibretle
seyreden halk, bir taraftan ağlayıp gözyaşları döküyor, bir taraftan da
Allahü teâlânın, böyle adâletli mübârek bir zâtı başlarına imâm
yaptığına şükrediyordu. Artık halk iyice şahlanmış, Ruslarla anlaşma
yapmanın ne büyük bir tehlike olduğunu iyi anlamıştı. Onlarla mücâdele
etmenin din ve vatan borcu olduğuna yakînen inanmışlardı. Şeyh Şâmil,
anasının cezâlanmasına sebeb olanların kim olduğunu sordu. Herkes;
"Kim?" diye birbirine bakarken, iki elçi huzûra geldi. Halk, onların
üzerine yürümek istiyor, fakat edebe aykırı bir hareketten de
çekiniyorlardı. İmâm onlara; "Köylerinize dönünüz. Sizi gönderenlere
gördüklerinizi anlatınız. Dînimizi yıkmak isteyen İslâm düşmanlarına
verilecek cevâbımız budur." buyurdu.
Bundan sonraki günlerde Şeyh
Şâmil,
Kafkasya'ya musallat olan Rus ordularına sık sık baskınlar yaptı,
akınlar düzenledi. Onları memleketlerinden çıkarmak için geceli
gündüzlü çalıştı. Fırsat buldukça,Çar Birinci Nikola'yı can evinden
vuruyor, hiç beklemediği yerlere saldırıyordu. Hiçbir devletten yardım
görmeden, tam yirmi beş sene Ruslarla mücâdele ederek vatanını savundu.
Yeni Rus çarıİkinci Aleksandr
başa
geçtikten sonra, Şeyh Şâmil meselesini hâlledip Kafkasya'yı baştanbaşa
fethetmek için, Prens Baryatinski kumandanlığında beş ordu hazırlattı.
Bunlardan biri Şeyh Şâmil'in karargâhını, ikinci Lezgi, üçüncü Hazar
Denizi civârını, dördüncü ve beşinci ordu da Çerkezistan'ı hedef aldı.
Fakat asıl hedef Şeyh Şâmil idi. Îcâb ederse beş ordu birleşip hep
birden hücum edebilecekti. Bu sebeple, birinci orduyu bizzat
Başkumandan Prens Baryatinski idâre ediyordu. Onun ordusunda elli bine
yakın seçme asker ve elli civârında ağır top mevcuttu. Bu muazzam
kuvvete karşı, Şeyh Şâmil de beş bine yakın süvârisiyle Ruslarla
çarpışmaya başladı. Uzun ve kanlı çarpışmalardan sonra, Şeyh Şâmil,
Gunip Dağına çekildi. Bu dağda beş yüz kadar fedâisi ile bir buçuk ay
süreyle koskoca ordu ile savaştı. Ellerinde atacak barutları, yiyecek
bir şey kalmadı. Etrâfındaki yiğit askerlerinin dört yüz kadarı da
şehîd olmuştu. Yiyecek yerine karınlarına taş bağlayarak düşmanla
mücâdeleye devâm ediyorlardı. Başkomutan Baryatinski, Şeyh Şâmil'i
canlı ele geçirmek istiyordu. Bu sebeple Şeyh Şâmil'e beyaz bayraklı
elçiler göndererek teslim olmasını teklif etti. Şeyh Şâmil'in çocukları
ve askerleri bu ümitsiz mücâdelede İmâm Şâmil'in de şehîd olacağını,
sonunda Kafkas Türklerinin başsız kalacağını düşündüler. Şimdi bir
anlaşma ile teslim olurlarsa, ilerde, Allahü teâlânın yaratacağı yeni
imkânlara göre hareket edebileceklerini Şeyh Şâmil'e bildirdiler. Şeyh
Şâmil, dîni, vatanı için canını seve seve vermeye hazırdı. Fakat,
müslümanlara yardım etmek zâhiren sağ kalmakla mümkündü. Bu sebeple
gelen elçilerle anlaşma yapıldı. Bu anlaşmaya göre; "Türklerin
dinlerine karışılmayacak, onlardan asker alınmayacak, vergi
toplanmayacak, Türkler iç işlerinde serbest bir devlet olup,
idârecilerini kendileri seçecekler. Şeyh Şâmil, âile efrâdı ve mevcut
kırk kadar askeri ile, silâhları dahî ellerinden alınmadan Türkiye'ye
gidebilecekti." 1859 senesinde yapılan bu anlaşmadan sonra silâhlar
sustu. Başta Başkomutan Baryatinski, diğer generaller ve bütün Rus
askerleri, yirmi beş senedir bir avuç fedâisi ile koskoca Rus
ordularını perişân eden, akla havsalaya sığmayan menkıbeler sâhibi
kahraman Şeyh Şâmil'i bir an önce yakından görmek istiyordu. Şeyh
Şâmil, kendisine hayranlıkla bakan Rus askerlerinin aralarından
geçerek, Başkomutan Baryatinski'nin çadırına gitti. Baryatinski,
anlaşma şartlarının geçersiz olduğuna, kendisinin ve âile efrâdının Çar
İkinci Aleksandr'ın esîri olup, misâfir muâmelesi yapılacağını
bildirdi. Artık iş işten geçmişti. Sözünden dönen bu alçak Ruslara
karşı yapılacak bir şey yoktu.
Çar kendisine bir konak ve
hizmetçiler
verdi. Şeyh Şâmil, Kaluga'da kaldığı on sene zarfında kendini kitaplara
verdi. Ancak bu şekilde teselli bulabiliyordu. Artık oldukça yaşlanmış,
esâret hayâtı onu iyice çökertmişti. Bir defâsında, ziyârete gelen Rus
Çar'ına Hacca gitmek istediğini bildirdi. Rus Çar'ı bunu kabûl etti.
Fakat oğullarının rehin olarak kalması gerektiğini söyledi. Bunu kabûl
eden Şeyh Şâmil, 1870 senesinde İstanbul'a hareket etti.Bu haberi
işiten İstanbullular heyecanla İmâm'ın gelmesini beklediler.
SultanAbdülazîz Hân, sarayında hazırlıklar yaparak, senelerdir Ruslara
kan kusturan İmâm Şâmil hazretlerini beklemeye başladı. Kafkasya'da,
İslâmiyeti yok etmeğe uğraşan Ruslara karşı verdiği amansız mücâdeleyi
iftihar gözyaşlarıyla tâkib eden müslüman Türk milleti, Şeyh Şâmil'e
hayran idi. Onun esâretten kurtulup İstanbul'a geldiği gün, yer
yerinden oynamış, halk sâhile dökülmüştü. Rus vapuru Dolmabahçe Sarayı
önüne demirlediğinde, Sultan Abdülazîz'in saltanat kayıkları, İmâm
Şâmil ve âile efrâdını saraya getirdiler. Abdülazîz Hân, onu sarayın
kapısında karşılayıp, büyük bir hürmetle; "Babam kabrinden kalksaydı
ancak bu kadar sevinebilirdim" diyerek, çok iltifâtlarda bulundu.
Sarayda hâl hatır sohbetleri arasında SultanAbdülazîz, her türlü emrine
hazır olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Şeyh Şâmil; "Pâdişâhım!
Hayâtımın şu son günlerini aşkıyla yandığım sevgili Peygamberimin
huzûr-ı şerîflerinde geçirmek istiyorum. Bunun teminini zât-ı âlinizden
istirham ediyorum" dedi. Bu arzuyu büyük bir îtinâ ile yerine getirmek
için Rus sefirini saraya çağırttı. Durumu anlatıp, Çar'a bildirmesini
emretti. Rus Çarı İkinci Aleksandr kabûl edip, Şeyh Şâmil'in Rusya'ya
geri dönmemesini bildirdi. Buna ziyâde memnun olan Şeyh Şâmil,
İstanbul'da kısa bir müddet kaldı. Başta Sultan Abdülazîz'in ve
İstanbulluların gösterdiği yakın alâkaya, misâfirperverliğe hayran
oldu. Bu kadar ilgiye rağmen bir an önce Hicaz'a gitmek istediğini
pâdişâha bildirdi. Abdülazîz Hân onun için en mükemmel vapurunu
hazırlatıp teşyî eyledi.
Vapurun her uğradığı yerde,
halk
görülmemiş bir heyecanla Şeyh Şâmil'i karşılıyor, onun duâsını almak
yarışına giriyorlardı. Mısır'a geldiklerinde, Hidiv İsmâil Paşa, onu
şânına lâyık karşıladı. O sırada İsmâil Paşa'nın yanında,Cezâyir'i
Fransız istilâsından kurtarmak için çok gayret gösteren büyük âlim,
mücâhid, gâzî, Abdülkâdir Efendi de misâfir bulunuyordu. İki kahraman
âlimin sohbetleriyle şereflenen İsmâil Paşa, onlarıKâhire'de bir ay
kadar misâfir etmek bahtiyarlığına kavuştu. Sonra İskenderiyye'ye kadar
giderek Cidde'ye uğurladı. Peygamberimizin ve Kâbe'nin hasretiyle
yananŞeyh Şâmil'in heyecânı, oralara yaklaştıkça artıyordu. O sırada
Mekke emîri olan Şerîf Abdullah da, Şeyh Şâmil'i çok seviyordu. Onu
büyük bir îtibarla karşıladı. Hicaz'da, onun büyük bir âlim ve kahraman
olduğunu işiten herkes, onu görmeye can atıyor, ilgi ve hürmet
gösteriyordu.
Şeyh Şâmil, büyük bir îtinâ
ile bütün
şartlarına âzamî titizliği göstererek haccını yaptıktan sonra, ömrünü
O'nun sünnet-i seniyyesini yaymak için uğraştığı, bu uğurda ölümü göze
aldığı, sevgili, muhterem, mübârek Peygamberi, iki cihânın efendisi
Muhammed aleyhisselâmın huzûr-ı şerîflerine gitmek için, nûrlu Medîne
yollarına düştü. Her an aşkıyla yandığı efendisine yaklaşıyor, şimdiye
kadar içinde kopan fırtınalar her geçen sâniye daha da şiddetleniyordu.
Peygamber efendimize olan
aşkının
çokluğundan ve O'na kavuşmanın heyecânından dolayı gözünden sel gibi
gözyaşı akıtan Şeyh Şâmil, sürünerek Resûlullah'ın huzûr-ı şerîflerine
geldi. Başta Medîne muhâfızı Hâfız Paşa, seyyidler, dünyânın dört
bucağından gelmiş hacılar, onu heyecanla tâkib ediyordu. Kabr-i
saâdetlerinin kıble tarafına geçip, mübârek ayak uçlarından
Resûlullah'a, gönlünün en derin köşelerinden coşup gelen vecd ile:
"Essalâtü ves-selâmü
aleyke yâ
Resûlallah!
Essalâtü ves-selâmü aleyke
yâ
Habîballah!"
Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ
Seyyidel
evvelîne vel-âhirîn!" diyerek selâm verince, Resûlullah'ın, selâmına
mukâbelesi ile şereflendi. Orada bulunanların şâhid olduğu bu hâdiseden
sonra Şeyh Şâmil, uzun müddet duâ edip gözyaşı dökerek hasretini
giderdi, gönlündeki fırtınaları dindirdi.
Şeyh Şâmil, Medîne-i
münevvereye
geldiğinde hastalandı. Kısa süren bu hastalığında âile efrâdı,
berâberinde gelip kendisine hizmet edenlerle ve ziyâretine gelenlerle
vedâlaştı. Sultan Abdülazîz'e, Rus Çarı'nda rehin bıraktığı
çocuklarının kurtarılmasını, Devlet-i aliyye-i Osmâniye'de vazife
verilmesini bildiren bir mektup yazdırdı. Sonra başında okunan Kur'ân-ı
kerîm tilâvetleri arasında, 1870 (H.1287) senesi Zilka'de ayının yirmi
beşinci gününde Kelime-i şehâdet söyleyerek vefât edip, sevdiklerine
kavuştu. Cennet-ül-Bakî' Kabristanlığına defnedildi.