Hazreti Rabiat ül Adviye (Rahmetullahi aleyha) Tezkiret-ul Evliya, Feridüddin-i Attar, Çeviri : Mehmed Zahid KotkuOl mahdure-i has, settürei
ihlas, ol nüsha-i aşk u iştiyak, ol şefte i kurb ı ihtirak, ol Meryem i
Saniye i saf, Rabia tül Adviye rahmetullahi aleyha.
"Gussa etme ki bu doğurduğun benim ümmetimden yetmiş bin kişiye şefaat
edecektir. Yarın erine de ki: İsa nadan katına varsın. Basra beyidir.
Kağıt yazsın ve “Her gece yüz selavat getirirdin Uzeyne gecesi
getirmedin. İmdi onun kefareti, bu kağıdı veren kişiye – ki Rabia’nın
atasıdır- dörtyüz dinar ver."Eğer sorulsa ki: "Rabia'yı erenler sınıfında niçin zikr eyledin?" Cevap veririz ki: "Peygamber sallahu aleyhi ve selem buyurur. Avret Allah yolunda erdir. Ona avret demek reva değildir. Nitekim nübüvvet aynı izzettir. Beylik ve ululuk ve küçüklük onda tefavüt tutmaz. Velilik dahi öyledir. Hassaten Rabia kendi zamanında Hak muamelesi ve marifet içinde nazirsiz idi. Nakildir: Rabia'nın doğduğu gece atası evinde hiç nesne bulunmadı. Atası yavlak derviş idi. Bir parça bez ve bir dirhem yağ bulunmadı ki Rabia'yı saralar. Avreti dedi ki: "Filan komşuya var, biraz yağ dile ki çerağ yandıralım. İlla anın eri ahdetmişti ki kimseden nesne dilemeye. Kapıdan çıktı. Komşusunun kapısına vardı. Geri döndü: "Kapıyı açmadılar" dedi. Avret ağladı ve gussalı yattı. Uyudu. Düşünde Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallalşahu aleyhi ve sellem i gördü. Avret düşünden uyandı. Erine anlattı. Eri bu haberi yazdı. Basra beyine iletti. Basra beyi okudu. Ağladı. Ol mektubu getirenin yanına geldi. "Onun benim yanıma gelmesi reva değildir. Ben sana peygamber hürmetine onbin kızıl altın veririm". Ve verdi. Ve çok özürler diledi. "Her ne hacetin olursa bana bildir" dedi. Rabianın atası evine geldi. Eksikliklerini tamamladı. Onun üç kızı vardı. Rabia dördüncüsü idi. Onun için Rabia (dördüncü) dediler. Rabia büyüdü. Atası ve anası öldü. Yetime kaldı. Kız kardeşleri de dağıldı. Basra şehrinde kıtlık oldu. Bir zalim Rabia yı altı akçaya sattı. Rabia yı alan kişi ona iş buyurdu. Rabia işe giderken düştü. Elini dayadı. Yüzünü yere koydu: Bunun cezasına gussam yoktur. Ama senin rızanı isterim. "Bari Hüda! Atam, anam yoktur, Ben esir oldum. Dileğim oldur ki sen benden hoşnut olasın" dedi. Bir gün işitti: "Ya Rabia! Seni öyle bir mertebeye erdireyim ki gökteki feriştehler hep sana gıpta etsinler" dedi. Bu avaz işitti gönlü mesrur oldu. Hocasına geldi. Gündüz oruç tutar, hocasına kulluk ederdi. Gece sabaha değin namazla meşgul olurdu. Bir gece hocasının kulağına ün geldi. Uykudan uyandı, gördü ki Rabia başını secdeye koymuş. Hakka münacat kılar ve derdi ki: "İlahi ! Ben gönlümü sana vermişim illa nedeyim ki sen beni mahluka görümlü eyledin. Eğer iş benim elimde olsa bir saat senin kulluğundan hali olmam. Onun üstünde kör kandil yanar, evin içini Ruşen eder dururdu. Hocası bu hali görünce korktu. Kendi yerine geldi. Fikre yattı. Sabah oldu. Rabia'yı çağırdı. Okşadı. Azat eyledi, Rabia'ya destur verdi. Ondan sonra savmaya girip, ibadetle meşgul oldu. Bir zaman sonra hacca gitmek arzu eyledi. Bir eşeği vardı. Seccadesini ve ağzını yükledi. Yüzünü Hakka tutup beriye içine girdi. Yolda eşeği öldü. Yoldaşları yükünü götürelim deyince: "Ben size güvenip gelmedim" dedi. Yoldaşları onu bırakıp gittiler. Rabia yalnız kaldı, yüzünü secdeye koyup eğitti: "İlahi! Padişahlar böyle etmez. Yolda eşeğimi öldürdün, beni açıkta koydun" dedi. Bu sözünü henüz tamamlamadan eşeği dirildi. Rabia yükünü yükleyip birkaç gün daha gitti. Yine Hakka münacat eyledi. "İlahi ! Senin aşkın gönlümü tuttu, artık gidemez oldum, ol taş evini buraya getirsen nola.." dedi. Hak Teala hazretleri ona hitab buyurdu ki: "Ya Rabia onsekiz bin alem katına girersin." Rabia ileri vardı gördü ki kabe anın karşısına geldi. "Bana Kabe'nin ıssı (sahibi) gerek, ben bu evi nideyim" dedi. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem "herkim Allah'a bir karış ileri varırsa, Hak Teala ona bir arşın yaklaşır" buyurmuştur. İbrahim Edhem rahmetullahi aleyh ondört yılda güçlükle Kabe-i şerife vardı. Yolda giderken her adımına iki rekat namaz kılardı. Çün Kabeye erdi, kabe anda yok. Birkez ah eyledi. " Aceb bu ne haldir, gözümde halel vardır?" dedi. Hafiften bir avaz işitti ki: "Ya İbrahim ! Senin gözünde halel yok amma bizim bir firavuşumuz (kul, cariye) vardır, bize yüz tuttu. Biz de Kabemizi ona karşı gönderdik" dedi. İbrahim Edhem gayretlendi. Ve: "Bu ne türlü avret ola ki mertebesi ve nazı Çalab dergahında böyle ola" dedi. Geri yürüdü. Gördü ki Rabia gelir, Kabe yerine gelmiş. İbrahim Edhem Rabia'yı görünce: "Ya Rabia! Bu ne haldir ki cihanı hayrete saldın. Ondört yılda nice türlü meşakkatlerle, her adımda iki rekat namaz kılarak, kabenin aşkına geldim, kabe sana karşı gelmiş" dedi. Rabia: "Ya İbrahim ! Sen namaz eyledin, ben niyaz eyledim" dedi. Rabia haccı tamam eyledi, yine Basra şehrine gelip ibadetle meşgul oldu. Bir yıl sonra kabeyi yine arzuladı. Ve evvelki yıl hac bana karşı geldi, bu yıl ben hacca karşı varayım dedi. Yola girdi. Şeyh ebu Ali Tirmizi eyder: Rabia beriyyeye (çöle) girerek tam yedi yıl yanı üzere yuvarlanarak Arafat dağına erişti. Hafiften avaz işitti: "Ya müddei ! Bu ne resimdir ki sen bizi istersin, eğer sen dilersen ki biz tecelli edelim ta sen durduğun yerde eriyesin." Rabia: "Hüdavenda ! Senin eksikli kulunun bu tecelliye katlanacak mertebesi yoktur. Senin tecelline dağlar bile katlanamaz, pare pare olur. Benim için bu muhaldir amma fakirlikten bir nokta dilerim" dedi. Nida geldi ki: "Ya Rabia ! Ulu nesne diledin. Fakr bizim fahrimiz eseridir ki, erenler yolunda koymuşuz. Senin ta fakr makamına ermen için yetmiş bin hicab geçmen gerek. Şimdi sana değmez ki fakr sözünü anasın amma birkez yukarı bak. Rabia başını kaldırıp yukarı baktı. Kandan bir deniz gördü, havada muallaktı. "Bu deniz visalimizi isteyen aşıkların gözleri yaşıdır. Küllüsü ilk menzil içinde kaldılar. Hiç nişanları belirmedi. Bizim hazretimizde yokluk makamına varmayınca var olmaz denildi". Rabia dedi ki: Ol erenler devletinden bir şeme (koku) ben zaif kuluna göster. Bunu deyince filhal (avretler özrünü) gördü. Hafiften avaz işitti ki: "Yedi yıl yanı ile Kabeye varanın makamı budur." Rabia sergerdan (Avare, şaşkın) oldu. Ve: "Ey padişah ! Ben önden senin evine itibar eylemedim de seni diledim, bu kez ona da layık olmadım" dedi. Basra'ya döndü. Savma'ya girdi. İbadetle meşgul oldu. Nakildir: Birgün iki ulu, Rabia'yı ziyarete geldiler, ikisi de aç idi. Taamı helaldir diye Rabia'nın taamını yemek dilediler. İki gerdeyi bir fotaya koydu, bunların önüne getirdi. O anda kapıya bir derviş geldi, Allah dedi. Rabia da iki gerdeyi dervişe verdi. Bunlar melul oldular. Bir saat sonra bir firavuş bir yığın ekmek getirdi. Saydı kim onsekizdir. Rabia: "Ekmek yirmi olsa gerektir" dedi. Firavuş ekmeğin ikisini gizlemişti. Çıkardı. Rabia bunları önlerine koydu. Bu iki kişi taaccübde kaldılar. Ve dediler ki: "Bu ne sırdır ki biz senin ekmeğini yemeğe geldikdi. Önümüze koyacağın ekmeği dervişe verdin ve o firavuşun getirdiği ekmeğin eksiğini bildin." Rabia : "Siz ikiniz geldiniz, karnınızın aç olduğunu bildim. Önünüze koyacağım o iki ekmeği kapıya gelen dervişe verdim. Bu iki ekmek konukların karnını doyurmaz dedim Çalab'dan bir yerine on istedim. Hak Teala verdiğim o iki ekmek yerine yirmi ekmek verdi" dedi. Nakildir: Rabia birgün savma içinde hasta oldu. Uykuya vardı. Bir uğru geldi, carını aldı. Çıkmağa yol bulamadı. Carı bıraktı yol gözüktü. Bunun üzerine carı yine aldı, yine yol bulamadı. Bunu tekrarladı. Nihayet bir avaz işitti: "Ey er ! Zahmete girme. Rabia bunca yıl kendisini bize ısmarladı. Zehresi yoktur ki anın semtine kimse gele. Ol dostumuz uyursa, biz dostu uyanıkız" dedi. Uğru bunu işitince tevbe eyledi. Nakildir: Rabia'nın hadimi yemek pişirmek için iç yağını eritti. Çok zamandır aş görmemişlerdi. Soğan lazım oldu. Hadim komşudan almak diledi. Rabia: "Ben ahd eylemişim ki, kimseden nesne dilemeyeyim " dedi. Bu sözü derken havadan bir kuş geldi. Bir deste soğanı yağın eritildiği çömleğe bıraktı. Rabia : Mekrden hali değildir dedi ve soğanı yağı bırakıp, ekmeği tuzla yedi. Rabia birgün ağlayarak dağda giderken geyikler ve canavarlar etrafında dolaşıp durur. Rabia'ya nazar ederlerdi. Nagah Hasan Basri çıkageldi. Gördü ki Rabia geyiklerle oturur. Geyikler Hasan'ı görünce ürküp kaçtılar. Hasan melul oldu: "Ya Rabia bunlar benden niçin kaçtılar?" dedi. Rabia eyitti: "Bunların iç yağını yemişsin nice kaçmasınlar" Nakildir: Rabia birgün Hasan evi önünden geçiyordu. Hasan ağlardı, gözünün yaşı Rabia'ya dokundu, yağmur suyu sandı, sonra bildi ki Hasan'ın göz yaşıdır. "Ya üstad! Göz yaşını sakla. Halk görmesin ve riyadan da emin olasın." Dedi. Bu söz Hasan!a ağır geldi. Birgün Rabia'yı su yanında gördü, seccadesini su üstüne bıraktı. "Ey Rabia ! Gel iki rekat namaz kılalım" dedi.Rabia da seccadesini havaya bıraktı ve üstüne binip: "Ey Hasan ! Senin işlediğini balık, benim ettiğimi de sinekler eder. İş bu ikisinde değil, işe meşgul olmak gerektir". Dedi. Nakildir: Rabia birgün Hasan'a üç nesne verdi. Bir mum, bir iğne, bir kıl. Yani mum gibi ol, alemi münevver eylegil. İğne gibi yalıncak (çalışkan) ol, hemşire işde ol. Manalarda riyazet çek, küllü kıl oluncaya kadar. Nakildir: Bir gece Hasan ve yarenleri Rabia katına vardılar. Rabia'nın evinde çerağ yoktu. Rabia parmağına tükürdü. Evin içi Ruşen oldu. Eğer sorulursa ki parmaktan nice aydınlık çıka, cevap ederiz ki, Musa eli bol ola. O peygamberdi denilirse cevapta deriz ki her kim peygamberlere mütabeat ede, onun peygamberlik eserinden nasibi ola. Nitekim Peygamberimiz Sav buyurur. "Her kim bir danik haramdan yine sahibine verirse, peygamberlik derecesinden bir dereceye erişe." Rabia'nın dirliği malumdur. . Nakildir: Birgün Hasan Rabia'ya "Hiç rağbet eder misin ki sana nikah edelim?" dedi. "Nikah vücud üzerine sahihtir, bende vücud yoktur. Yok nesneye nikah nice olur?" Hasan: "Yokluğu nereden buldun?" dedi. "Kendimi yok etmeden buldum." Birgün Hasan : "Ya Rabia ! Sana mahlukun öğretmediği, Halıkının gönlüne bıraktığı ol ilimden bana da bir harf öğret" dedi. Rabia: "Birkaç kilo iplik eğirdim ki satayım da kut (erzak) edineyim. Ahaliye iki akçaya sattım. Akçanın birni bir elime, diğerini de öbür elime aldım. Korktum ki birbiri üstüne koyayım da çift ola ta beni yoldan çıkara. Dört akçayı birbiri üstüne koyan bu ilimden öğrenemez" dedi. Nakildir: Birgün Rabia'ya: "Niçin evlenmezsin?" diye sordular. "Size üç nesne sorayım, eğer bilirseniz sizin dediğinizi tutayım" dedi. "Ölüm vaktinde imanımı selametle götürebilecek miyim?" "Bilemeyiz" "Kıyamet gününde kitabımı sağımdan mı solumdan mı sunalar?" "Bilemeyiz" "Yarın halk iki bölük olduğunda (surei şuara 7. Ayetin sonu) hangi bölükte olurum?" "Bilmeyiz" "Ol kişi ki gece gündüz bu kaygıda ola, ona gelenin kaygısı nice olur" Sordular: "Kanden gelirsin? Ol cihandan nice gidersin?" "Ol cihana giderim" "Bu dünyada neylersin?" Dediler. "Pişman yürürüm, çünkü fanidir, baki değildir." "Hakkı sever misin?" "Beli" "Şeytanı düşman tutar mısın?" "Yok." "Niçin?" "Şunun için ki Rahman sevgisi içimde öyle dolup durur ki şeytan düşmanlığı sığmaz." Rabia der ki: Birgün düşümde Peygamber efendimizi gördüm. "Ya Rabia ! Beni sever misin? Buyurdu. "Ya Resulullah ! Seni kim sevmez, yalnız Hak sevgisi beni şöyle kaplayıp durur ki, hiç dostluk, düşmanlık yeri kalmayıp durur" dedim. Nakildir: Rabia çok ağlardı. "Niçin bunca ağlarsın?" dediler "Allah ile üns tuttum. Ayrılıktan korkarım. Olmaya ki ölüm vaktinde nida gele ki "Sen bize gerekmezsin" diyeler. Birgün Rabia bir kişi gördü: "Vay kaygıdan" der şikayet ederdi. Rabia: "Öyle deme 'Vay kaygısızlıktan' de" dedi. Nakildir bir kişi gördü, başına tülbent bağlamıştı. "Niçin bağladın" dedi. "Başım ağrır" "Kaç yaşındasın?" "Otuz yaşındayım." "Otuz yıldır sağken hiç başına şükür tülbendini bağladın mı? Birkaç gün hasta oldun, şikayet tülbendini bağladın" . Bir yaz günü idi. Karanlık bir eve giren Rabia başını aşağı bıraktı. Bir hizmetkar kadın avaz etti. "Ya seyyide Taşra çık ki, Allah'ın sanatını göresin. Rabia da: "İçeri gir ki sanii göresin" dedi. Nakildir: Birbiri ardınca oruç tutardı. Hiç nesne yemedi, uyumadı, açlığa harran geçti. Bir kişi bir çanak aş getirdi. Katına koydu. Rabia aşı aldı, eve girdi. Ev karanlık idi. Vardı ki çıra yandıra, geri gelince kedi aşı döktü. Geri gitti su getire, su getirince çıra sönmüş, bu getirdiği suyu içeyim derken düştü, bardak kırıldı ve su döküldü. Rabia bir kez ah eyledi. "Senin ellerinden yine Sana feryad ederim. Bu ne iştir ki bana edersin?" dedi. Hafiften bir avaz geldi ki: "Ya Rabia! Feryad eyleme. Eğer dilersen dünya malını hep sana vereyim, Benim sevgimi gönlünden çıkar. Dünya nimetiyle benim sevgim bir yerde olmaz" dedi. Rabia çün bu hitabı işitti, bir kez gönlünü dünyaya götürmedi. Rabia daim zarilikle inlerdi. Derlerdi ki: " Ey ahiret hatunu! Görürüz, zahir bir hastalığın yok, niçin böyle inlersin?" "Zahir hastalığım yok amma, batınımda bir dert var, tabibler ol derde hiç mualece kılamaz. Derdimin dermanı dost visalidir" dedi. Bir gün bir ulu Rabia katına geldi. Onu sınamak için dedi ki: "Ya Rabia! Bunca ululanmayasın, ahir avretsin, hergiz avrete peygamberlik gelmedi. Cümle faziletler erlere gelmiştir. Peygamberlik tacını erler, erenler başına korlar. Ve keramet kuşağını onların beline kuşatırlar. Rabia: "Bu dediklerin gerçektir amma benlik davası hergiz avretten gelmedi (Ve ene rabbukum ül ala) davası erden geldi. Hiçbir avret muhanneslik adını takınmadı. Muhanneslik ve benlik erdedir…" dedi. Nakildir: Rabia bir gün katı hasta oldu. Ona sordular: "Bu ne haldir? (Uçmağa baktım, Çalabım beni edepledi) dedi. "Abdülvahid ve Süfyan Rabia'yı sormağa vardılar. Süfyan: "Ya hatun! Gönlün ahretten hiç nesne dilemez mi?" dedi. " Ya Süfyan! Sen alim kişisin. Lakin cahilane söz edersin. Ben oniki yıldır hurma arzu ederim. Sen bilirsin ki Basra hurma üstüne durur. Henüz yemedim. Ben kulum. Kul kişinin arzu ettiği bir şey vardır. Eğer bir nesneyi dilersem Allah'tan dilerim, amma onu ben değil Allah'ım dileye. Süfyan: Senin için bir şey istemek ve sormak hata imiş bari benim işimden söyle" dedi. Rabia dedi ki: "Dünyayı sever olmasaydın sen iyi kişiydin". "Dünyanın nesini sevdim?" "hadis rivayet edersin. Onunla fahr edip ululanırsın" dedi. "Bunlar dünyayı sevmek midir?" diye sordu, ağladı. "Hüdavenda! Ben miskinden razı ol" dedi. Rabia: "Rızasın dilersin ki senden razı değildir…" dedi. Nakildir: "Bir gün malik bin Dinar Rabia katına geldi. Gördü ki bir eski hasır döşemiş, kerpici yastık edinmiş, bir sınık bardaktan abdest alırdı. Özü yandı, dedi ki: "Benim bildiğim beyler vardır. Eğer dilersen, varayım, sana örtü, döşek getireyim?. "Ya Malik! Yaradan benim halimi bilir mi bilmez mi?" "Bilir" "İmdi ol ne dilerse biz de öyle dileriz". Bir gün hasan, Şakik ve Malik üçü beraber Rabia'yı sormaya geldiler. Rabia hasta idi. Hasan Rabia'yı görünce (Doğru değildir o kişi ki, davası içinde Mevlasından gelene katlanamaz) dedi. Rabia: "Bu sözden kibir kokusu geliyor" dedi. Şakik eyitti: "Doğru değildir kendi davası içinde ol kişi efendisinin vurduğuna şükr eylemeye. " Rabia: "Doğrudur" dedi. Malik eyitti: "Davası içinde Mevlasının darbından lezzet duymayan kişi davasının sadığı değildir". Rabia: "Daha iyidir" dedi. Bu kez: "Sen söyle" dediler. Kendi davası gerçek değildir ol kişi kim darbı unutmazsa, mevlasını müşahede eder dururken". Rabia der: "Mısır avretleri gibi mahluku gördükleri için kendilerini unuttular, ellerini doğradılar. Eğer kişi Halik müşahedesine erdiğinde hayran olup kendisini unutursa acep değildir" dedi. Nakildir: Bir gün Basra ulularından bir kişi Rabia katına geldi. Dünyayı çok horladı. Rabia: "Sen dünyayı çok seversin, eğer sevmeye idin anmazdın" dedi. Kumaşı seven kişi alıcı olur. Eğer sen dünyadan fariğ ise dünyanın iyisine yavuzuna bakma (Herkim bir nesneyi sevse ancak anar olur) dedi. Bir kişi anlatır: "İkindi vakti Rabia katına vardım. Diledim ki benim için aş pişire… bir kesek eti çömleğe bıraktı ve su koydu. Artık çömlek katına varmadı. Söze başladık, manalara daldı. Akşam erişti, namaz kıldık. Namazdan sonra rabia'nın yanına vardım. Gördüm ki altında odun yokken çömlek Allah kudretinden kaynardı. Çömleği aşağı indirdi, kotardı. Yedik. Onun lezzeti gibi ömrüm içinde aş yediğim yoktur. Rabia dedi ki: "Her kim sıdk ile Çalabının kulluğu ile meşgul ola, şüphesiz onun için bunun gibi aş pişireler." Süfyan der: Birgün Rabia katına vardım. Gördüm ki mihraba girmiş namazla meşgul. Ben de bir bucakta namazla meşgul oldum. Çün sabah oldu. Ben: "Ya Rabia ! gel beri şükredelim ki, Hak Teala bize bu tevfiki verdi", sabaha değin namaz kıldık. Rabia: "Bugün oruç tutalım, şükrümüz o olsun" dedi. Rabia daim münacatı içinde derdi ki: "İlahi ! Eğer ben sana Tamu'dan korkup tapıyorsam beni tamuya koy. Eğer uçmak ümidi için tapıyorsam uçmağı bana haram eyle. Eğer senden ötürü yapıyorsam, bana didarını ruzi kıl.. "derdi. Ve dahi: "İlahi ! Dünyada bana ne vereceksen, düşmanlara da ver. Ahirette ne vereceksen, dostlara da ver. Eğer beni tamuya koyacaksan, ben sana feryad ederim ki, dost dosta böyle mi eder?" Hafiften bir avaz geldi: "Ya Rabia ! Sü-i zan etme. Yarın sen benim komşuluğumda olasın, didarım göresin, bila hitab sen benimle, ben seninle sözleşesin". Rabia'nın gönlü bu hitabı işitmekten mutmain oldu. Eyitti: "Ey Hüdavenda, padişaha, perverdigara ! Benim işim ve arzum dünya sarayında senin zikrindir.. Ahirette likandır. Ben zaif halimi arzettim. Bakisini ne dilersen sen kıl. Ona ölüm vakti geldiğinde başı ucunda ademiler otururlardı. "Beni halvet eyleyin ki Çalabımın elçileri gelir " dedi. Cümle taşra çıktılar. Ve avaz işittiler. (Fecr 27, 28, 29, 30. Ayetler) Bir zaman geçti, avaz çıkmaz oldu. Ol canını Hakka ısmarlamış. Öldükten sonra bir ulu onu düşünde gördü: "Münkir ve nekir sana ne sordu?" diye sordu. "O iki melek bana gelip 'men rabbüke' dedi. Ben: "Geri dönün Haktan sorun" dedim. Ve dedim ki: "Ey Çalabım ! Şimdiye değin ben seni bilmedim ise bundan böyle nasıl bilirim. Kişiler Rabbine varırsın derler." Rahmetullahi aleyha. |