Edebali

Osmanlı Devletinin kuruluşunda hizmeti geçen büyük İslâm âlimi. Osman Gâzinin kayınpederi ve hocası. Karaman civârında 1206 (H.603) yıllarında doğduğu tahmin edilmektedir. 1326 (H.726) yılında Bilecik'te vefât etti.

İlk tahsîlini memleketinde yaptıktan sonra Şam taraflarına gitti. Hadîs-i şerîf, tefsîr ve fıkıh ilimleri tahsîl etti. Tasavvuf yoluna meyletti. Zamânının büyük âlimlerinden feyz aldı. Memleketine döndü. Bir rivâyette Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin sohbetleri ile kemâle geldi. Bu esnâda Selçuklu Devleti çöküntüye doğru gidiyor, Anadolu'da bir karışıklık hüküm sürüyordu. Moğolların önünden kaçan Oğuz boyları Anadolu'ya büyük gruplar hâlinde gelerek çeşitli bölgelere yerleşiyorlardı. Bu boylardan biri de önce Karacadağ, sonra da Söğüt mıntıkasına yerleşen Kayılar idi ve başlarında Ertuğrul Bey bulunuyordu. Daha ilk zamanlardan îtibâren Ertuğrul ve oğlu Osman Gâzinin başından geçen hâdiseler ve onların velîler ile olan münâsebetleri büyük bir devletin müjdesini veriyordu.

Ertuğrul Gâzi bir gece ulemâdan bir kimseye misâfir oldu. Sohbet esnâsındaErtuğrul Gâzi, yüksekçe bir yerde duran kitabı göstererek ne olduğunu sordu. Ev sâhibi; "Bu kitap Allahü azîmüşşân hazretlerinin Resûl-i ekremine indirdikleriKur'ân-ı kerîmdir." cevâbını aldı. Sonra ev sâhibi uyumak için gittiğinde, Ertuğrul Gâzi mushafın bulunduğu odada sabaha kadar mushaf-ı şerîfin huzûrunda hürmet ve tâzim ile ayakta durdu. Fakat sabaha karşı bir ara dayanamayıp uykuya daldı. Bu sırada rüyâda kendisine; "Sen benim kelâmıma hürmet ve tâzimde bulundun, ben de senin evlâdına kıyâmet gününe kadar dâim olacak bir ulu devlet ihsân eyledim." diye hitâb olunduğunu işitti.

Diğer taraftan Ertuğrul Gâzi zaman zamanKonya'ya gelir ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hazretlerini de ziyâret ederdi. Bir gelişinde henüz küçük yaşta olan Osman Gâziyi de berâberinde Mevlânâ'ya getirip hayır duâlarını ricâ etti. O sırada Selçuklu Sultanı bulunan kimsenin, Kalenderî tarîkatinden olan bir şahsa bağlandığını işiten hazret-i Mevlânâ; "Hoş şimdi hükümdâr kendine bir baba bulduysa, biz de kendimize bir oğul bulduk." diyerek küçük Osman'ın elinden tuttu ve hayır duâlar eyledi.

Bu hususta üçüncü büyük müjde ise, Osman Gâzi ile Şeyh Edebâlî hazretleri arasında cereyân etti. Edebâlî hazretleri Konya'dan gelerek cihâd sınırının en uç bölgesi olan Eskişehir yakınlarında İtburnu denilen bir köyde yerleşmişti. Burada tâliplerine ilim öğretmek, insanlara huzur dağıtmakla meşgûl olurdu. Dînî meselelerde herkes ona mürâcaat eder, dünyâ ve devlet işlerini ona danışırdı. İslâm dünyâsında eskiden beri mevcûd olan "Fütüvvet ehli" ve Anadolu'da mühim bir yer tutan "Ahîler" ile irtibâtı vardı. Ayrıca Ertuğrul Beyin oğlu Osman Bey de bu büyük âlimi sık sık ziyârete gider, ilim ve feyzinden istifâde ederdi. Edebâlî hazretlerinin kendi parasıyla yaptırıp talebelerine ders verdiği Bilecik'teki zâviyesini ziyâretlerinden birinde, Osman Bey bir rüyâ gördü. Rüyâsını hocası Edebâlî hazretlerine anlattı. Osman Beyin rüyâsında, Edebâlî hazretlerinin koltuk altından çıkan bir nûr, gelip Osman Beyin göğsüne girdi. O nûrun girmesiyle, Osman Beyin karnından bir ağaç peydâ oldu. Birden dallanıp budaklandı. Dalları çok yükseklere ulaştı. Altındaki nice dağlar ve nehirleri gölgeledi. Onun gölgesindeki dağ ve nehirlerden birçok insan gelip istifâde etmeye başladığı sırada, Osman Bey uyandı. Edebâlî hazretleri, Osman Beyin böyle bir rüyâ görmesine çok sevindi. Onun yapacağı büyük hizmetlerde, kendisinin de nasîbi olmasına çok şükretti. Osman Beyin bu güzel rüyâsını şöyle tâbir etti: "Oğul sen, Ertuğrul Gâzi oğlu Osman, babandan sonra "Bey" olacaksın, kızım Mâl Hâtunla evleneceksin. Benden çıkıp sana gelen nûr budur. Sizin asîl ve temiz soyunuzdan nice pâdişâhlar gelecek. Onlar, nice devletleri bir çatı altında toplayacaklar. Allahü teâlâ, nice insanın huzur ve saâdete kavuşmasına, dîn-i İslâmla şereflenmesine senin neslini vesîle edecek." dedi. Osman Beyi tebrik etti. gözünün nûru kızını, bu mübârek insana nikâh etti.

Osman Beyin, Mâl Hâtunla izdivâcından Orhan Bey dünyâya geldi.Edebâlî hazretleri, dâmâdı tarafından kurulan Osmanlı Devletine mânevî güç verdi. Sultan Osman Gâzinin hürmet ettiği, her hususta istişâre edip danıştığı en yakın yardımcılarından oldu.

Osman Gâzi, Yenişehir'i aldıktan sonra memleketi beş idârî bölgeye ayırdı. Karacahisar'ı oğlu Orhan Beye, Subaşılığını da kardeşi Gündüz'e verdi. Yarhisar'ı Hasan Alp'a, İnegöl'ü Turgut Alp'a verdi. Kaynatası Edebâlî'ye Bilecik gelirini timar verdi. Hanımını babası ile Bilecik'te bıraktı. Kendisi Yenişehir'e giderek yanındaki gâzilere evler yaptı.

Şeyh Edebâlî, Bilecik'te fıkıh, tefsîr ve hadîs ilimleri üzerinde dersler verdi. Bu sûretle son günlerini Bilecik'te geçiren Edebâlî hazretleri 120 yaşlarında iken 1326 (H.726) yılında vefât etti. Cenâzesi, yıllarca huzur saçarak insanlara saâdet yolunu gösterdiği zâviyenin yanına defnedildi. Eskişehir'de Odunpazarı üstündeki kabristanda da bir makâmı vardır. Yerine kendi talebesi Dursun Fakih geçip, ders verdi.

Edebâlî hazretlerinin Rahmet-i Rahmâna kavuşmasından bir ay kadar sonra Mâl Hâtun, dört ay sonra da Osman Gâzi vefât ettiler. Edebâlî hazretlerinin feyz ve bereketleri, yol göstermesi ile altı asırdan fazla devâm edecek olan cihan devletinin temellerini atan Osman Gâzi, âlimlere ve evliyâya yakın olmanın ehemmiyetini de belirttiği vasiyetnâmesinde kendisinden sonra gelecek oğluna dolayısıyla evlâtlarına şunları vasiyet etti:

"Allahü teâlânın emirlerine muhâlif bir iş işlemeyesin! Bilmediğini, dînimizin ulemâsından sorup anlayasın! Sana itâat edenleri hoş tutasın! Askerine inâmı, ihsânı eksik etmeyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır. Zâlim olma! Âlemi adâletle şenlendir ve Allah için cihâdı terk etmeyerek beni şâd et! Ulemâya riâyet eyle ki, şerîat işleri nizâm bulsun! Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm göster! Askerine ve malına gurur getirip, dînimizin âlimlerinden uzaklaşma! Bizim mesleğimiz Allah yoludur ve maksadımız Allah'ın dînini yaymaktır. Yoksa, kuru kavga ve cihângirlik dâvâsı değildir. Sana da bunlar yaraşır. Dâimâ herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü teâlâya emânet ediyorum." Osmanlı sultanları, bu vasiyetnâmeye candan sarıldı. Bu vasiyetnâme, devletin altı yüz sene hiç değişmeyen anayasası oldu.

Altı asır, insanlara huzur ve saâdet, onların eli, onların yardımı ile dağıtıldı. Allahü teâlâ, o büyük devleti bu mübârek insanlara nasîb etti.

ASIL ÖLÜM...

Edebâlî hazretlerinin vefâtlarına yakın talebelerine vasiyet mâhiyetinde söylediği sözlerden bâzıları şunlardır:

"Tevâzu; zenginlere karşı kibirli, yoksullara karşı alçak gönüllü olmaktır."

"Toprağa bağlanınız, suyu isrâf etmeyiniz, mîrâsınızın sağlam kalmasına dikkat ediniz, veriniz, elleriniz yumuk, kapalı kalmasın, ilim sâhiplerini koruyunuz, ağaç dikiniz, ödünç aldığınızı fazlası ile iâde ediniz, Kur'ân-ı kerîmi güçlü olmak için okuyunuz, bağınızı bahçenizi viran bırakmayınız, Peygamber efendimizi çok iyi tanıyınız. Hadîs ezberleyiniz, bildiklerini öğretenler unutulmazlar."

"Asıl ölüm, ilimden payını almayanlar içindir. Faydalı ile faydasızı bilenler bilgi sâhipleridir."

1) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.20
2) Kâmûs-ül-A'lâm; c.2, s.817
3) Rehber Ansiklopedisi; c.4, s.330
4) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1132
5) Tâc-üt-Tevârih; c.5, s.1-2
6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.10, s.110