Büyük
velîlerden. İsmi, Mahmûd bin Mevdûd bin Ahmed, künyesi Ebü'l-Hasan,
lakabı İzzeddîn'dir. Soyu, Mısır hâkimi Aybek Türkmânî'ye ulaşır.
Mısır'da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1424 (H.828) senesinde
Meraga'da vefât etti.Dergâhındaki bahçeye defnedildi.
İzzeddîn Türkmânî önceleri ticâretle
uğraştığından çok kere Mekke-i mükerremeye gidip geldi. Bir dönüşünde
kervanın yolunu harâmîler kesti. Kervandakileri esir alıp soydular. Bu
kargaşalık esnâsındaHindli bir derviş korkusuz ve kaygısızca bir yere
çıkıp bekledi. Soyguncular birçok kimseyi şehîd edip bâzılarını da
yaraladılar. Lâkin bu dervişe bir şey yapamadılar. Bu sırada İzzeddîn
Türkmânî bu hâli görünce kendi kendine söz verip; "Eğer sağ sâlim
şehrime dönersem, bütün mal ve mülkümü fakirlere dağıtıp, hak yolun
yolcularının arasına gireceğim. Dervişlerden olacağım" diye ahdetti.
Hakîkaten baskın esnâsında bir fırsatını bulup kendini ve malını
kurtardı. Selâmetle evine vardı. Ahdine vefâ olarak Şeyh Seyfeddîn
Halvetî hazretlerine bağlanmak düşüncesiyle önce istihâre yaptı. Lâkin
rüyâsındaAhî Mîrim hazretlerini gördü. Kendisini yetiştirecek büyüğün o
olduğu bildirildi. Buna sevindi ve Herat şehrine doğru yola çıktı.
Herat'a varıp Mîrim hazretlerinin sohbetine katıldı. Kısa zamanda
icâzet, diploma alıp irşâda başladı. Orada dergâh ve mescid inşâ edip,
oturdular. ŞehrinCâmi-i kebîrinde ders ve vâzla meşgûl oldu. Çok
kerâmetleri görüldü.
İzzeddîn Türkmânî hazretleri hâfız olup,
Kur'ân-ı kerîmi çok güzel okurdu. Bu sebeple Mîrim hazretleri ona; "Sen
bütün talebemize kırâat ilmini öğret!" buyurdu. O da; "Peki efendim."
deyip tâlime başladı.
Bir gün birisi içinden; "İzzeddîn
Türkmânî hazretleri acabâ beni de okutur mu?" diye geçirdi ve
talebelerin arasına karıştı. Sonra birisi gelip kendisini İzzeddîn
Türkmânî hazretlerinin çağırdığını haber verdi. O da varıp onun
huzûruna çıktı. Ona; "Kur'ân-ı kerîmi öğrenmek ve okumak lâzımdır.
Hatırına getirir lâkin öğrenmezsin?" buyurdu. Sonra okutmaya başladı.
Bir gün bâzı kimseler Türkmânî
hazretlerini ziyârete geldiler. Türkmânî hazretleri onlara yemek ikrâm
etti. Sonunda sofraya üzüm getirdi.Sofradakilerden biri; "Türkmânî
hazretlerinin yediği salkımdan birkaç üzüm tânesi bana nasîb olsa da
yesem." diye içinden geçirdi. O zaman Türkmânî hazretleri dönüp
tebessüm etti.Elindeki üzümü, salkımıyla ona verdi ve; "Göz hakkın
kalmasın." buyurdu. O kişi bunu görünce ona olan sevgisi daha da
fazlalaştı.
Zamânında Tîmûr Han oraları fethedip ele
geçirmişti.Bir gün İzzeddîn Türkmânî hazretlerini çadırına dâvet etti
ve çadırda otururken hizmetçisine tenbih edip; "Bu zâtı bir tecrübe
edelim. Şimdi siz gasb edilmiş bir kuzu veya tavuk yakalayıp pişirin ve
bu zâtın önüne getirin. İkrâm edelim. Bakalım helal veya haram olduğunu
anlayabilecek mi?" diye emretti. Hizmetçi bir kuzu bulup getirdi ve
İzzeddîn Türkmânî hazretlerinin önüne koydu. Türkmânî hazretleri önüne
konan kızarmış kuzudan besmele okuyup yemeye başladı. Tîmûr Han;
"Efendi hazretleri. Helâl ise yiyorum demeyi unuttunuz." dedi. O zaman
Türkmânî hazretleri; "Bu bize helâldir." buyurdu. O zaman Tîmûr Han
yanındakilere; "Görün evliyâ dediğiniz zât, gasbedilmiş ve haram şeye
besmele bile okudu. Helâl gibi haramı yer. Dînini hebâ ve kendini
cezâya uğratır." dedi. Bunun üzerine Türkmânî hazretleri; "Aslı vardır.
Birazdan anlaşılır." buyurdu. O esnâda dışarıda bir kadın feryâd
ederek; "Sultânım kuzucuklarımdan birini evimde beslerdim. Onu İzzeddîn
hazretlerine vermeyi adamıştım. Onu alıp giderken adamlarınız elimden
aldı ve bana eziyet ve zulüm ettiler." diye seslendi.Tîmûr Han bu
sözleri duyunca, hayretler içinde kaldı. O zaman Türkmânî hazretleri
başını kaldırıp; "Ey hâtun! Adağın kabûl olsun. Allahü teâlâ sana çok
mükâfât versin. Adağın bana geldi. Sâhibini buldu. İşte yediğimiz kuzu
odur." buyurdu. Kadıncağız sevinçle geri döndü. O zaman Tîmûr Han,
İzzeddîn Türkmânî hazretlerinin büyük bir zât olduğunu hakkıyla anlayıp
hürmet ve ikrâmlarda bulundu ve yaptığı imtihan sebebiyle özür dileyip
duâ istedi.
Bir gün dergâha bir sepet nar geldi.
Narları talebelere dağıttılar. Bir tânesini kendileri yediler. Nardan
bir tânesi yere düştü. Türkmânî hazretleri o tâneyi alıp bir yere
gömdü. Gömer gömmez ondan bir ağaç oluverdi. Sonra talebelerine;
"Buraya bir kabir kazınız." buyurdu. Talebeler onun yanına bir kabir
kazdılar. Daha sonraları vefât edeceğinde buraya defnedilmesini
istediler. Hasta biri bu narın meyvesinden veya bir yaprağından yese
şifâ bulurdu.
Bir zaman talebelerine; "Hak yolun
yolcusu olmak isteyen, kalbiyle hocasına bağlanmalı. Hocası ve derviş
arkadaşlarından başkasıyla konuşmamalı, hallerini hocasından başkasına
anlatmamalı." buyurdu.
Kendileri anlatır: "Önceleri bir ara
hacca gittim. Vakfeye vardım. O zaman biri yanıma geldi ve; "Ey
İzzeddîn bak!" dedi. İşâret ettiği tarafa baktım. Hacılar arasında uzun
boylu heybetli kişiler gördüm. Sonra yanlarına gittim. Selâm verdim.
Selâmımı aldılar. Bana hak yolunun yolcusuna lâzım olacak şeyleri haber
verdiler. Meğer onlar, Ricâlullah denen Allahü teâlânın sevgili kulları
imiş."
İzzeddîn Türkmânî hazretleri vefâtı
yaklaşınca vasiyet edip; "Ben filan gün vefât ederim. Musallaya koyun.
Bir zât gelip namazımı kıldırır." buyurdu. Dediği gibi oldu. Tanımadık
biri gelip cenâze namazını kıldırdı.
EY ZAMÂNIN EN HAYIRLISI
Bir zaman bir grup tüccar gemi ile sefere
çıktılar. Giderken büyük bir fırtına çıktı. Gemi neredeyse batacak hâle
geldi.Her bir tüccar can telaşıyla; "Yâ Hızır! Yâ İlyâs! Ey zamânın en
hayırlısı!" diye nidâya, duâya başladılar. O sırada gemide bir derviş;
"Yâ İzzeddîn Türkmânî!" diye nidâ etti. O söyler söylemez fırtına
dindi, dalgalar durdu. Tüccarlar adaklar adayıp Türkmânî hazretlerinin
dergâhına geldiler ve durumu anlattılar. Kendilerinin kurtuluşuna
sebep, talebelerinden biri olduğunu söylediler.
1) Lemezât, SüleymâniyeKütüphânesi,
No: 4536, v.126 |