Son
devir Kelâmî Dergâhı postnişînlerinden Erbilli Muhammed Es'ad Efendinin
talebesi. İsmi Mahmûd Sâmi, soyismi Ramazanoğlu'dur. Babası Müctebâ
Bey, annesi Ümmügülsüm Hanımdır. 1892 (H.1310) senesinde Adana'da
doğdu. 1984 (H.1404) senesinde Medîne-i münevverede vefât etti.
Cennetü'l-Bakî Kabristanındadır.
Oğuzların
Üçoklar kolundan gelenRamazanoğulları sülâlesine mensûb olan Mahmûd
Sâmi, ilk, orta ve lise tahsîlini memleketi olan Adana'da tamamladı.
Yüksek tahsîlini yapmak üzere İstanbul'a geldi. Dârülfünûn (İstanbul
Üniversitesi) Hukuk Fakültesine girdi. Fakülteyi üstün başarıyla
bitirdikten sonra askerliğini yedek subay olarak İstanbul'da yaptı.
Devrin ulemâ ve müderrislerinin derslerine de devâm eden Mahmûd Sâmi,
zâhirî ilimlerde yükseldikten sonra tasavvufa meyletti. Bir müddet
Gümüşhâneli dergâhına devâm etti. Arkadaşı eski Beşiktaş Müftüsü Fuâd
Efendinin babası Rüşdî Efendinin tavsiyesi üzerine Kelâmî Dergâhı şeyhi
ve Meclis-i Meşâyıh ReisiErbilli Muhammed Es'ad Efendiye talebe
oldu.Onun ders ve sohbetlerine devâm edip icâzet, diploma ve hilâfet
aldı. Bir müddet daha hocasının yanında kaldıktan sonra insanlara
İslâmiyeti anlatmakla vazîfeli olarak Adana'ya gönderildi. Bir yandan
Adana Câmi-i Kebîrde vâz ve nasîhat ederken, diğer taraftan geçimini
temin için bir kereste ticârethânesinin muhâsebesini tuttu. Adana'da
bulunduğu sırada oradan İstanbul'daki hocasına hediyeler göndermek
âdetiydi. Fakat o, hediyelerinin bizzat kendi elinin emeği olmasına
büyük îtinâ gösterirdi. Rivâyete göre ekinler biçildikten ve hasad
yapıldıktan sonra tarlalara gider, yerlere dökülen başakları toplar,
onları bulgur yapıp İstanbul'a gönderirdi. Onun bu hâlini işiten
babası; "Oğlum, benim ambarlarım buğday dolu. Niçin hocana onlardan
göndermiyorsun?" deyince; "O kapıya lâyık olan, el emeği göz nûrudur."
diye cevap verirdi.
Uzun
seneler Adana'da vâz ve nasîhat edip insanlara hizmet eden Mahmûd Sâmi
Efendi, 1951 senesinde İstanbul'a geldi. İki yıl kadar İstanbul'da
kaldıktan sonra 1953 senesinde hac ibâdetini yerine getirip, sevgili
Peygamberimizin kabr-i şerîfini ziyâret ettikten sonra, arkadaşı
Konyalı Saraç Mehmed Efendi ile Şam'a geldi ve oraya yerleşti. Dokuz ay
kadar orada kaldıktan sonra tekrar İstanbul'a döndü. Önce
Bâyezîd-Lâleli'ye daha sonra da hocası Erbilli Muhammed Es'ad Efendinin
köşkünün bulunduğu Erenköy'e yerleşti.Şam'dan İstanbul'a gelişi
sırasında; "İstanbul'a tekrar geldik. Gönlümüz Medîne'de atıyor. Âhir
ömrümüzde oraya hicret etmeyi arzu ederiz." diyerek Peygamber
efendimize karşı olan sevgisini izhâr etti.
İstanbul'da
bulunduğu yıllarda bir yandan Erenköy Zihnipaşa Câmiindeki vâzları ve
husûsî sohbetleriyle insanlara faydalı olmaya çalışırken, diğer
taraftan da Tahtakale'de bir ticârethânenin muhâsebesini tutarak
geçimini temin etti. Onun vâz ve sohbetlerine fakir, zengin, esnaf,
işçi, memur, tüccar, fabrikatör pekçok kimse devâm ederek istifâde
etmeye çalıştı. Senelerce İstanbul'da kaldıktan sonra gönlündeki
Resûlullah sevgisi onu Medîne-i münevvereye çekti. Yakınları kendisine
Eyüb Sultan'dan bir kabir yeri almasını teklif ettikleri zaman;
"Herkesi arzusuna bıraksalar, biz Cennetü'l-Bakî'yi arzu ederiz." dedi.
1979 senesinde Medîne-i münevvereye giderek oraya yerleşti. İstanbul'da
tutulduğu hastalığı Medîne-i münevverede de devâm etti. Fakat o en
acılı ağrılı zamanlarında bile hiçbir şikâyette bulunmadı. Yanına
gelenlere yüzünden tebessümü hiç eksik etmedi. 12 Şubat 1984 (H.1404)
Pazar günü vefât etti. Cennetü'l-Bakî Kabristanına defnedildi.
Mahmûd
Sâmi Efendi uzuna yakın orta boylu, buğday tenli, seyrek sakallı,
kıvırcık saçlı bir zâttı. Temiz ve düzgün giyinirdi. Sakalı bir tutamı
geçmezdi. Çok az yer içerdi. Sohbetlerinde az yemenin fazîletinden ve
çok yemenin zararlarından sık sık bahsederdi. Kendisi halîm, selîm ve
yumuşak huylu idi. Dâimâ sükûtu tercih eder, zarûret hâlinde pek kısa
kelimelerle karşısında bulunan kimselerin seviyesine göre konuşurdu.
Sohbet
mevzûlarını, âyet-i kerîme, hadîs-i şerîfler, Peygamber efendimizin ve
diğer peygamberlerin, Eshâb-ı kirâmın ve velîlerin güzel ahlâkları,
gazâları, Allah yolunda gösterdikleri fedâkarlıkları, sabır ve
tahammülleri ve nasîhatları teşkil ederdi.
Sohbetleri
ve vâzları esnâsında bütün konuları kitap veya defterden okumalarına
veya huzurlarındaki herhangi bir şahsa okutmalarına rağmen, kalp
mevzûunda bizzat bir kaynağa bakmadan konuşurdu. Bir seferinde
buyurdular ki: "Kalb-i selîm, ne incinen ne de inciten kalbdir.
İncinmemek incitmemekten daha zordur. Çünkü incitmemek eldedir, fakat
incinmemek elde değildir." Kendilerinin terbiyesi ile meşgûl oduğu
kimselerin hallerini gördükçe üzülür, fakat yüzlerine karşı ve
arkalarından tevilli sözler bile olsa bir şey demezdi. "Hiç kimseden
incinmem ve kimseyi incitmemeye çalışırım." derdi. Hiç kimseye; "Şunu
niye yaptınız veya şunu niye yapmadınız." demez, yeme, içme ve giyinme
husûsunda; "Şunu alın yiyelim, bunu alın içelim, şöyle olsun veya böyle
olmasın." demezdi.
Kapısına
gelen herkesi kabûl eder, onlarla görüşür ve ikrâmlarda bulunurdu.
Hayâtı belli bir düzen ve disiplin içerisindeydi. Nitekim Erenköy'deki
evinden Tahtakale'deki iş yerine gidiş ve gelişlerinde vapur ve trene
aynı saatlerde biner, gişe memurlarına bilet ve jeton paralarını
devamlı sûrette bozuk olarak verirdi. Ayrıca Karaköy'den Eminönü'ne
dolmuşa binmediği günlerde sıhhatinin şükrü olarak dolmuş ücretini
fakirlere sadaka verirdi. Yolculuğa çıkarken çantasında, iğne, iplik,
çakı, kibrit, sabun, çengelli iğne, kalem, kâğıt gibi lüzumlu şeyleri
bulundururdu.
Mahmûd
Sâmi Efendi dâimâ abdestli bulunur ve her vakit câmiye giderek
namazlarını cemâatle kılardı. Son senelerine kadar böyle devâm etti.
Son senelerinde hastalığı sebebiyle câmiye gidemez oldu.
Mahmûd
Sâmi Efendi, bir sohbet sırasında büyüklerden şu sözü nakletti; "Kalbin
nûrlanması için beş şey lâzımdır. Birincisi; az yemek, az uyumak,
ikincisi; devamlı Allahü teâlânın ismini anmak, üçüncüsü; seher
vaktinde kalkarak teheccüd, gece namazına devâm etmek, dördüncüsü;
namazlarda huşû üzere bulunmak, beşincisi; sâdıklarla berâber olmak."
Mahmûd
Sâmi Efendi hiç kimseye; "Bizden ders al, bizim sohbetimize katıl,
sakal bırak, sarık sar, cübbe ve şalvar giy." gibi emirler vermezdi.
Dikkat çekecek, fitne uyandıracak hareketlerden kaçınırdı. "Bizim
kapımız, hak kapısıdır. Nasîbi olan gelir. Hiç kimseyi zorlamayınız."
derdi.
Mahmûd
Sâmi Efendi, Kur'ân ehline ve âlim kimselere karşı ayrı bir iltifât
gösterir, meclislerinde onlara hemen yanıbaşında yer verirdi.
Bayramlarda onların gelmesini beklemeden, ziyâretlerine giderdi.
Nitekim Ahıskalı Ali Haydar Efendi bir sohbeti sırasında Mahmûd Sâmi
Efendi için; "Bu zâtın bizi sekizinci ziyâretidir. Biz henüz bir defâ
bile gidemedik. İşte Allah için ziyâret budur." demişti.
Mahmûd
Sâmi Efendinin ziyâret ettiği ve görüştüğü kimselerden bâzıları: Ömer
Nasûhî Bilmen, Seyyid Şefîk Efendi, Sarıyerli Nûri Efendi, Bekir Hâkî
Efendi, AliYektâ Efendi, Süleymân Efendi, Mehmed Zâhid (Kotku) Efendi,
Alasonyalı H.Cemâl Efendi,Reîsü'l-KurrâMustafa Efendi,Ahmed Dâvûdoğlu
Hoca ve Mâhir İz Beydi.
Eserleri
Mükerrem İnsan (İstanbul 1983); Hazret-i İbrâhim aleyhisselâm (İstanbul
1984); Hazret-i Yûsuf aleyhisselâm (İstanbul 1984); Yûnus ve Hûd
Sûreleri Tefsîri (İstanbul 1984, 4. bs.); Bedir Gazvesi ve Enfâl Sûresi
Tefsîri (İstanbul 1985, 4. bs.); Uhud Gazvesi (İstanbul 1984); Tebük
Seferi (İstanbul 1984); Hazreti Ömer’ul-Fâruk radıyallâhu anh (İstanbul
1984); Hazret-i Ali’yyül-Murtezâ radıyallâhu anh (İstanbul 1984);
Hazreti Hâlid bin Velid radıyallâhu anh (İstanbul 1984); Ashâb-ı Kirâm
Menâkıbı (I-II, İzmir, ts.); Musâhabe (I-VI, İstanbul 1984); Hazreti
Ebû Bekir Sıddîk radıyallâhu anh (İstanbul 1985); Bakara Sûresi Tefsîri
(İstanbul 1985); Fâtiha Sûresi Tefsîri (İstanbul 1987); Duâlar ve
Zikirler (İstanbul 1987, 3. bs.); Hazreti Osman Zinnûreyn radıyallâhu
anh (İstanbul 2003); Bayram Sohbetleri (İstanbul 2005; Sami Efendi’nin
sohbetlerinden yazıya geçirilmiştir).
Yararlanılan Kaynaklar:
1)
Türk
Diyanet Vaklfı
2)
Evliyalar
Ansiklopedisi