Muhammed Zuğdan Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Muhammed, babasınınki Ahmed’dir. Künyesi Ebû Abdullah ve Ebü'l-Mevâhib’dir. İbn-i Zuğdân diye meşhur oldu. 1417 (H.820) senesinde Tûnus’ta doğdu. 1476 (H. 881) senesinde Kâhire’de vefât etti. Karâfe’deki eş-Şâziliyye kabristanına defnedildi. İbn-i Zuğdân, önce Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Birçok ilmî eserleri okudu. Arab dili ve edebiyâtını; Ebû Abdullah er-Remlî, Ömer eş-Şelşânî, Ömer el-Berzelî ve başkalarından, fıkıh ilmini; İbrâhim el-Ahdarî’den, mantık ilmini; Muhammed el-Mûsulî’den, hadîs ilmini; İbn-i Hacer’den öğrendi. 1438 (H.842) senesinde Kâhire’ye gitti. Tasavvuf erbâbıyla görüşüp, onların sohbetlerinde bulundu. Evliyânın büyüklerinden Yahyâ bin Ebi’l-Vefâ ile görüşüp, bereketli sohbetlerine kavuştu. Mâlikî mezhebinde idi. İbn-i Zuğdân, çoğu zaman cezbe, kendinden geçmiş hâlde olur, kendisini Allahü teâlânın sevgisi kaplardı. Câmi’ul-Ezher’in bitişiğindeki minâre yanında ikâmet eder, ibâdet ve tefekkürle vaktini geçirirdi. İbn-i Zuğdân’ın sözleri, şiirleri, kasîdeleri, sohbetlerde okunurdu. Bunları dinleyenler, mânevî coşkunluğa dalardı. İbn-i Zuğdân, kendisini çekemiyenlere, yumuşak ve güzel muâmele ederdi. İbn-i Zuğdân, Peygamber efendimizi sık sık rüyâsında görürdü. Gördüğü rüyâları kendisi şöyle anlatır: “Bir gece Resûlullah efendimizi rüyâmda gördüm ve; “Ey Allahü teâlânın Resûlü! Birçok kimse, sizi rüyâda sık sık gördüğüme inanmıyorlar.” dedim. Mübârek elini kalbimin üzerine koydu ve; “Ey evlâdım, gıybet haramdır. Sen, “Ey müminler! Zannın çoğundan sakınınız! Çünkü, zannın çoğu günâh olur. Birbirinizin kusûrunu araştırmayın! Birbirinizi gıybet etmeyin!” (Hucurât-12) meâlindeki âyet-i celîleyi okumadın mı?” buyurdu. Sonra Resûl-i ekrem şöyle buyurdu: “Eğer başkasının gıybet etmesini dinlemek mecburiyetinde kalırsan, İhlâs ve Mu’âvvezeteyn sûrelerini oku. Hâsıl olan sevâbı, gıybeti edilenlere hediyye eyle. Çünkü gıybet ile sevap, ikisi de birbirlerini tâkib ederler ve Allahü teâlânın izni ile denk olurlar.” Resûlullah efendimiz rüyâmda bana; “Uyuyacağın zaman beş defâ E’ûzü Besmele oku ve sonra şöyle duâ et: “Ey Allahım! Muhammed’in hakkı için, Muhammed’in yüzünü şu anda ve gelecekte bana göster.” Bunu dediğin zaman, ben sana görünürüm ve aslâ gecikmem.” buyurdular. Resûl-i ekremi yine rüyâda gördüm ve; “Ey Allah'ın Resûlü, beni bırakma” dedim. Resûlullah buyurdu ki; “Biz, Kevser havuzuna gelip, orada kana kana su içinceye kadar seni bırakmayız. Çünkü sen, Kevser sûresini okuyup, bana salât ve selâm getiriyorsun. Salât ve selâmın sevâbını sana hîbe ettim. Kevser sûresinin sevâbını ise, senin için bekletmekteyim. “Estagfirullahel’azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyelkayyûme ve etûbü ileyhi ve es’elüh-üt-tevbete vel-magfirete innehü hüvet-tevvâbürrahîm” sözünü, amelinde riyâkarlık olduğu veya sözün herhangi bir bencilliğe kaçtığı zaman tekrarla.” Resûl-i ekrem rüyâmda bana; “Sen yüz bin kişiye şefâat edeceksin” buyurdu. Ben de; “Ey Allah'ın Resûlü! Hangi amelimle bu mertebeyi elde ettim?” diye sorunca; “Benim üzerime okuyup, sevâbını bana hediye ettiğin salât ve selâm ile bu mertebeye eriştin.” buyurdular. Bir kere, zikrimi tamamlamak için Resûlullah’a okuduğum salât ve selâmlarda acele ettim. Okuduğum salât ve selâm bin adet idi. Resûl-i ekrem rüyâmda; “Acelenin şeytan işi olduğunu bilmez misin?” diye beni azarladı ve buyurdu ki: “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed derken, yavaş yavaş, harflerin üzerine basa basa söyle. Ancak vakit daralmış ise, o zaman biraz acele edebilirsin. Sana öğrettiğim bu şekil, fazîletli şeklidir. Başka şekillerde getirilen salât ve selâm yine kabûl olunur. En iyisi, salâtın başlangıcında bir kere de olsa, tam mânâsı ile, yavaş yavaş salât ve selâmın tamâmını getirmelisin, noksan bırakmamalısın.” Sonra Resûl-i ekrem, bana tam salât ve selâmın şeklini şöyle tâlim buyurdular: “Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin kemâ salleyte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammedin kemâ bârekte alâ seyyidinâ İbrâhîme ve alâ âli seyyidinâ İbrâhîme fil âlemîn, inneke hamîdün mecîd. Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullâhi ve berekâtühü.” Bir gece yine rüyâmda, Resûlullah efendimiz buyurdu ki: “Bir ihtiyâcın var ise ve onun yapılmasını diliyorsan, Seyyidet Nefîse’ye (Resûlullah'ın pak neslinden gelen bir veli hanıma) bir kuruş bile olsa adakda bulun. O zaman senin ihtiyâcın giderilmiş olur.” İbn-i Zuğdân buyurdu ki: “Kötü arkadaşları terketmek istersen, ilk önce kendindeki kötü ahlâkı bırak. Nefsin, sana herkesten daha yakındır. En yakına emri mârûf yapmak daha önce gelir.” “Dünyâlık peşinde koşanlar, dünyâya sımsıkı sarılıyorlar. Hâlbuki her nefes alışta ondan uzaklaşmaktadırlar. İleriyi göremediklerinden kördürler.” “Zenginlikle fakirlik, birbirlerine karşı övündüler. Zenginlik, fakirliğe dedi ki: “Sen kim oluyorsun? Ben, Allahü teâlânın vasfıyım.” Fakirlik, zenginliğe şu cevâbı verdi: “Ben olmasaydım, senin vasfın bilinmiyecekti. Benim tevâzum olmasaydı, senin kıymetin artmayacaktı ve yükselmeyecekti. Ben ubûdiyyetin nişânesiyim.” “Resûlullah efendimizi rüyâsında görmek istiyen bir kimse, gece ve gündüz, aşk ile tutuşup, O’na salevât-ı şerîfe getirmeli ve O’nunla birlikte velîleri de sevmelidir. Eğer Resûlullah ile birlikte evliyâyı sevmezse, Resûlullahın kapısı kendisi için kapalı olur. Çünkü evliyâ, insanların efendileridir. Onlar kızarlarsa, Allahü teâlâ da onlar kızdığı için gazaba gelir. Resûl-i ekrem de böyledir. Evliyânın sevmediğini, Resûlullah da sevmez, onlar kızdığı için, Resûlullah da kızar.” “Haber aldığımıza göre, kıyâmet gününde, ismi Muhammed olan kimseleri Allahü teâlânın huzûruna getirirler. Hak teâlâ, Muhammed isimli kimseye; “Bana isyân ederken, hiç isminden de mi utanmadın. Hâlbuki senin ismin, Habîbimin ismi idi. Fakat ben, sana azâb etmem. Zîrâ sen, Habîbimin ismi ile isimlendirilmişsin. Git ve Cennete gir.” buyuruyor.” “Zâlim ile arkadaşlık eden zâlimdir. Zîrâ zâlimle berâber bulunmak, Allahü teâlâdan gâfil olmak ve nefsinden râzı olmak hastalığını ortaya çıkarır. Hemen bunun arkasından da şeytan ile oturmak husûsu ortaya çıkar.” “Talebe çok zaman, hocasına “Neden?” dediği için nîmetlerinin arttırılmasından mahrum kalmıştır.” “Gösteriş bulunan her amel, makbûl değildir. Zîrâ Hak teâlâ; “Sâlih ameli kabûl ederim.” buyuruyor. Her kim yaptığı ameli gösteriş niyetiyle yaparsa, onun ameli Allahü teâlânın huzûruna ulaşmaz. Yapanın yanında kalır.” “Ey kişi, evliyânın sohbetinde bulun. Eğer onların sana hiç faydası yok ise de, kıyâmet gününde senin ellerinden tutarlar. Kendilerine arkadaş olanların, dünyâda da musîbet yükünü yüklenirler. Üzüntü ve hüzünlerini paylaşırlar.” İbn-i Zuğdân, birçok eser yazdı. Bunlardan bâzıları şunlardır: 1) Kavânînü Hükm-il-İşrâki ilâ Sufiyyeti Cemî’ıl-Âfâk, 2) Bugyet-üs-Süâl an Merâtib-i Ehl-il-Kemâl, 3) Silâh-ül-Vefâiyye bi Sügril İskenderiyye. 4) Ferh-ul-Esmâ’ bi Rühas-is-Simâ’, 5) Mevâhib-ül-Me’ârif, 6) Şerhu Hikem-il-Atâiyye. SÂLİH RÜYÂ Bir zaman Resûlullah’ı rüyâmda görmez oldum. Sonra yine görmeye başladım. Bunun üzerine ben: “Ey Allah'ın Resûlü! Benim günâhım ne idi ki, bana görünmez oldunuz?” diye sordum. Buyurdular ki: “Sen bizi rüyâda görecek kimselerden değilsin. Zîrâ sen, sırlarımı başkalarına ifşâ ediyorsun.” Gerçekten ben gördüğüm rüyâlarımdan bâzılarını yanımda bulunan bir şahsa anlatmıştım. Bundan böyle Allahü teâlâya tövbe eyledim. Tövbe ettikten sonra, yine Resûl-i ekremi rüyâmda görmeye başladım. Bir keresinde Resûl-i ekrem rüyâmda bana; “Ey Muhammed! Bu gaflet ve bu uyku neden. Neden bizden böyle uzaklaştın? Neden Kur’ân-ı kerîm okumayı terk eyledin? Kur’ân-ı kerîm okumayı bırakıp da, yalnız zikirle meşgûl olman ne için? Her gün, bir cüzün dörtte biri kadar olsa da Kur’ân-ı kerîm oku. Her gün, bundan az okumamaya dikkat et” buyurdu. İbn-i Zuğdân’ın talebelerinden bâzıları şöyle demektedirler: "O günden sonra İbn-i Zuğdân, Kur’ân-ı kerîm okumasını terk etmedi. Bâzı âyet-i kerîmeleri tekrar tekrar okur, üzerinde durur ve ağlardı. Göz yaşları yanaklarından ve mübârek sakalı üzerinden akardı. Onun huzûrunda konuşmaya kimse muktedir olamazdı. Zîrâ, vecd hâli ve çok ağlaması, herkesi susmağa mecbur kılardı.” 1) Mu’cem-ül-Müellifîn; c.9, s.5 2) Ed-Dav-ül-Lâmi’; c.7, s.66 3) Şezerât-üz-Zeheb; c.7, s.335 4) Esmâ-ül-Müellifîn; c.2, s.209 5) Ahlwardt; Verzeichniss der arabischen Handschriften; c.5, s.61 6) Brockelmann; Gal-2, s.253, Sup-2, s.152 7) Tabakât-ül-Kübrâ; c.2, s.67 8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.12, s.212 |